14
Haziran
2025
Cumartesi
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (88)

Abdülmecid Han

Viyana Kongresinin Avrupa’daki özgürlük, ulusalcılık ve anayasal düzen hareketlerini engelleyemediğini, 1830 ihtilâlları ile tüm ülkelerde bu akımın daha canlandığını; hattâ Kutsal İttifak devletlerinin özel olarak verdikleri destekle Osmanlıda daha da şiddet kazandığını gördük. Asıl amaçları nüfuz bölgelerini genişletmek olan büyük Avrupa devletlerinin müdahaleleri sadece Hrıstiyan tebaanın korunmasına yönelik değildi; Mısır gibi Müslüman halkın bulunduğu bölgelerdeki ihtilaf ve idarî düzenlemeleri de içeriyordu. Cezayir ile karşılıklı borç alacak ilişkilerinden çıkan anlaşmazlığı bahane eden Fransa bu diyarı 1830’da bir emr-i vaki ile işgâl edivermiş; asıl yüzünü göstermişti. Güçsüz Osmanlı bu olupbittiyi sineye çekmişti.

İlk kez, uluslararası diploması dili olan Fransızcayı mükemmel konuşan Padişahlar dönemini başlatan I.Abdülmecit 1839’da tahta çıktığında, Avrupa ülkelerinde elçilik görevlerindeki deneyimlerine dayanarak liberal bir düzenleme gereğini çok kez dile getirmiş Mustafa Reşit Paşanın, Londra’daki elçilik görevinden çağrılarak Başvekil yapılması üzerine, Osmanlı Devletinde, Hükümdarın tüm tebaasının “can güvenliği”, “ırz, namus ve mallarının korunması”, “vergi ve askerlik yükümlülükleri”nin yasal esaslara bağlanması, bu amaçların çıkarılacak kanunlarla güvence altına alınmasını öngören bir temel yasa metinini “Tanzimat Fermanı” adı altında hazırladığını ve Gülhane Meydanındaki köşkün etrafında ve bizzat halka okuyup ilân ettiğini hep biliriz. Gerçekden, farklı unsurlara yaklaşımı vicdan ve yönetim tekniği zemininde uygulayan Osmanlının bir hukuksal kavram olarak “insan hakları”nı tanımada attığı bu ilk adım Büyük devletleri tatmin etmemiş; Osmanlının da dahil olduğu İngiltere, Fransa, Sardunya’dan oluşan müttefik güçlerin Rusya’yı mağlup ettiği Kırım Savaşı sonunda yapılan 1856 Paris Antlaşmasının 7. Maddesi ile Osmanlı Devletinin Avrupa Devletleri ailesi üyesi olduğu kayda alınmakla birlikte, Osmanlıya pek çok ağır toplumsal ve politik yükümlülükler getirilmiş; Hrıstiyan tebaanın mülkiyet ve din haklarının düvel-i muazzama’nın güvencesi altında bulunduğu hükmü ile Devlet-i Âliye bir tür vesayet altına alınmıştı. Sultan “Islahat Fermanı” adında yeni bir düzenleme ilân etmişti.

Büyük devletlerin tahriklerinden kaynaklanan isyan hareketlerinin doğurduğu kırım ve kıyımlara göz atalım:

