MEZHEP BAĞLANTILI CELALÎ İSYANLARI:
Hammer, Selim’in Çaldıran zaferinden dört yıl sonra Suriye’de İbn Haneş adında bir fanatik Arap şeyhinin çıkardığı fesat’ın, o dönemin ilk isyan hareketi olduğuna işaret eder. Baalbek yakınlarında İskender Paşa, Kasım Paşa ve Suriye valisi Canberdi Gazalî komutasındaki birleşik güçler tarafından bastırılmış; kesilen başı Edirne’ye gönderilmişti. Bundan bir yıl sonra (1519’da) Bozok sancağında yapılan arazi tahririnde rüşvetçi memurların yaptıkları haksızlığı bahane gösteren Bozoklu Derviş Celâl adlı bir Türkmen isyan çıkardı. Bu adam, yandaşları ile birlikte Turhal’da bir mağarada barınır; orada kimine göre Hz. İsa’nın, kimine göre Mehdînin geleceğini beklermiş. Bu dervişi takip edenlerden Hüsrev Paşanın arzında (raporunda) asiler “Celalî sofîleri” namı ile adlandırılmıştır. Şadî Paşa onları “Celalî taifesi”, haklarında hüküm veren Zile kadısı ise ilâmında sadece “Celalî” diye anar. O sıralarda Sadrazam, İranlılara karşı Fırat kıyılarında teyakkuz durumunda olduğu için Padişah Selim Rumeli Beylerbeyi Ferhat Paşayı Celâl’i tenkil ile görevlendirdi. Fakat, babası Şehsüvar Beyin Memlûklar tarafından idam edilmesi üzerine Osmanlılara sığınıp Çaldıranda (sonradan Rıdaniye savaşında, Kemah Kalesinin fethinde) yaralıklar gösteren Dulkadir Beyi Şehsüvaroğlu Ali, atik davranarak Ferhat Paşanın düşmanlığını kazanma pahasına, ayaklananları Sıvas sınırına kadar kovalayıp, ezdi. Ferhat Paşa, Kayseri ve Bozok sancaklarını ödül olarak alan Şehsüvaroğlu’nun başına buyruk davranmaya başlayıp gözden düşmesinden yararlanarak infazını yapma fırsatını yakalayacaktır.
![]() |
I. Süleyman Mohaç seferine çıkarken (Topkapı Müzesi) |
Bu ayaklanmadan beş yıl sonra (1524) vefat eden Şah İsmail yerine geçen oğlu I. Tahmasb, savaş halinde olmamakla birlikte henüz barış andlaşmasının imzalanmadığı Osmanlı Devleti tahtındaki Kanunî Süleyman’dan cülûs tebriknamesi yerine ağır tehditkâr mektuplar gönderilmesinin öfkesi ile, nüfuz edebildiği Osmanlı topraklarında Safevîlerin geleneksel şiî tahrikâtını hızlandırmıştı.
Kanunî Budin’e Macaristan’a fütuhata çıktığında Anadolu’nun bir çok yerinde çoğu ekonomik kaynaklı isyanlar patladı. Bunlardan biri doğrudan dinî görüntüdedir. Yine Bozok sancağında, “Süklün Koca” ( ya da “Söklen”) adındaki Türkmen aşiretinin şefi Musa büyük bir ayaklanma çıkarmıştır. İsyanın bahanesi Musa’nın tarlasına Muslihiddin adındaki kadı tarafından 200 akçe fazla vergi tarh edilmesi ve şikâyetine karşı Hersekzâde Ahmet paşa oğlu Sancak beyi Mustafa’nın emri ile sakalının traş edilmesi gibi ağır hakarete maruz kalışı imiş. Fakat, Musa’ya bağlı Türkmen aşiretlerini asıl isyana teşvik eden Şeyh Veli Baba adında bir Türkmen şeyhi ile Dülkadirli hanedanından Safevî ajanı Zünnun’dur. İsyanın ilk kurbanları kadı ile kâtibi ve sancak beyi olmuş. Tam Macaristan’da Mohaç zaferinin kazanıldığı gün (29.Ağustos.1526) isyancılar da Kayseri dolaylarında Karaman Beylerbeyi İskender Paşa-zâde Hurrem Paşanın askerlerini dağıttılar; Paşa da hayatını kaybetti. Seferden dönerken, Tuna’yı geçişi sırasında, birkaç ulaktan Kilikya Türkmenleri arasında etrafa hızla yayılan bir isyan çıktığı haberini alan Padişah, asayişin sağlanması için Anadolu Beylerbeyi görevlendirildi. Fakat Tokat taraflarında Artıkabad ve Kazabad ovalarında yığınak yapan asiler, Dulkadir, Maraş, Malatya beylerini toplayarak karşı yığınak yapan Eyalet-i Rum Beylerbeyi Hüseyin Paşanın gönderdiği tüm öncü güçleri püskürtüyorlardı. Yiğit Beylerbeyi, Diyarbakır ve Şam illerinden gelecek destek birliklerin beklenmesi öğüdünü dinlemeden Höyüklü yakınındaki Türkmenlerin üzerine saldırdı; onların kaçmasını ve şeflerinden Zünnun’un ölmesini sağladı. Fakat toplanan Türkmenler, ordugâha bir gece baskını yapmışlar. Osmanlı birliğinin Sıvasa kaçmasına, Paşanın, sonradan ölümü ile sonuçlanacak şekilde ağır yaralanmasına sebep olmuşlardır. Ayaklanma, ancak, Diyarbakır ve Şam askerlerinden toplanan büyük bir ordu tarafından bastırılabilmişidir.
