17
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (77)

SÜNNÎ-ALEVÎ NEFRETİNİN KIŞKIRTILMASI, DİN BAĞLANTILI CELALÎ İSYANLARI:

Osmanlı İmparatorluğunda, XVI. ve XVII. asırlarda ekonomik ve toplumsal nedenlerden kaynaklanan ayaklanmaların tümüne “Celalî İsyanları” adı verilmiştir. Bu ismin kaynağı, ilk kez, Sultan I. Selim (Yavuz) döneminde 1519’da mehdîlik iddiası ile devlete karşı ayaklanan Bozoklu Celâl adındaki Türkmen dervişidir. Celâl’in tayfaları, yandaşları “Celâlî” sıfatı aldıkları gibi, sonradan başka sebeplerle ortaya çıkan eşkıyaya da aynı sıfat verilmiştir. Biz, gene temelde ekonomik güdülere dayanmakla birlikte din motifli “Celâlî ayaklanmaları üzerinde duralım; önce Derviş Celâl ve Yavuz Selim öncesi mezhep ayrımcılığı tahrikleri ile konuya girelim.

ŞAH İSMAİL’İN TAHRİKLERİ:

Bilinmeyen bir sanatçının elinden Şah İsmail

Batıda Avrupalıların yeni coğrafî keşifler yapması sonucu Anadolu’nun Doğuya geçit yolu olarak değerinin çok azalması ve fetih ganimeti kazancının da yetersiz kalmaya başladığı dönemde, “reaya” denilen çiftçiler üzerinde “avarız-ı divaniye” denilen arızî (ekstra) vergilerin alınmasının ağır yoksulluklara sebebiyet vermesi temelde bir ekonomik hoşnutsuzluk yaratmış; halk kendisine kucak açar gibi görünen siyasal ve dinî fesat odaklarının etkisinde kalmıştı. Halen Alevî yurttaşlarımızın, gerçekten fevrî ve delişmen tabiatlı olup kitleler halinde Alevî öldürten Yavuz Sultan Selim’e hayır dua etmemeleri, onun sapıklığını iddia etmeleri, Anadolu’da asırlardan beri süren Alevî-Sünnî münaferetinin asıl sorumlusunun, en az onun kadar iktidar hırsı taşıyan zalim Şah İsmail olduğu gerçeğini perdelemektedir. Alevî tenkili, Batıdaki sistematik “enkizisyon mezalimi” gibi sebepsiz bir imha değil, Şah İsmail’in kışkırttığı ve Anadolu’da huzur bırakmayan isyanların bastırılmasında, o zamanın anlayışına göre zorunlu bir devlet faaliyetidir. Bundan dolayı, bu bahiste konumuz dışına çıkar gibi görünsek de, zamanın siyasal ortamına yoğunlaşmayı zorunlu görüyoruz.

Babası Erdebilli Şeyh Safiyuddin Haydar tarafından Kürt, annesi Akkoyunlu Uzun Hasanın kızı Alemşah Begüm tarafından Türk asıllı olan Şah İsmail, babasının, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar ve ona yardımcı olan Akkoyunlu hükümdarı Yakuba karşı 1488’de savaşırken, ölmesi üzerine kardeşleri ile birlikte dayısı Yakup Bey tarafından kurtarılmış, Şiraza gönderilmiş; Şiraz Valisi tarafından göz altına alınmıştı. 1497’de, durumun elverişli olmasından yararlanarak dedesi Uzun Hasan’a ait Devlete egemen olma hedefi ile önce Erdebil’i ele geçirdi. Sonra sırası ile babasının katili Ferruh Yesarı ve Akkoyunlu hükümdarı Levend Beyi yendi; Tebriz’de taç giydi; Safevî Devletinin kurucusu olarak “Şah” unvanını aldı. Ardından, Şiraz, Kâzerûn, Firuzkûh, Yezd, Isfahan, Kazvin, Ahlat, Bitlis, Elbistan, Bağdat fetihleri gelecek, girdiği kentlerde tüm Sünnî bilginleri ve binlerce sünnî Türkmeni katledecektir. Bir zamanlar Altınoluk’daki yazlık komşum olan rahmetli tarih profesörü Faruk Sümer “Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü” isimli eserinde, Şah İsmail’in Tebrize girişinde Sünnî din adamlarına, kadın, çocuk demeden kent halkına kıydığını; Tebriz’i almasının, 20.000 insanın yaşamına mal olduğunu belirtiyor. İsmail’in kıydığı Sünnî halkın toplamı, 7.000’i Türkmen, 50.000’e varmaktadır. Mezhep ayrılığını bir iktidar aracı olarak kullanmıştır. Hattâ, sünnî inanç mensubu iken İran ve Anadolu Doğusundaki Şiî inancındaki kitleleri kendi yanında motive etmek için Şiî’liğe döndüğü de söylenir.

