19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (11)

ROVELVER (EL REVÓLVER) – EMILIA PARDO BAZÁN

Kontes Emilia Pardo Bazán

Kont Pardo Bazán’ın biricik kızı dâhî çocuk Emilia 1851’de Galicia vilayetinin A Coruña kentinde doğdu. Dört yaşında okuyup yazıyor; ondördünde İncil’den, İlyada’dan, İlahî komedyadan ve Don Kişot’tan çok uzun pasajları ezberine alıyor; çok defa kaleme aldığı deneme yazıları ile bu klasik eserlerin edebî değer ve anlamları üzerinde yaptığı yorumlarla keskin bir algılama yeteneğine sahip olduğunu kanıtlıyordu. Afrika’dan utku ile dönen İspanyol birliklerini ululayan ilk şiirlerini sekiz yaşında iken yazmıştı. 1868’deki Señor Jos Quiroga ile evliliği üzerine, Madrid’e yerleşmiş; başkentin sonradan aşırı hareketlenmesi nedeni ile yazlarını tümüyle sevgili Galicia taşrasında geçirmeye başlamıştı. 1870-75 arası uzun bir Avrupa gezisi yaparak İngiliz, Fransız, İtalyan ve Alman yazınsal akımları üzerinde kapsamlı bir bilgi sahibi oldu; o kadar ki İspanyol edebiyat tarihi ve akımları ile ülfeti daha geri planda kaldı. Bu durumun farkına vardıkdan sonra çağdaşı İspanyol öykücülerini, özellikle Alarcón, Valera ve Pérez Galdós’u keşfetmeye başladı*. 1879’da, “Revista de España-İspanya Yayıncılık” tarafından yayınlanan ilk romanı Pascual Lopez salt bir fantezi denemesi gibi görülerek kayda değer bir umut vermedi ise de duygusal ilişkilerde (nakledeceğimiz öyküde de gözlemleyeceğiniz gibi) betimleme ustalığı göze çarptı. Avrupada yeni yükselen edebî akım naturalizm-doğacılık** ilgisini çekmiş, La cuestión palpitante-Yürek Oynatan Sorun (1883) isimli eleştiri kitabında Katoliklere ve çağı kaçırmış Romantiklere acımasızca saldırmıştı. Kendisi de, Emile Zolanın etkisinin açıkca görüldüğü La tribuna-Kürsü (1883), doğal çıplaklığın bolca sergilendiği El Cisne de Villamorta-Villamorta Kuğusu (1885), dekadan (yozlaşmış) bir aristokrat ailenin acı veren gerçek serencamını anlatması ile yazarın edebî kişiliğini belki en güçlü biçimde kanıtladığı Los Pazos de Ullao-Ullao’nun Malikâne Ağaları (1886), La Madre Naturaleza-Tabiat Ana (1887) gibi öykülerle naturalist akımı, feminist vurgulamalarla ülkesinde görkemli bir biçimde temsil etmiştir. Bu çatısı çok sağlam kurulmuş uzun hikâyelerine ek olarak, Cuentos de Marineda-Deniz öyküleri (1892), El saludo de las brujas-Cadıların Selâmı (1898), Cuentos sacroprofanos-Kutsal Zındıkların Öyküleri (1899) gibi ironik isimler taşıyan çeşitli hacimdeki kitaplarda toplanmış sayısız küçük öykü yazmıştır.

Emilia Bazán’ın ana yurdu Coruña’nın Katedrali

Insolación-Güneş çarpması ve Morriña-Sıla hasreti (1889) romanlarının yayınlanması ile naturalizmin en önde gelen temsilcilerinden olduğu fikri pekişti. Daha sonraki La Cristiana-Hrıstiyan kadın, Cuentos de amor-Aşk öyküleri, Arco Iris-Alkım (Gökkuşağı), Misterio-Gizem, La Quimera-Hayâl hikâyeleri biraz geri planda kaldı ise de 1905’de yayınlanan Verdad-Gerçek dramatik kalitesinden çok cüretkârlığı sebebi ile ün kazanmıştır.

