20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (18)


MÜSLÜMAN TÜRKLERİN DÜNYASINA MOGOLLAR DA GİRİYOR: Yokluk ve yoksulluk nedeniyle, barbar sürüler halinde yollara düşüp, zamanla tüm Asya’yı saran, kimi zaman işgal ettikleri topraklardaki toplumlara tarihlerinin en parlak yönetimlerini yaşatan, kimi zaman, önlerine çıkan toplumları yok edip Avrupa’ya, hatta Afrika’ya sarkan; Selçuklu Devletini biat ettiren, Bağdat’ı tarümâr edip Abbasî Hanedanına son veren, Abbasîlerin yerine geçerek Hilâfet bayrağını alan Mısır merkezli Türk Memlûkları de sürüp, Mısır kapılarını zorlayan, Hindistanda egemenliği Müslüman Türklerle paylaşan Moğolların fetih maceraları ile bağlantı kurmazsak, konumuz bütünlük kazanamayacaktır.

Bugünkü Moğolistan’da ve güney Sibirya’da, kuzey toplulukları tarafından, Çinlilerin verdiği isimle tatarlar olarak bilinen çeşitli aşiretler yaşıyordu. Bunların kuzey Sibirya’daki ormanlar içindeki avcılıkla geçinenleri o denli barbar idiler ki, başkalarının ölçülerine göre, tümüyle yırtıcı ve savaşçı olan güneydeki çobanlıkla geçinen aynı ırktaki komşularına korkak zavallılar gözü ile bakarlardı. Moğol aşiretleri tüm yıl boyunca at sürüleri ile dolaşırlar, birbirleri ile otlak kavgası yaparlardı. Binek hayvanına ihtiyaçları olduğunda, sopalarına bağladıkları kementlerle, o çorak arazi koşullarına dayanıklı başıboş dolaşan midilli sürüleri içinden istedikleri hayvanları yakalarlardı. Hayvan kıllarından örülen ve hayvanî yağlarla su geçirmezliği sağlanan ve tahtadan çerçevelere gerdikleri “yurt” denilen çadırlarda yaşarlardı. Göç halinde küçük, dayanıksız çadırlar at üstünde taşınır; aşiret reislerine özgü, sağlam örgülü büyük ve döşeli çadırlar ise öküzlerin çektiği devasa arabalar üzerine kurulurlar; ve gidilecek yere hiç bozulmadan götürülürdü. Çadır kurmak ve indirmek de dahil olmak üzere işlerin çoğu kadınlar tarafından yapılırdı. Su temini büyük bir sorun olduğundan, bir aşiretin göçü sırasında giysilerin ve yemek kaplarının yıkanmasına izin verilmezdi.

Olasılıkla 1155’de doğan Tİmuçin, çocukluğunu, Kıtay Aşireti’nin reisi olan babası Yesügey Bahadırın, zehirlenip ölmesi üzerine, tam bir sefalet içinde geçirdi. Ergenliğinde, genç maceracılardan kurduğu bir çete ile zengin ve daha uygar sürü sahipleri üzerine akınlar düzenlemeye başladı. Gaznelilerden sonra, Hindistan’da Lahor ve Gucerat’a akınlar düzenleyip Delhi Sultanlığının temellerini atan Gurî lideri Muhammed Gurî’nin ölüm yılı olan 1206’da Timuçin “Cengiz Han” unvanını aldı ve tüm Moğolistan aşiretlerinin önderi olarak tanındı.

