17
Haziran
2025
Salı
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (16)


ABBASÎ ADI YETMİYOR; MÜSLÜMAN İDARE’YE KARŞI İSYANLAR YANINDA EHLİBEYT’İN VE YÖNETİMİN KENDİ İÇİNDEKİ KAVGALAR PEK RUHANÎ ÇERÇEVEDE OLMUYOR: Başkent’i Şam’dan Bağdat’a alan Abbasîler devrinde Araplar Türklerle ilişkilerini düzeltme yoluna girmişse de, başlangıçta yeni bazı Türk ellerine seferler yaparak yağmalama eylemlerini sürdürdüler. XIV. yüzyılın değerli tarihçisi Şamlı İbn Kesîr’in, bu bilgilerin temel kaynağı olan (dilimize Mehmet Keskin tarafından çevrilmiş) “El-Bidâye ve’n-Nihaye; Başlangıçdan Son‘a Kadar” isimli 14 ciltlik eser’e göre, Halife Mansur oğlu Mehdi’yi Horasan’a Vali atayarak, Taberistan’ı fethetme emri vermiş; Mehdi, Türk Hakan’ı İstihbaz’ı mağlup ederek, haraca bağlamıştı. Ardından Masmağan adında bir Türk Hakanı, çoluk çocuğu ile birlikde köle yapıldı; Taberistan tümüyle Abbasî Devletine bağlanmış oldu. Mansur 761–62 yıllarında Deylem Zazaları üzerine birlikler gönderip yağma ve katliam yaptırmıştır.

Türkistan’da Amuderya’nın aşağı kaynağının iki yanındaki “Harezm” denilen ve 712 yılından beri Arap yönetimine geçmiş bulunan bölgede kaynaşmalar oluyordu. Aslında İranî bir kavim olan Harezmliler, Hazar Türklerine söz geçirebilmek için, krallarını Türk Hakanlarının soyundan göstermişler ve çok geniş bir Hazar kolonisi ile birleşmişlerdi. Hazarların Müslüman baskılarına dayanma serüvenini özetlemek için biraz geriye dönelim. 708’de, Emevî Halifesi Yezid’in, kardeşi Meslemeyi Hazar topraklarını işgâlle görevlendirmesinden beri Hazarlar kahramanca direnmiş; 724 yılına kadar gibi Arapları ağır yenilgilere uğratmışlardı. En son Berzend’deki Arap saldırısında Hazar Hakan’ın oğlu Nacil yenilip öldürülünce, Arap komutanı Mesleme, Şirvanda, Dahderan Kalesini kuşatmış; Türklerin teslim olmalarına rağmen kimseyi sağ bırakmamıştı. 737de Halife Mervan Hazarları dize getirdi; Müslüman olmalarını şartı ile canlarını bağışladı. Hazarlar kılıç zoruyla kabul ettikleri Müslümanlığı çok kısa süre içinde, Emevî iktidarının çöküşe geçtiği 740’larda terk ettiler; bir yandan Hrıstiyan Bizans, öte yandan Müslüman Arap baskısından kendilerine sığınan Yahudilerin telkinleri ile Musevîliği seçtiler. Araplar kendi içlerindeki sorunlar yüzünden 962’ye kadar Hazar ülkesine saldırmadılar. Hatta Abbasîlerin ilk yıllarında (764) kendilerini Türk gibi gören Harezmlilerin Hakanı Ejderhan, Arap işgalindeki Ermeniye’ye saldırıp katliam yaptı; Müslümanlardan çok esir aldı. Mansur ertesi yıl oraya ordu gönderdi ise Türklerin çekilmiş olduğunu gördü. Horasan’da Üstad Sis adında bir kâfir (gayrı Müslim) Türk’ün isyanı zor bastırılmıştır.

