16
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (34)

Federico Garcia Lorca ve Eserleri (III)

Prof. Dr. Hale Göknar Toledo

Kırsal Üçleme’ye dahil bir oyunun da “Yerma”olduğunu söylemiştik. Konuya geçmeden önce bu oyunu tanınmış şairimiz İlhan Berk tarafından da (Fransızca yolu ile) Türkçeleştirilmiş olduğunu, ayrıca bazı İspanyolca eserler meyanında Lorca’nın bu üçlemesinin de A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fafültesi Batı Dillerive Edebiyatları Bölümü İspayol Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Kürsüsü öğretim üyesi Sayın Hale Göknar Toledo tarafından son yıllarda Türkçeye çevrildiğini belirtmeliyiz.

1934’de yazılmış ve hemen aynı yıl sahnelenen bu oyunun baş figürü Yerma gene İspanyanın bir kırsalındaki kocasının verememesi yüzünden çocuk sahibi olamadığı için ruhsal çöküntüye uğramış bir kadındır. Aslında İspanyolca “kısır” anlamına gelen “Yerma” adının ona verilmesi, çocuk sahibi olamamanın sorumluluğunun kırsalda kadının üstünde kalması bakımından bir ironi olsa gerekir. Kırsal üçlemeden anlaşılacağı üzere Lorca, oyunlarını, çağdaşı ünlülerden Irlandalı Yeats ve İngiliz-Amerikan Thomas Eliot’ın oyunları gibi seçkin zümrenin zevk alacağı şiirsel dramalar formatında değil kendi tüm halkının yaşamı için mesaj verecek kompozit tarzda yazmıştır. Kardeşi Francisco da onun fars (hafif güldürü) ve şiirsel trajedi ekstremleri arasında gerilimler yarattığını vurgular. Şairin kendisinin “trajik bir şiir” olarak betimlediği “Yerma”da da bu tarz açıkca bellidir. Böylece, ucuz kamyonlarla taşınabilen demonte barakaların oluşturduğu tiyatro sahnelerinde onun oyuunları kırsal alanlarda, boğa güreşi arenalarında, han avlularında icra edilebilmiştir.

Yerma, seyircilerin kendilerini rüyada hissedeceği soluk bir bir şekilde aydılatılan ilk sahne açıldığında günlük eşyaları arasında uyuklamaktadır. Bir çoban elinden tuttuğu beyazlar giymiş bir çocukla onun yanına gelir. Yerma’nın düşünde gördüğü bu çocuk için fondan ninni söylenir. Çocuk sahibi kadınların Yerma’yı avutmak için söyledikleri: “çocuklar büyütünceye kadarçok zahmet verir” iddiaları onu teselli etmez. Eskiden Yerma ile gönül bağı olan Victor adındaki çobanla evlendiği takdirde çocuğu olabileceği düşünceleri aklına gelen Yerma ne yazık ki “Juan” ile evlenmiştir.

II. perdede beş yıldan beri çocuğu olmayan Yerma’nın bu takıntısından bıkan kocası eve iki kız kardeşini getirir. İki görümcenin gözetimi kadını daha da bunalıma sokar. Arkadaşlarına tüm tutkusu ile çocuk hülyalarını anlatmakdan vazgeçmez. İşi büyücüye başvurmaya kadar götürür.

III. perdede aziz türbelerine gidip adaklar sunan kadınların arasına Yermanın da katıldığı görülür. Yaşlı bir kadın: “Sizler buraya Azizden çocuk istemeye geliyorsunuz ama bir yandan her yıl artan sayıda bekâr erkek de geliyor,” diye alay eder. O arada iş erotik bereket dansları şeklinde ritüellere dönüşür. Yaşlı kadın Yerma’ya suçun kocasında olduğunu, yeni birisi ile evlenmeden derdine çare bulamıyacağını, orada beklemekde olan oğlu için onu kabûl edebileceğini söyler. Yerma ilke sahibidir; töre dışı çarelere açık değildir. Yaşlı kadının realist görüşlerini sindiremez; erkek avlamaya çıkmadığı, ten zevki peşinde koşmadığı; kusurun kendisinde olduğu, buna kendisinin de inandığı cevabını verir. Yaşlı kadın onun inadına kızar, “ben de başka bir kız arayayım” deyip gider.