İstanbul’daki Bulgar Aya Stefan Kilisesi

Keşiş Paissij’in ve tarihçi Benelin’in etkisi ile Slavlık bilincine ulaştıklarına işaret ettiğimiz Bulgarlar 1849 yılında İstanbul’da “Aya Stefan Bulgar Kilisesi”nin inşasına izin verilmesine ve 1867’de başlayan isyanlara karşı Bulgarları yumuşatmak umudu ile, o sırada tahtta bulunan Sultan Abdülaziz’in izni ile Şubat.1870’de, Ortodoks Patrikhanesinden bağımsız “Bulgar Eksarhanesi”nin kurulmasına karşın Nisan.1876’da Panagüriste bölgesinde, tüm Orta Dağ havalisine yayılan bir isyan çıkarmışlardır. Bulgar ve aynı sıralarda çıkan Hersek isyanları, ilk kez Avrupa ülkeleri ziyaretleri yapmış padişah olan Abdülaziz’in zaafına atfedilerek içerde huzursuzluğa yol açmış; onun tahttan indirilmesi ve akabinde (intihar mı, tertipli bir cinayet eseri mi olduğu bilinmeyen) sonunu getirmiştir. Ne hazindir, Rusların Kafkasya’dan sürdüğü Çerkes, Abaza gibi Müslüman olup Osmanlının bu bölgeye yerleştirmek durumunda kaldığı halka saldıran Bulgarların ayaklanması Osmanlı yönetimi tarafından, başıbozuk milisler aracılığı ile şiddetle bastırıldı. Bu olay, eski İngiltere Başbakanı Gladstone’un başını çektiği (içlerinde Charles Darwin gibi bilim adamlarının, Garibaldi gibi aksiyoner siyasetçilerin bulunduğu) bir Avrupa entelektüel grubunca Osmanlı aleyhine yayınlanan tek yanlı yazılarla Avrupa’da şiddetli bir tepki uyandırdı. Oscar Wilde’ın “On the Massacre of the Christians in Bulgaria- Bulgaristan’daki Hrıstiyan Katliamı” isimli sonesi Bulgarlar lehine yaratılan kamuoyu oluşmasında en etkili sanat yapıtıdır. 23.Aralık.1876’da, Balkan Ortodokslarının durumu hakkında Haliç Tersanesindeki Bahriye Nezaretinde, İngiltere patronajında bir konferans düzenlendi. Zamanın Padişahı II. Abdülhamidin, “Tersane Konferansı” adı ile anılan toplantının yapıldığı gün bir jest olarak ilk Meşrutiyet rejimini ilân etmesine karşın agressif Rus delegelerinin haddini aşan istekleri karşısında toplantı dağılmış; sonuç Rusya’nın asıl emeli doğrultusunda Rus-Osmanlı savaşına varmıştır. Bulgarların da Rus ordusuna katıldıkları; ayrıca iç içe bulundukları Müslüman halka karşı terör uyguladıkları ve Osmanlının pek çok kaybına neden olan savaş, Rusların ilerleyerek yaklaştıkları İstanbul önlerinde Ayastefanos’da (Yeşilköy) yapılan ilk anlaşma ile sona erdi. Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi ile Temmuz.1878’de imzalanan Berlin Antlaşmasına göre Bulgaristan yerel halk tarafından seçilip Bab-ı Âli’nin onayından geçecek bir Hrıstiyan Prens yönetiminde, merkezi “Sofya”, özerk bir siyasal birim olacaktı. Fakat, Ruslar, tesbiti yapılmayan sınırların Osmanlı ile kendilerinin ikili olarak belirleneceği iddiasına dayanarak, yabancı güçlerden boşaltılması beklenen Bulgaristan’ı terketmediler. Olupbittiye getirerek Çarın 22 yaşındaki, deneyimsiz yeğeni Aleksandr’ı Prens kabûl ettirdiler. Sırbistan ve Bosna-Hersek üstündeki Avusturya nüfuzuna karşılık Rusya Bulgaristan’ı peyk haline getirdi. Buna karşılık, güney bölümünde Filibe merkezli özerk “Şarkî Rumeli Vilayeti” ihdas edilmiş; başına vali olarak, İstanbul doğumlu Osmanlı Devlet adamı Bulgar Aleko Paşa getirilmiştir. 1908 İkinci Meşrutiyetinden sonra, Osmanlı Devleti tam bağımsızlığını tanıdığı Bulgaristan’a Rumeli Şarkî Vilâyetini de 100 milyon mark karşılığı terk etmiştir.

Berlin Kongresi

Berlin Antlaşmasının bir sonucu da Sırbistan’ın bağımsızlığını kesin olarak kazanmasıdır. Osmanlı, bütün azınlık unsurlar gibi Müslümanlığa geçmeyen Sırp topluluğunu da ruhanî faaliyetlerinde serbest bırakmış ve onların özerklik istemlerini desteklemişti. Sırp asıllı devşirme Sokullu Mehmet Paşa Sadrazamlığa kadar yükselmiş; Ortodoks rahip olan kardeşini Sırp Peç Patrikliğinin başına geçirerek Sırp Kilisesinin “otosefal-özerk” olmasını yani Rum Ortodoks Kilisesinden bağımsızlığını sağlamıştı. Buna rağmen, Ortodoks Sırp halkına Müslümanlarla bir arada yaşamak ağır gelmiştir. Sokullu’nun uzak torunlarından, 2005 yılında yitirdiğimiz bilim adamı Prof.Dr. Adnan Sokullu, 1970’lerde yaptığı bir TV söyleşisinde Sokullu Mehmed Paşanın, Bosnadaki anasını: “Ana ben Sadrazam oldum; İstanbula gel, sana Saray hayatı yaşatacağım” diye davet etmesine rahip olan dayılarının çok sert tepki gösterdiklerini; kız kardeşlerinin Osmanlı payitahtına gitmesini engellediklerini tatlı tatlı anlatmıştı. XV. asırdan itibaren Rus Patrikliği Balkan Slavları ve Ortodoksluğu üzerine etkili olmaya başladı. XVII. ve XVIII. asırlarda ise bu coğrafyada Avusturya etkilerini görüyoruz. Sırpların Osmanlılara karşı teşkil edilen “Kutsal İttifak” ordularına gönüllü olarak katıldıkları oldu. XVIII. asır başlarında da bir ara Avusturyalıların hakimiyetine geçtiklerinde Katolik baskısı altında kaldılarsa da, açıkça söylemek gerekirse, uygarlık düzeyi ilerde olan bu toplumdan kültürel kazanımları oldu. 1739’da Belgrat Antlaşması ile yeniden Osmanlıya geçen Sırbistan, bundan sonra, Kara Yorgi ve Miloş Obronoviç örneklerinde gördüğümüz gibi Rus tahrikleri ile yönlendirilecektir. Osmanlının adaletli davranışına karşın Balkanlarda, özellikle Bosna’da artan Müslüman nüfusun ve sorumsuz yeniçerilerin baskısının Sırp isyanlarına neden olduğundan söz etmiştik. İsyanlar sonrası Sırbistan ve Karadağ’daki pek çok Müslüman halk mütekabil saldırıya uğrayarak Bosna’ya sığındı. Sırp militanlar buraya da saldırmışlar; karşılıklı mücadelede kırım olmuştur. Banyaluka ve dolaylarındaki reaya (Hrıstiyan halk) Sırplar lehine isyan çıkarınca Bosna halkı bunları bastırdı. Miloş Obronoviç yetenekleri sayesinde Sırp Başknez’i (prens) olduktan sonraki evre 1833’de Sultan Mahmud’un fermanı ile “Sırbistan Emareti” adı ile özerk bir knezlik tanınmasıdır.

