26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İnanç ve Hoşgörüsüzlük (97)

ÜLKEDE GAYRI MÜSLİMLERİN TASFİYESİ SÜRECİ -2 (Varlık Vergisi):

Yunanistan’la Türkiye arasındaki “Mübadele Antlaşması”nın ekonomik etkisi, her iki taraf için de kuşkusuz olumsuz olmuştur. Yöneticilik ve askerliğe angaje olduğu için ticaret ve iş yaşamına (hemen hemen hiç denecek ölçüde) çok az girmiş olan ve Savaşların tahribatı ile sermaye kaynakları arayışında çok güçlük çeken Türk toplumunun, yeni kurulan Cumhuriyet rejiminin dinamik iktisadî ve toplumsal reformlarına gereksinimi vardı. Yoksul Türkiye’nin ilk bağımsızlık mücadelesi başlayıp TBMM açıldığında, malî kaynak bulmak için çıkarılan ilk yasa “Yol Vergisi” olmuştur. 18-60 yaş arası erkeklere yüklenen bu vergi dört işçi gündeliği karşılığı itibarî 6 lira olarak atlı tahsildarlar tarafından tahsil edilirdi. Bu vergiyi ödeyemeyecek olanlar yol yapımında on gün süre ile çalışırlardı. Yükümlü bulunamazsa evine, jandarma refakatinde giden tahsildar vergi karşılığı haciz yapardı. Çıkarılan anayasalardaki “angarya” yasağına karşın bu vergi uygulaması 1950 başlarına kadar sürdürülmüştür. Lise öğrenimim sırasında yaşı biraz gecikmiş bir sınıf arkadaşıma yol vergisi tebligatı geldiğinde paniklediğini; sonra öğrenimde olduğu için yakayı sıyırdığını hatırlıyorum. Atatürk’ün ekonomi kurmaylarının düzenlemesinde Devletçi reformlar ve Devlet’in yetersiz sermayesi ile bir takım temel yatırımlar yapıldı. Birinci Dünya Savaşının getirdiği yıkımdan ve Savaş bitiminden onbir yıl sonra ABD’de başlayıp tüm dünyaya yayılan evrensel ekonomik bunalımdan çıkma, ayrıca yeni kurulmuş Sovyetler Birliğinin göz korkutmaya başlayan Devlet Kapitalizmi ile rekabet edebilme arayışları liberal ülkeleri de belli bir disiplini öngören “Keynezien ekonomi”ye yönelttiği gibi aşırı baskıcı Faşist yönetimler de ortaya çıkarmıştı. Gözü kara olan bu yönetimler, disiplinli ekonomik politikaları yanında gerek ülkelerinin içinde gerek dışında yabancı unsurlara karşı saldırıları mubah gören bir yaşam kavgasına girmişlerdi. Kimsenin kimseye güveni kalmadığı bu ortamda Türkiye’nin de sürdürülebilir ve güvenilir bir ulusal ekonomi ve sermaye politikasına geçmesi kaçınılmaz olmuştu. Devlet bu dar malî olanaklarla kalkınma savaşımı verirken Avrupa’da II.Dünya Savaşı patladı. Yurt dışına çok büyük sayıda azınlık göçmüş ise de ülkenin ekonomisi gene de bir kısım ticarî deneyimi olan ve sermayedâr azınlığın elinde idi. Savaşın patlaması ile had safhaya varan mal darlığı karaborsanın teşekkülüne; o zamanlar darlığı olan mallarda, ”ihtikâr” denilen fahiş fiyatlandırmaların ve istifçilik yolu ile gizli satışların, Türkiye’nin iş hayatında adeta tekel kurmuş azınlıkların zenginliklerini aniden zirveye tırmanmasına imkân tanıdı.