ABD. Pennsylvania Eyaleti Pitssburgh kentinde Quantum tiyatrosunda “Yerma”nın bale versiyonun sergilenmesi

Yerma’nın kocası Juan onun peşinden gelmiş; konuşmaları dinlemiştir. Karısın erdemine takdirini açıklar ve sorumluluğun kendisinde olduğunu, çocuukları olmasını umursamadığını çocuksuz yaşamın daha kolay ve mutlu olacağını açıklarsa da Yerma’yı yatıştırmaz. Kadınların kocaları ve çocukları ile birlikde iken itibar gördükleri bir toplumda yaşamanın kendisini ne kadar inciteceğini düşünür; tartıştıkları “Ermita” denilen yerleşim yerlerinden uzakda münzevî ve döl bereketi getirdiğine inanılan eski bir kilise harabesi yanında, yoksulluk nedeni ile eli sıkı, çocuksuz kalmayı tercih eden adamcağızı birden yere düşürüp boğarak öldürür. Bu trajedide Yerma tutku, düş kırıklığı, dışlanmışlık, kıskançlık labirentine girmiştir. Çıkış yolu bulamaz.

Lorca’nın şiirlerinden örneği, arenada (güreş alanında) yaşamını yitiren ünlü bir torero (boğa güreşçisi) için yazdığı ağıttan vereceğiz. İspanyolların “La corrida de toros-Boğaların müsabakası” dedikleri ve Batı dillerinde genellikle, Yunanca “tavromachia”dan gelme “tauromachy-boğa savaşı” olarak anılan boğa güreşi İspanya, Portekiz ve hemen tüm Latin Amerika ülkelerinin geleneksel bir sportif eğlence gösterisidir. Ancak, Portekizde boğanın arenada öldürülmesi yasaklanmış olup bu uygulama sömürgecilik devrinden Portekiz etkisinin bulunduğu Tanzania ve Pemba Adasına da geçmiştir.

Güreş takımı ile corrida de toros

Llanto por la muerte de Ignacio Sánchez Mejías- Ignacio Sánchez Mejías’ın Ölümüne Dökülen Gözyaşları” adındaki bu şiirdeki kahraman Meijas boğa güreşçiliği yanında entellektüel bir yazardı da. Sempatik kişiliği ve kadınlar nezdindeki çekiciliği ile 27 kuşağının ikonlarından olmuştu. 13.Ağustos.1934’de, Kastilyada “Manzanares Arenasında 43 yaşında boğa boynuzları ilecan vermasi pek çok İspanyol ozanınca ağıt konuso oldu. Bu ağıtların en içlisi Lorca’ya ait olup bu şiirin XV. Yüzyıl’ın asker ozanı Jorge Manrique’nin ağıt copla’larından (mısra) beri İspanyol elejisinin doruğuna çıktığı kabûl edilir.

Lorca şiirlerinden bir örnek olarak sunacağımız bu ağıt’ın çevirisi, elbette orijinalindeki anlam derinliğinin ve şiirsel duyarlığın yanına yanaşamayacağı için peşinen özür dilerim.

