26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (146)

GENEL DEĞERLENDİRME :1

Usema Bin Ladin’in El-Cezire televizyonunda yayınlanan videolarında 2004’den itibaren, artık 11 Eylül saldırılarının sorumluluğunu inkârdan vazgeçtiği, tersine bunları iftiharla açıkladığı görülüyordu. Şu ana kadar ne onun ne de yardımcısı Zevahirî’nin izine rastlanabildi. Öldüklerine dair çıkan haberler doğrulanmadı.

11.Aralık.20005’de ABD asker ve kontr-terör makamlarının eline geçmiş ve El-Kaidenin başına 1 milyon dolar ödül konmuş Libyalı militanı Atiya Abdurrahman’ın elinden çıktığı belgelenmiş olup, örgüte 2004 sonunda katılmakla birlikte sayısız terör saldırıları ile göze çarpmış çok faal örgüt komutanlarından Ebu Musab Zerkâvî’ye muhatap bir mektupta, artık zayıflayan ve birçok özel sorunları olan El-Kaide yönetimi ve Usame Bin Laden’in üssünün artık Pakistan’ın Veziristan bölgesine kaydığı “Terör Savaşı Merkezi”nin de “West Point” (ABD Savaş Akademisi) olduğu bildiriliyordu.

Veziristandaki Taliban militanları

2005 sonlarında Usemayı ve yardımcısı Zevahirî’yi avlamaya çıkan bir CIA ekibinin vurulduğu haberi Washington Post’da çıktı. Aslı olmadığı anlaşılan bu haberden sonra başlarına verilen 25.milyon dolarlık ödül, 2007 Temmuzunda ikiye katlanacaktır. 14-16.Ağustos.2007’de ABD ve Afganistan güçleri, Ramazan münasebeti bir araya geleceklerini umdukları Usema bin Ladin ve Zevahirî’yi avlamak niyeti ile Tora Bora Dağı mağaralarına baskın düzenlediler; düzinelerle El-Kaide ve Taliban militanı öldürdüler ama asıl amaçlarına erişemediler. Hava hatları Pilotları ve Hava Ulaşımı derneklerinden bu ödüle 2 milyonluk ek verileceği ilân edildi. 2009’da California Üniversitesinden Thomas W. Gillepsie başkanlığında bir heyetin uydudan cografî araştırması da sonuç vermedi. 2009 Aralığı’na gelindiğinde, ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Usema’nın yerine ait güvenilir hiç bir istihbarat’ın bulunmadığını itiraf ediyor; El-Kaide tasfiyesinin onun tasfiyesine bağlı olduğuna işaret ediyordu. Fakat ABD hâlâ Ladin’i bulma umudu ile Veziristan’ın altını üstüne getiriyor.

Velhasıl, tarihin en büyük ve etkili din ve savaş baronları, kendilerine uyan meczup ya da şaşkın idealistleri sadist emellerine uydurup yaşamlarını kaydırarak onbinlerle insanın canına kıyıp araziye uydular. Kendi canlarını büyük bir özenle kurdukları koruma duvarları arkasına aldılar. Zerkâvî melun cinaî emelleri uğruna iki kız evladını ABD saldırılarda kaybettiği hâlde kendi canına ortaya koyamadı. Köktendinciliğin analizini bu girizgâhdan sonra yapmamız gerekiyordu.

Bir tarihte “Hangi Müslümanlık” başlıklı olan ve yorum köşesinde epey gürültü çıkaran makalem üzerine editörümüz benden bir de “Hangi Din?” konu başlıklı bir makale yazmamı talep etmişti. İbadet biçimleri ve her dinin görevli hiyerarşisinin dine yaklaşımının incelenmesi ömür tüketici bir uğraş olması ve bu konunun bir makaleye sığdırılamaması bakımından bu siparişi yerine getirmedim. Fakat dinler arasında kıyaslama yapmaktan çok daha kolay ve benim ana konum bakımından çok daha anlam taşıyacak bir analiz “Dinlerin ortak noktalarını ve geniş planda ve toplumsal işlevi bakımından ayniyetini belirlemektir:

