Federico Garcia Lorca ve Eserleri (II)
Lorca’nın tiyatro eserleri kültür dünyamızın seçkin simaları tarafından İngilizce ya da Fransızca çevirileri yolu ile Türkçeleştirimiş; “Kanlı Düğün”, “Bernarda Alba’nın Evi”ni A.Turan Oflazlıoğlu, “Don Cristobita ile Doña Rosita’nın Acıklı Güldüsü”nü Memet Fuat (Nazım Hikmet’in üvey oğlu),”Eskicinin Tazesi” ve “Kız Kurusu Gül Hanım ya da Çiçeklerin Dili”ni Can Yücel, “Don Perimplin ile Belisa’nın Bahçede Sevişmesi”ni Tarık Okyay (İngilizceceden) “Yerma”yı Tahsin Saraç (Fransızcadan) Türkçeye kazandırdılar. Eleştirmenlerin “rural trilogy-kırsal üçlü” diye nitelendirdikleri La Casa de Bernarda Alba (Bernarda Alba’nın Evi), Bodas de sangre (Kanlı Düğün) ve Yerma’nın kısa özetlerini vereceğiz:
![]() |
Bernarda Alba’yı canlandıran usta oyuncu ve yönetmen Melek Ökte |
Bernarda Alba’nın Evi (La Casa de Bernarda Alba): Yaşamının bu son oyunu Lorca’nın teatral yazımda iyice deneyim kazandığı bir zamana denk geldiği için drama kurgusu bakımından en başarılısıdır. Yalnız, oyun tekniğine yoğunlaşan bu eserinde büyük ozan’ın ruhundan kopup gelen şiirsel duyarlığa diğer oyunlarında olduğu kadar pek rastlanmaz. Ancak, diğer oyunları da şiirselliğe fazla yüklendiği için eleştiri almıştır. Devlet Tiyatromuzun, 1975’da çok erken kaybettiğimiz usta sanatçısı Melek Öktenin olaganüstü yetkin performansı ile hatırlayamadığım bir tarihde Ankara Büyük Tiyatro’da seyretmiş ve çok etkilenmiş olduğum bu oyun’u, Lorca önsözünde İspanyol köylerindeki kadınların dramı olarak nitelemiştir. 19.Haziran.1936’da tamamladığı bu tiyatro eserinde matemde olan bir Endülüs evindeki olayları işler. Beş kızı üzerinde mutlak bir egemenlik sürdüren 60 yaşındaki Bernarda Alba, evinde 39 yaşındaki Angustias, Magdalena (30), Amelia (27), Martirio (24), Adela (20) adındaki kızlarından başka evin hizmetkârı La Poncia ve kendi annesi Maria Josefa ile birlikde yaşamaktadır. Kurgusu içinde erkek karakterin bulunmaması ve Bernarda’nın kızlarının ve hizmetçi Poncia’nın aşk rüyalarını işgâl eden Pepe ‘el Romano’nun oyunun icrası boyunca sahnede hiç görülmemesi cinsel gerilimin yüksek düzeyde tutulması amacını taşır. Oyundaki karakterlerin isimleri mizaçlarına uygun anlamlar taşır. Örneğin onur ve gelenek değerlerine fanatik bir biçimde bağlı ve elinde tahakküm simgeleyen baston gezdiren “Bernarda”nın adı, İspanyol kültürüne Got kültüründeki“bir ayı kadar güçlü” anlamındaki “Bernard”dan geçmiştir. Olayları derinden inceleyen kâhya kadının “La Poncia” adı, Yahudilerce İsa’nın infazının istenmesine karşı mütereddit kalan Romalı Vali “Pontius Plautus”a bir göndermedir.
