GENEL DEĞERLENDİRME 2:
![]() |
Ukrayna, Kiev kentinde Afgan Savaşı Anıtı |
132. bölümde Afganistan’ın Marksist Cumhur Başkanı Hafizullah Amin’in Sovyetlerden askerî güç talebine karşı, Sovyet liderleri Brejnev ve Kosigin’in, Afgan Başbakanı Taraki aracılığı ile itidâl tavsiyesinde bulundukları, askerî yardımdan bir hayır gelmeyeceği görüşünü ileri sürdüklerini nakletmiştik. Buna rağmen, devrimin süratle ülkelerinde yerleşmesi hevesindeki Afgan yöneticilerine destek vermekten kaçınamayan Sovyet Yönetimi, 1979 yılı 24 Aralığından itibaren başlayan sevkiyatlarla 1989 Şubatına kadar, her defasında 80.000-104.000 arası personeli görevli kılmak üzere Afganistan’a toplam 620.000 asker ve KGB birlik personelini göndermiştir. Buna ek olarak 21.000 Sovyet personeli de sivil memur ve işçi olarak hizmet gördü. Komşu Afganistan’ın aydınlanması uğuruna, Sovyet Silahlı güçleri gerek sınır korumalarında gerekse iç güvenlik hizmetlerinde 14.453 ölü verdi. Bunların karargâh ve savaş alanlarındakileri 13.833, KGB alt birimlerindekiler 572, Rus iç güvenlik birliklerinden 28, sivil hizmetlilerden olanlar 20 kişi idi. Yüzlercesi de kayboldu, esir alındı, 22’si de başka ülkeye sığındı. Yarım milyon dolayında Sovyet yurttaşı bu savaşta yaralandı, hastalandı, sakat kaldı.
Sovyetlerin hayır amacı güttüğü bu savaş Afganistan’ın hiç işine yaramadığı gibi, Sovyetlerin Kapitalist Dünyaya karşı sürdürdüğü ideolojik Soğuk Savaşı da kaybettirdi. Sovyetler Birliği ve uyduları ile birlikte Sosyalist Blok darmadağın oldu. Dünya üzerinde eşitliğin bir ütopya olduğu kesinlikle anlaşıldı. Amerika’nın kendini fazla yormadan verdiği bu kesin mesajın aracı “Kökdendincilik” oldu. Çünkü Sosyalizm “küfür”dü; yok olması gerekiyordu.
![]() |
Edward Said |
Keza, Filistin davasına da önce insaniyetçi Sosyalist kesim sahip çıkınca, (referansının daima din olduğunu söyleyen Abdurrahman Dilipak Hazretlerinin şimdilerde itiraf ettiği ve günah çıkardığı gibi) küfürün bulaştığı bu konuya dinciler hiç sıcak bakmamışlardı. 1960’larda Filistin haklarının yılmaz savunucusu, “Orientalism-Şarkiyatçılık” kuramcılarından, tüm Dünya siyaset literatüründe saygın bir yer kazanmış Edward Wadie Said ABD vatandaşı Filistinli Hıristiyan bir baba ile Hıristiyan Lübnanlı bir annenin, Filistin Nazaret (Nasıra) doğumlu oğlu idi. Yaşamakta olduğu Kudüs’ten 1948 Arap-İsrael Savaşı sonunda sığınmacı olarak ailesi ile birlikte Mısıra yerleşmişti. Ancak, çağdaş politika, müzik, genel kültür, edebiyat eleştirileri vb. tüm entelektüel uğraşıları ve Hıristiyan kökeni ile bir kökdendinci için çok kafa karıştıran karanlık bir tipti. Oysa, 1978’de yayınladığı “Orientalism” adlı eserinden de anlaşılacağı üzere “postcolonialist-sömürgecilik sonrası” dönemde Batılıların özellikle Orta Doğu üzerinde nasıl yeni sömürü enstrümanları bulup düzenekler kuracaklarının analizini yapıyor; çeşitli Arap ve Müslüman rejimlerin de eleştirsini yaparak mücadelenin etkili yollarını gösteriyordu. Ama bunları Foucault’nun ve Derrida’nın “post-structualist-yapısalcılık sonrası” kuramları (kavramların gerçeğe egemen olmasını önleme arayışı) ile açıklama uslûbu kökdendincinin aklının basacağı bir şey değildi. Eylül.2003’de New York’da bir klinikte 67 yaşında lösemiden vefat eden Said’in değerini, ancak, peşinden anı yazıları yazmış, söyleşiler düzenlemiş İngiliz Independent gazetesi yazarı, Orta Doğuda itidâlin ve barışın savunucusu Robert Fisk gibi yetkin enetellektüeller anlamıştır.