Bizans’ı yeniden haraç vermeye mecbur ederek, Anadolu, Türkistan, İran , Azerbaycan içlerine, Kıbrıs’a, Rodos’a yeni seferler yaparak hazinesini dolduran, Abbasî yönetimine görkem kazandıran, “Binbir Gece Masalları”nın* Bağdat ayağına ilham veren Harun-ür-Reşid’in Halifeliğinde de ayaklanmalar, huzursuzluklar eksik olmamıştır. Emevîler döneminde Kuzey Afrika’yı ve İspanyayı fetheden güçlerin izleyicileri Abbasî egemenliğinden kopup bağımsız olmuşlar; İspanyadaki Müslümanlar kendilerine “Endülüs Emevîsi” demeyi sürdürmüşlerdir**.

Hilafet yönetimine sadık kalan Türkler doğal olarak Sünnî mezhebine intisap ederken onlarla çatışma halinde olan Türkler ya eski inançlarına bağlı kaldılar ya da karşıt mezhep Alevîliği benimsediler. Nitekim Abbasîler Emevîleri Türk, İranlı, Arap ittifakı sayesinde bertaraf etmişlerdi. Fakat köklerini unutmayan bazı Türklere karşı, kutsal değerler anlayışındaki “hoşgörüsüzlük”ten kaynaklanan bir önyargı zaman zaman depreşiyordu ve bu önyargının trajik sonuçları oluyordu. Harun-ür-Reşid’in oğlu Halife Mutasım’a, kendi ulusundan isyankâr, Babek el-Hurremî gibi Türk beylerini takip ve tedip etmek gibi büyük hizmetler yapmasına karşın Afşin Bey adındaki kahraman komutan, bir pagan tapınağını yıkıp mescid haline getiren imam ve müezzini kırbaçlattırdığı; altın ve değerli taşlarla süslü “Kelile ve Dimne” adlı eseri bulundurduğu ithamı karşısında kalmıştır. Aslı Hintli filozof Bidpay tarafından Sanskritçe yazılmış, o yıllarda Pehlevî diline (Orta Farsça) çevrilen “Kelile ve Dimne” ahlâkî ibret verici hayvan öyküleri kitabıdır ve bugün de Dünya klasikleri içindedir. Afşin, bu kitabın, kendisine ata mirası olduğunu söyledi ise de para etmemiş, “Mecusî” olduğunun kanıtı kabûl edilmiş; 20.000 Türk kölesi olan nankör ve idraksiz Mutasım, gene bir Türk komutanı Büyük Boğa’ya Afşin’in onursuz bir biçimde zindana atılmasını emretmiş; kaçan Afşin, başka bir Türk komutan tarafından ele geçirilerek 840 yılında asılmıştır.

Fakat, kölemen Türklerin Abbasî Sarayındaki itibar ve söz hakları olağanüstü artmıştı; ölen Halifenin yerini kimin alacağına bile Türk komutanlar karar veriyor; iktidar kavgalarında son sözü onlar söyleyebiliyor; Hilafet sınırları içindeki huzursuzluklar da onların dinamik önlemleri ile bastırılıyordu. Özellikle, Büyük Boğa ve oğlu Musa, Müslümanların öldürüldüğü Ermeni ve Gürcü isyanlarına karşı gerçekleştirdikleri harekâtta çok can yakmışlardı. Ermeniye’de 30.000, Tiflis’de 50.000 kişi, çoğu ateşe atılarak öldürüldü. Ama, 861’de, Halife Mütevekkil’in ölümü ile sonuçlanan suikasd’ın içinde Türk komutanlardan Türk Bağır el-Türkî de vardı. 865 yılında Hilafet makamında Müstain olmakla beraber, oğulları Mutez ve Müeyyed arasında ileri dönük rekabetin çıkardığı huzursuzluk gene Büyük Boğa ile oğlu Küçük Boğa tarafından yatıştırılıyordu. 866’da, babasının ölümü üzerine Halife olan Mutez’in emri ile Türk beyi Tolonoğlu Ahmet, Müeyyed’i yakalayıp öldürtmüştür.