Bonhoeffer 1930’larda

1-Her din insanlardaki “varlık” olgusunu merak etme tecessüssünden yola çıkar. Bu soruya yanıt verme iddiasını taşır. Alman İlâhiyatçısı Dietrich Boenhoffer’in buluşu olan “Bilgi boşluklarına tapınmak” düşüncesi son yılların çok popüler olmuş kitabı “The God Delusion-Tanrı Yanılgısı” ile üne kavuşmuş Richard Dawkins tarafından Tanrı varlığının kabûlünün kurnazca bir uslaması olduğu ileri sürülüyorsa da, “Din olgusu”nun ortaya çıkışı üzerinde uygun bir varsayım aracıdır. Evet, insanlar bilgi boşluklarına taparlar. Bu kesin bir gerçekdir. Çıplak gözle gözlemlenebilen Güneş uydusu yıldızlara ilk insanlar “Tanrılık” atfetmişlerdi. Bilgi alanı (özellikle Mısır uygarlığının keşifleri ile genişledikçe “gezegen tanrıların” yerini başka Tanrı versiyonları almıştır.

2-Her din bir toplumsal düzen ve dayanışma kurmayı hedefler. Bu düzeni kurma bir otorite gerektirdiği ve zamanla gücünü yitirecek insanî otorite de yetmeyeceği için ilkel insanın korku ve merakını tahrik eden gizil güçlere müracaat edilir. Laik eğitim’in ağırlık kazandığı bir dönemde geçirdiğim lise öğrenimim sırasında “sosyoloji” kitabımda: “toplumun 6 temel kurumundan biri olan “Din”in toplumsal devinimler üzerinde en belirleyici öge olduğu yazılı idi. Ben buna bir hayli şaşmıştım. Ama şu anda Din’in toparlayıcı gücünü kabûl ediyorum. Toplumbilim derslerinde “toplum”da “MANA” (Polinezya inançlarına göre kişiliksiz, niteliği ve niceliği belirlenmemiş, doğaüstü güç) yani bir ortak duyguya dayanan dayanışma cevheri olduğu öğretiliyordu. İnsanların özel bir amaçla toplandıkları zaman bu “MANA”nın varlığı öylesine hissedilir ki ollektif halüsinasyonlar dahi gerçekleşir.

3-Bu toplumsal ruhu hissettirecek insanî bir otorite gereksinimi… Elbette, “MANA”nın topluluğu kucaklayıcı varlığı tek tek bireylerin duyumu ile gerçekleşmez. Bu tesanüt ruhu çenesi kuvvetli bir liderin sevk-i idaresi ile oluşturulur. Ve toplumsal otorite böyle ortaya çıkar. Cemaate otoritenin kutsallığı telkin edilir ve bir “İnanç Aristokrasisi oluşur. İslam’daki örneği ele alırsak, “Eshab-ı Kirâm-Büyük kişiler”, “Sahabe”, “Aşare-i mübeşşere” (Sahabeden kendisine peşinen Cennet vaadinde bulunulmuş on kişi), Ehl-i beyt(Peygamberin aile efradı), Seyyid (Peygamberin sülâlesinden gelme kişi) gibi… Arapça deyimle ya da islamî terminolojideki “Ulûl-ü Emr”e (emir verme yetkisini taşıyanlara) itaat etme yani “Biat kültürü” öğretilir. Biat ya da “taabiyet” körü körüne bağlanma demektir. Özgür düşünce, inanç dışına çıkma yasaktır. Kesin “iman”, “itikat” esastır. Şüphe, eleştiri küfürdür. “Ubudiyet”, “İbadet-Tapınma” da “Biat” sözcüğünden türemiştir. Ancak, birbirleri ile anlaşmazlığa düşen eshab-ı kirâm ya da Ulûl-ü emr’in hangisine biat edileceğinde işler karışır; her birinin yakın grubu arasında kan davası çıkar; yeni inanç sistemleri doğar. Ve de yeni mezhepler, tarikatlar, cemaatler mantar gibi türer. Ya da dogmalardan, boş inançlardan, katı kurallardan, Eshab-ı Kirâm istismarından bunalanlar inançlarda revizyona girişir ya da tümüyle dinden imandan çıkarlar.