![]() |
ABD dolarındaki “Tanrıya Güveniriz” mottosu |
Ne var ki, ABD 2.Dünya Savaşından hemen sonra Sovyetlerle giriştiği ideolojik savaş bağlamında kendi ülkesi içinde komünist cadı avına parelel olarak Dünya yüzünde de sosyalizm akımlarına nefes aldırmama etkinliğini tüm hışmı ile sürdürmeye girişmişti. Endonezya’dan, Mısır’a, Suriye’ye ve Filistin bağımsızlık örgütlerine varıncaya kadar İslam Dünyasında, Katolik Latin Amerikan ülkelerine Sosyalist akımların önünü kesmek bilinçsiz yığınların dinî bağnazlığını kışkırtmakla mümkündü. ABD Kongresi Nasır’ın Mısırı ile İsrael, İngiltere ve Fransa’nın Süveyş Kanalı yüzünden kapışma yılı olan 1956’da ABD bayrağında yer alan “E pluribus unum” (Latince “Çoğumuzdan biri “motto’sunu “In God We Trust-Tanrıya Güveniriz” klişesine sokmuş; bu sloganın duyurusunu kağıt ve madenî paralarla da yaymaya başlamıştı. Dine bu yaklaşım ABD’nin çok işine yaradı. Merkezî Haberalma Ajansının (CIA) entrikaları ile Arjantin’den Endonezya’ya, Şili’ye, Mısır’a, Türkiye’ye kadar solcu tasfiyesi çok kolay oldu. Şubat 1969’da İstanbul kıyısına demirlediğinde Solcu gençlerin protestolarına maruz kalan ABD 6.Filosu’na cansiperane koruyuculuk yapan ünlü kökdendici Mehmet Şevket Eygi’nin kışkırttığı yobazlar ABD.’nin bu “In God We Trust” dolmasını yutmuştu.
![]() |
General Petraeus Senatoda fenalık geçirdikden sonra |
Amerika Afganistan batağına girdiğinden çok mu pişman? Yakasını nasıl mı kurtaracak? Yoo, kelimenin gerçek anlamı ile, orada bir trilyon dolar değerinde maden buldu. Üstelik Sovyetlerin ön keşiflerini yaptığına dair hazır belgeleri ve haritaları ile… Nükleer enerji üretiminde yakıt temininde, şarj edilebilen pil, bilgisayar, elektronik cihazlardan elektrikli otomobillere kadar çok geniş bir alanda enerji sağlamada, cam, seramik, alüminyum, yağ, ecza endüstrisinde kullanılacak lityum, kobalt, niyobyum, altın, demir madenleri… 2004’den itibaren Afganistana akın eden jeologlar, ellerinde Sovyetlerden ganimet alınma belge ve haritalarla hava keşifleri yapmadalar. Mesele madenlerin usûlen ruhsatlarının alınması için hangi yerel ağanın belirlenmesine kaldı. 2009’da Karzaî Hükûmetinin Madencilik Bakanı bakır madeni çıkarma hakkını Çine vermek için 30 milyon dolar rüşvet alınca atılmış. Afganistan’da üslenmekten öte, Orta Asyayı egemenlik alanı içine almaya emin adımlarla giden ABD için Taliban gibi düşman dostlar başına…
