15
Haziran
2025
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (3)

KANIN GÜCÜ (LA FUERZA DE LA SANGRE)- Miguel de Cervantes (II.)

Keskin kurnazlığı ve cinliği ile Rodolfo, Leodicadia’yı evine, odasına atıvermişti. Kızın yakalandığında baygın düşmüş olmasına karşın uçarı oğlan geçtikleri yolları, geldikleri evi ve odayı görememesi için onun gözlerini bir mendille bağlamıştı. Henüz hayatta olan babasının malikânesinin gözden uzak bir bölmesini işgâl eden çocuğun yaptığı şeyleri gören olamazdı. Kız henüz kendine gelemeden Rodolfo kirli emeline ulaşmış, onun en değerli hazinesini gasp etmişti. Şehvetini tatmin eder etmez, henüz bilinci yerinde olmayan kızı başından def’etmek için sokağa bırakıvermeyi düşündü. Tam bu niyetini gerçekleştirecekken kız uyanarak: “Neredeyim ben? Bu karanlık nedir? İsa baba, Bana dokunan kim? Bir yataktayım, canım yanıyor; anne beni duyuyor musun? Baba beni işitiyor musun? Heyhat, ebeveynimin beni işitmediğini şu anda çok iyi anlıyorum.Bana dokunanlar düşman insanlar; ah, şu anda şu karanlığın ebediyen sürmesi, gözlerimin gün ışığını yeniden görememesi ve onurum uğruna bulunduğum şu yerin benim mezarım olması ile ne kadar mutlu olurdum!...” sözleri ile figan etti. Rodolfonun ellerini yakalayarak: “Yanımda oturan her kimsen ve benim niyazımı haklı görüyorsan, benim onurumun fatihi olarak benim hayatıma da galebe çal; beni benden derhal ayır; zira bir kadın onursuz yaşayamaz” dedi.

Bu sözler Rodolfoyu hepten çılgına çevirdi; görgüsüz, deneyimsiz bir çocuk olarak ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu ve bu sessizliği Leocadia’nın, onu bir hayalet ya da gölge zannetmesine neden oldu. Fakat ona dokunur dokunmaz, ebeveyni ile yürüyüş sırasında karşılaştığı şiddet hareketi ve kaçırılma bahtsızlığı gerçeğini anımsadı ve sarsıldı. Konuşmayı sürdürdü: “Cüretkâr genç, bana yaptığın saldırıyı bu karanlığa ve sonsuz sessizliğe gömmek, kimseye anlatmamak sözü verirsen seni affetmeye hazırım. Biliyorsun ki senin yüzünü hiç görmedim; görmek de istemiyorum; benim kara bahtımın mimarının çehresini belleğime kazımaya hiç niyetim yok. Beni, evimin yolunu bulabileceğim büyük kilisenin yanında sokağa bırak. Ben matemimi kendi ruhumla Tanrım arasında, tüm Dünyadan gizlenmiş bir sır olarak saklayacağım. Fakat, sen beni izlememeye, ebeveynimin, benim, akrabalarımın isimlerini kimseye vermemeye de ant içeceksin.”

Bu çok dirayetli sözlere Rodolfonun tek yanıtı, onun onurunu gene kıracak, teninin zevkini çıkaracak bir kucaklama girişimi oldu. Bunu gören kız, yetiştirilme tarzının verdiği incelik ve yumuşaklığı bir yana bırakıp olağanüstü bir direnç gücü ile, ayakları, elleri ile ve hattâ çok sivri bir dille kendini savunmaya koyuldu: “Unutma hain ve vicdansız serseri!” diyordu: “Ben baygınken üstüme çöktün ve benim en değerli varlığımı tahrip ettin; şimdi, ancak ölümüm halinde emeline ulaşabilirsin!..”

Leodacia’nın direnişi öylesine cesurca ve muannit idi ki; yaradılıştan şehvet düşkünü haytanın gücü ve arzusunun şiddeti bunu berteraf etmeye yetmedi. Rodolfo bezgin ve bitkin düşerek, ağzından bir kelime lâf çıkmadan, yatağında Leodacia’yı bırakıp kapıyı kilitleyerek bu durumda ne yapılması gerektiği konusunda danışma yapmak üzere arkadaşlarını aramaya çıktı.

Leodicia kapısı kilitlenmiş odada yalnız kaldığını görünce yataktan kalkarak, kendine geçit verecek bir kapı ya da aşağı atlayabileceği bir pencere aralığı bulabilirim umudu ile etrafta çıkış olanakları aramaya başladı. Camını açabildiği bir pencereden gelen ay ışığı ile odayı tezyin eden Şam işi ipekten perdelerin renklerini seçebildi. Altın yaldızlı karyolanın ve yatağın çok zengin süslemelerinden sahibinin bir prens olduğu sanılabilirdi. Sandalyeleri, yazı masalarını tek tek yokladı; Pencere çok büyüktü; muhkem bir demir parmaklıkla korunuyordu. Oradan, aşağı, yüksek duvarlarla çevrili bahçeye baktı. Velhasıl, kendini sokağa atma planının gerçekleşmesini engelleyecek her türlü mania vardı.