4-Her dinin vitrininde evrensel ahlâk kuralları vardır; bu kurallar kendi peygamberlerine Tanrıdan ilhamla gelmiş gibi sergilenir. Oysa, dizimizin başlangıcında da değindiğimiz üzere, doğal bir vicdanî duygu ya da sezgi kaynağından gelen iyi ahlâk kuralları utilitaryan (faydacı) bir yaklaşımla tüm toplumlarda spontan bir kabûl görür ve toplum düzeni aracı olarak ortaya çıkar. Tek Tanrılı dinlerin zuhurundan önce, Mısırda, Kemet’te Ebu Sir nekropolisi (mezarlığı) başlangıcındaki Zoser Piramid kompleksinin güneybatı ucundaki Unas (5.Hanedanın son firavunu) Piramidinin duvarlarına yazılmış 42 maddelik ayrıntılı yasa kurallarının Hazret-i Musa’ya ilham verdiğinden ve ilkel ümmetinin sindirebilmesi için bu kuralları, Tanrıdan aldığını söylediği 10 Emirin,dinî vecibelerden sonraki birkaç madde içinde özetlediğinden söz etmiştik. Keza, Louvre Müzesinde sergilenmekte olan Akad dilindeki Hammurabi yasaları da Musa‘dan çok öncedir (elbette bunlar da yaptırım gücünün takviyesi için Tanrıların emri olduğu kaydını taşır). Ne var ki, Tek Tanrılı dinlerin de vitrinlerini süsleyen bu ahlâk kurallarının uygulanmaya konması o dinin, bir şekilde tümüyle evrenselleşmesine ertelenir. Zira, kâfir’e karşı hüsn-ü ahlâkla davranmak hiç gerekmez. Muhataba küfür isnadı da çok kolaydır. Böylece, başda dinî otorite sahiplerinin olmak üzere ehl-i imânın mükemmel bir evrensel ahlâka ulaşmalarını kıyamete kadar bekleyeceğiz. Daha önce de örneklerini vermiştik. 10 Emir’in 6.sı “öldürmeyeceksin” olduğu hâlde bizzat Musa (haklı sebep mazeretine dayanarak) bir Mısırlı öldürmüştü. 10. maddesi “Komşunun (yakınının) evine, karısına, kölesine, cariyesine, öküzüne ya da eşeğine (ihtiyat eseri, yahut hiçbir şeyine kaydı da konmuş) tamah edilmemesini öngördüğü hâlde Hazret-i Davud komutanlarından Hititli Uriah’ın karısı Betşeba’yı yatağına almıştır. Keza,İslamda: “Leküm diniküm veliye din-Senin dinin sana, benim dinim bana”, “Laikrahe fıddeyn-Dinde zorlama yoktur” hükümlerine karşın, savunma amaçlı değil fetih amaçlı savaşlar eski Dünya Coğrafyasını alt üst etmiştir. Din’in uygulamacıları, Darwin’in “doğadaki yaşam kavgası” olgusunu önlememiş onu had dereceye çıkarmış; üstelik kutsallık izafe etmiştir.