       Şükrü Saracoğlu

Her ne kadar, bugün, bazı liberal yazarlarımız ticarî deneyimi ve sermaye gücü olan azınlıkların ülkeden çıkarılmalarının ekonomimize ağır hasar verdiğini iddia ediyorlar ise de, sahiplerinden başkası için pek hayır getirmeyen ve genelde İsviçre bankalarında muhafaza edilen zenginliklerin İkinci Dünya Savaşı arifesinin gulgulesi içersinde sahiplerine de hayır getirmesi düşünülemezdi. Dünya büyük ekonomik bunalımı sırasında alınan önlemler cümlesinden olarak çıkarılmış gümrük ve kambiyo mevzuatının uygulanması için kurulan gümrük ve kambiyo ihtisas mahkemelerine ek olarak, ihtikârı, istifçiliği, vurgunları önlemek üzere “Millî Korunma” yasası çıkarıldı; bu yasanın uygulanması için aynı isimde ihtisas mahkemeleri kuruldu. 11.Kasım.1942 tarihinde de “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilendirmek gerekçesi ile “Varlık Vergisi” yasası, TBMM’de hiç tartışılmadan kabûl edilmiştir. Buna göre servet tespit komisyonlarınca belirlenecek matrahlar üzerinden tarh edilecek vergilerin kesin olması ve 15 gün içinde ödenmesi; bu süre içinde vergiyi ödenmediği takdirde hacz ve icra yolu; bu yetmiyorsa kalan borcu bedenen çalıştırılarak ödetmek üzere yükümlünün çalışma kamplarına gönderilmesi öngörülüyordu. Bugünkü liberal kalemler, CHP’nin basına kapalı olarak yaptığı bir toplantıda, zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun: bunun bir devrim yasası olduğunu; Türk unsuruna ekonomik bağımsızlığını ve Türk piyasasına egemenliğini kazandıracağını söylediğine işaret etmektedirler.

Evet, objektif ölçülerde “Varlık Vergisi”nin uygulanması sırasında, zamanın İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin anılarında da açıkladığı üzere, karaborsacı, vurguncu, muhtekir olmayı göze almış savaş zenginlerinin listesi yapılırken, (mevcut az sayıdaki) Müslüman, gayrimüslim ve dönme olanların ayrı simgelerle işaretlenmesi talimatını veren Maliye Bakanlığının bu tasarrufu ve (tatbikatı Erzurum’un Aşkale ve Eskişehir’in Sivrihisar ilçelerinde gerçekleştirilen) zorunlu kamp çalıştırılması insan hakları anlayışına aykırıdır. Ancak, Osmanlının, Anadolu Türk Beylikleri ile rekabetinden beri gelen Anadolu Türküne, sadece mahalle mekteplerinde din öğretimi dışında yeterli eğitimi çok gören uygulamasının ve karanlıkta bırakılmanın kurbanı olan Türklere bir fırsat eşitliği tanımanın zamanı gelmişti. O dönemin mizah dergilerinde çıkan harp zengini “Salomon-Raşel” Yahudi ailelerin karikatürlerine; bir takım ırkçı-Turancı kalemlerin “Ey Türk Düşmanını Tanı” başlıklı yazılarına rağmen Türk halkında bir “antisemitizm” rüzgârı esmemiş; Almanya’da iktidara gelen Nazi rejiminden esinlenen, marazî düşünceli bir takım Irkçıların tahriki sonucu bazı Yahudi ailelerin İstanbul’a göçüne neden olan, 1934’de bazı Trakya illerimizde çıkan arızî saldırı olayından alınan ders ve Devlet teyakkuzu ile, daha sonraki dönemde görülecek olan “6-7.Eylül” çılgınlığı gibi bir hareketin yaşatılmasına da müsaade edilmemiştir. Nasıl bir vahşetler dizisi yaşandığını anlatacağımız II. Dünya Savaşı arenasında Türkiye’nin yaşam mücadelesini olabilecek en uygar ve en az saldırgan biçimde yürüttüğünün kabulü insaf gereğidir.

