16
Haziran
2025
Pazertesi
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (14)

EL SUSTITUTO (VEKÂLETEN VATAN HİZMETİ) II.– LEOPOLDO ALAS (CLARÍN)

Ramón’un dul anası, Eleuterio’nun babası Don Pedro Miranda’nın arazisinden küçük bir parça toprak kiralamışdı. Zavallıcık kira bedelini de artık ödeyemez olmuştu. Nasıl ödesindi ki; elinde on parası yoktu. Yıllar ve yıllar boyunca biriken borç korkunç bir tutara ulaşmıştı. Don Pedro sabırlı idi ama, gün geldi, çok varlıklı az varlıklı demeden bindirilen vergiler yaşam koşullarını herkes gibi onun için de çekilmez hâle getirdi; alacak tahsilinin bu kadar gecikmesine tahammül (kendi deyimi ile) “gırtlağına geldi, dayandı”. Dinî deyimle de, elindeki İsa’nın haçı, daha taşıyamayacağı kadar ağırlığını hissettirmeye başladı. Maria Pendones, artık kira borcunu ödemeli idi, ya da… çiftliği terk ederdi. Kendi deyimi ile kırılma noktasına gelen Don Pedro: “Ya kira ödenir ya da arazi terk edilir!” ültimatomunu verdi. Maria için ise bu her şeyin, onun ve en büyüğü Ramón olan evlâtlarının sonu idi.

Fakat, o arada, Don Pedro’nun gözünün bebeği tek çocuğu olan Eleuterio’nun askere çağrılma dönemi de gelmişti. Kasabada başka benzeri olmayan ve kent gazetelerinin gözde ve yetenekli yazarı bu genci tüm aile taparcasına seviyordu. Miranda’nın mensup olduğu siyasal parti o sırada iktidarda değildi. Lirik bir ozanın askerlikten muaf olacağı yolunda bir Eyalet yasal düzenlemesi de bulunmadığından, daha çok karşıtlarının bulunduğu Belediye Encümenince, Eleuterionun askerî hizmete uygun olmadığı yolunda bir karar alınması söz konusu olamazdı. Delikanlıyı kurtarmanın tek çaresi külliyetli bir miktarda para ödemekten geçiyordu. Ne var ki, buna da içinde bulunulan ekonomik koşullar elvermiyordu; hele hazır nakit para bulma ancak bir mucizeye bağlı idi. Uzun uzun düşünen Don Pedro uygun bir çözüm buldu.

“Dul Pendones’in en büyük oğlu işimizi görmez mi? “ diye düşünerek, Kralın hizmetine Eleuterio yerine Ramón’u ikame etme uğruna “ya kira ödenir ya da araziden tahliye” kararından sarf-ı nazar etti. Ve vakit kaybetmeden kararını Dul Pendones’e açıkladı. Zavallı kadın dizleri üzerine çökerek gözyaşları döktü. Ancak, çiftliği terk edip yanında dört çocuğu ile yollara düşme yerine Ramón’a veda etme şıkkını tercih gibi korkunç kadere boyun eğek zorunda kaldı. Zaten, yedi aylık permatüre doğmuş, sık sık gelen sıtma nöbetleri ve romatizmadan muzdarip olan hastalıklı Tavuk Ramón hayatında ilk kez toplayabildiği enerjisi ile, anasının bilgisi dışında, Don Pedro ile geçmiş ve halen yürümekde olan kira bedellerinin affı karşılığında hesap keserek kendisini satmıştı. Aslında, anacığının birkaç aylık ekmeğini temin edecek, sevgilisi Pepa de Rosalía’ya bir gerdanlık hediye alacak kadar elinde birkaç peseta kaldığına göre kendini pahalıya da satmış sayılabilirdi.
Gerdanlık altın kakmalı gümüşten mamûl olduğu için onun için bir servete mâl olmuştu.

