19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (62)

BATI AVRUPANIN MERKANTİLİZM ÇAĞINA GİRMESİ YAHUDİLERE BİRAZ SOLUK ALDIRIYOR: 17. Ve 18. Yüzyıllar, Yeni kıta yerlilerinin kanları pahasına, özellikle Meksika ve Peru’daki altın ve gümüş madenlerinin yağmalanarak Avrupa’ya oluk oluk akma dönemidir. Bu değerli maden akışının en fazla hükümdarlara kazandırdığı alım gücü, feodal tarım ekonomisine bağlı iken ticaretin tadını alan Batı Avrupa’yı, hızla daha geniş dış ekonomik ilişkilere ve endüstriyel yatırımlara bağladı. İspanya ve Portekiz Dünya üzerinde yeni ufuklar bulmanın öncüsü olmuşlarsa da, değişim aracı işlevi olan değerli maden kazanımlarını miras yedice harcamışlar; sürekli angaje oldukları savaşlarda yıpranmışlardı. Avrupa’nın toplam serveti, Dünya gezilerine sonradan katılıp deniz ticaretine açılan ve kitlesel serî imalatı ifade eden büyük sanayi devrimi öncesi belirli ölçüde endüstriyel yatırım ve ihracat hamlelerine girişen devletlere kayıyordu. Sonuç olarak, yükselen “Merkantilizm” denilen küresel ticarî sirkülasyonun tarımsal olduğu kadar endüstriyel üretimi motive etmesi sonucu Krallar, artık kendilerini şımarmış feodal beylerin fief kazançlarından gelecek paylara ve güvencesi olmayan savaş ganimetlerine bağımlılıkdan kurtarmışlardı. Büyük ordular ve geniş bürokrat kadroları teşkilinde elleri çok rahatlamıştı. “Merkantilim”, iktisat tarihinde değer yaratma kaynaklarına göre: İspanyolların ve Portekizlilerin “altın merkantilizmi”, İngiliz ve Hollandalıların “deniz ticareti merkantilizmi”, Fransızların ve sonradan büyük devletlere yetişmeye çalışan Prusya’nın “endüstri merkantilizmi” olarak üçe ayrılır. Monarkların ve aristokrasinin zenginleşmesi yaşam kalitesini yükseltti; lüks’ü getirdi ve sanatı etkiledi; gösterişli ve aşırı süslemeli “Baroque Çağı”na girildi. Fransa’nın Güneş Kralı XIV. Louis 17-18. Yüzyıllarda, Brandenburg Büyük Elektörü* Friederich Wilhelm 18. Yüzyılda bu çağın en haşmetli temsilcileridir.

Friederich’i, yazlık sarayı Sanssouci’deki müzik salonunda flüt çalarken gösteren yağlı boya tablo. Adolph von Menzel tarafından 1852’de yapılmış olup Berlin “Eski Ulusal Galeri’de sergileniyor)

Bu zenginleşme, monarkları, gönülsüz de olsalar, aydınlanma ve “humanizma” idealinin pratiğine yavaş yavaş girmeye itmiştir. Şöyle ki: çiftçi de daha fazla para ve üretme şevki kazanıyor; serbestçe kullanabileceği toprağa sahip oluyordu. Ayrıca, “merkantilizm”, tüm dünyaya yayılmış diasporası ile küresel iş ilişkilerini geliştirmiş Yahudi deneyimine ihtiyaç gösteriyordu. Barındıkları ülkelerde tarımsal etkinlik olanağı verilmemiş Yahudiler de kendilerini zorunlu olarak, kent sokaklarında seyyar satıcılıktan başlayarak ticaret ve finans uğraşılarına vermişlerdi. Onların bu deneyimlerinden zaten yararlanmakta olan İngiltere ve Hollanda’yı Fransa ve Brandenburg-Prusya izledi. Paragöz monarklar, Gettolar ve slumlar çevrelerinde ayak satıcılığı yaparak çile çekmekte olan; yol inşaatlarında, çalışma askerlik yapma yükümlülüğüne, ihtiyaç maddelerini Krallık tekellerinden alma zorunluluğuna katlanan Yahudilerin varlığını umursamadan, onlara nisbet yapar gibi, bir “ayrıcalıklı Yahudi” sınıfı yarattılar. Bu çelişkinin en ünlü örneği Hohenzollern hanedanından Prusya Kralı II. Frederick’tir. Görkemli bir protokol düşkünü, inanmış bir Kalvinist olduğu kadar sanat yeteneği ile 100 kadar sonat bestelemiş ve Avrupa rasyonalizminin aziz mertebesinde koruyucusu sayılan bu aydın despot da, aslında Yahudilerden nefret ederdi. 1752 tarihli “Siyasal Vasiyet”inde onları: aç gözlü, cimri, batıla inanan, gerici ve insanlığın genel gelişmesi önündeki engel bir güruh olarak tanıtıyordu. Bu duygular, onu köle durumundaki Yahudilerin yaşamlarının islahı, örneğin parçalanmış ailelerin bir araya getirilmesi yolunda hiçbir gayret göstermemeye sevketmiştir. Buna mukabil, Devlet yönetiminin etkili işlemesinde ayrıcalıklı Yahudileri olanca gayreti ile kullanmıştır. Zengin bir Prusya Devleti ve etkili bürokrasi teşkili aşkına, tam bir merkantilist zihniyetle, yetenekli Yahudilere, hiç yüksünmeden, fabrikaların, şirketlerin yönetimini, büyük montandaki ithalat-ihracat işlerinin aracılığını emanet etmiştir. 1763’de fabrikalar kurulması ve endüstriyel ürünler karşılığında ham maddeler kaynağı bir tarım ülkesi olan Polonya ile daha dinamik bir ticarî ilişkiye girilmesi görevini verdiği Yahudilerden, beraberlerindeki çocuk sayısının kısıtlanma zorunluluğunu kaldırmıştı.

