16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (20)


TİMMUR’UN İSLÂMÎ CİHADLARI: İran’a egemen olan İlhanlı Moğol hükümdarlar da zamanla yozlaştılar; İranlı valilerin ya da emîrlerin kuklası olmuşlardı. 1335 yılına gelindiğinde İlhanlı saltanatı küçücük emirliklere parçalandı. Çinde, Kubilay’ın halefleri suiistimal batağına saplanınca, Çinliler bunları alaşağı edip Ming Hanedanını kurdular. Rusya’daki Moğol Altınordu Hanlığı henüz iktidarını koruyordu; ama, gerek oralarda gerekse Orta Asyada, Cengiz’in oğlu Çağatay’ın adını alan ellerde hanlar arasındaki kardeş kavgaları hiç eksik olmadı. Egemenlik altına aldıkları ortama göre Lama Budizmini, Nesturî Hıristiyanlığını, İslam Dünyasında İslâmı seçtikleri gibi içlerinde putperest inancı koruyanlar da vardı. Maveraünnehirde (Transoxiana; Seyhan-Ceyhun Irmakları arasındaki Türk elleri), genelde, ticaretin ve iş hayatının, Müslüman tacirler ve din büyükleri tarafından barış içinde yürütülmesine izin verirlerdi. 1320’de, bu havali, fiilen Moğollardan bağımsız oldular ve Türk liderler tarafından yönetilmeye başlandılar. Uzun yıllar süren iktidar itiş kakışından sonra, Timur adında genç bir Türk kendisini, “Maveraünnehir Büyük Emîri” ilan etti. Keş kentinde, Barlas aşiretinin başbuğlarından Emîr Turagay’ın oğlu olan Timur çok sofu bir Müslüman olarak yetişmişti. Askerlik karizması, cihangirliği, özellikle 1402’deki Ankara Savaşında Yıldırım Bayezid gibi baba yiğit bir Osmanlı Sultanını dize getirmesi tüm okurlarımızca bilinen Timur gibi nefsine güveni sonsuz bir lider’in, Sultanlık ya da Şahlık iddiasında bulunmayıp “Emîr” unvanı ile yetinmesi çok ilginçtir. Bu da, “Hilâfet Makamı” gibi kutsal bir simgeye saygısından ileri gelmektedir. Ayrıca, dindar tavrını, mayışmış kitleleri aşka getirmek için İslamî Cihad bayrağı altında toplamada kullanmış olabilir. Yaptığı cenklerdeki manevî gücü bu kutsal odaktan alır. Her iki hükümdarın da oğullarının cephe komutanları olarak katıldığı Ankara Savaşına “Şehzadeler ve Emîrzadeler Savaşı” adı vermek de yerinde olur. Mücadeleyi daha olgun yaşdaki Emîrzadeler kazanmıştı. Elbette, biz, zaten iyi tanınan Timur’un tüm fetih öykülerine girecek değiliz. İslâm dışı toplulukların çok büyük kitleler halinde bulunduğu Hindistan’daki maceralarına, konumuz olan “hoşgörüsüzlük” bağlamında değineceğiz.