Erkeklerin kadınlar üzerindeki baskı, tutku, yerine göre uygunluk enigmalarını keşfetmeye çalışan oyunun kurgusu şöyledir: baskıcı bir kadın olan Bernarda Alba, ikinci kocasının ölümünden sonra, İspanyanın tutucu kesiminde gelenek olan sekiz yıllık uzun yas hâlini sürdürmekde ve tüm ev halkına dikte emekte; yaşları 20-39 arasındaki kızlarının, erkeklerle her tür ilişki kurmalarını engellemektedir. İlk sahne, sekiz yıl sürmüş bu tahammülü olanaksız matem imsakından sonra evde toplanan konukları göstermektedir. Büyük kız Angustias, konukların toplanmasından sonra sahneye girer. Bernarda, onu balkonda, sokakdaki erkeklerin konuşmalarını seyrettiğini düşünerek şiddetle azarlar.
Angustias’ın elinde, Bernarda’nın ilk kocası olan babasından miras kalmış bir mikdar para vardır. Diğer kızlara ise kendi babalarından pek az varlık intikâl etmiştir. Angustias’ın varlığı, köylerinden genç ve yakışıklı Pepe el Romano’nun aklını çelmiştir. Bu kardeşlerinin arasında kıskançlığı ve hırsı körükler. En yaşlı ve mariz olan ablalarının mirasın en büyük payını ele geçirmesini ve evlenme özgürlüğüne kavuşup evdeki baskıdan kurtulacak olmasını çekemezler.
En genç olan Adela, babasının cenaze merasimi sırasında anî bir ruh bunalımına girmiştir. Bernardanın siyah matem elbisesi giyilmsi gerektiği emrine karşı gelerak yeşil giysisini çıkarmayı reddeder. Pepenin Angustias ile evlilik hazırlığında olduğunu öğrenince iyice çılgına dönmüştür. Bernardayı yeşil elbisesi ile sokaklarda koşmakla tehdit ederse de kardeşleri onu engeller. O sırada yoldan Pepenin gelmekde olduğu farkedilir. Tüm kardeşler onu gömek için balkonlara üşüşürken, Adela geride kalır; durumu bilen bir hizmetkâr Pepeyi görmek için en uygun yerin kendi oda penceresi olduğunu söyler.
![]() |
Yeni Leon Üniversitesitesinde kurucularından olduğu Sahne Sanatları Fakültesinde profesörlük de yapmış olan ünlü oyuncu Minerva Mena Peña (1930-2004) Bernarda Alba rôlünde. |
Poncia ile kızların miras payları hakkında görüşme yapmakda olan Bernarda, Andustias’ın makyaj yapıp eflâtun elbise giydiğini farkeder. Bu renk, daha önce sözünü ettiğimiz isyankâr 27 Kuşağının özgürlük simgesidir. Şiddetle azarladığı Angustias öfke ile yüzündeki makyajı siler. Diğer kızlar da hara güre ile sahneye çıkarlar. En son, Bernarda’nın, genellikle odasına kapanmış durumda yaşayan 80’lik annesi de gelir, evi terkederek evlenmek niyetinde olduğunu söyler ve Bernarda’yı bu kadar baskı ile kızları çöküntüye uğrattığı yolunda ikazda bulunur. Bernarda onu ite kaka odasına sokar.
Deneyimsiz Adela’nın gözleri Pepe’ye karşı tutkulu aşkı yüzünden adeta kör olmuştur. Annesinin isteğini dinlemediği gibi ablalarına, özellikle Pepe’ye zaafı olduğu meydana çıkan Martirio’ya karşı da hırçındır. Evdeki bu gerginlik Bernarda’nın Pepe’yi bir tabanca ile kovalamasına kadar götürür. Sahne dışında bir patlama sesi işitilir; Pepe el Romano’nun öldüğü anlaşılır. Aile başlarına geleceklerin tartışmasını yaparken Adela başka bir odaya çekilir. Bernarda, bir kadının nişan almayı becermesinin olanaksız olduğu getrekçesi ile yakayı sıyıracağı iddiasındadır. Bernardanın tekrar Adela ile görüşmek istemesi üzerine onu çağırmaya giden Poncia kilitlenmiş kapıyı zorlayarak girdiğinde feryat ederek döner; Adela kendisini asmıştır.