Ortaçağlarda inşası 2.5 asır sürmüş (1226-1493) Toledo Katedrali-UNESCO Dünya Mirası listesinde

Odada dikkatini çeken her şey sahibinin çok zevkli ve varlıklı olduğunu gösteriyordu. Pencere yakınındaki bir masa üstünde som gümüşten küçük bir haç gözüne çarptı. Onu aldı ve gömlek yenine sakladı. Bunu dinsel coşkudan ya da hırsızlık amacı ile değil, zekice bir planın gereği olarak yapmıştı. Bu işi de bitirdikten sonra başına gelen felaketin son safhasını görmek üzere yatağa döndü.

Tahminine göre yarım saatten daha az bir süre sonra kapı açıldı ve içeri bir adam girdi. Hiçbir şey söylemeden onun ağzını bir mendille tıkadı ve kolundan tutarak odadan dışarı çıkardı; kız kapının yeniden kilitlendiğini işitti. Arkadaşları ile görüşmek üzere çıkan, fakat kız ile aralarında geçenleri onlara nakletmenin aleyhine tanık da ortaya çıkarabileceği için yararsız olacağını düşünerek bundan vazgeçen Rodolfo geriye dönmüştü. Arkadaşlarına bu günâhından pişman olduğunu, kızın gözyaşları karşısında rikkate gelerek, onlara evine gelmelerinden önce kızı serbest bıraktığını söylemeye karar vermişti. Leocadia’yı da hemen onun isteğine uygun olarak büyük kilisenin yanına götürmek üzere dönmüştü. Nitekim kızı kilise meydanına götürdü; alçak bir sesle ona, kimsenin onu izleyeceğine dair içinde hiçbir kuşku olmaksızın, güvenle evine dönebileceğini anlattı. Ve kızın gözlerindeki mendili çözüp atma süresi içinde gözden kayboldu.

Göz bağını çözüp atan Leocadia bırakıldığı yeri tanıdı. Etrafına bakındı; hiçbir canlı görmedi ama belli bir mesafeden izlendiği olasılığı da onu rahatsız ediyordu. Pek fazla uzakta olmayan evine doğru yürürken, hemen her adımda durup etrafı kolaçan ediyordu. Olası kötü niyetli takipçileri şaşırtmak için, açık gördüğü bazı ev bahçelerine girip bir süre vakit geçiriyor, sonra oradan ayrılıp yürüyüşü sürdürüyordu. Kısa zamanda, uykusuz, duraksız, giysilerini üstlerinden çıkarmadan merak ve dehşet içinde kendisinden bir haber almayı bekleyen ailesinin evine ulaştı. Onu görünce çılgınca sevinen ebeveyni göz yaşları içinde boynuna sarıldılar. Bu tatlı sürpriz nümayişinden sonra Leodacia ebeveynini kenara çekip başına gelen acı olayı tüm ayrıntıları ile anlattı ve onurunu kendisinden çalan failin de kimliğini bilmediğini, bu trajedinin sahnelendiği tiyatronun da yerini göremediğini; ancak pencere, bahçe, demir parmaklıklar, yatak desenleri, Şam işi perdeler ve yanında getirdiği gümüş haç gibi ipuçları bulunduğunu ekledi. Tüm aile gümüş haç karşısında göz yaşları döktüler. O arada, Rodolfo evine dönmüş, gümüş haçın yerinde olmadığını fark etmişti. Onu kimin aldığını tahmin etti; ama zengin olduğu için üzerinde durmaya değer görmedi. Üç gün sonra, arkadaşlarının ikisinin eşliğinde, İtalya yolculuğuna çıktı. Sanki Leocadia diye biri ile karşılaşmamış gibi olanları tümüyle aklından çıkarmıştı.

Kız ise vaktini evinde, tam bir inziva hayatı yaşayarak ebeveyni ile geçiriyor; sanki gözlerinden olan biteni okuyacaklarmış korkusu ile başka kimselerle görüşmek istemiyordu. Fakat birkaç ay içinde, sürdürdüğü, o ana kadar aldatılmış ve göz yaşları içinde gizlenmiş ve bir ölçüde başkalarınca da unutulmuş yaşamının, hamile olduğunun anlaşılması üzerine, kendisini tecrid etmesinin zaten zorunlu bir koşul olduğunu anlayıp gözleri yeniden yaşlarla doldu. Zaman hızla geçti; doğum o kadar gizli uygulandı ki bir ebe çağırmayı bile sakıncalı buldular. Ebenin görevini, tasavvur edilebilebilecek en güzel bebeği dünyaya getiren Leodacia’nın annesi üstlendi.