Yazar, Kral XIII. Alfonso’dan 1907’de Kontes ünvanı aldı, 1910’da Genel Eğitim Kurultay’ına seçildi. 6 yıl sonra Madrid Merkez Üniversitesine profesör oldu. 1921’de Senato’ya seçildi ise de kendisi bu makama ilgi göstermedi, dolayısıyla teskeresini almadı. 12.Mayıs.1921’de hayata veda etti.

Gelelim “ROVELVER” Öyküsüne:

Kaplıca mesirelerinde oluşuveren sıcak yakınlaşmaların ve dostlukların getirdiği coşkun bir içtenlik ortamında kâlp rahatsızlığından şikâyeti olan hanım arkadaşım hastalığının; uğradığı şok krizler, sert çarpıntılar, zihin bulanmaları, bayılma nöbetleri, anî çöküntüler, velhasıl son saatin geldiği izleniminin alındığı tüm ayrıntılarını bana hikâye etmişti. O konuşurken ben onu tepeden tırnağa gözden geçiriyordum. Otuzbeş-otuzaltı yaşlarında bir kadındı; belki de çektiği azâbın malûliyeti ile bana o yaşda görünmüştü. Daha dikkatli bir inceleme, beni, onun bu çöküntüsünün fizik olmaktan daha ötede bir sebepten kaynak aldığı kanısına götürdü. Gerçekde ben, kendisini çok ağır bir ızdıraba dûçar olmuş bir kurban olarak ifade eden bu kadının, bedenî illetlerinin, normalde böyle hüzünlenmesini gerektirecek ağırlıkta bir tahribat yaratıp onu çok yakın bir sona götürecek vahamette olmadığını düşünüyordum. Bir an, yanımızdaki sütun gibi yükselen dik ağacın geniş yapraklarının son baharın sanatkâr elleriyle lâl rengine dönüşüp asîlâne bir zerafetle salına salına zemine inişine ve gergin eller gibi yayılışına gözlerim takıldı; kadının güveninin kazanmak için hayatta, sonunda birer hiç olacak, her şeyin geçiciliğinin gereksiz hüznüne onun dikkatini çektim.

“Hiçbir de şey bana bir anlam ifade eder,” diye yanıtladı beni. Onun ruhuna giren kapıda benim tecessüs değil, sevecenlik gösterdiğimi hemen sezmişti. “Biz, kendimiz, “Hiçbir şey”e herhangi bir şey olarak bakmadıkça onun bir anlamı olduğunu sezeriz. Şu bitki demetlerinin ağaçdan toprağa dökülmelerinin içimizde yarattığı, hafif de olsa hüzünlü etki ile Tanrıya baktığımızı ve her şeyi görebildiğimizi duyumsuyorum.”

Yanaklarındaki mariz kızarıklık*** koyulaştı, ve ben o an, onun bir zamanlar çok güzel bir kadın olması gerektiğini fark ettim. Ne var ki, bu güzellik, üzerinden alkol emdirilmiş bir pamuk geçirilmiş göz alıcı bir tablonun boyalarının akıp gitmesi gibi silinmiş ve ziyan edilmişti. İpeksi sarı saçlarında yer yer küllenmiş gibi erken ağarmalar görülüyordu. Erken kırışıklarla siması bozulmakda idi. Çehresinde, sanki azar azar alınan arsenik zehirlenmesinden kaynaklanan kan dolaşımı bozukluğu ve organizmada çözülme izleri algılanıyor gibi idi. Hiç kuşkusuz bir zamanlar çok çekici olması gereken siyah çemberlerle ebrulanmış yumuşak bakışlı mavi gözleri, yaşlanmanın etkisinden çok öte öylesine bir biçim ve bakış sadeliği kaybına uğramıştı ki, zaman zaman çılgınlık parıltıları saçıyorlardı.