Bu arada, Hazret-i Ali’nin babası “Ebu Talib” ismine izafeten “Talibî” denilen ve dolayısıyla Alevî “Ehlibeyt - Peygamberin ailesine mensubiyet” gerekçesi ile 864’de yeni “Hilâfet” iddalarına dayanan isyanlar başladı. Kûfe’de Ebûl Hüseyin Yahya; Taberistanda Hasan bin Zeyd; Rey’de, başka bir Ehlibeyt Ahmet bin İsa; Kazvin ve Zencan’da Hüseyin bin Ahmet (Kevkebî); Kûfe’de Hüseyin bin Muhammed ayaklanmalarını bastıranlar, başda Musa olmak üzere temelde Türk komutanlardı.

Kardeşini öldürten Halife Mutez bir başka kardeşini de hapse attırmış; dirayetsizliği Bağdat’ta karışıklıklara neden olmuş, Hicaz Valiliğini almak isteyen Büyük Boğa’yı, 868’de entrika ile öldürtmüştü. “Küffar (kâfirler; başka inançta olanlar) üzerine cihad açma” ekonomisi***, başka inançlara sahip olanlara karşı düşmanlık yaratarak onların varlıklarını gasbetme çok tatlı kazançlar sağlıyordu ama maliyeti ağırdı ve sürdürülebilirliği yoktu; ulu orta israfa gelmiyordu. Halifeliği zamanda bu kazanç kaynağı kesilen Mutez de, o yıl ulufeleri ödeyemediği için, çıkan isyan sonunda atıldığı zindanda 869’da öldü. Yerine geçen Mühdedî, serbazlığından kaygı duyduğu Musa’yı, Samarra’daki kampına çağırdı. Musa, önce cihad yapmakta olduğunu gerekçe göstererek red yanıtı verecek, sonra Samarra’ya gelerek, askerlerine verdiği emirle, bir süre rehin tuttuğu Halifeyi, Mutez’in zindana atılması sırasında, elinden tüm servetini alan Salih bin Vasıf’dan hesap sormaya ve kendisi ile sûlhen anlaşmaya zorlayacak kadar serbazlıkda ileri gitmiştir. İsyancı askerleri affettiğini bildiren Halife, Salih’i amayı kulak arkası etti; Türk askerleri de Samarra’nın altını üstüne getirerek yağma yaptılar; Salih’i de bulup idam ettiler. Onuru kırılan Halife, Türklerin arasına fesat sokmayı denedi; Musa’nın emrindeki Bayık Bey’i Başkomutan atadı; ayrıca, Musa’nın kardeşi Muhammed bin Boğa’yı bir bahane ile suçlayıp idam ettirdi. Musa’ya diş geçiremeyen Bayık da, Halifenin yanına dönünce idam edildi. İntikam ateşine düşen Bayık’ın kardeşi Togotyan ve Musa birlikleri ile Hilafet ordusuna saldırıp mağlup etmiş ve Mühtedî’yi öldürmüşlerdir. Türkler Hilafetin onur ve saygınlığını yerle bir etmişlerdi. Artık, halifeler bir simge olmaktan başka bir şey ifade etmeyeceklerdi. 


*
Binbir Gece Masalları (Elf’leyle ve leyle): Kaynaklarını İran, Mısır ve Bağdat’tan alan (Şehrazad, Gemici Sinbad, Alâeddin ve Lâmbası, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi) gizemli Arap masalları derlemesi. 

**
Emevîlerin İspanyayı fethi ve Arapların Bizansla ilişkileri, 6.Haziran–22.Ağustos.2006 tarihleri arasında Kenthaber köşemizde, kültür kaynaşmaları bağlamında, iki dizi konusu olmuştu. 

***
Müslüman ümmete, kâfir malının helâl ve meşru olduğu anlayışı öylesine kabul ettirilmişdir ki; Osmanlıda bile, camilerin yeni bir fetih ya da zaferin ganimet kazançlarından inşa edilmesi gerektiği anlayışı yerleşmiş; doğrudan hazine kaynağından inşa edilen camilere cemaatin gitmemesi gibi bir gelenek türemişti.

Yayın Tarihi : 24 Haziran 2008 Salı 10:45:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?