1527’de, Adana taraflarında çıkan isyanı İçel Beyi Pirî Bey bastırır. Ardından Karaman’da Hacı Bektaş Velî torunlarından ve Bektaşî Zâviyesi postnişin’i Kalender Çelebi isyan eder. Kendine biat ettirdiği birkaç bin derviş, abdal, kalender ile (bunların hepsi yollara düşmüş sufî rindlerin değişik sıfatlarıdır) işsiz güçsüz, ayak takımı toplam 30.000 kadar erden oluşan güruh Devlet kuvvetlerini bazen yenmiş, bazen yenilmiştir. Rumeli Beylerbeyi Yakub Paşayı mat etmiş ama Hüsrev Paşa karşısında tutunamamış; öfkesini Anadolu Beylerbeyi Behram Paşadan alarak onu Tokat’a çekilmeye zorlamıştır. Behram Paşa, kendisine katılan Karaman ve Haleb Beylebeyleri eşliğinde Kalender’e karşı Sıvas kenti önünde çok yıpratıcı bir mücadeleye girişti. Karaman Beylerbeyi, Alâiye (Alanya), Amasya, Birecik beyleri, Karaman ve Anadolu timar defterdarları öldüler. Kanunî’nin ünlü sadrazam’i (Pargalı devşirme) İbrahim Paşa bu acı yenilginin haberini Dulga’dır ilinde aldı. İstanbul’dan getirdiği üçbin yeniçeri ve ikibin sipahi ile hızla Elbistan’a yürüdü. Önce, halkın derdini anlamaya ve siyasî tedbirler uygulamaya çalıştı. Halka eza eden yerel amirleri cezalandırıp, haksız zapt edilen timarları sahiplerine geri vererek adalet sağladı. Yanındaki savaşçılarının morallerinin bozulmaması için onları, Kalendere yenilen birliklerden arta kalan askerlerle temas ettirmedi ve kendi erlerine de yenildikleri takdirde, sağ kalanların geriye gelmemelerini tembih etti. Tersine hareket edenlerin idamı emrini dahi vermiştir. Daha sonra casusları aracılığı ile içlerine sızdığı Türkmenlere iltifat ederek Türkmen aşiretlerini güvenini ve ittifakını sağlamaya çalışmış ve gerçekten çok büyük sayıda Türkmeni Osmanlı yanına çekerek âsilerin gücünü düşürmüş; isyanı berteraf etmiş; 21.Haziran.1527’de Yayladağında bulunan Kalender’in İran’a kaçmasına meydan bırakmadan yakalatıp başının kestirtmişti. Beceriksizliklerine çok kızdığı Anadolu beylerbeyi ile diğer beyleri idam etmek niyetinde iken, İçel Beyi Pîrî Paşa-zâde Mehmet Beyin, “deneyimli yaşlılarla danışma” geleneğinin tekrar ihyası gerektiği yolundaki bilgece müdahalesi ile bundan vazgeçmiştir. Padişaha intikâl ettirilen Bu olaydan sonra, Topkapı‘da Kubbealtı Heyet-i Vüzerâ divanında yapılan görüşmelerin, Padişah tarafından yüzünü göstermeden izlenebilmesi için, “Kasr-ı Adil” denilen kafesli pencere ayrılması tatbikatına gidildi.