Pepa, Ramón’un, Dul Perdones’in fizyolojik cazibe ve güç fukarası, yedi aylık doğmuş oğlunun kül gibi soluk sarışınlıkda, incecik telli saç demetinden ne zevk almış olabilirdi? Kim bilir? İşte bunlar, aşkın anlaşılmaz sırları. Üstelik Pepa partnerini bir çıkar beklentisi karşılığı sever gibi görünmüyordu. Onun aşkının nedenini kimse çözemiyordu. Her hâlde, sadık, vefalı, samimî, nazik ve yumuşak başlı oluşuna gönül başlamıştı. Gene de, güzeller güzeli Pepa de Rosalia ile Tavuk Ramón’un aşkları kasabanın yakışıklı bıçkınlarını hayretten hayrete düşürmekten alakoyamıyordu. Fakat, artık sevgililer için ayrılık vakdi gelmişti. Oğlan vatanî hizmete gidiyor; kız da gerdanlığı ile yalnız kalıyordu. Yazı yazmasını bilmediği gibi vatanî hizmet sırasında fazla da boş vakit bulamayan Ramón adına zaman zaman gelen mektuplar değişik onbaşıların elyazıları ürünü oluyor, imza yerine de Ramón bir haç işareti konduruyordu.

Kasabanın en lirik ozanının döktürmekde olduğu hamaset destanının ya da ağıtının finalindeki düş kahramanının aslı, işte bu Ramóncukdu. İğneleyici bir formdaki pişmanlık onu şu tedaiye sürükledi: Don Kişotun, (senin hiç hissedemiyeceğin) Dulcinea’ya ruhunun derinliklerinden adadığı “Del Toboso” adlı kısa mısra ile bağlanan finâl gibi yürekden bir samimîyet için kendini hiç zorlama. “Dökeceğim lâl ırmak” lirik sunumuna, kestirmeden, örneğin, şöyle bir not ekleyebilirsin:

Lirimin tellerinden çıkan ezgi yerine
Sana sunduğum kandır, İspanya
Merak edip sorarsan bir tasam yok kendi canımdan yana,
Ama, kesenin ağzını açtım, bu iş pahalıya patladı bana!

Ah, şu zalim hiciv! Ne utanç verici azap! Señorito (küçük bey) yerine zavallı Tavukcuğun denizler ötesinde Mağribîlerle savaşması…

Ve bu manevî baskıya dayanamayıp, anavatan için üretebileceği en nezih, en kutsal eseri yırtıp attı. Festival komitesini yönetmekle görevli Belediye Başkanı ve birkaç meclis üyesi şiir metnini almaya geldiklerinde Eleuterionun onları elleri boş savmaya kalktığını görünce feryat kopardılar; fakat, Mirandanın bu cevherli oğlunun, yırtılıp çöpe atılmış dizeler yerine geçecek değerde irticalî nutuklar irad edebileceği umudunu elden bırakmadan, üzüntülerini kinayeli eleştirilerle dile getirip sırtını sıvazlama gayretine girdiler. Onu, hamasî etkinliklerin icra olunacağı toplantı salonuna götürdüler. Gerçekten, gencin orada ağzı açıldı; daha önce ıkıntılı bir çaba ile yazmış olduğu kırık dökük hamasî destan ya da ağıttan daha üstün değerde mensur bir söylev verdi. Bu söylevle dinleyenleri öylesine vecde getirdi ki konuşmasından kendi de büyülendi. Çok duygulu bir girizgâhla Ramón’un solgun figürünü çok etkili bir biçimde betimledi ve zaten coşmaya teşne kalabalığa, nerede ise salonu yıkacak derecede şiddetli alkışlar arasında, onu, kanı ile anavatanın kurtuluş destanını mühürleyecek bir kahraman olarak kabûl ettirdi. Ve hemen o gece, Ramónla yan yana savaşmak üzere Afrika’ya gitmek için and içti.