Şah olarak siyasal etki kazanıp adını duyurunca, Anadolu’daki Alevîlere daî ve halifeler göndererek şiî propagandası yapması sonucu Şiî faaliyetleri artmış; otoriteye gelmeyen, kendilerine yakın bir “baba” arayan Alevî Türkmenler, aradıkları “mehdî”yi* Şah İsmail’de bulmuşlardı. İsmail’in Anadolu’ya gönderdiği temsilcisi Nur Ali Halife, kendisine katılan Türkmen süvarileri ile Tokat’a girmiş, onun adına hutbe okutmuş. Böylece, şiîlik Anadolu’nun bağrına sızıp etkisini iyice güçlendirmişti. Ayrıca, Teke Elinden (bugünkü Antalya) olup, bir ara İran’a İsmail’in babası Haydar’ın hizmetine girmiş Karabıyıkoğlu Tekeli Baba denilen ve Şah İsmail’e bağlılığı dolayısıyla kendine “Şahkulu” unvanı veren bir meczup da Teke’ye döndüğünde Yalımlı köyü yakınlarında bir mağarayı merkez edinip sert bir şiî propagandasına başlayarak Osmanlı Devletinin selâmetini tehlikeye düşürmüştü. Rumeli’deki savaşlar yanında, kardeşi Cem Sultan ve oğlu Korkud Çelebinin çıkardığı gailelerden de yıpranmış olan II.Bayezit, Osmanlı yazarlarının “Şeytankulu” dedikleri bu meczubu oyalamak için ona yılda 6-7000 akçe maaş verip gönlünü hoş etmeye çalışıyordu. Öte yandan Özbeklerin sünnî Hanı Muhammed Şeybanî de İsmail’in faaliyetlerinden tedirgindi. İsmail’i “sünnîliğe” davet etmiş; sonuç alamayınca 1509’da Horasan’a girmişti. Horasanda yapılan savaşta Şeybanî Han dağılan ordusu yanında canını da kaybedecektir.

1688 civarında Mu’in Musavvir’in minyatüründe, Şah İsmail’in Şeybanî Han’a karşı kazandığı zaferin resmi

Şahkulu Baba Tekeli ise, tımarlı sipahilerin huzursuzluklarından yararlanarak çok yandaş toplamış; eşkıyalığa başlamıştı. Memleketi talan edip duruyordu. O sıralarda Antalya’da bulunan Şehzade Korkut, babası Bayezit’in saltanatı, yaşı kendisinden küçük Şehzade Ahmet’e devretmeye hazırlandığı haberini almış, önlem için yola çıkmıştı. Saruhan Eyaletinde egemenlik kurduktan sonra Elmalı yakınlarından geçerken Şeytankulu’nun haydutları ile karşılaştı; tüm eşyası yağmaya uğradı. Bu yağmadan sonra Şeytankulu Kızılkaya, İstanos, Elmalı, Burdur, Keçiborlu kasabalarını basarak kadılarını ve direnenleri öldürdü. Olayı öğrenen Bayezit haydutların üzerine Anadolu Beylerbeyini gönderdi. Fakat 1511 Şubat sonlarında anî bir baskına uğrayan Beylerbeyi hem ordusundan hem kendi canından oldu. O arada, Şehzade Selim’in iktidar darbesi ile de karşılaşan Sultan Bayezit, bu darbeyi geçici olarak atlatmış; Şehzade Korkud’dan aldığı ve Bursa’dan çıkan düşmanın 7-8.000 erlik ordusunu dağıttığını; Beylerbeyinin hazinesini ele geçirdiğini, kırk katarlık deve yükü ile ganimet alıp götürdüğünü bildiren mektubu üzerine bu kez Sadr-ı Âzâm Hadım Ali Paşa’yı isyancıların üzerine göndermişti. Sadr-ı Âzâm, Kızılkaya boğazlarına çekilen Şeytankulu takımını, Karaman naibi Haydar Bey, Kayseri Beyi ve Şehzade Ahmet desteği ile sardı. Otuz sekiz günlük muhasaradan sonra, Şeytankulu, Haydar Bey’in bulunduğu yöndeki kayalardan yol açarak onun kuvvetlerini dağıtıp Sıvas’a doğru kaçtı. Kaçan Şeytankulu’nun peşine düşüp, onu Sıvas yakınlarında kıstırıp öldürülmesini sağlayan Vezir-i Âzâm Hadım Ali Paşanın kendisi de yaşamını kaybetti. İki ordu da dağıldı. İşte, Şah İsmail Anadolu’nun başına böylesi azametli bir dert; ve seyyiesini asırlarca, güya himayesine soyunduğu Alevî halka çektireceği bir düşmanlık yaratmıştır. Avusturyalı tarihçi Hammer’in de hikâyesini dramatik ifadelerle naklettiği, Hadım Ali Paşa cömertçe ödüllendirdiği bilginlerin ve sanatçıların patronu, Koron ve Modon fâtihi, bir çok hayratın yapımcısı olup cenk meydanında şehit düşen ilk Osmanlı sadr-ı azamı’dır. Şair Mesihî’nin “Ali Paşa Mersiyesi” ile anısı gelecek kuşaklara aktarılmıştır. Ne yazık ki, hikmeti hiç anlaşılamaz bir dinî ihtilâfın ve bir kardeş silâhının kurbanı olmuştur.