![]() |
Sultanahmet’teki Damat İbrahim Paşa Sarayı |
Sadrazam’ın İstanbula dönüşünden bir süre sonra, ulemâdan Kabîz adında biri, Hz.İsa’nın Hz.Muhammed’den üstün olduğu iddiasını her yerde dile getirdiği suçlaması ile Divan’a getirildi. Rumeli Kazaskeri Fenarî-zâde Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaskeri Kadirî Çelebi zanlıyı dinlediler; onun söz ettiği konulara nüfuz edememişlerdi. Bugünün deyimi ile Fransız kaldıkları vahy-i ilâhî ve Tanrıya yakınlık hakkında bir hüküm verme iktidarında değildiler. Zanlının fırsatçı takımından olduğu belli idi ama, sağlam bir gerekçe ve delillere dayandırmadan verdikleri idam kararı gene Sadrazam İbrahim Paşanın tepkisini çekti; onları kınadı ve hükmü bozdu. Muhakemeyi kafesli pencereden izleyen Padişah Süleyman hışımla divana girmiş: “bu sapığın açık olan suçunun cezası neden verilmedi?” diye sormuştu. Yunanistan’ın Parga kasabasından devşirme olduğu için “Pargalı” ve “Frenk”, Saraya intisap ettiği için “damat”,ve Padişahın ona teveccühünden dolayı “makbûl”, sonunda gözden düşüp esrarlı bir biçimde öldürüldüğü için “maktûl” namları ile anılan Sadrazam, yargılayanların yetersiz bilgileri ürünü gerekçesiz kararının vicdana aykırı olduğun ileri sürdü. Sultan, zanlının bir kez de, İstanbul kadısı ve müftî tarafından yargılanmasını buyurdu. Ertesi gün, Kadı Saadettin ve ünlü bir bilgin olan Müftî Kemal Paşa-zâde zanlı ile uzun uzadıya mülâkat yaptılar; sapık fikirlerinden caydıramayınca, bu meczubu Padişah iradesi ile cellada teslim etmekten başka çareleri kalmadı.
Bundan sonra da, gerek payitaht İstanbul içinde gerekse ülke bütününde, bahis başında değindiğimiz gibi, temelde Devlet gelirlerinin azalması sonucu yönetim bozukluğu, görevlilerin halka kötü muameleleri nedenlerinden kaynaklanan, fakat yerine göre dinî kisve girdirilen ayaklanmalar sürmüş gitmiş. Bunların tenkili çerçevesinde, ne yazık ki, yönetim ciddiyetine yakışmayan yargısız infazlar yapılmış; birçok defa da Devlet acze düşmüştür. Bunlar arasında, Şubat.1528’de bir Müslüman evinin yağmalanıp, sakinlerinin öldürülmesine karşılık, ayak takımından şüpheli 800 Arnavut’un yargısız idamı; pek çok başarıları sonucu 1605 yılında Macaristan Serdarı olan ve sırf Anadolu’da hortlayan Celalî isyanlarını bastırmak görevi ile 1606’da sadrazamlığa getirilen, (Hırvat ya da Pomak asıllı devşirme ve Enderunlu) Murad Paşanın* öldürttüğü (50.-150.bin) Kürt asiyi kuyulara gömerek “Kuyucu” namını alması; zaman zaman başa çıkılamayan isyancılarla anlaşmaya oturulması, hattâ onlara sancakbeyliği, “Paşa” ünvanı ile beylerbeyliği mansıpları verilmesi; isyancı liderlerin geçici de olsa belli bölgelere egemen olmaları bu tür örneklerdendir.
Kendi koşulları içinde cereyan eden tarihî olayları yargılayamayız. Ancak, Cicero’nun “Tarih yaşamı öğreten hocadır” adajına uyarak ondan ders alırız. Tarih boyunca olduğu gibi yaşam süremiz içinde de tanık olduğumuz Maraş, Sıvas (Madımak Oteli), Gazi olayları gibi, büyük çoğunlukla Türkmen aslından Alevî yurttaşlarımızın kurban oldukları acı anılardan ders alarak ve bugünlerde gündeme gelmiş “Alevî Çalıştayı” etkinlikleri sırasında dile getirilen: “Alevî sorunlarında, onları camide ibadete zorlayan teolojik bir çözüm yolunu değil, kesinlikle din, vicdan ve inanç özgürlüklerini düzenleyen hukukun evrensel zeminini üzerindeki bir yol haritasını seçme” anlayışı ile, onların sıkıştırıldıkları dar alandan kurtulma feryatlarına kulak vermeliyiz.
*Kuyucu Murat Paşanın zûlmü değişik tarihçilerce farklı dile getirilmiştir. Ermeni rahip Grigor, öldürülen ceset tepelerini betimlemekle birlikte onun Devlet adamlığını ve dirayetini över. Türk tarihçisi Naima ise, babasının yoksulluktan hırsızlık yaptığını samimiyetle söyleyen masum bir çocuğu cellâtların ve yeniçerilerin ördürmeyi reddetmeleri üzerine, ihtiyar halinde kendi elleriyle muştalayıp boğarak kuyuya atacak kadar vicdan yoksunu olduğunu nakleder. İsmail Hakkı Danişmend’e göre ise, asilerin, Kuyucu, salt kendilerini ve yandaşlarını değil, onlara aş ve su vermiş komşularını bile kılıçtan geçiren bir zalimdi.