27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (59)

YAHUDİLERİN YENİ DÜNYADAKİ DİASPORASI: XVII. asrın ortasına kadar tüm şiddeti ile cereyan eden Katolik-Protestan çekişmesi, fiilî bir antisemitizm’e (Yahudi düşmanlığına) meydan bırakmıyordu. Yahudilerin ticaret ve sermaye birikimindeki deneyim ve deha denebilecek ustalıkları, içinde yaşadıkları toplumların liderlerini de onlara muhtaç hale getiriyordu. Bu gerçek, XVI. asır sonları ve XVII. asır başlarında yaşamış büyük yazarların eserlerinde dile getirilir. 29 yaşında bir cinayete kurban gittiği hâlde, bu kısacık ömründe İngiliz edebiyatının devlerinden olmayı başarmış Christopher Marlowe (muhtemelen 1592’de yazdığı) “The Famolus Tragedy of the Rich Jew of Malta-Maltalı Zengin Yahudinin Ünlü Trajedisi” isimli oyunu, Maltanın en zengin adamı Barabas adındaki yahudinin, serveti sayesinde kendini güçlü görerek, Malta valisinin Türklere haraç verilmek üzere kendisinden istenen parayı vermeyi reddetmesi; valinin tehditleri karşısında, bazı soyluların kızı Abigail’e aşık olmasından yararlanıp entrikalara başvurarak ayak sürümesi sonunda, Malta’yı kuşatan Türklere karşı direnme kararı alınmasını ve birbirlerini kâfir olarak gören üç ayrı inanç mensupları arasındaki nefret ve güç dengesi karmaşasını mizah yolu ile hikâye eder. Marlowe’un çağdaşı Shakespear ise, daha ünlü olan “The Merchant of Venice-Venedik Taciri” oyununda: toplumsal ezikliğinin bedelini, ölümüne nefret duyduğu “müsrif Hrıstiyanları” tefecilik boyunduruğuna almakla çıkarmaya çalışan, bir yandan da kızı Jessica’nın bir Hrıstiyan tacire aşık olduğu Shylock adındaki yahudinin ruh hâlinin analizini yapar. Onaltı asır süren bu karmaşık ilişkinin nefret boyutu, Hrıstiyanlık içindeki mezhep kavgalarının tavsaması ile yeniden hararet kazanacaktı. Ancak bu arada, öncelikle Yahudi gruplarının, 1492’de başlayan Yeni Dünyadaki sessiz istilâsına göz atalım.

Kristof Kolomb’un, ölümünden sonra Floransalı Rönesans sanatçısı “Ridolfo Ghirlandaio” tarafından yapılmış portresi.
(Cenova Denizcilik Müzesinde sergileniyor).

 

Yahudi diasporasının Amerika kıtasına sıçraması da Kristof Kolomb’un bu yeni dünyaya ayak basması kadar geriye gider. İspanyadan 1492’de Yahudi eksportasyonu ile aynı tarihe rastlayan ilk Kristof Kolomb seferine, Katolikliğe dönmüş olmakla birlikde, bu dini samimi olarak benimseyip etmedikleri bilinmeyen en az yedi Yahudi asıllı da katılmıştı. Bu uzun seferde kara’yı ilk kez gördüğü için, Kolomb’un “Maestre Bernal” unvanını verdiği hekim Rodrigo de Triana ile İbranî dilini ve Arapçayı bidiği için Doğu ülkelerinde çevirmenlik yapması amacı ile sefere alınan Luis de Torres (Yosef Ben Ha Levy Haivri-İbranî Levi’nin oğlu Yusuf) bunlardandı.

David M. Eichorn adındaki Yahudi yazarın aslını gizleyen Cenovalı bir Yahudi olduğunu iddia ettiği Kolomb’un Yeni Dünyaya ikinci seferinde ziyaret ettiği bir ada olup asırlar boyu Yahudilerin girişine kapanmış Puerto Rico’da o zamandan beri dönme olarak yerleşmiş gizli bir Yahudi cemaatinin (kripto-yahudi) varlığından söz edilirdi.

Daha sonraki yıllarda da, Yahudiler, Enkizisyon zûlmünden yakalarını sıyırabileceklerini sandıkları Karayiplerdeki İspanyol ve Portekiz kolonilerine de yerleştiler. Bazıları, Yeni dünyanın fethinde aktif rôl aldılar ama, Bernal Diaz del Castillo’nun anlattığına göre, Meksika’nın fethi sırasında Hernan Cortés, askerleri içindeki bir çok yahudiyi de öldürerek tasfiye etmiştir. Geri kalan Yahudiler de Katolik Kilisesinin zoru ile Meksikada tutunamamışlardır. Ancak, son asırlarda Meksika Yahudi göçüne açılır.