ABD Taliban öcüsü ile korkuttuğu Kırgızistan liderlerini ve daha ötesi Türkî toplulukları birbirine kattı. 2001 yılı sonunda El Kaide ve Taliban avına çıkma gerekçesi ile, o zamanki Kırgızistan lideri Askar Akayev’i “Manas Üssü”nü 20 milyon dolar kira karşılığı kendi uçaklarına tahsis etmeye razı etmişti. Bu sembolik kira’nın ötesinde, Akayev ve ondan sonraki Başkan Kurmanbek Bakiyev ailelerine, Pentagon’a petrol ve hizmet ihaleleri yolundan 1 milyar dolarlık çıkar sağlandı. Ayyuka çıkan yolsuzluklar Pentagon soruşturmasına da konu oldu ise de üstü kapatılıp yakıt tedariki gene Bakiyev’in küçük oğlu (şu anda Britanya’ya sığınmış)Mina’nın şirketine verilmişti. Bu netameli anlaşmadan 2006 yılında bir Amerikan askerinin bir Kırgız yurttaşını öldürmesi de dahil bir çok sömürgeci tipi sorumsuz ve saldırgan davranışların neden olduğu halk tepkisi üzerine caymak isteyen Bakıyev, üssü almak isteyen Rusya kozunu oynayınca, ABD kirayı üç misline çıkardı ve 67 milyon dolarlık da yenileme desteği sundu. Buna karşılık Rusya Kırgızistan’a sattığı petrolu pahalandırdı. Böylece Bakıyev’in sonu geldi. Emperyalist devletlerin neden olduğu bu gerginliğin etkisi Stalin zamanında, sınırları arasında oynamalar yapılan kardeş Türkî ülkelerin birbirine düşmesine kadar gitti; bir zamanların sukûnet vahası “Fergane Ovası”kan gölüne döndü.
![]() |
Karaçide Pakistan Dışişlerinin hareketini kısıtladığı Sovyetler Başkonsolos Yardımcısı (en sağda) |
Gerek Orta Doğuda gerekse Orta Asya’da şu anda olup bitenlerin planlayıcısı ve stratejisti, gerçek savaşçı kariyerine 2003’de, 101. Havadan İndirme Tümeni ile Bağdat’a girerek 2. Irak-Körfez Savaşında başlayan ve bu arada (doğrudan ilgisi olmasa da) bir kısım askerî personelimize çuval giydirilmesinin de dahil olduğu operasyonların en yüksek derecede sorumlusu General David Petraeus’dur. Petraeus, daha önce de, 1. Körfez Savaşı münasebeti ile adını andığımız, Florida, Tampa’daki “İstihbarat USCENTOM (ABD Merkezî Komuta) Yönetimi”nin başında olup, Doğu stratejisi için “Afganistan-Pakistan Sorunları Düşünce Tankı”nı oluşturmuştur. İlgi alanı ise, başta İsrael-Filistin anlaşmazlığı olmak üzere, Mısırdan, şimdi naklettiğimiz Kırgızistan’a kadar 20’den fazla ülkenin stratejik sorunları olduğu kadar kaynak arama faaliyetlerinin denetimidir. Halen hararetle Orta Asya’da yeni üsler aramaktadır. Bu ağır görev ve sorumlulukla zihni öylesine yoğundur ki, geçtiğimiz 16.Haziran.2010 günü Senato oturumunda baygınlık geçirip kafasını masaya çarpmıştır.