Oğlan bebek doğumunu kuşatan aynı teyakkuz ve gizlilik içinde bir köye götürülerek, ilk dört ayını orada geçirdikten sonra büyükbabasının yeğeni olarak tanıtılarak onun evine getirildi. Debdebeli bir aristokrat değil, erdemli bir birey olmasının hedeflendiği terbiye ve eğitimi orada sürdürüldü.

Yayın Tarihi : 5 Ağustos 2010 Perşembe 11:54:43
Güncelleme :5 Ağustos 2010 Perşembe 11:58:32


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Dr. S. IP: 88.252.163.xxx Tarih : 6.08.2010 00:06:55

Sayın Barut; Yorumunuzun, bu makalenin altında - infilâk edercesine - pek yerinde olmadığı kanısındayım. Aslında ben, ortaya koymak istediğiniz çelişkileri ve mesajları algıladım; fakat, yorumunuzun her ayrıntısı için bunları cevaplayarak açıklamak bu sütunlarda mümkün olamayacaktır. Zira,  uzun bir yazımı gerektirecektir. Sizinle "karşılıklı bir görüşme ortamının gerçekleşmesinin" bana büyük mutluluk vereceğini belirtir, öncelikle hoşgörülerine sığındığımız  Üstat Sayın Teoman Törü'ne ve daha sonra size saygılarımı sunarım.


K. Mükremin BARUT IP: 85.99.174.xxx Tarih : 5.08.2010 22:56:36

Sayın Teoman Törün üstadım. Kaleminize, yüreğinize ve aydın kafanıza sağlık. Günlerce "İnanç ve Hoşgörü" üzerine yazdınız. Zamanlaması o kadar güzeldi ki, sayfa sayfa basılmalı ve yetmiş milyona dağıtılmalıydı. Ama malesef şimdi hamaset moda. Hayatımda bilgisine, bilgi birikimine hayran olduğum çok az kişilerden birisiniz. Her makalenizde irşad olduğumu bilmelisiniz. Keşke İstanbulda olsam ve size çıraklık yapabilseydim.

Yetişkin hiç kimse sorumlu davranmıyor. AYNI GEMİDEYİZ ve BATIYORUZ. Hem de birlkte batıyoruz. Kimse bunu umursamıyor. Türkiyeye, trilyonlara mal olan bu kirli savaşta, denenmemiş metod kalmadı. Hala, asalım keselim diyenler var. Yeni kuşak kürt gençleri, özellikle 1985'den sonra doğanlar, tıpkı akranı Türk gençleri gibi fikren kemikleşmiş haldeler. 

Anlaşılan; biz  uzlaşabilece son kuşağız. Bugün çözüm üretilmez ise yarın masa etrafına oturacak taraflar bulmak ço zor olacaktır. Kafaları karıştıran bir başka paradoks ise şudur:  Başından beri barış ve uzlaşıyı savunan Kürt-Türk aydınları toplumun gözü önüdne ve acımasızca yok edilmişlerdir. Gaffar Okkan, Musa Anter, Eşref Bitlis ve Turgut Özal bunun en somut örnekleridir. Ayrılıktan yana olan uluslararası güçlerin,  projelerini; KÜRT-TÜRK UZLAŞMASIZLIĞI ÜZERİNE, ARADAKİ ÇELİŞKİNİN DERİNLEŞMESİ üzerine geliştirdikleri anlaşılıyor.

Siyasiler, sorumlu köşe yazarları ve hatta bürokratlar bu konuda dişe dokunur bir şey üretmek yerine, ısrarla demagoji üretiyorlar. Aslında İttihat Teraki ile başlayarak beynimize kazılan dünyaya bedel oluşumuz,  titreyip kendimize dönme sorumluluklarımız, yanı başımızdaki toprakdaşlarımızın dilini,dinin görmek konusunda gözümüze perde çekti. Emapati yapamaz olduk. Düşünün bir kere bu coğrafyada yaşıyan ve kadim uluslardan, Rumların, Yahudilerin ve Ermenileri bir tek türkülerini, şarkılarını biliyormuyuz? Bu yurttaşlarımız devlete vergi ödemiyorlar mı? Devlet televizyon ve radyoları günde, vaz geçtim haftada yarım saat ayıramazlar mı? Ben 57 yaşındayım ve artık bunu düşündğümde utanıyorum.

K. S. Saygılarımla.

K. Mükremin BARUT

NOT: Erdem Yücel üstadımın makalesine yazdığınız yorum inanılmaz güzeldi. Teşekkür ediyorum. 

Devrimler, toplumların dönüşmek zorunda kaldıkları anlar, gömleğin artık bedene dar geldiği anlardır. Malesef sütatilodan yana olanlar her zaman buna direnç göstermişlerdir.