Enkizisyonun faal olduğu İspanyol ve Portekiz topraklarında organize olmamış Yahudi grupları vardı ama bunlar kimliklerini yöneticilerden saklıyorlardı. Örneğin, 16. Ve 17. Asırlarda İspanyol enkizisyonundan kaçarak güney Hispaniola’ya gelen, kimi dönme Sefarad Yahudi tacirleri içine girdikleri topluma uyarak Katolik dinine girmiş ve Dominik’e yayılmışlar, ancak, yüzyıllar boyunca atalarının Sefardik kültürlerini kormuşlardır.

Yurttaşları Erasmus’dan aldıkları esinle “Humanisma”yı ve Aydınlanmayı en erken kucaklamış, (Rusların büyük çar’ı’ Petro’yu imrendirecek olan) bilimsel gelişme sağlamış Hollandalılar sürekli savaş içinde oldukları İspanya ve Portekiz’in Yeni Dünyadaki kolonilerini de vurmak için 1621’de “Hollanda Batı Hindistan Kumpanyası” adında hen ticarî hem askerî hem idarî işlevi olan bir örgüt kumuşlar; örgütlü deniz seferleri ile Dünya denizlerinde cirit atmaya; düşmanları İspanyollar ve Portekizlerin elinden sömürge parçaları koparmaya: bu arada humanist Kalvinizm inancı ile Yahudi cemaatlerini koruma altına alıp aynı zamanda onların ticarî becerilerinden yararlanmaya başlamışlardı. Dolayısiyle, İspanya ve Portekizden kaçan Yahudiler XVII. asırda, ülke yönetiminin Hollandada olduğu sıralarda Brezilyada ve “Hollanda Ginesi” olarak bilinen “Surinam”da geniş cemaatler halinde yaşam alanı bulabildiler. Amerikada ilk sinagoglarını, Hollandalıların kakao ticareti için gelip yerleştikleri Recife kentinde, 1636’da kurdular. Portekizin, Hollanda eline geçen Venezuala açıklarındaki “Curaçao” adasına gene huzur içinde gelip yerleşen Yahudiler buradaki ilk sinagoglarını, 1651’de inşa ettiler. 1732’de ise aynı alanda ilk tapınağın restütisyonunu gerçekleştirdiler. Keza Karayiplerin Jamaica, Barbados adalarında, Venezuela’nın Caracas ve Maracaibo kentlerinde de Yahudi varlığı açıkca görülüyordu.

Hollandalıların sömürgecilikdeki atılımı o tarihlerde İngilizlerin önüne geçmiş; Kuzey Amerikadaki bugünkü New York Eyaletine ilk kez “Yeni Hollanda” adını veren bir Hollanda kolonisi yerleşmişti (New York’lular, bugün İngilizceyi halâ Hollanda aksanı ile konuşurlar). Anılan kumpanyanın 1642-1644 arasında Curaçao, Aruba, Bonaire kolonilerinin yöneticiliğini yapan ünlü Pieter (Petrus) Stuyvesant, 1645’de Kuzey Amerika ve Antillerdeki tüm Felemenk topraklarının valisi olunca Yahudilerin olanakları daha da genişlemişti. İspanyollara karşı yaptığı savaşda kaybettiği bir ayağı yerine tahta bacakla dolaştığı için “old peg leg-ihtiyar takma bacak” diye anılan bu ünlü asker ve yöneticinin adı, bugün ABD’de bir sigara markası olarak kullanılmaktadır.

Portekizlilerin Brezilyayı 1656’da yeniden ele geçirmeleri ile Yahudiler diğer Hollanda kolonileri olan, Surinam’a, ve sonradan “New York” adını alacak “Yeni Amsterdam’kentine göç etmişlerdir.

Felemenk koloni valisi Pieter Stuyvesant’ın, “New York Tarih Derneği’nde sergilenen portesi. ( muhtemelen Abraham Hendrick isimli Flaman sanatçının, ahşap üzerine 1600’da yaptığı yağlı boya eser)

Portekiz iktidarının geri dönmesi ile Brezilyadan kaçan bir kısım Yahudi “Hollanda Batı Hindistan Kumpanyası” aracılığı ile 1659’da Fransız Ginesi’ne sığınmıştı. Kumpanya, Cayenne adasının batı sahilinde “Remire” ya da “Irmire” denen bir bölgeye yerleştirdiği geniş bir Yahudi kolonisinin başına David Nassy adındaki Brezilya göçmenini lider olarak getirdi. Bazı İtalyan Yahudileri de bu koloniye katılmıştır. Fransızlar, ilke olarak kabûl etmedikleri Yahudi göçüne burada zor razı edilmiştir. Nitekim huzursuz olan Yahudilerin üçde ikisi İngiliz Ginesi’ne gidecekler: geride kalanlar da, yıllar sonra İngiliz güçleri tarafından tutuklanıp Surinam’a ya da Barbados’a, şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere transfer edileceklerdir. XX. yüzyılın sonlarında, Surinam’dan ve Kuzey Afrikadan getirilen ailelerle Cayenne’de Yahudi yerleşimi canlandırılmaya çalışılmıştır.

