18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (145)

FİLİSTİN-İSRAEL ÇATIŞMASI ODAKLI TERÖR OLAYLAR VE UYGARLIKLAR KAVGASINDA, 2003 YILINDAN SONRAKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER:

2004 yılının ilk ilginç olayı, İsraelin, 22.Mart’da, bizzat Başbakan Ariel Şaron tarafından yönetilen bir askerî operasyonla, HAMAS kurucusu ve ruhanî lideri Şeyh Ahmed Yasin’in sabahın erken saatinde namazdan çıkarken, iki oğlunun ve korumalarının da bulunduğu dokuz kişi ile birlikde öldürülmesidir. Yerine geçen Abdülaziz El Rantisî de 24 Nisanda öldürülecektir. HAMAS tarafından lânetlerek Dünyaya duyurulan bu olayı İsrael kendini sürekli taciz eden HAMAS’a karşı bir nefis savunması olarak meşru görmüştür.

Şeyh Ahmed Yasin sakat arabasında
 

Kimdi bu Ahmed Yasin ve HAMAS örgütü? HAMAS’ın oluşumu, Filistin’in Askalan kenti el-Cevra köyünde 1937 yılında Dünyaya gelmiş; 15 yaşından beri bir kaza sonucu felçli kalan Şeyh Ahmed Yasin’in, 1967 6 gün savaşından sonra Filistin’in, yurdu Batı Sahili ve Gaza Şeridini İsraele kaptırmasından sonraki yıllarda hayır çalışmalarına kadar dayanır. Yasin, 1973’de “Mucamma’âl İslamî-İslamî Cemaat” merkezini kurdu; “Müslüman Kardeşler-İhvan” ile eşgüdümlü olarak siyasal etkinliklerine başladı. Ancak, 1987’de Batı Sahili ve Gaza’da intifada hareketleri üzerine, İhvan’ın Gaza şubesi sıfatı ve HAMAS (Harâkât-el-Mukavvama el-İslamiye) adı ile daha etkin direniş hareketlerine geçmişti. Fakat, 1988 itibaren Ahmed Yasin “İhvan”ın “şiddet dışı direniş” ilkesinden uzaklaştığını resmen ilân etmiştir. Bunun üzerine İsrael’in takiplerine maruz kalmış; 1989 Mayısında yakalanıp, 8 yıl hapis kaldıktan sonra çok eskiden beri Ürdün’de esir tutulan iki Mossad ajanı karşılığında serbest bırakılmıştı. İlk yakalandığında, felçli haline bakılmadan 4 gün boyunca bir tahta sandalyeye uykusuz duraksız bağlı tutulması Filistinlilerin nefretini büsbütün tahrik etmiştir.

FKÖ lideri Yaser Arafat’ın İsrael Başbakanı İzak Rabin ile birlikde 1993’de çizdiği Oslo Barış süreci HAMAS ve Filistinlilerin El-Aksa Şehitleri, Filistin İslâmî Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi diğer kavgacı Filistin örgütlerince engellenmiş; ayrıca İzak Rabin’in de fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmesine neden olmuştu. Ve 1993’den bu yana başta HAMAS, Filistin’in kavgacı örgütleri ve Filistin’in Dünya kamuoyunca meşru kabûl edilen ve Arafat’tan sonraki lideri Mahmut Abbas’ın liderliğini yaptığı EL Fetih’in de denetime alınamayan militanları 2008 sonuna kadar, başta Kudüs, Tel-Aviv, Gaza Şeridi, Netanya, Aşod, hayfa, Taife olmak üzere gerek İsrael’in gerekse kendi yaşadıkları Gaza’nın altını üstüne getirerek çoğu intihar saldırıları ile gerçekleştirilen 150 terör olayında muharip olmayan sivil 789 cana kıymışlar, geride binlerle yaralı ve çarşıların, pazarların, otellerin, taşıma araçlarının, otobüs duraklarının, lokantaların harabiyeti kalmıştır.

Sonuç olarak, geçen bölümde değindiğimiz üzere İsrael “Oslo Anlaşmalarını” rafa kaldırarak, 1948’de bir Yahudi Devletinin kuruluşunu kabûl etmeyen Araplar gibi o da bir Filistin Devletini inkâr etmeye ve Filistinlilere karşı daha sert baskılar uygulamaya başlamıştır. Bu arada Ahmed Yasini de, hiç mutlu olmadığı Dünyasından ayırmışlardır.

Halid Meşal bir HAMAS militanına moral veriyor

2007’de yapılan bir araştırmada intihar bombalama eylemlerinin %39,9’unun Hamas, %25,7’sinin F.İslamî Cihad, %26.4 El Fetih militanları, %5.4’ünün FHKC, geri kalanın diğer teröristlerce gerçekleştirildiği saptanmıştır.