5-Kutsal Kitapların kanıt kaynağı oluşturması esastır. Tevrat’in Musa’dan sonra 9 asır boyunca Yahudî teologlar tarafından yazılmasına; birbiri ile çelişen (Aramca, Yunanca gibi değişik dillerde yazılan) yüzlerle “İncil” türemesine karşın Tanrı kelamı kabûl edilmeleri ne yaman çelişkidir. Kur’an’a gelince, bu eski Kutsal Kitapların tartışma götüren düzenlenme biçimleri göz önüne alınarak, Halife Ebubekir’den başlayan derleme kampanyası, Halife Ömer’in teşviki ve Peygamber’in vahiy kâtibi (yazmanı) Zeyd İbn-i Sabit’in ve diğer yazmanların deri, ağaç kabuğu, papirüs, kemik gibi gereçler üzerine yazdıkları ve sonradan dağılmış olan ya da hatırda tutulan metinlerin bir komisyon huzurunda ayıklanmaya tâbi tutularak yürütülmüştü. Halife Osman derleme çalışmalarının uzadığını ve ortaya çeşitli metinlerin çıktığını görünce, İslam Dünyasında doğacak tereddütler ve kargaşayı önleme kaygısı ile tek bir metin üzerinde sonuca varılmasını istemiş; 653 yılında Kur’an’ın resmî tertibini kabûl edip çoğaltılması emrini vermiş; diğer tertipleri ortadan kaldırmıştı. Yani bugün tek olarak bilinen Kur’an Hazret-i Osman’ın kabûl ettiği metindir. Üzerinde kuşkuya düşmek küfür sayılır.

Salman Ruşdî

 

Bir tarihte, Teslime Nesrin adında genç bir Bangladeşli jinekolog hanım, kadın haklarının düzenlenmediği Kur’an’ın baştan aşağı yeniden kaleme alınması gerektiğini, komşuları Hindulara kökdendinci yobazlardan gelen saldırılara çok üzüldüğünü ifade ettiği, bu konularda kitaplar yazdığı için, bizdeki Yeni Asya gazetesi yazarlarından ona lânetler yağdıran Mustafa Özcan kafasındaki yurttaşları ona hayatı dar ettiler. Salman Rüşdî adlı Müslüman aileden Hintli yazarın “Şeytan Ayetleri” isimli eserinde Hazret-i Muhammed’in konjonktüre göre ayet değiştirdiğini hikâye etmesinin (ne ilgisi varsa) İran’ın yobaz diktatörü Humeynî tarafından hakkında ölüm fetvası çıkarılmasına neden olduğunu, Britanya uyruğundaki yazarın çok sıkı koruma önlemleri altında yaşamak zorunda kaldığını anlatmıştım. 1998’de, İran, İngiltere ile ilişkilerini düzeltme yolunda Salman Rüşdî üzerindeki ölüm cezasının infazından vazgeçtiğini ilân etmiş ise de, Humeynî’nin halefi Ali Hameney fetvayı ancak onu veren Ayetullah’ın kaldırabileceğini, bu bakımdan fetva hükmünün sürdüğünü bildirmişti.

6- Kendi inancına kayıtsız şartsız saygı bekleyen köktendici kendi fikir ve inancında olmayana karşı alabildiğine saygısız ve hoşgörüsüzdür. Kendi dinî simgeleri ve ibadetleri ile farklı kimlikte olanları tahrik etmede hiç beis görmez; başkalarının simge ve ibadetlerini teşhirini ise çok ağır ve haksız tahrik sayar. Hindistan’da, Hinduların, çarşı meydanında açıkta namaz kılan Müslümanların arasına domuz yavrusu salıverme muzipliği ile Müslümanların, İneği kutsal sayan Hinduların gözü önünde İnek boğazlamalarının ne denli kanlı olaylara yol açtığına da değinmiştik.