Varlık Vergisini ödemeyen mükelleflerin Aşkale Kampına sevk edilişleri.

İstanbul’da kurulan 3 komisyonun 18.Aralık.1942’de açıkladığı listelere göre tahakkuk ettirilen toplam verginin %87’si gayrimüslimlere, %7 Müslümanlara düşüyordu. Geri kalan %6 vergi de çeşitli kalemlerle ilgili olup büyük bölümü gene gayrimüslimlere yüklenmişti. İki ay içinde bu vergilerin ödenmesi ya da tahsili için yapılan satış ya da hacizlerde el değiştiren mülklerin %67’si Müslüman Türklere, %30 kadarı kamu’ya geçti. Karikatüristlerimiz bu yoldan zengin olan taşralı Türk iş adamlarını da (ulusal) “Hacı Ağa” tiplemesi ile hicvetmekten geri kalmadı. Vergi borcu ödemede temerrüde düşen (tamamı gayrımüslim) 1229 kişi 1943 Ocak sonu-Temmuz başı arası Aşkaleye; 900 kişi 8.Ağustosda Sivrihisar’a yollandı. Fakat, Varlık Vergisi tatbikatı sadece 10 ay sürmüş; aynı y ılın Eylûlü başında ABD’nin New York Times gazetesinde Cyrus Sulzberger isimli yazarın bir eleştiri dizisi üzerine 17.Eylül.1943 tarih, 4501 sayılı yasa ile bir bölüm yükümlünün vergi borçları terkin edilmiş; 15.Mart.1944 tarih, 4530 sayılı yasa ile de tüm Varlık Vergisi uygulaması kaldırılmıştır. Bu uygulamanın toplumsal etkisi, yurt dışına yapılan göçlerle nüfusun %2’ye yakın gayrimüslim oranının %1.1’e inmesi olmuştur. Liberal yazarlarımızın şefkâtlerini üzerlerinde yoğunlaştırdıkları (yurtdışı irtibatları güçlü) gayrimüslim göçmenlerin maddî yönden çok mağdur oldukları, kalanların da fakrü zarurete düştükleri söylenemez. Ve sonuç olarak, Doğudan Sovyet, batıdan Alman saldırısı tehlikesine karşı sınır bekçiliği yapan yüzbinlerle Türk er ve yedek subayının 5 yıllık vatan hizmeti yaptıkları o dönemde, çeşitli tarihlerde çalışma kamplarına gönderilen Varlık Vergisi yükümlülerinin kamp yaşamı en fazla 10 ay sürmüştür. Gene o dönemde kentlerde büyük bölüm halk açtı; veremden kırılıyordu. Solunumunu tıkanıp kendini çığlık çığlığa sokağa atan ve yıkılıp can veren bir hastayı gözümle görmüştüm. Son derece kibar bir beyefendinin kapımıza gelip aç olduğunu söylediğini, annemin ikram ettiği yemeği minnetle yediğini hâlâ içim sızlayarak anıyorum. Benim kahvaltı etmeden okula gittiğim zamanlar oldu. “Olağanüstü zamanlar ekonomisinin gereği, besin, kömür, kumaş gibi “havaic-i zaruriye” denilen zorunlu ihtiyaç maddelerinin dağıtımı tayınları gösteren karnelere bağlanmıştı. Tüm ihtisas mahkemelerinde çalışmış olan rahmetli babam, devri yasak olan bu karnelerin satışından başka çare bulamamış fakir insanların Millî Korunma Mahkemesindeki hüzünlü duruşmalarını, ne yapacağını, nasıl karar vereceğini şaşırıp gözleri dolu dolu olan yargıcın hâlini naklederdi. Kırsaldaki halkımız korumasızdı. Başta sıtma, yüz çeşit illetten kırılıyordu. Üretim, liberal yazarların iddiası gibi becerikli azınlıkların kaçmasından değil, Türk halkının vatan savunması için sınırlarda toplanmasından düştü.