Bir süre sessiz kaldık; fakat benim ona karşı gözlerimi dikip yoğunlaşmam merhamet duygularımı açıkça ortaya koymuş olacak ki; dolgun yüreğini boşaltma hamlesi ile soluklandı, içini çekti; bana açılmaya karar vererek, garip hikâyesini, tekrar tekrar soluklanıp gücünü toplama fasılaları ile anlatmaya koyuldu.

sürecek

* Valera ve Pérez Galdós: Bu dizide öykü örnekleri alınmadığı için bu yazarları hakkında çok özet bir bilgi verelim. Valera y Alcala Galiano aslında diplomat ve siyaset adamı bir yazardır. 1824-1905 yılları arasında yaşamış Valera, Pepita Jimenez (1874), Las ilusiones del Doktor Faustino-Doktor Faust’un Hayâlleri (1875) vb. romanları ile klasik ve idealist geleneği sürdürmüş; döneme uyarak realist örnekler de vermiştir. Kanarya Adaları, Las Palmas,1843 doğumlu Pérez Galdós La Fontana de Oro-Altın Çeşme ile çıkışını yapmış; 1876’da Drama Perfecta-Yetkin Dram ile Töre Romancılığı çığrını açarak büyük ün kazanmış.Balzac’ın Comedie Humaine-İnsanlık Komedyası’na nazire yaptığı ve yarım asırda tamamladığı Episodios Nacionales-Ulusal Destanlar isimli 43 kitaplık dizide XIX. Yüzyıl İspanya tarihini romanlaştırmıştır. Tiyatro esderleri, Lazarillo de Tormes ve Dickens’vârî sefillerin yaşamına olabildiğince umutla bakan gülmece romanlar da yazdı.

Emile ZOLA

**O dönemin edebî akımı olarak sıkça adı geçen Naturalizm hakkında genç okurlarımıza çok özet bir açıklama yapalım. Pozitif bilimleri yöntem ve sonuçlarını uygulayarak gerçeği tam bir nesnellikle ve bayağı gerçekler de dahil tüm yanları ile edebî metinlere de yansıtmaya çalışan Emile Zola ve çevresindeki yazarların 1860-1880 yılları arasında Fransız kültür arenasında kurdukları okul olan Naturalizm, Gustave Flaubert’in 1856 yılında yazdığı Madame Bovary romanındaki gerçekçi felsefe ve uslûpdan yola çıkmış olup dünyaya samimî ve objektif gözle bakmak isteyen Jean Bazaine, Jean Bertholle, Alfred Manssier gibi pek çok yazarı derhal yanına çekmişti. Zola’nın bu türdeki en çarpıcı ürünü Therese Raquin’dir. Realizm ve Naturalizm, aynı asrın başında ortaya çıkmış, samimiyet ve bireyin yaratıcı gücü adına tüm kuralların yadsınarak, içgüdünün yüceltilerek düzenli bir dünyanın kurulmasına yardımcı olacak değerlerin kazanımını hedef alan “Romantizm”in (temsilcisi Victor Hugo) yerini almıştır. Romantizm öncesi genel yazın akımlarına bakarsak, antikite döneminin belli kalıpları olan Yunan ve Latin yazını ile bu yazından XVII. Yüzyıldan beri etkilenmiş, ayrıca dil arılığı ve sanat yetkinliğini öne almış klasik diye tanımlanan türü görürüz. Bu akımın felsefî içeriği realizm karşıtı “düşlerdeki etik ve düzenli Dünyayı yaratma” iddiasındaki idealizmdir.

Flaubert’in manevî (bir söylentiye göre evlilik dışı biolojik) oğlu olan romancı ve küçük öykücü Guy de Maupassant, Une Vie-Bir Hayat, Bel Ami-Güzel Dost gibi romanları ile bu türün önde gelen ustalarındandır.

Bazılarının Türklerin Emile Zolası olarak adlandırdığı, yaşama daima gülen gözlerle bakmış büyük usta Hüseyin Rahmi Gürpınar Tebessüm-ü Elem, Billûr Kâlp, Utanmaz Adam gibi romanları ile bu ünvanı hak etmiştir. Halit Ziya’nın, televizyon dizilerine konu olan Aşk-ı Memnu’su da bir naturalizm denemesidir.

***Bazı hastalıklarda, örneğin tüberküloz hastalarının yüzlerinde sağlığa dönüş izlenimi veren kızarmalar olur. Aslında bu sonun geldiğini haber veren geçici kızarıklıkdır; buna “hektik-hastalıklı” kızarma denir.
 

Yayın Tarihi : 18 Eylül 2010 Cumartesi 00:51:55


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?