Taliban’ın 2001 yılında Bamiyan’daki, dağa oyulu tarihî sanat eserleri 1500 yıllık Buda heykellerini, Japon delegasyonun parça parça Afganistan dışına çıkarma önerilerine rağmen, “Siz de Müslüman olun” yanıtı ile dinamitleyip darmadağın etmeleri köktendincinin insanlıktan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Heykel parçalama, suret yok etme eylemi hâlâ sürüyor. UNESCO’nun, heykelleri kurtarma yolundaki uygarlık mücadelesine karşı Taliban yönetiminin Dışişleri: “Molla Ömer’in talimatları ile çıkarılan Şeriat yasalarının uygulama zorunluluğu olduğu; İslam’a karşı olan her şeyin yok edileceği” yanıtını veriyor. Haziran.2010’da iki dev Buda heykelinin de kafasının uçurulduğu gururla Dünyaya duyuruldu. İnancı bir yaşam felsefesi ve sanat kaynağı olarak ele alan, en doruktaki uygarlık, gönenç ve insanî gelişme standartlarına ulaşmış Japonlara İslamiyet propagandası yapanlar kimler?.. Aydın yurttaşları Haled Hoseynî’nin, “Uçurtma Avcısı” ve “Bin Muhteşem Güneş” adlı eserlerinde, yüreği yanarak betimlediği açlığın yoksulluğun, yoksunluğun, insanî eşitsizliğin, korkunun ve güvensizliğin pençesinde kıvranan, her kesimde uyuşturucu ticareti ile geçim sağlanan Afganistan’ın Şeriat yöneticileri…

Tanrı Yanılgısı yazarı Dawkins, Hazret-i Muhammed’in Danimarka gazetesi Jyllands-Postende yayınlanan karikatürleri olayının ne kadar saptırılarak tahrik konusu yapıldığını ve çılgın protestoların yarattığı ikrah karşısında Avrupa ve Uluslar arası Mahkemelerin bile pıstıklarını; çok büyük çoğunluğu okur yazarsız olan ve genellikle Pakistan, Endonezya gibi Dünyanın öteki ucundaki ülkelerdeki birbirlerini çiğneyen protestocularının bu karikatürlerin varlığını ne zaman öğrenip de yırtıp çiğnemek için o kadar Danimarka Bayrağını ne zaman bulduklarını merak ettiğini yazmaktadır.

Richard Dawkins “The God Delusion” hakkında söyleşi yapıyor
 
Teslime Nesrin
 

 

   

 

 

 

 

 

 

 

7-Fikir özgürlüğü ve eleştiri yasağı ile cinsiyet hiyerarşisi… Teslime Nesrin “Lajja-Utanç” adlı romanında: Hinduların saldırısı ile yıkılan “Babri” Camiinin öyküsünü anlatırken bu nefret fırtınasının kökeninde hep dinlerin yer aldığını belirtmesi üzerine isteyen bir bir hoca onun kellesini isteyen bir fetva çıkardı. Hükümet yobazların yolundan giderek halkın dinî duygularını incittiği gerekçesi ile takibat açtı. Zavallı kadın dostların evinde saklanarak ömrünü sürmeye başladı. Başına Bangladeş’te çok önemli bir miktar olan 5.000 dolarlık bir ödül kondu. Yobazlar babasının muayenehanesin yıktılar. 1994’de ülkesini terk edip Kalküta’ya taşındı. Fakat orada da Hindistan Müslümanları onu rahat bırakmıyordu. Uttar Pradeş Eyaleti başına 11.000 dolar ödül koydu.

Ayaan Hirsi Ali, 2006’da
Halide Mesudî
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Köktendincilikde cinsiyet hiyerarşisi vardır; kadının insan olarak toplumda yeri yoktur. İslamcılar Feminist Teslime Nesrin’in hayatını nasıl kaydırmak istemişlerse Ayan Hırsî adındaki Somalili, Halide Mesudî adındaki Cezayirli aydın kadınlar da hem feminist oldukları hem de dine eleştirel baktıkları için sürekli tehdit altındadırlar. Mesudî 1993’de FIS (le Front du Salut-İslamî Selamet Cephesi) tarafından, Allah adına kadınları köleleştiren “Aile Yasası”nı eleştirdiği için ölüme mahkûm edilmiştir. Ayan Hırsî Ali, aydın babasının karşı çıkmasına rağmen, onun hapiste olmasından yararlanan büyük annesi tarafından 5 yaşında iken Somalili Müslümanlar arasında gelenek olmuş kadın sünneti uygulamasına tâbi tutulmuştur. Bunu nefretle karşılayan kızcağız ergen yaşa gelince dış ülkelere gitmiş, Hollanda uyrukluğuna geçerek İslâm karşıtı yazılar ve kitaplar yazmağa başlamıştır. Bir fanatik İslamcı tarafından uğradığı suikastte hayatını kaybedecek olan Hollandalı rejisör Theo Van Gogh’un “Biat-Teslimiyet” filminin senaryosunu da yazmıştır. Ne yazık ki bu özgürlük savaşçılarını Laik Türkiye’mizde de yerden yere vuran köktendinciler bulunmaktadır.