                                           *          *          *

Planladığı üzere hemen yola çıktı. Fakat, Malaga’ya vardığında, tam tekneye binmek üzere iken, Afrika’dan, iki gün önce döndürülen yaralılar arasında kendi kasabasından fukara bir askerin de bulunduğunu öğrendi. Bir önsezi ile hastaneye koştu. Orada zavallı Ramón Pendones’i ölmek üzere iken buldu. Gariban yaralanmıştı ama onu ölüm haline getiren çok hafif olan yarası değildi. Sıtma ve romatizmasının, seferberlik sırasında geçirdiği sefil yaşantı sonucu azıtması, kendisine ard arda ateş ve buz nöbetleri geçirtip eriterek bir cüruf haline getirmesi idi. Bir ay süre ile Hastanenin gözde bir kahramanı olmuştu. Öylesine ızdırap çekiyor; öylesine yetersiz yeyip içiyordu ki… Uykusuz duraksızdı. Her tür acı ve sancı bedenini kuşatmıştı. Buz gibi soğuk bir acı… İliklerine kadar üşüyordu. Nasıl bir azap, nasıl ağır bir kasvetti bu! Ve bu yarayı da nasıl almıştı? Farkında değildi. Bir gece nöbet görevinde, ay ışığı altında dikilmiş dururken… “dan!” diye bir silâh sesi… Anlaşıldığına göre ufak tefek bir Mağrıbî onun imgesini yakalayıp tam isabet tetiği çekivermişti. Her nasılsa, hayatî bir noktadan değil… Fakat, onu zangır zangır titreten sıtma nöbeti, korku, yorgunluk ve melânkoli bünyesini perişan ediyordu.

1893 Rif Savaşında Faslı Mağribîlerin İspanyol Generali Melilla Valisi Juan Garcia Magallo’yu öldürdükleri saldırıları (Fransız Le Petit Journal gazetesinin 9.Kasım.1893 tarihli sayısında çıkan temsilî resim- İspanyolların Afrika, FAS’daki protektorası Melilla halkı Rif aşiretlerinin isyanı üzerine çıkan savaş “Melilla” ya da “Magallo” diye de anılır.

Ramón Perdones, anacığını ve kız arkadaşını, iyi kollanacakları vaadini alıp şefkâtine emanet ettiği küçük bey’in kollarında, huzur içinde, ruhunu teslim etti.

Ve señorito, (aslında, kendisinin kuşkulu olduğu) bir ozan, yaratıcı bir sanatçı olmakdan öte, hamasî ama nesnel görüşlü bir ozan olarak Málaga’yı terk etti, Cebel-i Tarığı aştı ve doğruca, Ramón’un bölük komutanına gitti; cesareti yanında duygulu ve anlayışlı bir yürek taşıyan yüzbaşıya dedi ki: “Ben Málaga’dan şimdi geliyorum; bu birliğe mensup bir asker, Ramón Pendones hastanede yaşamını yitirdi. Ben de bu şehidin yerini almak için denizi aşıp buraya geldim. Fakat, lûtfen, Pendones’in iyileşip yataktan kalktığını, benim Pendones olduğumu kabûl edeceksiniz. O, kendini beni yerime ikame etmişti; benim yerime vatan hizmetini üstlenmişti. Ben, şimdi onun yerini istiyorum. Annesine ve kız arkadaşına onun öldüğünü haber vermeyin; hastanede melânkoliden ve sıtma nöbetlerinden öldüğünü bilmesinler.

Yüzbaşı Miranda’ya anlayış gösterdi:
“Pekâlâ” dedi: “şimdilik Pendones ol, bakalım; fakat daha sonra, savaş bittiğinde- ahvâl ne gösterir, onu bilemem, Eleuterio: “Orasını ben hâlletmeye çalışacağım,” diye yanıtladı.

Ve o günden itibaren Pendones hizmete dönmüş oldu. Yoklamalarda adı okundu; “mevcut” olduğu doğrulandı. Yakın arkadaşları değişikliği görmüşler, küçük bey’in senaryosuna uymuşlardı. Böylece, “ikame” sırrı bölüğün sırrı olmuştu.