Teke isyancıları yönetimsiz kalınca Şah İsmail’e sığınırız diye Doğuya kaçmaya başladılar. Yolda bir İran kervanını soydular. İçlerinde İran’ın büyük bilginlerinden Şeyh İbrahim Şebüstrî’nin de bulunduğu bir çok cana kıydılar. İran Sarayına varıldığında riyakâr Şah, onları ziyafete davet etti. Yiyecek kazanı süsü verdiği iki kazanda su kaynattırdı. Şahkulu’nun ölümünden sonra, biri “sultan”, öteki “vezir” sıfatı almış iki şefi, hem kervanlara yaptıkları saldırıları ve işledikleri cinayetleri hem kendi Sultanlarına karşı ihanetlerini yüzlerine vurarak itham etti. Yalvarmalarına bakmadan onları kazanlara attırdı. Tayfalarını da İran Ordusuna bağladı. Vahşice yaptığı bu cezalandırma, salt adalet ve düzeni koruma duygusu ile değil, öfkesini körüklediği Osmanlı Sarayını yumuşatma saik’i de taşıyordu. Nitekim Teke isyancılarını cezalandırdığını haber vermek üzere Bayezit’e elçi de göndermiş; fakat güç gösterisi kaprisini de engelleyemeyerek kendisi ile savaşırken ölen Muhammed Şeybanî Han’ın kurutulmuş başını da gûya armağan olarak yollamıştır. Han’ın kafa kemiğini kendisi kadeh olarak kullanmakta idi.

Yumuşak kâlpli ve zayıf tutumlu II. Bayezit bu yüzden oğlu Selim tarafından tahttan indirilecektir. Bayezid’in kardeşi Cem ile diğer oğulları Korkud ve Mehmed’i zehirlettiği iddiaları sağlam kanıtlara dayanmamakta; rakik kâlbi ve müşfik tavrı tersini düşündürmektedir. Çok sevdiği oğlu Alemşah’ın Yavuz Selim tarafından boğdurulduğunu öğrenince kavuğunu yere fırlatmış; onun odasındaki halıları ters çevirtmiş; üç gün boyu her türlü muzikayı yasaklatmış; fakirlere 7.000 akçe dağıtmıştı. Cimriliği söylentisine neden olan mütevazı yaşamına karşın verdiği sadakaların tutarı 8 milyon 600 bin akçedir. Osmanlıda yönetim sisteme değil yönetenin doğasına bağlı idi. Selim ise saltanatının ilk yılını (1512), Fatih Kanunnamesine uyarak kardeşlerini ve yeğenlerini tasfiye ile geçirdi. Şah İsmail’in haddini bildirmiş; ancak, Anadolu’da ulemanın verdiği fetvaya dayanarak 40.000 dolayında şiî katli, Anadolu Alevîlerinin İslam’a ters bir inanç içinde olduklarını; masum bir ritüel olan “mum söndü” törenlerinde ensest faaliyetler icra edildiği iddiasının yayılmasına sebebiyet vermesi ile aşırılıklar göstermiştir. Şah İsmail yandaşlarının Anadolu’da giydikleri kırmızı börklerinden kinaye “Kızılbaşlık” “ensestlik” anlamında kullanılır olmuştur.

*Mehdî: Doğru yolu bulmuş olup, başkalarına da rehberlik eden.
 

Yayın Tarihi : 6 Haziran 2009 Cumartesi 16:37:20


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?