Ignacio Sanchez Mejias içi Ağıt

Cogida*(1) ve ölüm
Öğleden sonra beşde.
Evet, öğleden sonra tam beşde idi.
Bir oğlan çocuk beyaz çarşafı getirdi
Öğleden sonra beşde
Önceden hazırlanmış kireç taşından bir topak öğleden sonra beşde
Gerisi ölüm ve sadece ölümdü.
Rüzgâr ham pamuğu savurdu uzaklara
Öğleden sonra beşde
Ve oksit kristal ve nikel’e ayrışıp dağıldı
Öğleden sonra beşde
Şimdi güvercin ve leopar güreşmede
Öğleden sonra beşde
Ve uyluk kemiğine dalmış ölümcül boynuz
Öğleden sınra beşde
Pes perdeden vuruyor mızrap
Öğleden sonra beşde
Arsenik çan çalıyor ve duman
Öğleden sonra beşde
Köşelerde suskun gruplar
Öğleden sonra beşde
Ve yüreği gururla dolan sadece boğa!
Öğleden sonra beşde
Kar’ın rutubeti hissedilirken
Öğleden sonra beşde
Güreş meydanı iyot kokusu ile kaplanınca
Öğleden sonra beşde
Ölmm rahmine yumurtaları yerleştirdi.
Öğleden sonra beşde
Öğleden sonra beşde
Öğleden sonra saat beşde
Tekerlekler üzerinde bir tabut onun yatağı oldu.
Öğleden sonra beşde
Kemik ve lavta sesleri kulaklarında çınlıyor
Öğleden sonra beşde
Şimdi boğa alnından böğürüyor
Öğleden sonra beşde
Odanın içinde muzdarip alevler salınıp duruyor
Öğleden sonra beşde
Uzaklardan kangren geliyor
Öğleden sonra beşde
Yeşil kasıklar arasından zambağın boynuzu
Öğleden sonra beşde
yaralar güneşler gibi yanıyor
öğleden sonra beşde.
Öğleden sonra beşde.
Ah, öğleden sonrasının şu ölümcül beşi!
Tüm saatlerin beşi idi!
Öğleden sonrası gölgesindeki beşti!

2. Saçılmış Kan

Onu görmeyeceğim!

Mehtaba gelmesini söyle,
kanı görmek istemediğim için
Ignacio’nun kumdaki kanını..

Onu görmeyeceğim!

Mehtap tüm bedeni ile gökyüzünde göründü.
Durgun bulutların Küheylanı,
ve rüyaların gri boğa arenası
barreralar*(2) yanındaki söğüt ağaçları ile.

Onu görmeyeceğim!

Guisando Boğaları

Anılarım alevlensin!
Yaseminlerle ısınsın
öylesine duru beyazlıkla!
Onu görmeyeceğim!
Antik dünyanın ineği
kederle mırıldanarak geçti
boğa burnundan kuma saçılmış
kanların üzerinden
ve Guisando boğaları*(3),
yarı ölü yarı taşlaşmış,
sanki iki yüzyıl yer altında kalmış da, tıka basa toprakla doymuş gibi.
Hayır.
Onu görmeyeceğim!
Ignacio kat kat yükseliyor.
omuzlarındaki tüm ölümle.
Tanyerinin ağarmasını gözledi
fakat artık şafak sökmeyecekti.
O özgüvenli duruşunu arıyor.
fakat gördüğü rüya onu sersemletiyor
o haşmetli endamını özlüyor,
fakat akmakda olan kanı ile kuşatıldı
Bu sahneyi görmemi benden istemeyin!
Kanın fışkırma sesini duymak istemiyorum
her an azalan gücü ile:
ikamet katlarını aydınlatan
ve kana susamış kalabalığın
kadife ve deriden giysilerinin üzerine
saçılan ve bana yakınına gelmemi haykıran
bu püskürtü!
Onu görmemi istemeyin!
Onun gözleri kapanmadı
boynuzları yakınında gördüğünde,
fakat o korkunç analar
kafalarını kaldırdılar.
Ve rançolardan*(4) aşarak,
bir gizli sesler ortamında,
göksel boğaları çağırdılar,
solgun sisin çobanları.
Sevilla’da onunla yarışacak bir prens
yoktu ortalarda
ne de onun kılıcına benzer bir kılıç
ne de öyle bir sağlam yürek.
Aslanların ırmağı gibi idi
ılımlılıkdan süzülmüş bir tahammüldü.
onun mucizevî gücü,
Alnına Endülüs Romasının
havası altınla kaplanmıştı.
gülüşü, zekâ ve aydın düşüncenin
ışığını yansıtan Hint sümbülü idi.
Arenada nice kudretli bir torero!
Yamaçlarda nasıl da iyi yürekli bir saf köylü!
Çiçek demetlerine karşı nasıl da duygulu!
Mahmuz vuruşunda nasıl da afili!
Bir çiğ damlasına nasıl da sevecen!
Fiesta’da nasıl da göz kamaştırıcı!
Karanlığın banderillaları*(5) ile Final nasıl da muhteşem!
Şimdi o nihayetsiz uykuya daldı.
Şimdi yosun ve çimen
kafatasının çiçeğini
titremeyen parmakları ile açıyor.
Ve şimdi kanı şarkı söyleyip coşarak geliyor;
bataklıklar ve çayırlar boyunca şarkı söyleyerek,
donmuş boynuzların üzerinden kayarak,
sisin içinden duyarsız sendeleyerek,
nereden geldiğini bilmediği binlerce çifte yeyip tökezleyerek
Gökkubbesi yıldızlı Guadalquivir’in*(6) ışığını örtmek; bir ızdırap havuzu oluşturmak için
uzun, karanlık kederli bir mırıltı ile yürüyor.
Oh, İspanyanın beyaz duvarı!
Oh, hüznün kara boğası!
Oh, Ignacio’nun yoğun kanı!
Oh, onun damarlarının bülbülü!
Hayır.
Onu görmeyeceğim!
Hiç bir kadeh onu içinde taşıyamaz,
dudağına götüren hiç kimsenin boğazından geçmez,
hiç bir don rüzgârı, ne bir şarkı
ne beyaz zambakların sel gibi akışı onu serinletemez
hiç bir gümüş kenarlıklı bardak onu içine alamaz.
Hayır.
Onu görmeyeceğim!

