19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (72)

AVRUPADA TOPLUMSAL ÇALKANTILAR SÜRECİNDE DİNÎ HOŞGÖRÜ:

Viyana Kongresi (muhtemelen Jean-Baptiste Isabey tarafından 1819’da yapılmış)

1815 Viyana Kongresi ile Napoleon’un askerî egemenliği çökertilmiş; monarşiler kendilerini yeniden güçlenmiş gibi hissetmişler; Çar I.Alexander’ın teklif ettiği “Kutsal İttifak”ın getireceği yeni Hrıstiyanlık bağı ve dayanışması içersinde bir tür yeni “Kutsal-Roma Germen İmparatorluğu” ruhu geri dönecek sevdasına kapılmışlar; hattâ, Rus çarları I.Alexander ve halefi I.Nikolay dinî azınlıklara yeniden kan kusturmaya başlamışlardı. Ama, entellektüel temelli Fransız devriminin insanlık idealleri bir kez Avrupa’yı sardıktan sonra oynayan sosyal dengeleri, monarkların kendi iradeleri yönünde yerine oturtmak olası değildi. Zaten, Batı Avrpa azınlıklar konusuna 1815 yılından sonra da teenni ile yaklaştı. Viyana Konferansı hazırlıkları sırasında, Berlin, Frankfurt ve Viyana’daki evleri Metternich, Humboldt, Hardenberg gibi devlet adamlarınca sürekli ziyaret edilen, Rothschildler, von Herz’ler, Itzig’ler, von Arnsteinlar gibi zengin Yahudi banker aileleri de nüfuzlarını kullanıp Yahudi haklarını elden kaçırmamak azminde idiler. Napoleon’un yönetim reformlarına ve Yahudi isteklerine sempati ile bakan Hardenberg ile diplomatlığı yanında bir dil bilimci olan Humboldt hazırlıkları yapılan Alman Konfederasyonu Anayasasına Yahudi haklarını ithal etmenin yolunu arıyorlardı. Keza Viyana Andlaşması taslağının XVI. maddesinde: “Devletlerde Yahudilere tüm sivil hakların tanınacağı” şeklinde bir düzenleme yapılmıştı. Hanseatik (aralarında ticaret birliği bulunan) Alman devletlerinden birinin delegesi kurnazca “devletlerde” yerine “devletlerce” kelimesinin kullanarak hükmün içerdiği anlamı tahrif etti; sivil hak tanımayı üye devletin kendi iradesine bırakmış oldu. Ve Napolyon yasalarının izlerini yok etmeye kararlı hiçbir Alman devleti, Fransız süngüleri ile kazanılmış Yahudi haklarını, bu zayıf hükmün boşluğundan yararlanarak iadeye yanaşmadı. Gerçi devlet politikası bakımından Prusya bu akımın dışında kalmıştır ama, orası da dahil Alman devletlerinde, daha önce değindiğimiz gibi tarihî romantizmden kaynaklanan Alman ulusalcılığına kendilerini kaptırmış olan ve aralarında ünlü filozoflar olan bazı entelektüeller de Yahudi karşıtlığına katılıyordu. Berlin Üniversitesinden Friedrich Rühs, Heidelberg Üniversitesinden Wilhelm Ries, Yahudi azınlığını ”devlet içinde devlet olmanın yarattığı tehdit olarak görüyorlardı. Würzburg, Bamberg, Karlsruhe, Heidelberg, Mannheim, Frankfurt ve Hamburg sokaklarında kalabalıklar Yahudilere saldırıp dövüyorlar; evlerinin camlarını kırıyor; dükkânlarını yağma ediyorlardı. Bavarya, Saksonya ve Saxe-Weimar’ın Hanseatik kentlerinde Yahudiler yeniden gettolara tıkılmıştı. Prusya dahil, hemen tüm Alman devletlerinde Yahudilerin ticarî meslek birliklerine girmeleri yasaklanmıştı.