Gençliğindeki bir çatışmada bacağından aldığı ciddî bir sakatlanma nedeniyle, Acemce “Timurleng - aksak, topal Timur” (Batı’da bundan galat “Tamerlan”) lakâbını alan Timur, on yıl boyunca Maveraünnehir’deki yönetimini güçlendirdikten sonra, Cengiz Han bahadırlığının Müslüman versiyonu olarak, tüm Moğol İmparatorluğunu İslâm adına fethetmek gibi bir rüyayı gerçekleştirmek üzere, otuz yıl mücadele etti. Ancak, gayrı müslim-müslim farkı gözetmediği saldırıları, aslı hedefin mutlak tahakküm gibi korkunç bir ego’nun tatmini olduğunu gösterdi. Timur’un kariyeri de, hem yıkmak hem inşa etmek gibi acayip bir bileşim gösterir. Ordusunu, Moğollarınkine benzer hatlar düzenine sokmuş ve benzer taktiklerle yönetmiştir. Kentlerinde idareyi Müslüman din büyüklerine bırakmıştır. Âsi İranlı emirlerin isyanlarını, Cengiz Han’ın yaptığı gibi toptan bir yıkım ve acımasızca boğazlama yöntemi ile defalarca bastırmıştır. Fakat her yerde Müslüman bilim ve din adamlarına saygı göstermiş, Kastilyalı elçi Ruz Gonzales de Clavijo’nun “Timur Devrinde Cadiz’den Semarkand’a Seyahat” adlı anılarında naklettiği gibi yabancı konukları çok sıcak ve koruyucu ağırlamış; mimarlık eserlerini yıkmadan önce (şimdiki rölöve tekniği olmasa da) eskizlerini yaptırıp, bunların daha görkemli benzerlerini sevgili başkent’i Semerkand’da inşa ettirmiştir. Harezm Şah’tan daha yırtıcı, Cengiz Handan daha kültürlü olan Timur bize daha çok, görkemli başkentini imar etmek için arabalar dolusu hazineler taşıyan, sürü ile sanatkâr getiren Gazneli Mahmud’u hatırlatır. Ne var ki, Timur’un fetihleri Mahmud’unkileri gölgede bırakmış; Cengiz Han’dan sonra ikinci sırayı işgâl etmiştir. İspanyol elçi Clavijo’ya gösterdiği nezaketi, fetih amacı ile ziyaret ettiği ülkelerdeki muhataplarına göstermemiş; İran’ı yakıp yıktıktan, Altınordu’nun Rusyadaki iktidarını yok ettikten sonra 1397’de Asya Altkıtasını istilâ etmiş; geride yüzbinlerle ceset, dinmeyen gözyaşları bırakmıştı.

1398’de, Timur ordusunun bir kanadı, torunlarının birinin komutasında Kâbil’den Multan’a gönderildi; diğer bir kanat da, ikinci torununun komutasında Lahor’a yürüdü. Aynı anda, kendi tarihçilerinin yazdıklarına göre, Timur, bizzat, Büyük İskender’in serüvenini taklit ederek, Hindu Kuş’daki Kâfirîlere saldırdı (Kâfirîler, zaten İskender istilasından kalma Makedonyalılar olarak bilinir; onlara benzer beyaz insanlardır ve benzer inançları vardır. İskender’in üzerine gittiği başka kavimlerdir). Aşılması çok çetin dağlardaki karlar erimekte idi; atların çoğu ayakları kayarak, ölümlerine yuvarlandılar. Kendisi için tahtadan bir kızak yapılan ihtiyar fatih Indus’a sağ salim varabildi. Irmak yan yana konulan teknelerin oluşturduğu köprü ile aşıldı. Tüm Pencap viraneye çevrildi. Yığınla erkek, kadın, çocuk köle alınarak sürü halinde yürütüldü. Yapılan katliamdan kaçıp canını kurtaran da oldu. Timur, torununun altı aydan beri kuşatma altında tuttuğu Multan’a ulaştı. Bazı nakillere göre, kentte yenecek ölü sıçan bile kalmamıştı. Timur, Multan’ın etrafındaki köyleri yağmalattı. Fakat Multan valisinin, Delhi yönetiminden kopup Timur’a biat ettiğini beyan etmesi üzerine kent kalesine saldırmakdan vazgeçildi; Pakpattan yolu üzerinden Delhi’ye yürüyüş devam etti. Multan ile Delhi yolu üzerindeki müstahkem Batnair kenti istilâcılara direnmeye kalkıştı. Buna kızan Timur, girdiği kenti yağma edip yakmadan önce 10.000 kişiyi kılıçtan geçirdi. Söylendiğine göre, 100.000 kadar insanı köle olarak, ordu ile birlikte yürüyüşe iştirak ettirdi. Tuglug Hanedanının yönetiminde olan Delhi yakınlarında kamp yaptığında bu muazzam sayıda güvenilmez insanın, çatışma sırasında tehlike teşkil edebileceği ve ayak bağı olacağı düşünerek tümünün imhası için emir vermesi ile tarih en büyük katliamlarından birini kaydetmiştir. Yüzbin rakamı abartılı bile olsa, Delhi kenti önündeki çaresiz onbinlerin, birkaç saat içinde, vahşiyane biçimde, hayatlarını kaybettikleri muhakkaktır.