3. Sergilenmiş Ceset

Rüyalar kederli olduğunda alnın dayanacağı yer
kıvrıla kıvrıla akan derelerin, donmuş kalmış selvi ağaçlarının
bulunmadığı bir alandaki kabir taşıdır.
Taş Zaman’a tahammül edebilmek için dayanılan bir omuzdur, gözyaşlarından ve kurdelelerden ve gezegenlerden.

Dalgalara doğru yürüyen gri sağanaklar gördüm,
şduygulu görünmez kollarını yükselten,
kan gölünde yıkanmadıkça organlarını hareket ettiremeyen,
yerinde kala kalmış bir taş olmakdan kaçabilmek için.

Taş tohum ve bulutları topluyor
iskeletten tarla kuşları ve güneş tutulmasından kurtlar:
ama ne ses ne kristal ne de ateş elde ediyorlar,
salt boğa arenaları ve boğa arenaları ve daha fazla duvarsız boğa arenaları..

Şimdi, Tanrının sevgili kulu Ignacio taşın üstünde yatıyor.
Her şey bitti. Ne oluyor! Yüzüne bakar mısın:
ölüm onu solgun kükürtle örtmüş
ve kara bir minotor’un *(7) kafasını yerleştirmiş üstüne..

Her şey bitti. Yağmur ağzından içeri giriyor.
Soluk, çılgın gibi, suya gömülmüş göğsünü terkediyor.
ve Aşk, kar’ın gözyaşları ile sırıl sıklam oluyor,
bir canlılar yığını içinde imiş gibi kendi kendini ısıtıyor.

Ne söylüyorlar? Leş gibi kokan bir sükût yerleşiyor ortama
Buraya, bülbüllere has durulukda serilmiş,
solup gitmekde olan bir cesedle birlikdeyiz.
onda derinliği bulunamayan çukurlar görüyoruz.

Kefenini kim katlıyor? Söylediği doğru değil!
Burada kimse şarkı söylemiyor, bir köşede kimse ağlamıyor,
vicdan azabı duyan yok, yılan bile ürkütmüyor kimseyi.
Burda hiç bir şey istemiyorum, huzur bulma umudunu yitirmiş olsam da salt onu görmek için
gözlerimi ona dikrmekden başka.
Burada tok sesli o adamları görmek istiyorum,
Atlara boyun eğdiren ve ırmaklara yön veren;
güneş ve çakmaktaşı dolu ağızlı,
şarkı söyleyen sesli iskelet adamları.

Burada onları görmek istiyorum. Bu taşın önünde.
Dizginleri kopmuş bu cesedin önünde.
Onlardan çıkış yolunu öğrenmek istiyorum
Ölüm tarafından giysileri soyulan bu yiğit için.

Onlardan bir ırmak gibi uzun bir mersiye göstermelerini istiyorum,
derin kıyıları, sevimli buğuları olan,
Ignacio’nun bedenini bağrına alıp beşik gibi sallayacak
Ona boğaların çifte darbesini duyumayacak.

