18
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (22)

EL TECHO-DAM IV. (HORACIO QUIROGA)

Orgaz, hayvanına eyer yüklerken bir yandan da havanın durumuna göz atıyordu. Gök yüzü, sisle peçelenmiş ise de beyazdı ve fırına girmiş gibi yanıyordu. Paraguay’ın bozkır örtülü sierra’larından,* güneybatının ırmak vadileri arasından sıcak, ıslak cangıl’ın** ağır rutubetinin buralara sızdığı hissediliyor: denizin gökyüzüne çizdiği karanlık ufuk hattı kadar geniş bir alanda, San Ignacio hâlâ insanı boğacak raddeye gelen sıcakdan kavruluyordu.

İşte böyle bir havada, Orgaz elinden geldiğince hızla Posadas’a doğru dörtnala at sürdü.Yeni Kabristanın küçük tepesinden aşağı giderek Yabebirí Vadisine girdi. Orada, nehir ulaşımında kullanılan sal’ı beklerken, ilk sürprizi ile karşılaştı: sahile yapışmış, birbiri ile çarpışıp duran küçük değneklerden oluşmuş saçak görünümlü bir demet.

Sal kürekçisi, yolcusuna: “Yükseliyor,” dedi: “Bugün çok yağış oldu ve dün gece ırmağı besleyen kaynaklara kadar...”
Orgaz: “Ve ırmağın daha aşağısında da mı?” diye sordu.
“Oraya da muazzam yağdı...”

Orgaz o geçirdiği gece uzak ormanın üstünde patlayan yıldırım sesini işitir gibi olduğunda yanılmamıştı. Ve şimdi, gür sel dalgalarının, ancak, Loreto bayırlarından bazalt taşları üzerinde dört nala tırmanırken atının nallarının harap olmasına sebep olan Yabebirí Vadisinin tahripkârlığı ile kıyas edilebilecek olan Garupá geçidinden kaygı duyuyordu. Kırsal alanın doyulmaz ihtişamdaki panaromasını sunan yüksek düzlükden, doğudan güneye, mavi suyu ve kaba dalgalar halinde giderek koyulaşan beyaz sise göğüs germeğe çalışırken etrafa yayılıyor gibi görünen ve yağmura garkolmuş ormanı ile çevrenin bütün bir dilimini seyretti. Artık güneş görünmüyordu ve bazen nereden geldildiği anlaşılamayan bir esinti dayanılmaz sıkıntı veren sukûnete sızabiliyordu.İnsan, büyük bir kuraklığı izleyecek bir su varlığını, bir tufanın geleceğini hissedebilirdi. Bu kaygı içinde, son hızla Santa Ana’yı geçip Candelaria’ya vardı.

Orada, önceden tahmin edebileceği ikinci sürprizi ile karşılaştı; Garupá, dört gün süren fırtına sırasındaki seller yüzünden geçilemez hâle gelmişti. Irmakda ne yürüyerak geçilebilecek sığ bir yer ne de bir araç vardı. Sadece, suyun yüzünde bitki sap ve samanları arasında aşağı yukarı oynayan çöp ve atık yığınları; suyun akış mecrasında da kırık ağaç dallarının çılgın çalkantısı vardı.

Ne yapabilirdi? İkindi vakdi saat beşti. Beş saat sonra müfettiş uykuya yatacaktı. Son umut Paraná’ya etişebilmek ve onun kıyısından bulabileceği ilk kanoya atlamaktı.

Böyle yaptı. Ve o ana kadar hava durumu gözlemlenmesinden algılanabilecek en berbat fırtına tehdidi tahmini dehşeti altında hava kararınken, Orgaz, sefere çıkmasına müsade edilen normal büyüklükdeki teknelerin üçde biri cesamette, teneke kaplanmış, deliklerinden oluk oluk su alan bir kano içinde Paraná’ya yola çıktı.