Kristof Kolomb’un Yeni Dünyaya ilk çıkış noktası olduğundan söz ettiğimiz Haiti 1633’de Fransızların eline geçince, buraya hemen ertesi yıl Brezilyadan Hollanda kültürünü almış Yahudiler gelmiştir. Fakat Fransızlar da bunları soğuk karşılamış; ticarî firmalarda önemli mevki almış olan bir kaçı dışındaki Yahudiler 1683’de Haitiden sürülmüşlerdir. Fakat Yahudiler XII. asır ortalarında yeniden Haiti’ye geldiler; ama şans gene onlardan yana çıkmadı. Fransız devriminden ilham alan zenciler kölelikden çıktıkları halde Fransız yurttaşlığı iddiası ile Toussaint l’Ouverture, Jean Jacques Dessalines, Henri Christophe ve adı sonradan “hortlak” anlamında kullanılacak Jean ZOMBİ liderliğinde ayaklandılar; büyük bir katliam oldu: diğer beyazlar meyanında çok büyük sayıda Yahudi de canını yitirdi; bir bölümü de Ada’dan kaçtı.

Avrupanın çok değişik ülkelerinden göç alan Arjantin en güvenli yerdi. Buna karşın yahudiler oraya da kimliklerini saklayıp tüccar ve kaçakçı olarak akın ettiler, daha çok Virreinato del Rio de la Plata’ya yerleştiler ve Arjantin toplumu ile kaynaştılar.

Fransadaki büyük devrim üzerine 1810’dan itibaren XIX. yüzyıl ortalarına kadar, en fazla Fransız yahudileri Arjantin’e yeleşmişlerdir. Bu asrın sonlarında Doğu Avrupadan takipden kaçan Musevîlerden Arjantin’e gelenlere “Rusos-Ruslar” adı verilmiş; bunların dinî günlerini kutlamalarına müsaade edilmiştir.

1800’lerde Brezilya yeniden, özellikle mahrumiyet diyarı olan Doğru Avrupadan Yahudi göçü alacaktır. Uruguayda Yahudi yerleşimi XVI. asırda başlar ama ilk cemaat kaydı resmen 1770’dedir.

Amerikada, erken Yahudi göçü alan yerlerden biri de muhtemelen ilk kez “conversos-dönmeler”in yerleştiği Costa Rica’dır. Sonradan, 20. yüzyılda Nazi zûlmünden kaçan Polonyalı yahudilere “Polak” adı verilmiştir.

Yahudilerin XX. yüzyıldaki diasporası, yakın çağlardaki Avrupa Yahudilerinin çilelerinden sonra anlatılacaktır.
 

Yayın Tarihi : 9 Mart 2009 Pazartesi 11:39:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin BARUT IP: 85.104.148.xxx Tarih : 14.03.2009 10:51:51

Teoman TÖRÜN üstadım.Kaleminize, yüreğinize sağlık. Ben; "İnanç ve Hoşgörüsüzlük"'ün kitap haline geleceği günü sabırsızlıkla bekliyorum.Yeni kuşakların fazla kitap okumadıklarını bildiğimden, konuların her yaş grubuna hitap edecek şekilde ayarlanması ve hatta küçük yaştakiler için resimli hale getirilmesinin yararlı olacağına inanıyorum.Yazdıklarınızın; gelecek kuşaklara rehber olacağına, savaşsız ve barış içinde bir dünya yaratmanın, birbirini ötekileştirmeden yaşamanın, insan olmanın tek ve vazgeçilmez bir erdemi olduğu fikrini pekiştireceğine olan inancımı koruyorum.Saygılarımla.K. Mükremin BARUT

NOT: Keşke bu yazılanları köşe komşunuz Altemur Kılıç beyefendi de okusaydı. Yazılarının tamamını ötekileştirmeye, militarizme adamış gidiyor.

Ben sanırdım ki insanlar yaşlandıkçe daha bilge olurlar. Hoş görü ve toleranslarıları artar. Barış ve kardeşlik duyguları kuvvetlenir. Çevrelerine bunu empoze ederler. Daha çevreci ve daha korumacı olurlar. Meğer istisnalar çıkabiliyormuş.