Son Tuglug Sultanı Mahmud, Delhi duvarlarının dışına çıkarak başkentini savunmaya girişmişti. Savunmasında savaş filleri, yanar top fırlatan mancınıklar, ucunda toprağa vurduğunda patlayan demir düzenekler bulunan fişekler kullanıyordu. Fakat, fazla direnemedi ve kaçtı; Delhi’nin kapıları fatih’e açıldı. Timur Delhi tahtına çıktı; valilerin ve Saray erkânının kutlamalarını kabûl etti. Adı Cuma hutbelerine alındı. Büyük bir şenlik için emir verdi. Fakat, askerleri, hâlâ kenti yağmalamaya devam ediyorlar; kentliler ise ailelerini ve evlerini korumak için umutsuzca çırpınıyorlardı. Bu gûlgûle, Delhinin harabiyeti ile sonuçlandı. Boğazlanmaktan kurtulanlar köle alındı. Subayların her biri binlerce köle alırken, erlerin payına yüzellişer köle düşüyordu. Timur, “Kûvvat-ül İslâm Camii”nin bir modelini Semerkand’da yaptırmaya niyet ettiğinden, kendisi de duvarcı ustalarına ve diğer inşaat işçilerine el koymuştu. Timur’un Delhi’ye getirdiği yıkımın telâfisi bir asırdan fazla zaman almıştır.

Timur’un ordusu Ganj ırmağına ulaşıncaya kadar yürüyüşünü, yağmalaya, boğazlaya sürdürdü. Orada, giderek dayanılmaz hâl alan rutubetli, sıcak hava onları Indus’a dönmeye ikna etti. Beraberlerinde sayısız köle, hayvan sürüsü, arabalar dolusu ganimet getiriyorlardı. Erler, dörder-beşer yüz başlık sürü güdüyorlardı.

Timur, içinde ibadet ederken Tanrının rahmetini alacağı camiini inşa ettirmek için Semerkand’a dönerken, Multandaki eski vali Hızır Hanı, aynı zamanda Pencap’ı ve Yukarı Sind’i yönetmek üzere bıraktı. 1402’de, Anadolu’yu ve Gürcistan’ı alt üst etmek; Osmanlı Devletinde fetret devri (iktidar boşluğu dönemi) yaratmak olan son misyonunu tamamladıktan sonra son kez yurduna döndü; 1405’de öldü.

Orta Okul çağımda, İbrahim Alâeddin Gövsa adındaki popüler tarih yazarının “50 Türk Büyüğü” isimli biyografi kitabında onun da, (Delhi fethinin ayrıntılarının verilmediği) özet yaşamını okumuş; “ne babayiğit büyüklerimiz varmış!” demiştim. Bugün, ona benzemeye çalışan bazı halk kahramanları için: “Türkiye seninle gurur duyuyor!” tezahüratları yapılmasının çığırı her halde bu yayınlarla açıldı. Ancak, Arap fatihi Kuteybe’nin, yağmalayıp, putlarını kırıncaya kadar üretim ve sanat kenti olan güzelim “Yeşil Şehir” Semerkand’ın, Timur’un bunca zenginlik taşımasına karşın, zamanla fukara düşüp, 1860’lardan sonra, 1,5 asır boyunca kâfir esareti altında kalması da ayrı bir soru işareti.

Yayın Tarihi : 14 Temmuz 2008 Pazartesi 12:27:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?