![]() |
Karaçideki Sovyet Başkonsolosu ve eşi ile |
Pakistan’daki görevim sırasında, bir yabancının: “Evrensel güçlerin ebedî ömürlerinin olmadığı, Roma İmparatorluğunun çöküşü gibi ABD’nin de sonunun geleceği”” iddiasına karşılık “ABD’nin dev teknolojik varlığı, çok bilimsel ve organize çalışan kurumlarda yaptığı isabetli Dünya geleceği planlamaları ile bu beklentinin gerçekleşme şansının çok uzakta olduğu” yanıtını vermiştim. ABD o zaman dahî Dünyanın tartışmasız egemeni idi. Çünkü Amerika’yı Başkan dahil siyasîler yönetmiyor. Başkan seçimlerinde etek dolusu para döken plütokrası ve Dünyanın hemen her köşesini temsil eden etnik lobiler yönetiyor. Plütokrasinin tetikçisi, dürbünlü, uzun namlulu tüfeğini her an Başkanın alnına çevirmiş, bekliyor.Gene Pakistan’da, daha sıcak tavırlı Sosyalist blok ülkeleri, özellikle, Afganistan’a bir aydınlanma misyonu ile hareket eden devrimcilerin daveti ile gelmiş Sovyetler Biriliğinin temsilcileri ile biraz daha yakın görülmem ABD Başkonsolosu talimatı ile Karaçi’de diplomatik dokunulmazlığımın kaldırılmasına mâl olmuştu.
Velhasıl, Kökdendinciliğin çok gecikmeli olarak düşman ilân ettiği ABD ve bu ülkedeki en güçlü lobinin sahibi İsrael, Cübbeli Ahmet Mahmut Ünlü Hoca misâli ruhanîlerin karnaval kıyafetli onbinleri huzuruna toplaması, onlara cezbe naraları attırması ya da İsmail Ağa Cemaatinin internet sitelerine sanal muzaffer Gazze Seferleri koymaları ile yola getirilemez. Zira kökdendincilerin kükreyerek, böğürerek hayâlini kurdukları zaferleri, karşıtları, âni bir girişimle, kendi hesaplarına gerçekleştiriveriyorlar.
![]() |
Kaddafînin oğlu Hannibal’in 2 milyon dolar karşılığı göbek attırdığı Beyonce |
Gene Pakistan’da iken büromun kapısına terörist bir İslamcı Örgüt tarafından bırakıldığı anlaşılan basılı bir bültende aydın Dünya tehdit ediliyor; tüm Dünyanın kesinlikle İslama geçeceği, herkesin isteği ile ya da isteği dışında Arapça konuşacağı yazılı idi. Fakat, herkesin anlaması için çaresizlikten İngilizce yazılmış olan bu kağıdı, “Türkün Arapsız yaşayabileceğine inanmış” divanelerden biri olarak yırtıp çöp sepetine atmıştım. Asıl gerçek ise, Merdan Yanardağ’ın 4.Haziran.2010 tarihli Sol gazetesindeki makalesinde yazdığı üzere “İslamcıların Emperyalistlerle her zaman işbirliğine girmiş olmalarıdır. Bu işbirliği mutlaka bilerek, isteyerek gerçekleşmiyor: köktendinciler asıl iradelerinin tersine de, bilmeden de, istemeden de emperyalistlerin emellerine bir şekilde alet oluyorlar, destek oluyorlar.. Ancak, “Batılılar yaşamayı sever, biz ölmeyi severiz” felsefelerine uygun olarak bir nükleer çılgınlık yapmaları gerçekten her zaman korkunç bir olasılık.