Bir süre kanonun sahibi ırmağın ortasından tembel tembel kürek çekti; fakat, bu arada Orgazdan avans ödeme olarak aldığı rom’u da süratle götürdüğü için işi,tutarsız ifadelerle felsefe yapmaya dönüştürmeyi tercih etti.*** Bunun üzerine, görece olarak ılıman esmekde olan rüzgâr da âniden boraya dönüşüp, kış rüzgârlarını andıran keskinlikle tüm ırmağı rende gibi diken diken kabartınca, Orgaz küreklerin yönetimini kendi eline aldı. Yağmur başladı; Arjantin sahili, çok geçmeden görüntüsünü kaybetti. İlk iri damlaların zuhuru Orgaz’a, çanta kumaşının korumaya yeterli olamayacağı defterlerini hatırlattı. Ceketini ve gömleğini çıkardı; defterlerini onlarla örttü ve derhal gene küreklere asıldı. Kızılderili kanocu da, fırtınadan duyduğu rahatsızlıkla bir şeyler yapmaya çalıştı. Ve suyu allak bullak eden tufan altında ve etrafı beyaz bir karanlığın çevirmesi ile görüşün iki metrenin altına indiği bir ortamda, iki adam, olaganüstü bir gayretle kürek çekerek kano’yu ırmağın mecrasında tutmayı başardılar.

Candelaria’dan bir köşe

Su mecrasında doğru hat izlemeleri yol kat’etmelerine yardımcı oldu; Orgaz da bu hattın üstünde kalmada elinden gelen en başarılı çabayı gösterdi. Fakat rüzgâr güçleniyordu; Candelaria ve Posadas arasında bir okyanus gibi uzanan Paraná Irmağı, kocaman, vahşi dalgalarla çılgınca çırpınmaya ve yön verilmeye direnmeye başlamıştı. Orgaz, defterlerini, tenekeyi çatlatıp kanonun içine dolan sulardan korumak için onların üzerine oturmuştu. Fakat, Posadas’a gecikmeme gayreti onun uzun süre böyle kalmakdan alakoydu; sahile yöneldi. Kano su dolu olmasına ve sürekli bordadan dalgalar almağa devam etmesine rağmen batmamışsa bunu kaderin lûtufkâr bir garabetine yormak gerekir.****
Yağış tüm gücü ve acımasızlığı ile sürüyordu. İki erkek, sırıl sıklam ve bitkin, kanoyu terkettiler ve bir koyak dar ve derin dere) boyunca yukarı tırmandılar; kısa bir mesafe ötede koyu bir gölge görüntüsü yakaladılar. Orgaz’ın çatılmış kaşları gevşedi; aklı fikri mucivezî bir şekilde korunmuş defterlerinde idi; sığınacağı yere doğru koştu.

Kendisini eski bir tuğla kurutma sundurmasında buldu. Küller arasında bir taşın üzerine oturdu. Tam giriş önünde de, kanosunun yanında, yüzü elleri arasında, yere çökmüş Kızılderili serinkanlılıkla damda gümbürdemekde olan yağmurun dinmesini bekliyordu.

Orgaz da dışarı baktı. Ne bitmez tükenmez bir gündü. Sanki San Ignacio’yu terkedeli bir ay geçmiş gibiydi. Yabebirí’ye tırmanma... kızarmış manyok... yazı yazmakla geçirilen tüm bir gece... beyaz alanda kazık gibi dikilip geçirilen oniki saat...

Hepsi şimdi uzaklarda, çok uzaklarda kalmış gibi görünüyordu. Orgaz iliklerine kadar ıslanmıştı; beli çepeçevre kıskaca alınmış gibi acı içinde idi. Fakat bunlardan duyduğu işkence uykusuzluğuna kıyaslanınca hiç gibi idi. Ah, bir uyuyabilse, bir dakikacık kendinden geçebilse idi! Fakat, hayır, buna fırsat bulabilse dahî, küllerin içinde kaynaşan çigolar***** uyumasına meydan bırakmıyacaktı. Çizmelerindeki suyu boşaltıp onları tekrar giydi ve dışarı havaya bakmaya çıktı.

Birdebire yağmur durdu. Şimdi sâkin hava rutubetle cırcıvık olmuştu. Ama, Orgaz, harekete geçmeyi ertelemek gibi enayiği göze alamazdı; yaklaşmakda olan gece beraberinde yeni bir tufana da dönüşebilirdi. Bu fırsattan yararlanmaya karar vererek gezisine yaya olarak yeniden başladı.

Posadas’a altı yedi kilometre kaldığını tahmin ediyordu. Normal koşullarda bu mesafeyi aşmak çocuk oyunu idi, ama, içi dışı cırcıvık balçığa bulaşmış çizmelerin içindeki bitkin adamcağız, bir ilerleme kaydetmeden çamur zemin üzerinde kayıp duruyordu. Orgaz, nihayet, zifirî karanlıkda sallanıp kayarak yol aldıkdan sonra, tepeden Posadas’ın elektrik ışıklarının görünmesi ile bu yedi kilometrelik yolun sonuna geldiğini anladı.