Ailesinin iyi şöhreti herşeyden önce gelen Bernarda için Adela bakire olarak ölmüştür (oysa onun Pepe ile gizli buluşmaları olmuştur). Kimse Adela için gözyaşı dökmez.
Bu eser tüm Dünya yazarları tarafından işlenmiş; sayısız sahnede sergilenmiş bir tiyatro oyunudur.
Kırsal Üçlü’nün diğer iki oyunu da kırsal töre çıkmazının doğurduğu acıları yansıtır.
Kanlı Düğün (Bodas de Sangre): 1932’de yazılan ve Mart 1933’de Madrid’de sahneye konan bu oyun, kardeşi Francisco Garcia Lorca’nın naklettiğine göre ozan tarafından Almeira’da cereyan eden bir olayla ilgili gazete haberinden yola çıkarak kurgulamıştır.
Oyun, anne’nin hayatta kalan ve bir kızla evlenmeye hazırlanan tek oğlu ile tartışırken açılır. Anne, oğlunun bağda üzüm kesmek için kendisinden bir bıçak istemesine tepki göstermektedir. Baba, Felix’ler adında bir aile üyeleri tarafından öldürüldüğü için silah olarak kullanılabilecek her tür araçtan nefret eder. Damatlığa hazırlanan delikanlı anasını kucaklayıp evden ayrıldıkdan sonra sohbet etmeye gelen komşu kadın gelinin, daha önce, kadının kocasını öldüren kişilerin akrabası olan Leonardo Felix adında bir adamla ilişkisi olduğunu anlatır. Anne bunu duyunca gazaba gelir; fakat durumu oğlu ile konuşmadan evvel kızı ziyaret etmek ister.
Halen evli olan Leonardo işinden, eşi ve kaynanasının yeni doğmuş bebeğe ninni söyledikleri evine dönmüştür (ninninin lirik sözleri, oyunun sonunda gerçekleşecek trajedinin kehaneti gibidir). Leonardo’nun evliliğinin sorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bir küçük kız eve gelir ve aileye damad ve gelin adaylarını evlenmeye hazırlandıklarını duyurusunu yapar. Leonardo öfke nöbetine kapılır, tüm ev halkına dehşet saçarak evi terkeder.
Anne, damat adayı ile birlikde Gelin’in evine gider. Orada gelinin hizmetçisi ve babası ile karşılaşır. Baba yaşlı ve yorgun bir adamdır. Anne’ye ölmüş karısından ve kızını bir an önce evlendirip torun sahibi olma arzusundan söz eder. Gelin sahneye girer, anne ve damat adayı ile söyleşiye dalar. Sonra baba, konukları kapıya kadar geçirir. Hizmetçi gelin adayına gelen armağanlarla alay eder, ayrıca, Leonardonun durumu pencereden dikizlemek üzere gelmekde olduğunu haber verir.
II. Sahnede, Leonardo gelin adayını yeniden görmeye gelir ve ona tutkulu aşkından söz eder. Daha önce onunla evlenmesini engelleyenin gururu olduğunu söyler. Onu karşısında görmekde huzuru kaçan gelin Leonardoyu susturmaya çalışsa da eski duygularının inkâr edemez. Hizmetkâr genç adamı uzaklaştırır. Konuklar düğüne katılmak üzere ortaya çıkmaya başlamışlardır. Baba, Anne ve Damat da geldiğinde düğün alayı Kiliseye yollanır. Leonardo ve karısı da şiddetli bir kavgadan sonra Kilisedeki törene katılırlar.