Ramón, ölmeden önce, Eleuterio’ya anası ve kız arkadaşı ile mektupla nasıl iletişim kurduğunu açıklamıştı. Onun mektuplarını yazan onbaşı artık Mirandanın söylediklerini yazıyordu. Miranda, kasabadaki tanışların, el yazısını tanımaları olasılığına karşı mektubu kendi yazmıyor, imza yerine, Ramón’un yaptığı gibi, haç işareti koyuyordu.

Mektupları kaleme alan onbaşı: “Anası ve kız arkadaşı sonuçda gerçeği öğrendiklerinde bütün bu önlemlerin yararı ne olacak?” diye sormuştu.
Eleuterio, tevekkülle: “Boş ver, şimdiden kafana takma,” dedi: “Bunlar idareten, geçici önlemler… Daha sonrası Allah kerim.”

Eleuterio’nun düşüncesi ve bunu uygulama yöntemi çok basitti. Ramón’un kendi yerine feda ettiği can bedelini ödemek; ikame’nin ikamesi olmak ve onun sevdiklerine temiz bir şöhret mirası ve değer taşıyacak bir başarı anısı bırakmak istiyordu.

Ve, bir kahraman gibi, gerçek bir kahraman gibi davranma şansını da eline geçirmiş görünüyordu. Düzinelerle Mağribî öldürmek, sancağı devirmemek, her hangi bir ric’at’i durdurup, bunu parlak bir muzafferiyete, görkemli bir utkuya dönüştürmek için yanıp tutuşuyordu.

Bir cesur er, bir ozan, ve kendi inandığından da ötede epik (hamasî) bir ozan olmanın yanında, beyhude bir yaşama soyunmuş olmuyordu; Iliada’dan ve diğer epik destanlardan taşıdığı anılardan güzel bir ölüm’ün ilhamını almıştı. Sanatkârane ve dramatik bir içerik ve değer taşıyan bir kahraman olması için kişinin imgelem sahibi olması gerekirdi. O yaşamı, fukara Ramón gibi silik bir anı ile terk etmeyecekti; onun sonu seçkin, zarif bir ölüm olacaktı. Onun ölümü çok yaygın biçimde duyulacak; adsız bir kahraman olmayacaktı. Sade bir nefer olsa da, kendini vatana adamışlığı ve utkulu sonu dikkâtleri çekecek, tüm ordu içinde bir coşku yaratacaktı. Başkomutan onun için bir mersiye söylevi irad edecekti. Şehadeti üzerine rütbesi yükseltilecek; adı tüm gazetelerde büyük harflerle basılıp yayınlanacaktı: BİR KAHRAMAN, RAMÓN PENDONES. Şehitlik nişânı merasimi için çağırılacak annesine emekli aylığı bağlanarak Don Pedro Miranda’ya ömrü boyunca kira ödeyebilmesi sağlanacaktı. Don Pedro’nun uzun zamandır hakkında haber alınamayan oğlu da muhtemelen savaş sırasında ölmüş olmalı diye düşünülecek; ama bu ölümün nerede nasıl vuku bulduğunu kimse bilemeyecekti.

Yıllar sonrası, yüzbaşı bu öyküyü çok yakın arkadaşlarına, aralarında kesin bir sır olarak kalması gerektiği kaydı ile, anlattığında, bunların çoğu: “Eleuterio da özveride çok ileri gitmiş, bu kadar fedakârlık yapma zorunda değildi. Yerine ikame edilen kişiye bu hizmeti karşılığı ödeme yapılmış; onun rızası ile hesap kesilmiş.” diyeceklerdi.

Bu düşünce de yerinde idi. Eleuterio işi fazla büyütmüştü. Fakat, unutulmamalı ki o bir ozandı ve bir ikame için bedel ödeyen çoğu soylu beyler, böyle vekâlet verdikleri kişiler savaşta ölürlerse Miranda’nın yaptığını asla yapmazlar; zira gerçek ozanlar çok nâdirdir; señorito’ların çoğu ise mensur söylevlerle durumu idare ederler.
 

Yayın Tarihi : 6 Ekim 2010 Çarşamba 00:26:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?