Yükselen Kapitalizm’de Yahudi: Büyük Friederich’in bu örneğini gören pek çok hükümdar ve prens de aynı yoldan gitti. Değerli endüstriyel kurumlar ve ticarî ilişkiler yaratacak Yahudilere getto dışında konut ve Yahudi vergilerinden istisna hakları tanındı. Başlangıçta sayıları sınırlı olan bu nitelikli Yahudiler giderek artmaya başladı. Westphalia toplumlarında, Hrıstiyan rehinci ve zenaatçı loncalarının baskıları ile Yahudilerin, uzun zamandır borç karşılığı emanetçilik, altın ve mücevheratçılık yapmaları yasaklanmıştı. Ancak, 18. Yüzyıl başlarından itibaren artan nüfusun gereksinimini karşılamaya, Hrıstiyanların sermayeleri yetmez oldu. Yahudiler giderek bu boşluğu doldurmaya giriştiler. Kendi aralarında parselledikleri kent sokaklarında seyyar satıcılık ve eskicilik gibi süflî faaliyetlerin kazandırdığı çevre ve piyasa koşulları deneyimi ile perakende satışlara, ardından, o zamanlar başkalarının pek cesaret edemediği dinamik bir kentler arası ticarete ve sonunda evrensel Yahudi diasporasının sağladığı geniş bağlantı olanakları da kullanılarak ülkeler arası ihracat ve ihracat’a geçtiler; “kahırdan nimet doğar” vecizesinin doğruluğunu kanıtlarcasına sermaye birikimlerini ve refah düzeylerini iyice arttırdılar; eskicilikten kodaman kapitalistler haline geldiler. Tarımsal ürünler ve kürk ticaretine, dokuma ipliği, kumaş imalât ve satışına giriştiler. Artık onlara getto kapıları ve gümrük sınırları, ticarî fuarlar iyice açılmış; bankalar, devlet için para basan darphaneler emanet edilmişti. Tezcanlı Yahudi tacirler Merkezî ve Doğu Avrupa’nın, çok eski bir geçmişi olan Leipzig, ve Lvov gibi büyük fuarlarında kitleler halinde boy gösteriyorlardı. 18. Yüzyıl sonlarına doğru bu ünlü Pazar merkezlerinin ziyaretçilerinin üçde birine yakınını Avrupa’nın her köşesinden gelme Yahudiler oluşturuyordu. Başta Prusya olmak üzere dokuma sanayindeki payları çok büyüktü. Hayvancılık yapılan bölgelerde yün toplayan yüzlerce acenteleri vardı. İpek ve kadife sanayine girmekten de geri kalmadılar. Prusya’nın ileri ülkelere yetişmesinde büyük rol oynadılar.

Elbette uluslararası ticaret bankacılıkla at başı beraber gidecekti. Hollanda ve İngiltere’de sayıları artan banka levhalarında “Caceres”, “Carvajal”, “Conegliano”, “Henriques” gibi Sefardik (İspanyol yahudisi) aile isimleri çok görülüyordu. Ve bu bankalar kısa zamanda Orta Avrupa’ya da yayıldı. Bugün hâlâ büyük finans kurumlarında CEO’luk ve danışmanlık yapanlar arasında bu isimlere çok rastlarız. 1823’de Bavaria hükûmeti kamu borçlanmasının % 21’den fazlasını Yahudilerden yapmıştı.

Fakat getto’da kalan Yahudi’nin yaşamında değişen bir olmadığı gibi Modern Avrupa’da Yahudi’nin değişmekte olan statüsü ile birlikte tersine işleyen bir süreç de yaşanıyordu. Yahudi’nin ekonominin işleme ve gelişmesinde olduğu kadar oluşturulan sermaye birikimine şekil ve tutarlılık verilmesinde çok büyük payı olmuştu. Buna mukabil “kapitalizm” de Yahudi’nin kaderine şekil verecekti. Alman “iktisat tarihçisi” Werner Sonbart”, 1911’de yayınlanan “Die Juden und das Wirtschaftleben-Yahudiler ve Ekonomik Yaşam” isimli eserinde, Yahudiliği: “Din ile iş yaşamı arasında çok sıkı bir ilişki; günah’a verilen aritmetik kavram ve değer; hepsinin üstünde yaşamın akılcı kullanımı” diye tanımlıyor; Irken göçebelik içgüdülerine sahip olduklarından, Hrıstiyanlara karşı hasmane ve fırsat düşkünü tavırlarından yakınıyordu. Bu ırkî ve dinî özelliklerin İsrael’i Avrupa’nın üzerinde güneş gibi yükselttikleri sonucuna varmıştı. Bu nihaî yargı cümlesi Yahudileri övme formunda ise de, gayrı samimî ve ironik olduğu açıkdı. Aslında, cemaat’e yararlı olanın “günah” hesabına alınmadığına işaretle, Tevrat ve Talmud çerçevesinde ibadetin cemaat dayanışmasını ve güçlenmesini sağlayan amatörce bir uğraş olmaktan öteye gitmediğini vurguluyordu. Zor durumda kalanların yaşam mücadelesi içgüdüsü dostluk-düşmanlık terazisine vurularak değerlendiriliyordu. İmparatorluk Almanya’sında zaten egemen olan önyargılara tercüman olan bu duygular iyice derinleşerek II. Dünya Savaşının temerküz kamplarındaki facialara geçit verecektir.

*Elektör: Kutsal Roma İmparatorunu seçen kurulun üyesi prens ya da hükümdar.
 

Yayın Tarihi : 24 Mart 2009 Salı 12:13:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?