Adı verilmeyen bir sanatçının fırçasından Feld Marschall Josef Graf Radetzky von Radetz

Habsburg İmparatorluğu egemenliğindeki ve 325.000 yahudinin yaşadığı Avusturya, Macaristan ve Galiçya topraklarında ise, karanlık düşünceli Katolik üst tabakalarının katı tutuculuğundan beslenen Hrıstiyan egemen düzenine, Yahudi taleplerini haklı bulan Metternich de müdahale edemedi; Satüko’ya boyun eğdi. Bohemia ve Moravia’da Yahudiler hâlâ kırsal alanlara yanaştırılmıyor; Prag Yahudileri kentin en murdar köşelerinde ikamete mecbur tutuluyorlardı. Viyana’da, ancak, birkaç yüz Yahudiye ikamet izni verilmişti. XIX. asrın ikinci yarısına kadar, gece yarıları Yahudilerin yataklarından kaldırılıp ya da seyir halindeki omnibüslerden* indirilerek veya sinagoglara baskınlar yapılarak aranmaları ve ikamet izni göstermeleri istenmesi seyrek görülen olaylardan değildi. Ama, genel görünüm, tüm koşulları ile pek eski düzene dönülmeyeceği izlenimini veriyordu. 1815’e kadar ciddî bir zihniyet değişikliği yaygınlaşmıştı. Napoleon’a karşı etkili savunmalar yapmış ve Johann Strauss’un ünlü “Radetzky Marşı” ile adı ölümsüzleşen katı muhafazakâr Feld Marschall Kont Josef Radetzky bile: “zihnî yeteneği ve zenginliği ile önemli bir etki yaratan bu sınıfın kazanılması gerekir” diyordu. Viyana Kongresinde Yahudi taleplerinin kabûlü girişimi acı bir fiasko ile sonuçlandı ise de, ilk kez uluslararası bir konferansta Yahudi kurtuluş sorununun görüşülmesi ileriye yönelik bir umut verdi.

Napoleon’un maceralarının en fazla zararını görmesine karşın, Bourbon hanedanının tombul çocuğu XVIII. Louis ile yeniden krallık olarak “Restorasyon” (onarım, toparlanma) denen yeni bir döneme giren Fransa ise Avrupa monarşilerinin en az muhafazakârı oldu. Ülkeye bir kez “eşitlik” anlayışı girmişti. Bu ilkeden dönüp otokrasi tesisi yeni belâlar açabilirdi. Bu bakımdan devrimin ekonomik ve yasal kazanımları meyanında Yahudilerin de yasa karşısında eşitlik statüsü korundu. Kral makûl ve ılımlı bir anayasal monarşi getirildiğini duyuran bir ferman imzalamaya ikna edildi. Yahudilerin kurtuluşu Napoleon’un bahşettiklerinden de ileri gitti. Örneğin 1808’de çıkarılmış ve ahlâkî nedenler bahanesi ile Yahudilerin ekonomik etkinliklerine keyfî kısıtlamalar getiren “Kötü Ün Kararnamesi”nin işlerlik süresinin bittiği 1818’de yenilenmesine gerek görülmedi. Mahkemelerde, Yahudiler için zorunlu kılınan onur kırıcı farklı yemin merasimi Restorasyonun daha ilk yıllarında kullanımdan kaldırıldı. Fakat Fransa dışındaki gerici eğilim, bu arada İspanyadaki özgürlük hareketini bastırmak için Avrupa devletleri arasında elbirliği çağırısı ülkede “Ultralar” denilen aşırı sağcıları güçlendirmiş; Louis’nin 1824’deki ölümü ile boşalan tahta geçen X. Charles sırtını Ultralara yaslayarak soyluların Devrim sırasındaki mülk kayıplarını tazmin gibi Devlet çıkarı aleyhine ve liberalizm’in umudunu söndüren eyleme geçince özgürlükçüler Kralın kuzeni Orléans Dükü Louis-Phlipe’i destekleyerek 1830’da Bourbon Hanedanını devirdiler. İktidara geçen Orlean rejimi azınlıklar için daha geniş özgürlük ve haklar öngörüyor; “Consistoire-cemaat yönetimi” yeniden yaşama geçiriliyor; hahamlar ve bir kısım cemaat halkından oluşturulan consistoire komiteleri Fransız Yahudilerinin dinî etkinliklerini doğrudan denetime alıyorlardı. Ancak, İş hayatındaki Yahudilerin aldıkları eleştiriler ve haklarındaki bir türlü sökülüp atılamayan önyargılar onların yurtseverlik ve askerî hizmete katılma heveslerinin kırılmasına yol açmıştı. Mamafih, geçen yıllar onlara daha geniş olanaklar açacak, iş hayatındaki yasal himayeler, orduda kazanılan rütbelerle, Yahudilerin Fransa’da böylesine kolaylıkla ve barışçıl yoldan itibar edinmeleri, küçük Hollanda Krallığı dışında, Avrupa’nın hiçbir yerinde görülmeyecekti.