Son olarak 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonucu Berlin’de imzalanan antlaşma gereği Sırbistan tümü ile bağımsız ulus devlet olmuştur. Avusturya kültüründen nasiplenmiş olmakla birlikte, monarşik meşruiyete sadık bu ülke idarecilerinin halka tanıtmaktan kaçındığı Avrupa entelektüel akımlarının açığında, Ortaçağ koşullarında kalmış Sırbistan’daki bağımsızlık hareketlerinin dinamikleri tarihçiler arasında tartışmalıdır. Selim Aslantaş’a göre, Müslüman nüfusla kaynaşamamış, geleneklerine çok bağlı, ayrıca egemen unsurdan baskı görmüş Ortodoks Sırpların bu isyanlarının Rus desteği ile alevlenen bir köylü ayaklanması olduğu görüşü ağır basmaktadır. Çok çeşitli din ve mezheplerin var olduğu kaynayan Balkan kazanında, I.Cihan Harbinin patlaması resmî nedeni Katolik egemen Avusturya’nın veliahd’ı Arşidük Franz Ferdinand’ın eşi ile birlikte bir Sırp genci tarafından katledilmesidir.

Bosna kasabı Radovan Karadžić

Daha dünkü tarihte, XX. asrın son on yılı içinde Sovyetlerin dağılması en büyük infilâkini Balkanlarda gösterdi. Ortodoks Sırp, Katolik Hırvat, Müslüman Bosna halkları arasında, ittifak düzenlemeleri olmayan karmakarışık cehennemî boğazlaşmalar, korkunç katliamlar yaşandı; insanlığa örnek olması gereken yüksek eğitimli siyasîlerin hatta, asıl görevi kendini insanlığın mutluluğuna adaması beklenen psikiyatr doktorların zebanî haline geldiğine tanık olduk. Bereket, 2002’de Lahey’de kurulan, Mart. 2003’den itibaren faaliyete geçen Birleşmiş Milletler Örgütü Uluslararası Ceza Mahkemesi insanlık suçlarına karşı bir umut oldu. Bosna katliamı sorumlularından gene eski Devlet Başkanı Slobadan Milosevic, bu örgüte bağlı, “Yugoslavya’daki savaş suçlularını yargılamak için teşkil edilen Özel Özel Savaş Mahkemesinde dört yıl süren yargılanması sonuçlanmadan, tutuklu bulunduğu Scheveningen Cezaevinde 11.Mart.200’da vefat etmiş; Bosna kasabı olarak anılan, gene eski Sırbistan Devlet Başkanlarından Radovan Karadzic ise Uzun süre kaçak hayatı yaşadıktan sonra Temmuz.2008’de ele geçirilmiş; Aynı mahkemede yargılanacağı günü beklemeye koyulmuştur.

Velhasıl “din” nifakı insan kardeşliğinin azraili olmuştur.
 

Yayın Tarihi : 1 Ağustos 2009 Cumartesi 14:33:16


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Cemail Yenigün IP: 88.242.80.xxx Tarih : 5.08.2009 23:42:52

Ağabeyim merhaba. Dünyayı ya Akıllılar yada manyaklar yönetiyor. Ama hangilerinin galip geldiğini anlamak çok zor. Allaha Emanet olun. Sevgilerimle