Çöllerdeki Arap’a deve, buzullardaki Eskimo’ya Ren geyiği, Cangıllardaki Hintliye fil, dağlık yerlerde yaşayan Güney Amerika yerlisine lama veren Tanrı, Çorak bozkırların çocuğu Moğolu da yaşama tutundurmak için at’ı yaratmıştır. Her Moğol savaşçının bir at grubu olur; sefer sırasında, bindiği atı, dinlenmesi için değiştirir; bu şekilde iki gün iki gece tam hızla yol alabilirdi. Yiyeceği tükendiğinde bir at keser, etini yer, kanını içerdi. Daha fazla su gereksinimini için kısrakların fermante edilmiş sütünü, kımız’ı saklardı. Bu şartlarda tahammülleri iyice pekişen Moğollar, Cengiz yönetiminde, talanlardan kazandıkları maddî güçle Pekin dahil, Kuzey Çin’i fethettiler; Kore’ye boyun eğdirdiler. Daha sonra, Orta Asya’ya ilerlediler. Selçuklular sarayına köle olarak getirilmişken Harezm valisi yapılan Anuş Tigin’in kurduğu Türk Harezmşahlar Devletinin Şahı Alâeddin Tekiş’,i yendiler. Acımasızca kovalana Şah ülkesinden kaçıp, küçük bir adaya sığınmayı başardı. 1221’de ölen Şah’ın gözü pek oğlu Celâleddin, putperest Mogollara karşı cihad ilân etti. Bu çağrıya olumlu yanıt veren yürekli Harezm halkı Mogol istilâcılar tarafından vahşice parçalanmıştır. İslâm mücahidi ve usta asker Celâleddin Harezm Şah’ın Mogol esaretinden kurtulmaya çalışması, büyük ozanımız Namık Kemâl’e de esin veren destansı bir maceradır. Dimdik bayırdan, Indus Irmağına atı ile inerken, 20 metre aşağıya fırladığı hâlde sancağını hâlâ suyun üstünde tutan bu yiğit karşısında duygulanan Cengiz, askerlerinin Celâleddin üzerine yağdırdıkları ok yağmurunu önlemiştir. Mogol ordusu da Indus’u geçip Harezm Şah’ı Nandana’ya kadar kovalayıp yakaladılar. Fakat hapisden kaçan Şah, o sıralar, Halife’nin denetimi dışında tüm Hindistana egemen olmuş Türklerin “Delhi Sultanı” İltutmuş’a sığınmak istedi. İltutmuş realist bir hükümdardı; Cengiz’e karşı gelmeyi gözü yemedi; Şah’a çok nazik bir ifade ile, fakat kesinlikle onu koruyamayacağını söylemiş; İran’a gitmesini salık vermişti.

Cengiz’in 1227’deki ölümünde, tamamen harabolmuş Indus çevresi topraklarındaki beyliklerin de Mogollarla mücadelede gücü tükenmiş, ertesi yıl İltutmuş’a kolaylıkla mağlup olmuşlar; Pencab’ın büyük bölümünü, Yukarı Sind’i onun egemenliğine bırakmışlardı. Keza, Bengal’deki Halicî gücünü de çökerten İltutmuş, Halifeden, Delhi Sultanlığı için yasal yetki alma rahatlığını kendinde buldu; Halife’nin, 1229’da Delhi’ye gelen elçisinin yaptığı yetki töreninden sonra, zaten Türk subayları nezdinde büyük itibarı olan İltutmuş, bastırdığı sikkelere Halife adını da yazdırmış; böylece sufî bilginler ve İslâm bürokratlar gözünde de meşruiyet kazanmıştı.

Ancak, Rusyayı, Macaristan’ı, Polonyayı da istilâ eden Mogollar dehşet verici biçimde güçleniyorlardı. Eninde sonunda Hindistana da hakim olacaklardı.

Onların saldırganlığı, görüldüğü üzere, ideolojik şartlanmışlıktan kaynaklanan bir hoşgörüsüzlükten gelmiyordu. Yokluk ve yoksulluk, onları doğa yasası gereği, yabanıl bir yaşam savaşımına itiyordu. Geniş örgütlenme ile çok büyük çaptaki akınlarda da, kutsal değer bahaneli motivasyona sarılma gerek ve geleneğine saplanmadılar; en azından merttiler; kutsal değerleri, klanlarının ayakta kalması için gösterecekleri bahadırlıktı. Şamanist olan inançlarında da, tek Tanrılı dinlerde görülen tabular yoktu. Zapt ettikleri yerlerde, çoğu kez, kurdukları güçlü Devlet otoritesi ile, kültürlerine kaynaştıkları (Çinliler, Hindliler gibi) toplumlara, tarihlerinin en parlak dönemlerini yaşattılar. Egemen olmalarına karşın, Çin’de Budist, Orta ve Güney Asya’da Müslüman dinine girdiler. O arada, Orta Doğuda, Abbasî Halifeliğini ve Selçuklu devletlerini çökertmelerinde olduğu gibi salt harabiyet ve zulûm yarattıkları; bilim adamları, filozofları öldürdükleri de oldu. Fethettikleri yerlerdeki evleri yıkarlardı; çünkü “toprak hava almaktan yoksun bırakılmaz” gibi bir çevrecilik anlayışları vardı. İnsanlığın genel serüvenini izlemek ve isabetli hipotezlere ulaşabilmek için Moğolların, tespit edilebilen bu ilkel tarihlerini bir sosyoloji laboratuarı gibi kullanmanın çok yararı vardır.

Delhi Sultanlığının gelişimine paralel olarak, Moğolların akınlarını anlatmayı da sürdüreceğiz.

Yayın Tarihi : 4 Temmuz 2008 Cuma 15:27:46


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?