İlk kadın İmam Raheel Raza

 

Pakistan doğumlu, Kanada uyruklu Rahael Raza adındaki kadın vaiz’in İngilterede Oxfort kentinde küçük bir cemaate namaz kıldırması onun da ölüm tehditleri altında kalmasına neden olmuştur. Acaba nedir bu hoşgörü ve özgürlük düşmanlığı?

8-Din kardeşliği dayanışması ve “endüljans-günah affedilmesine aracılık ticareti”.. Kökdendinciliğin finansmanı yerine göre uyuşturucu ticaretinden sağlanabileceği gibi, genellikle, hepsi “Toplantı Yeri-Evi” anlamına gelen Sinagog, Kilise, Cami, Cem Evi gibi İbadet yerleri dışında da, “İnanç Kardeşliği” kurumları olan tarikatlar, cemaatler, hattâ siyasal parti kılığındaki cemiyetlerdeki Aziz, Rabbi, Haham, Keşiş, Papaz, Şeyh, Sultan, Hoca, Mürşit vb. Ulûl-ü Emr’in, bazen yaptığı açık gözlülüklerle, değerli İlahiyat Profesörü Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün deyimi ile “Allahla aldatarak”, Hrıstiyanlık’taki “Endüljans” misâli çeşit çeşit maddî karşılıkla “günâh terkini” faaliyetinden iyi kazanç sağlanmaktadır. Yahudilikte “Sanhedrin” şubeleri, Hrıstiyanlık’taki manastırlar aracılığı ve enduljans kurumu yolu ile toplanan değerler gibi İslamiyet’te de Din Kardeşliğinin sağladığı Yeşil sermaye ile büyük bir güç kazanılmıştır. 1980’den beri, maden arama ruhsatlarından başlayarak, AVM’lerin, özel hastanelerin, medya kuruluşlarının vb. ekonomik kurumların, ihalelerin ihvana dağıtılması, Din’in yükselmesini açıklayan nedenlerdir. Öztürk’e göre asıl “müşriklik-Tanrıya ortak koşma” budur.

Gelecek bölümde Köktendincilikten kimlerin yararlandıklarını analiz edeceğiz.

Yayın Tarihi : 12 Haziran 2010 Cumartesi 18:08:27


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
teoman törün IP: 88.242.102.xxx Tarih : 15.06.2010 17:17:59

Sayın Öner  Hocam, son derece değerli katkılarınızı minnetle kabûl ediyorum. Zaten, amatör bir yazar olarak temel hedefim interaktif bir çalışma ile genç kuşaklara bir şeyler ulaştırırken kendi ufkumu da açmak. Mutlaka bilgi boşluklarım olacak. Aslında, yazımın ana konusu evrensel planda " hoşgörüsüzlük". Ama, son bölümlerde kendi toplumumum yaşadığı çıkmazın ızdırabı ile kendi mensubiyetimi daha fazla eleştirir oldum. Gerçekden köktenciliğin bu olumsuz etikisini de vurgulamak gerek. Aşırı baskıdan bunalan bazı taşralı kızların fuhuş batağına yuvarlanması gibi.. Ayan Hırsî'nin bu öfkesini de, ham zihinlerin ifrata karşı tefrite düşmeleri gibi yorumlamalı.  Benim yazılarımı ayrıca değerlendirme lûtuf ve zahmetine katlanmanız karşısında çok mahcup oldum.  Bu lûtfunuza ve katkılarınıza tekrar tekrar teşekkürler...