Savaş ifritlerinin yarattığı yoksulluk ve yoksunluğun faturası, bizim ülkemizde: “beni aç bıraktın” ithamını yapan çocuğa, “aç bıraktım ama babasız bırakmadım” yanıtını veren bilge lider İnönü’ye kesildi.
 

Yayın Tarihi : 29 Eylül 2009 Salı 13:20:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 81.213.121.xxx Tarih : 1.10.2009 10:12:04

Sayı Törün. Askerliği savaşların içinden gelerek, siyaseti yönetimin içinde yoğrularak, askerlik ve yönetimle ilgili hemen her durumu içinde yaşayarak öğrenen İsmet İnönü elbette ki, bir yönetim dehasıydı. Tüm eleştirilere rağmen, yaptığı icraat , dönemin koşulları dikkate alınarak kamu vicdanında büyük ölçüde aklansa da, yine de aşırıya kaçan durumlar olduğu, düşünülmektedir. Örneğin benim babam bir İnönü hayranı olarak ölene dek onun partisine delege veya üye olarak hizmet etmiş birisi olmasına rağmen şöyle bir olay anlatırdı. "Devlet, davar başına altmış kuruş vergi istiyor.. Davarı satsak elli kuruş etmiyor. Davarları dağa sürdük. Tahsildar geldi, bizim davarımız yok dedik. dağdaki davar kimin dedi. Bilmiyoruz. Algit senin olsun dedik." diye anlatırdı.

Bir de Anadolu Türk insanının yoksulluğunun sorumluluğunu gayri müslimlerde aramak da bence pek doğru olmaz diye düşünüyorum. devletin Türk insanına biçtiği rol budur. Bence burada bir sorumlu aramak gerekirse, gayrimüslimler değil devlet sorumludur diye düşünüyorum. Fakat yinede bu güne dek bu dönemle ilgili olarak okuduğum değerlendirmeler ya dönemi övmek ya da yermek amaçlı yanlı değerlendirmelerdi. Bu bakımdan yazınızı, okuduğum değerlendirmelerin en tarafsız, en akla yatkın ve en aydınlatıcısı olarak bulduğumu belirtir, bu güzel çalışma için sizi kutlarım


Gönül Aydemir IP: 78.185.167.xxx Tarih : 3.10.2009 20:11:03

Benim baban 1932 doğumlu,2.Dünya Savaş'ı çıktıktan sonra,komşularının açlıktan öldüğünü,bazı komşularının ekmek yerine karaağaç kabuğu yedikleri için kabız olduklarını günlerce, bağıra bağıra öldüklerini anlatır.Yine komşularından birinin sürünmekte olan çocuğunun köpeklerin pisliğinden mısır tanesi seçip yediğini,annenin ise çocuğu doydu diye sevinmesini gözleriye gördüğünü anlatır.Köyde az çok toprağı olan bir adamın,''Günde mideme yumurta sarısı kadar mısır ekmeği gitse başka şey istemezdim.''dediğini anlatır.Elbette yolsuzluk o zaman da var,halka gönderilen gıda yolda devletin memurlarınca ,eşrafça çalınıyor.Yine de çekilenler savaşa giren ülkelerin çektiklerinin yanında bir hiçtir.Unutulmasın.