Posadas’dan Paraná Irmağının görünüşü

Eza-cefa, uykusuz kalma işkencesi, yorgunluk ve daha ötesi sıkıntılar Orgaz’ın canına yetmişti. Fakat onu bu ordeal’e sevkeden özsaygısı ve onuru idi. En büyük kazancı da, bir Kayıt Müfettişinin zorlaması karşısında da olsa, kendisini bir devlet görevlisi olarak ıslah etmekden duyduğu tatminkârlıktı. Daha önce gördüğümüz gibi o bir kamu görevlisi olmak için doğmamıştı; böyle bir şeye hemen hiç istidadı yoktu. Fakat, şu anda, basit bir görevi çok çetin bir çalışma sonucu ikmâl etmenin huzuru ile yüreğinde tatlı bir sıcaklık hissediyordu. Bir sürü meydanlar, kavşaklar geçtikden sonra nihayet, atık gökyüzüne yansımaları vurmaz olan ark lâmbalarının ışığını doğrudan görebildi. Fakat bu kez, onların isi yüzünden etrafı seçemez oldu.

Otel saati tam on’u vururken çantasını kapayan Kayıt Müfettişi, içeriye, başına kadar çamura bulanmış ve kapı eşiğinde onu engellememiş olsa kesinlikle yere yıkılacakmış gibi görünen, bir adamın girmeye çalıştığını gördü.

Müfettiş bir an, bu kişiyi seyretmek için sessiz kaldı. Fakat, beriki bir kaç adım daha atıp elindeki defterleri masanın üzerine bırakmaya muvaffak olunca, bu durumda, bu saatte burada ne aradığını hiç anlamamakla beraber, Orgaz’ı tanıdı.
Defterleri göstererek: “Bunlar şey mi?” diye sordu.
Orgaz: “Emirleriniz üzere muntazaman işlem gördü.” dedi.
Müfettiş, hâlinden ve kıyafetinden bir şeyler anlamaya çalışarak bir an Orgaz’a baktı ve sonra onun ofisindeki olayı hatırlayıp, sırtını tapışlayarak can ve yürekden gülmeye başladı.
“Fakat, anlamadın mı, ben senden sadece onları buraya getirmeni istemiştim, söyleyeceğim bir şey vardı. Akılsızlık ettin, dostum. Bu kadar külfete neden katlandın?”

Bunaltıcı bir öğlen sıcağında, evinin damı üzerinde bir yandan pelin ağacından şingıllar arasına katranlı jütler serdiği bir sırada sohbet yaptığım Orgaz bana bu hikâyeyi anlattı.

Daha sonra nasıl nasıl bir düzen tutturduğu hakkında bir yorum yapmadı. Ve, daha sonra geçen yıllar boyunca Nüfus Kayıt Defteri sayfalarında ve bisküvi tenekesinde ne işlemler yaptığını öğrenemedim. Orgaz’ın o gece göğsünü dolduran gururu karşısında onun defterlerini karıştıran bir müfettiş olmayı da, zaten hiç istemezdim.
 

*Sierra: testere görünümlü sivri tepelerden oluşan sıra dağlar.

**Cangıl: balta girmemiş, vahşi orman.

***Metnin orijinalinde “a medias palabras=yarım sözcüklerle” ibaresi kullanılmıştır. İngilizce çevirideki “incohorently=tutarsızca” deyimi karşılığı benzeri “tutarsız ifadelerle” deyimini Türkçede de maksadı daha iyi anlattığı için tercih ettik. Bu arada, “söz-sözcük” anlamındaki “palabra”nın (İspanyolcada “b” harfinin “b” ve “v” arası bir sesle okunduğunu belirtmiştik) Sefarad Yahudileri tarafından Türkiyeye getirilen deyimlerden olup Türk argosuna “lâf, boş söz, uydurma” karşılığı geçtiğini ekleyelim.

****Metnin orijinâli : “bu olgu, bazen böyle açıklanamayacak şeylerin vuku bulması’na borçlu olunabilir” anlamındaki “se debe a que a veces pasan estas inexplicables cosas”dır. Değişik dillerde çevirinin, o dillerin estetik ve mantığına göre farklı olmasını gerekli kılıyor.

*****Çigo (ya da çigger): Batı Hint adalarında, Amerikada, Afrikada bulunan hayvanın ya da insanın etine gömülen bir bit türü.

Yayın Tarihi : 18 Kasım 2010 Perşembe 12:46:18
Güncelleme :18 Kasım 2010 Perşembe 13:01:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?