2006 Ocak’ında Filistinliler arasında yapılan seçimde halk Hamas’ın terör eylemlerindeki performansının üstün olduğunu görerek Gazze’deki iktidarı El Rantisînin vasiyeti üzerine HAMAS’ın liderliğini ele alan Halid Meşal’e vermiştir. Hâlâ uluslararasındaki olumsuz yerine karşın Filistin’in gerçek temsilcisi olduğunu ileri süren Meşal, kendisine teveccüh gösteren bazı dinci çevrelerimiz ve politikacılarımız yüzünden Türkiye’nin de başını ağrıtmaktadır. Hamasın sürdürdüğü saldırılarda, kullandıkları havan topları ve roketatar mevzilerini, çok çocuklu Filistin ailelerinin yakınına kurup mukabil saldırı halinde Filistin halkının mazlumiyeti şamatasını çıkarıyorlardı. Gazzeye Mısır üzerinden 40 kadar tünel açılmış olup, her türlü eşya Hamas’ın denetimi altında girebilmektedir. Tünellerden giren yardım mallarını her karanlık terör örgütünün bilinçsiz militanları gibi HAMAS görevlileri de karaborsada satmaktadır. İsrael’in Gazzeyi ablukaya almak için ördüğü duvarın çimentosunu satan şirketin Filistin Meclis Başkanına ait olduğu söyleniyor. Bu bakımdan, Mısır kendi sınırından Gazze’ye geçişi kapamak zorunda kalmıştı.

2000’lerde Uygarlıklar Savaşında önemli sayılacak bir gelişme de Lübnanda, İran etkisindeki ve bizim ülkemizdeki taklidinin de sorunlar çıkardığı Şiî örgüt Hizbullahın İsrael üzerinde kayda değer başarılar sağlamasıdır. 1982 İsrael’in Lübnanı işgâli sırasında, Humeynî desteği ile “Galile için Barış Operasyonu” adı altında oluşan Hizbullah, Lübnan Hükûmeti içinde yer alan temsilcileri aracılığı ile bir yandan Başbakan Fuad Sinyora’ya karşı muhalefet etkinliği sürdürüyor; bir yandan sahip olduğu bir radyo ve uydu Televizyon’dan sesini duyuran küçük bir milis gücü ile Lübnan içindeki karşıt güçlerle mücadele ediyordu.

Hizbullah militanları İsrael’in Lübnandan çekilmesi için gösteri yapıyorlar.

Hizbullah 2006 yılında, Kuzey İsrael sınırını aşarak yaptığı bir baskında bir kısım İsrael askerlerini kaçırıp bazılarını öldürmüş; Örgütün lideri Hasan Nasrallah 12.Temmuz.2006’da verdiği bir beyanatta, İsrael hapishanelerindeki Filistinli tutukluların serbest bırakılması karşılığında bu askerlerin iade edileceğini bildirmişti. 34 günlük bir çatışmada İsrael ilk kez ciddî bir başarı elde edememiş; en azından bir işgâl hareketine girişememiş; Araplar üzerindeki yenilmezliği kuşkuya düşmüştü. Hizbullah İsrael kentlerine 3970 Katyuşa roketi fırlatmıştı. Fakat buna mukabil İsrael Lübnan’ın altyapısına ağır zarar verdi. Sonuçta 1.200 Lübnanlı ve 158 İsraelli öldü. Lübnanlıların 1000’i, İsraellilerin 41’i sivildi.

Bu örgütün Türkiye’deki versiyonuna bir göz atarsak, aslında Lübnan’daki örgütle organik bir bağı olmadığını, Şiî mezhebinden Kürd asıllılardan kurulu olduğu için “Hizbullahî Kürdî” dendiğini de görüyoruz. 1980’lerde Diyarbakır’da Abdülvahap Ekinci’ye ait Vahdet kitapçısında yapılan toplantılarda Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu tarafından kurulan bu örgütün, Sünnî kökten gelmekle birlikde sosyalist meşrepteki PKK’ya karşı bir direnç gücü olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Başka gruplarla birlikte etkinlikler göstermiş ve kendi içinden “Tevhid”, “Yeryüzü”, daha sonra “Menzil”, “İlim” gibi fraksiyonlar da çıkarmış. PKK‘ya karşı kullanıldığı için başta üzerine gidilmediği zamanın Olağanüstü Hâl Valisi Ünal Erkan tarafından da, sonradan bir gazete röportajında ifade edilmişti. 1992 yılında Diyarbakır’da cesetleri bulunan yazarlar Halit Güngen, Namık Tarancı ve “Özgür Gündem” muhabiri Hafız Akdemir’in, 1000 kadar silahlı militanı olduğu söylenen Hizbullah suikastlarına kurban gittikleri sanılıyordu. 1992-1995 arasında PKK ile yaptıkları çatışmada 200 militan kaybetmiş, PKK’ya da 400 ölü verdirmişlerdi.

Karanlık ruh Hüseyin Velioğlu

 


Özgür düşünce şehidi Gonca Kuriş
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1993’deki örgüt içi anlaşmazlıklarda 50 kişi öldü. İslamcı eylemleri sırasında da, Dini bütün feminist Nakşibendî tarikatından Gonca Kuriş adındaki çocuk sahibi zavallı bir kadına varıncaya kadar pek çok insanı özgür düşünceleri ya da örgüte yardımda bulunmamaları yüzünden toprağa gömerek vahşice katletmiştir. Diyarbakır’ın yiğit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’a pusu kurarak yanındaki 5 meslektaşı ile birlikte şehit etmiştir.