Düğün töreninden sonra yeni evliler gelinin evine dönerler. Şenlik, müzik ve dans devam eder; fakat gelin yorgun olduğunu ileri sürerek odasına çekilir. Leonardo’nun karısı damada Leonardonun törenden at sırtında ayrıldığı ve gelini kaçıracağı yolunda ikazda bulunur. Damat onu başından savar; fakat gelin ve damadın şenliğe katılmasını isteyen konukların ısrarı üzerine evde aranan gelinin Leonardo ile kaçtığı kesinlikle anlaşılır. Damat gazap içinde Leonardo’yu öldürme amacı ile atlanarak doludizgin evden uzaklaşır. Anne çılgın bir öfkeye kapılarak düğün konuklarına kaçakları arama talimatını verir. Baba bu azaba dayanamaz yere yığılır.
III. Sahnede: Leonardo ile gelinin kaçtıkları ormanda üç baltacıyı olayları tartışırken görürüz. Kaçakların peşine düşenlerin tüm ormana yayıldıklarını ve eninde sonunda, beraberindeki kadının ağılığı ile yeteri hızla uzaklaşamayacak Leonardonun yakalanacağını tahmin ederler. Mehtap bulutlar arasından çıkarken sahneden ayrılırlar.
(Dişil bir simge olan ve tercihan bir kadın tarafından canlandırılan) Mehtap kendini tanrıça gibi güçlü hissetmektedir ve ormanla konuşur; ağaçlara yalnızlığından yakınır ve kendisini evlerinin dışında tutan insanlara ceza olsun diye kanlarının dökülmesi arzusundan bahseder. Bu amaçla gizemli ışığını güçlendirerek ormanı aydınlatır, kaçakların peşine düşenlere yol gösterir. Ona ihtiyar bir dilenci kadın kılığındaki “Ölüm” de eşlik eder. İkisi iki rakip gencin kanlarının dökülmesinin tertibini hazırlarlar.
Gözünü intikam bürümüş güveye düğün partisinden bir genç refakat etmektedir. Bu genç karanlık ormandan ürker ve güveyi geriye dönmeye ikna etmeye çalışır. Damat oralı değildir, Leonardoyu öldürüp gelini geri almaya yemin etmiştir. Sahneye yaşlı dilenci kılığındaki “Ölüm” girer; Leonardo’yu gördüğünü, onu bulmak için kılavuzluk edebileceğini damada söyler.
Ormanın başka bir yerinde, Leonardo ile gelin, duygusal ifadelerle gelecekleri hakkında hayâl kurarlar ve tartışırlar. Gelin uzaklara kaçmalarını ister; Leonardo buna yanaşmaz. Aşık çift damadın ayak seslerini duyar; “Ölüm” yaklaşmıştır. Karanlıkda iki çığlık duyulur. Mehtap ve yaşlı kadın tekrar görünürler.
Leonardo’nun karısı ve Kayınvalde de dahil kasabadaki kadınlar Kilise yakınında toplaşmış; olayların dedi kodusunu yaparlar. “Ölüm” tekrar dilenci kadın kılığında sahneye çıkar, Kaderin Ormana indiğini ilân ederek ayrılır. Anne kadere duyduğu derin öfke ve acı içinde gelinin dönüşünü görmek için kiliseye girer. Gelin sırtında kara bir atkı ile görünür. Sebep olduğu akıbet için ölümle cezalandırılmaya hazırdır. Damadın, korkunç bir kin’in pençesine düşmüş olan annesi ona vurarak yere düşürür; fakat bu acı ile yaşamasının ölümden çok beter bir ceza olacağını düşünerek hayatta kalmasına izin verir. Belki de eteği aşıklarının kanı ile boyanmış bu günahkâr kız nasıl olsa yitirilmiş onurun telâfisi için kendi ailesi tarafından öldürülecektir.