 


AVIBETO IP: 192.118.11.xxx Tarih : 3.10.2009 10:32:05

Sayın Teoman Türün,
Sizin en sadık okuyucularınızdan biri olduğumu ve yazılarınızı heyecanla izlediğimi zaten biliyorsunuz. İşte en sonunda konu varlık vergisi diye adlandırılan tarihin kara lekelerinden birine vardı.Konuyu çok net ve gerçek olarak belirtiyorsunuz. Ancak bazı noktaları daha da açmak gerektiğine inanıyorum:
“gayrimüslim göçmenlerin maddî yönden çok mağdur oldukları, kalanların da fakrü zarurete düştükleri söylenemez. Ve sonuç olarak, Doğudan Sovyet, batıdan Alman saldırısı tehlikesine karşı sınır bekçiliği yapan yüzbinlerle Türk er ve yedek subayının 5 yıllık vatan hizmeti yaptıkları o dönemde, çeşitli tarihlerde çalışma kamplarına gönderilen Varlık Vergisi yükümlülerinin kamp yaşamı en fazla 10 ay sürmüştür. “ diye belirtmişsiniz.
1) Bu belirtmede gayrimüslümler sanki askerlik görevinden muafmış gibi izlenim edindim. Gayrimüslümler de her vatandaş gibi askerlik yapıyorlardı ve halen yaparlar. Sınır bekçiliği yapan Türk er ve yedek subayların içinde de gayri müslümler vardı, onların içinde da 5 sene askerlik yapan gençler bulunuyordu.
2) Varlık vergisinin eşitsizliğini orantılarla çok güzel belirttiniz. Ancak bundan sanki –sermayenin çoğu gayrimüslümlerin elinde idi, dolayısıyla verginin çoğunu onlar ödemelidir- gibi anlaşılabilir.
Yanyana 2 bakkal dükkanı düşünün. Varlıkları aynı, kazançları aynı. Bu iki kişiden bir tanesinin örneğin 100 lira vergi ödemesi istenirken müslüman olmayan komşusundan 5000 lira gibi orantısız ve anlamsız bir rakkam ödenmesi istenmiştir.
Bu istenen vergileri bu kadar kısa zamanda ödeyebilen insan çok azdı, bazıları sürgüne gönderilme korkusundan tüm varlıklarını fırsatçılar yok pahasına satarak bunu ödeyebilmiş ve sonra “ fakrü zaruret” içerisinde yaşamını devam ettirmiş, ödeyemeyenler ise sürgüne gönderilmişlerdir. Sürgüne gidenler paraları olmadığı için gitmişlerdir yani arkalarında bıraktıkları eş, çoluk-çocuk, anne, babada da varlık yoktu ve başlarında olan erkek de alındığı için çok zor durumda kalmışlardı.
3) Her ne kadar bu cefa 10 ay sürdü ise de , büyük şehirlerden belirli bir yaşam seviyesinden doğuya sürülen zor iklim şartlarında zor işlerde örneğin yol yapımında çalıştırılan bu kişilerin bir çoğu buralarda ölmüş yani 10 ay değil süresiz buralarda kalmışlardır
Yazımı bazı ilk ağızdan duyduğum anekdotlarla bitirmek istiyorum.
•- Toprağı bol olsun babam tahakkuk eden vergiyi, tanıdıklarının: daha vaktin var acele etme bu iptal edilecek , demelerine rağmen , herbir şeyini satarak ödemeye gittiği zaman vergi memurlarına şöyle kafa tuttuğunu anlatırdı: Siz bana vergi koyamadınız. Bana 10 misli vergi koymalıydınız. O zaman size hiçbir şey ödemeyecektim.
İşte her şeyimi sattım vergimi ödeyip bu memleketten gidiyorum.
•Hatırlarım İnşa edilen stadyuma nedense Şükrü Saraçoğlu Stadyumu adı verildiği zaman yaşlı gayrımüslümler bu isim onlara kötü çağrışımlar yaptığı için rencide olmuşlardır.
• Gene bu varlık vergisi yüzünden istatistik yapılabilseydi bu gün bile yapılan seçimlerde gayrimüslümlerden CHP partisine verilen oyların sıfıra yakın olduğunu görebilirdiniz.

Yazılarınız ilerde tarihin saptırılaması yönünde referans olacaktır.Sizi kutlar daha nice seneler faydalabilmemiz için sağlıklar dilerim.Avibeto