Moritz Daniel Oppenheim’ın fırçasından Heinrich Heine

1834’de, orta tabakadan, daha çok seyyar bankerlik yapan Benoît Fould, St. Quentin bölgesinden Temsilciler Meclisine seçilince, o sıralar Fransa’da sığınmacı olarak bulunan ozan Heinrich Heine: “Kurtuluş tamamlandı; artık kimse Yahudi zeka ve yeteneğinin Hrıstiyandan geri olduğunu söyleyemeyecek” diye bağırmıştı.

Gelelim, VI. yüzyılda Lombard istilasından beri toplumsal birliğin kurulamadığı, darmadağın bir görünüm veren İtalya’ya… Bu ülkede, Fransız devrimi başından 1815’e kadar nüfusu 35.000 dolayında olarak aşağı yukarı sabitlenmiş Yahudiler, hemen hemen eşit paylarla Piemont, Lombardi-Venetia, Toskana ve Papalık devletlerine bölünmüştü. Avusturya ve etkisindeki kuzey İtalya eyaletlerinde Yahudilerin kazanımlarının tümüyle ellerinden çıkması pek söz konusu değildi ama, örneğin Lombardi-Venetia Naibi, Yahudileri kamu hizmetine kabûl etmiyor, onlara mülk edinme, meslek sahibi olma hakları tanımıyordu. Ama bunlar dayanılamayacak yoksunluklar değildi. Yahudiler gene geçinip gidiyorlardu. Gene çağdaş Avrupalı sayılan Toskana’da da, istisnaî ağır vergi mükellefiyetine tâbi olmak, getto ikameti gibi insanlık dışı statünün geri dönmesi artık söz konusu değildi.

Ama, bunlar İtalya’nın görece olarak dar bir alanında idi. Yeniden çok sert bir Cizvit dinî denetim düzeni altına girmiş olan Sardinya-Piemonte’de Yahudiler Devrim öncesi kan kustukları döneme dönmüşlerdi. Tekrar gettolara tıkılıyorlar; eğitimden ve meslek sahibi olmaktan yoksun kalıyorlardı. Papalık devletlerinde, uzun bir sürgünden dönen IV. Pius’un onur kırıcı ve yıkıcı eski Yahudi vergilerini geriye getirmesi, Yahudileri sürüler halinde gettolara doldurması, onlardan ortaçağlarda kimliklerinin tanınması için kullanılan armaları tekrar takmalarını ve Hrıstiyanlığa dönme propagandalarının yapıldığı aylık vaazlara devam etmelerini istemesi ile tarihî trajedi yeniden sahneye konuyordu. 1823’de halefi olan Papa XII.Leo ona taş çıkarttı. Zorla yaptırılan vaftiz törenleri düzenledi. Yahudi çocuklarının kaçırılması ile ilgili şikâyetlere kulaklarını tıkadı. Yahudiler, büyük gruplar halinde Fransa’ya göçmeye başlamışlardı.

*Omnibüs: O dönemin, atla çekilen kapalı genel taşıt aracı.

 

 

Yayın Tarihi : 12 Mayıs 2009 Salı 15:05:04


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?