![]() |
İspanyol Sinema Yönetmeni Carlos Saura |
Bu oyun ana vatanı İspanya dışında ilk yıllardan itibaren başda Amerika ve Britanya olmak üzere tüm ülkelerde sergilenmiştir. İlk kez 1938’de İspanyada tiyatro oyuncusu Margarita Xirgu’nun performansı ile olmak üzere film çekimlerine de adepte edilmiş; 1981 yılında İspanya-Fransa ortak yapımı “Bodas de Sangre” adındaki müzikal filme konu olmuştur. 1964’de Macar betecisi Sandor Szokolay tarafından opera versiyonu yapılarak Budapeşte’de sahneye konmuştur.
En başarılı film versiyonu, ünlü İspanyol yönetmen Carlos Saura Atarés’in senaryo yazımına da katıldığı ve “Flamenco” adı altında başka bir triloji (üçleme) içersinde yapımını, Antonio Gades, Cristina Hoyos, Antonio Jiménez ve Marisol’un oyunculukları ile gerçekleştirdiği 1981 tarihli filmdir. Saura Üçlemesi’nin diğer filmleri “Carmen” (1983) ve “El Amor Brujo-Büyücünün Aşkı” dır (1986).
2006’da oyunun, “Le Maryaj Lenglensou” adındaki opera adaptasyonu Hollandalı film yapımcısı Hans Fels tarafından Haitili bir grubun katılımı ile geçekleştirildi.
Sürecek
Değerli kuzenim Yılmaz Ergüvence ve Şahiha Girginkardeşler Hanımefendiye kıvanç verici ve yüreklendirici iltifatlarından dolayı gönül dolusu teşekkürler.. Yılmaz'ın önce başıma iş açma gibi görünen ve doğallıkla hayırlı olur hüsn-ü temennisi ile yaptığı öneriyi elimden geldiğince yüzüme gözüme bulaştırmadan gerçekleştirmeye çalışırım, İnşaallah (aslında, beni konu arayıp seçme zahmetinmden de kurtarması bakımından da minnet borcum var ya). Yalnız, kusura bakılmasın, bu işi pek sistematik planda ve kronolojik sıra içinde yapamayacağım. Biraz çağrışım ve ortaşım tekniği ile yürüteceğim. Örneğin, gelecek bölümde, Lorca'nın şiirleri içinden vereceğim bir örnek çok sevilen bir boğa güreşçisi için yazdığı bir ağıttır.Bilindiği üzere "boğa güreşi" Hispanik Âlemin, hattâ daha geniş bir çevrenin folklor ve popüler kültürünün çok geniş bir parçası olarak aynı ölçüde, bu çevrenin dışına da taşarak edebiyat ve sanata girmiştir. Bu şiirin çağrışımı ile daha sonraki bölümde, İspanyolların bu çok ilgi çeken mücadele kültürünü ele alan yazarlardan (çağımızdan biraz geri kalmakla birlikde) Blasco Ibanez'i tanıtacağım. Saygılarımla.
Teoman bey, 60'lı yıllarda Ankara'da öğrenci iken ,çok etkilenerek izlediğim Bernarda Albanın Evi'yle yazınızda tekrar karşılaşmak 'tan mutluluk duydum. Teşekkür ve iyi dileklerimle,
Sevgili Teoman. İspanyol edebiyatının son dönem yazarları hakkında da bilgi ve eserlerinden çeviri örnekleri vermen temennisiyle haddimi aşmamın ezikliği içinde iken, benden bahsetme nezaketi göstermenle mutlu oluyorum. Verdiğin son bilgiler ve çeviriler dolayısiyle sadece bana değil, tüm ilgilenen okurlara, özellikle gençlere ulaştırdığın ışıkla büyük kültür hizmeti yaptığının bilincindeyim. Bu gibi kültür makalelerinin, gelen yorumlardan anladığım kadarı ile çeşitli mesleklerdeki okurlar ve özellikle pop kültüre daha fazla yatkın gençler üzerinde müspet etkileri olduğu kanısındayım. Saçtığın ışığın devamı dileği ile sevgiler.