Artık, hedefinin PKK değil Lâik Türkiye Cumhuriyeti ve gasp yolu ile varlık edinme olduğu anlaşıldıktan sonra, Beykoz’da gasp yolu ile ele geçirdiği örgüt villasında şef Hüseyin Velioğlu öldürülerek Türk Hizbullahı’nın cinayetlerine son verilmiştir. Açılan ceza davası ancak, 2009 yılı Aralığında sona ermiş; örgüt üyeleri çeşitli hapis cezaları almışlardır.

Bu sonu gelmeyecek uygarlıklar savaşının örneklerini buraya kadar verebiliyorum. “İnanç hoşgörüsüzlüğü” hakkında bir genel değerlendirme dışında, din kaynaklı kavgalardan kaynaklanmış da olsa siyasal dengeler üzerine daha fazla ayrıntıya girmem benim ana konum dışında… Ancak, elbette sözün bittiği yerin burası olmadığı, son İsrael-Türkiye anlaşmazlığının geleceğimizi tehdidinden anlaşılıyor. Bu krizin yaratıcısı, ayakları yerden kesilmiş basiretsiz yöneticilerin angaje oldukları dinî taassup ile birlikte tutkulu egolarının kabarttığı kin ve bölgesel liderlik kaprisidir.

Kindar Netanyahu

İsrael şahini Netanyahu’nun, Entebbe baskını sırasında kaybettiği ağabeyi için deve kini güttüğü için uzlaşmazlığı seçtiği anlaşılmaktadır. Yaşı yeterince eski olanların hatırlayacağı üzere, 1976 Temmuzunda FKÖ’ye bağlı militanlar Tel Aviv-Paris seferi yapmakta olan bir Fransız uçağını zorla Uganda’nın Entebbe Hava Alanına indirmişlerdi. İşilerini, Arapların tersine gürültüsüz patırtısız, reklâmsız, baştan göz dağı vermeden yapmayı tercih eden İsrail Ordusu kendi Hükûmetine bile haber vermeden 200 seçme askerle Entebbe Hava limanına çok ânî bir baskın düzenlemiş, çatışmada üç rehinenin canı ve beş İsrael askerinin yaralanması pahasına 6 hava korsanını öldürerek eyleme son verilmişti. Dördüncü yaralı rehine, Hastanede Ugandalı Müslüman askerler tarafından öldürülmüştü. Baskın ekibinden sadece ekip komutanı Yonatan Netanyahu hayatını kaybetti. Ciddî Devlet yöneticilerinin kin duygularına yer vermemesi kesin bir zorunluluktur. Araplardan pek farklı davranmayan şu andaki İsrael Başbakanı bu erdemi taşımamakta olduğu için, gerek birçok Batılılar gerekse İsraelli bazı politikacı ve entellektüeller tarafından (hattâ yüzde yüz idiotluk-geri zekâlılıkla nitelenip) yöneticilik ehliyeti bulunmadığı dile getirilmektedir. İsrael’in 2006’da HAMAS karşısında zorlanması, Batıdan Netanyahu aleyhine gelen homurtular Türkiye’nin de bulaşacağı bir Orta Doğu curcunasında işinin kolay olmayacağını göstermektedir. Unutulmasın Amerika Türkiye’ye de kolay kolay kıymaz.

Davos'ta düzenlenen ''Gazze Orta Doğu İçin Model'' oturumunu terk eden Erdoğan

Artık, iç politikada mevzi kaybı telaşına düşmüş olan Başbakanımız Erdoğan ise basiretini kaybedip, 1.Dünya Savaşında Türklere ihanet gibi bir sicili olan, şu ana kadar Türkiye’nin hiçbir uluslar arası çıkarları yanında yer almamış, üstelik Orta Doğu liderliğine soyunma hevesinde pek çok kurban vermiş Arapların dolduruşuna gelip böyle bir karanlık dehlizin kapısından adım atmaya kalkışması tam bir aymazlıktır. “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsanî Yardım” sloganı ile yola çıkan “Gazafilotillası?” eyleminin, yüze yakın dinci vakıf ve örgütü şemsiyesi altında toplayan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfının bir üyesi İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) provokasyon niyeti ile düzenlediği belli iken Dışişleri Bakanlığımızca engellenmemesi, Orta Doğu liderliği planının bir parçası olduğunu açıkça gösteriyor. Dönem bahadırlık dönemi değildir. Ülkeyi ve Dünyayı, üstelik Din referanslı bir savaş girdabına yuvarlamanın hesabını kimse veremez. Hiçbir siyasal yöneticinin maceralara girip kitleleri karanlık bir geleceğe sevk etmeye kalkışmasına kesinlikle hakkı yoktur.

Bu krizin çözümü Netanyahu’nun da, Erdoğan’ın da makamlarından derhâl istifa etmelerindedir.

Yayın Tarihi : 6 Haziran 2010 Pazar 18:16:32
Güncelleme :6 Haziran 2010 Pazar 18:34:05


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?