Nazmi Öner IP: 62.248.9.xxx Tarih : 14.06.2010 19:09:15

Sayın Törün. Büyük bir ilgi ve hayranlıkla izlediğim yazı dizinizle ilgili görüşlerimi şu anda son yazısı yayınlanan Kürt Açılımının arkasından yayınlayacağım. Bu yazınızda dinsel hoşgörüsüzlükte temel etken olan köktenciliği de çok güzel işlemişsiniz. Fakat bugünkü yazınızda Ayan Hırsi Ali adını görünce dayanamadım. Köktencilik karşıtı bir köktenciliğe de örnek olması için Hırsi Ali ile ilgili birkaç şey yazmak istedim. Hani köktendincilerin, kendinden başkaları için besledikleri o vahşi ve zapt edilemez saldırganlık vardır ya, Hırsi Ali’nin de dindarlara ve dinlere karşı aynı vahşet içinde kin ve garez beslediğine tanık oldum. 4 Kasım 2004 günü Hollanda’ya vardığım zaman, yazınızda adı geçen Hollandalı gazeteci yazar ve rejisör Theo Van Gogh birkaç gün önce öldürülmüştü. Ve televizyonlarda aylarca bu olayın tartışmalarını izledim. Maalesef tartışmaların en ateşli, en hırslı ve en agresif katılımcısı, Hollanda Parlamentosunun köktencilere karşı onlardan daha köktenci duygular besleyen milletvekili Hırsi Ali idi. İslam ve İslamları o kadar aşağılıyor, suçluyordu ki, bir milyon kafiri bir anda öldürmek veya öldürtmek isteyen bir Müslüman köktendinci gibi, Hollanda’da ki bir milyon Müslüman’ın bir anda yok edilmesi halinde bile rahatlayamayacak, tüm Müslümanların yok edilmesini ister bir tavır içindeydi. Oysa olayda bir Müslüman Marok, Theo Van Gogh’u öldürmüştü. Her din ve milletten Hollanda toplumu olayı kınamaktaydı. Ama Maroklar kadar, Türk okulları, yurtları, camileri de kundaklanıyordu. Tartışmalarda Hollandalılar dahil herkes barış ve sükunun sağlanması için serinkanlı çareler arıyor ve tavsiyelerde bulunuyordu. Hatta olaydan on gün kadar sonra Ramazan Bayramıydı. Başbakan Balkanande olayları yatıştırmak amacıyla Türk camisine Müslümanlarla bayramlaşmaya gelmişti. Müslüman, Hıristiyan din adamları bile, sükunet tavsiye ederken, Hırsi Ali tek tahrikçiydi. İnançlardan nefreti yüzüne vurmuş ve nefretten başka bir şey düşünemiyordu. Oysa böyle bir davranış köktenciliği haklı kılmak ve güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktı.
Daha doğrusu olaylara akıl ve bilimle, evrensel ve etik değerler çerçevesinde yaklaşılmadığı zaman, yani yaklaşım aklın denetiminden çıkıp da nefretin esiri olmuşsa, yaklaşanın ne taraftan ne tarafa ve nasıl yaklaştığı önemli olmuyor artık. Ben bu olayda Theo Van Gogh’u öldüren Marok kadar, Hırsi Ali’yi de radikal ve kendi tarafında köktenci bulmuştum. Çok açık ve net düşüncelerle tam bir genelleme ve özetleme içeren ve köktenciliğin işlendiği bir yazıda, elbette ki karşı köktencilik, ayrı bir yazı konusudur. Ama ben Hırsi Ali İsmini görünce dayanamayıp, kendisinin köktencilik kurbanı bir kadın olmasına karşın, karşı köktenciliğe soyunmasını yadırgadığımı belirtmek istedim.