Bu bakımdan, artık kimsenin, İslam Dünyasının liderliğine soyunma adına Birleşmiş Milletler platformunda “teröristliği” ilân edilmiş gruplar ve Devletlerle sıkı fıkı olma lüksü bulunmamaktadır. Kitlelerin sevgilerini kazanmış olsalar da, inanç reformunu yaparak tekonolojide erişilmez üstünlüğünü tescil etmiş Batıya meydan okumaya kalkan hayalperest ve delişmen liderlerin sonlarını gördük. Mısırın Nasırı aldığı şok hezimetten sonra kâlpten gitti. Saddam Hüseyin asıldı. En akıllısı Kaddafî çıktı. Başda Amerikaya esip savururken, Pan American şirketinin uçağı Lockerbie’nin iki Libyalı tarafından bombalanması iddiası üzerine karşılaştığı Amerikan saldırıları ve ekonomik yaptırımlara fazla göğüs germeden tazminat ödemiş, Batı ile dostluk ilân etmişti. Kral İdris Sunusî yönetimi sırasında Batı kenti Casino’sunda büyük paralar kaybeden Libyalı Bakanın masasına bilardo ıstakası ile vurup adamcağızı yerinden hoplatan idealist bir genç subayken şimdi oğullarının Batı barlarındaki sefahat alemlerini sineye çeken aslına dönmüş yoz bir diktatör olmaktan başka bir değeri kalmamıştır. Kucak açtığımız İran’ın egemeni hiç muhalefet tanımayan yobaz askerî güç, Pasdaranlar (İslamî Devrim muhafızları)… Bunlar, artık muhalefete yanaşan Humeynî ailesini bile tehdit ediyorlar. Yeniden Ahmedinecat’a geçit veren şaibeli seçimlere karşı yapılan protesto gösterilerinde bine yakın insan öldü. Seçimlerin birinci yıldönümünde muhaliflerin, İçişleri Bakanlığından talep ettikleri sessiz ve barışçıl gösteri talebine yanıt vahşî pasdaranlardan geldi: “her türlü gösteriyi kanda boğarız!”. Pasdaranlar özgürlük istemiyor; zira, yarı kamu kuruluşu olan vakıflar yolu ile ülkenin tüm ekonomik rantı onlara akıyor.
![]() |
Karaçideki Fransız Ticaret Müşaviri ile özgürlüğü seçen İranlı eşini kabûl ederken. Dünyaya “insanlık” penceresinden bakan bir çift.. Ne mutlu onlara… |
Türkiye’deki son dış politika değişimi, Dünyanın önemli odaklarında kaygı ile izleniyor. Obama’nın Millî Güvenlik Stratejisi 2009 ABD’ye yönelik tehditler listesinde Türkiye 7 basamak sıçradı. İsrael’in, Netanyahu yönetimini daima uyaran Haaretz gazetesi Amira Hass, Yoel Marcus, Aluf Benn gibi yazarları ile Türkiye’nin gönlünü almaya çalışıyorlar ama İsrael’in asıl uluslar arası politik gücü ABD’deki lobisi ateş püskürüyor. Amerika’ya giden resmî heyetler istiskâle uğruyor. Evet Türkiye yükselen bir güç. Fakat İsrael’i İslam dayanışması çerçevesinde alt edemeyiz. Belki, Netanyahu yönetiminde İsrael Ordusu içinde aşırı dindarlığın hızla artması ve laik tarafsızlığımızın kozunu kullanabiliriz. Independent yazarı Robert Fisk İsrael Ordusundaki aşırı dindarların %2’den %30’a yükseldiğine işaret ediyor. Filistinlilerde de tersine eğilim var. Dinci Hamas zemin kaybediyor. Kamuoyu yoklamalarında tek devletli çözüm arayanlar %34’e yükselmiş. Gazze Şeridindeki Filistinli Halk, genel seçim olursa artık El Fetih’e %42.7, Hamas’a %16, Batı Şeria’da El Fetih’e %,57.5, Hamas’a %18.5, yerel seçimler de ise El Fetih’e %61, Hamas’a %19.6 oranında oy verileceği hesabı yapılmış.
Galiba bizim için en iyi yol, ülkemize gelip bizimle sıcak ilişkiler kurmuş Hasidikler denilen Ortodoks Yahudilerin İsrael Ordusu içine sızmalarına destek vermek. İsrael’i en rahat bu şekilde çökertiriz.
![]() |
Şehit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan |
Değerli okuyucularım, bu uzun yazı dizimi burada sonlandırıyorum. Ve emeklerimi tüm aydınlanma uğruna yaşamını feda etmişlere, özel planda, ABD’de tanıdığım ve büyük olasılıkla bu yolda Dünyayı terk etmiş Devrimci ruhlu Afganlı arkadaşlarıma, Taliban tarafından feci işkencelerle öldürülen son Devrimci Başkan Necibullah’a ve Hizbullah mel’ûnlarının temizlenmesinde 5 meslekdaşı ile birlikte şehit olan Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın aziz ruhlarına armağan ediyorum.
Yazılarıma sütunlarını açan Kenthaber yönetici ve editörlerine sonsuz teşekkürlerimle.
Sayın Dr. S, galiba sütun komşum Sn. Nazmi Öner'in yorum köşesinde karşılaşmıştık. Eğer "Tarihin Anlamı" mahlâsını kullanan yorumcu siz değil iseniz, aramızda her hangi bir uzlaşmazlık olduğunu da hatırlamıyorum. Her ne olursa olsun, hiç bir maddî karşılığı olmadan gençlere yararlı olma umudu ile kaleme aldığım bu yazılarımı tüm okurlarımın serbest görüşlerine açıyorum ve dolayısiyle, düşünce alış verişi ile interaktif ve ortak bir çalışmanın ürünü olmasını istiyorum. Çünkü tarihin ışığında toplumsal çözümlemeler ortak yararımızadır. Lise sona kadar öğrenimimi tamamen laik esaslar içinde almış, camilerden "Tanrı Uludur" ezanları dinlemiş bir yurttaşınız olarak referansım tümüyle Yüce Atatürkün: "Hayatta en hakikî mürşit müspet ilimdir. En doğru yol medeniyet tarikatıdır." ilkesidir. Bunun dışında görüşlerimi, her hangi bir dogmatik engele takılmadan serbest irademizle ve özgürce, gene Atatürkün hedef olarak gösterdiği çağdaş uygarlığın koşul ve gerçeklerine göre oluşturmayı seçiyorum.
Kalbimi fazla kırmadan, yorum köşemde her zaman fikir alış verişinde bulunmayı özlemle bekliyorum. Yalnız, sıcak mevsim münasebeti ile siyasal ve toplumsal tarih konularındaki yazı etkinliğimi rölantiye alacağım. Zaten ortam çok gerildi. Ayranım kabardıkça ara sıra yazarım. Daha çok Edebiyat gibi asabî cümlemizi dinlendirici konuları tercih edeceğim insan. Temel uğraşısı heyeti-i umumiyesi ile insan olan bir hekim için hobi olmakdan öte, özellikle "psikiatri" dalında mesleğinin tamamlayıcısı ve rehberi olan insan ilişkilerinin incelenmesi çok önemli kazanımdır. Ankaraki öğrenimim sırasında aklımda en fazla kalıcı olan dersleri, gerek bizim fakültemize yaptığı ziyaretlerde, gerekse tüm üniversite çapındaki öğrenci topluluğuna daha geniş oditoryumlarda yaptığı doyulmaz tatlılıkdaki söyleşileri ile Rasim Adasal Hocamızdan almışımdır.
Gerek mesleğinizde, gerekse tarih çalışmalarınızda üstü başarılar ve esenlikler diliyorum.
Bir Tıbbiyeli olarak, siz Mülkiyelilere karşı en derin saygılarımı sunarken, konuları tam kavrayamadan sütunlarınıza gönderdiğim - yanlış anlayışımdan ileri gelen - yorumlar hakkında affınızı dilerim. (Fakat bir amatör olarak da, yakın tarihimizi araştırmaya ve bugünlerle karşılaştırmaya devam edeciğimi de belirtirim)