Mehtabın arenasında kendini kaybediyor
kederli sakin bir boğa gençlği içinde taklid ediyor
balıkların şarkısı olmadan gece vakdi
ve donmuş dumanın beyaz sık ağaçlığı içinde kendisini kaybediyor.

Onun yüzünü mendillerle örtmek istemiyorum
ki artyık üzerinde taşıdığı ölüme alışabilsin.
Haydi, Ignacio, o korkunç böğürtüyü hissetme.
Uyu, uç, dinlen: deniz ölse bile!

 

4. Kayıp can

Boğa ne seni bilir ne de incir ağacını
ne atları ne de kendi evindeki karıncaları.
Çocuk ve öğleüstü vakti de seni bilmezler
çünkü ebedî ölüme ulaştın.

Taşın sana verdiği omuz da seni tanımaz.
Senin örtündüğün kara ipek de.
Senin suskun belleğin seni tanımaz
çünkü sen ebedîyen yoksun artık

Güz mevsimi gelecek, küçük beyaz salyangozlar,
buğulu üzümler ve demet demet bereket donanmış tepeleri ile birlikde,
fakat, artık kimse senin gözlerinin içine baqkamayacak
çünkü sen ededîyan yoksun artık.
Çünkü sen ebedî ölüme ulaştın,
arz’ın tüm ölüleri gibi,
unutulmuş tüm ölüler gibi,
cansız köpeklerin yığını üzerindeki..

Kimse seni tanımıyor. Hayır. Fakat ben senin şarkını söylüyorum.
Senin zerafetini ve asîl yüzünü, zihniyetindeki örnek olgunluğu
gelecek kuşaklara tanıtmak için terennüm ediyorum.
Senin ölüme duyduğun iştihayı ve ölümün de seçmeyi bilişini,
O senin bir zamanlarki yiğitlerin neşesindeki hüznü...

Gerçekleşse bile böylesine dobra, macerası zengin bir Endülüslünün doğumu
çok vakit alacaktır.
Onun zerafetini inilti dolu sözcüklerle terennüm ediyorum,
ve zeytinlikler arasından hüzünlü bir esintiyi hatırlıyorum.
 

*(1) Cogida: İspanyolca “coğer=avlama, yakalama’dan “”avlanış”,”ele geçiriliş” demektir. Boğa güreşinde toreo’nun (toreador ya da matador da denir) mağlubiyetine “cogida-avlanma” adı veriliyor. (Hispanik Âlemin folkloru ve popüler kültürünün büyük bir parçası olan çok tehlikeli ve bazen vahşî olarak nitelenen bu gösteri üzerine mizahî fıkralar da yaratılmıştır. Bir tanesini burada analım: corrida galibi torero’nun utkusunu kutlamak için gece mücadele kurbanı boğanın etlerinden bir ziyafet verilmesi: sofranın tam orta yerine yerleştirilen büyük tabağın içine kesilen boğanın testislerinin konması âdettenmiş. Bir gece böyle bir eğlenceye davetli bir yabancı konuğun gözüne tabakdaki testislerin çok küçücük olduğu çarpmış; garsona merakla sormuş: “Kuzum boğa testisleri bu kadarcık mı olur?”. Garson istihfafla: “Ne yazık ki, Senyor” demiş: “Arenadan mağlup çıkan her zaman Boğa olmuyor.”)

*(2) Barrera: Boğa Güreşi arenalarında tribünlere giriş kapılarının önündeki dar giriş sağlayan engel, bariyer.

*(3) Guisando Boğaları (Toros de Guisando) İspanyada Avila ilinde El Tiemblo beldesindeki Guisando tepelerinde, İ.Ö. III. Asırda dikilmiş boğa figürlü Kelt-iber eseri heykeller grubu.

*(4) Ranço: İspanyol çiftliği

*(5) Banderilla: küçük bayrak, flama. Boğa güreşlerinde, picadorların boğaya saplayacakları şişlerin etrafına sarılan flamalar.

*(6) Guadalquivir (Arapça ‘Vâdi-el kebir-Büyük Vadi’) : İspanyanın (Tagus’dan sonra) ikinci büyük ırmağı (Andalusia eyaletinde)

*(7) Minotor: Yunan (Girit-Minos) mitolojisinde yarı insan yarı boğa efsane yaratık.

Yayın Tarihi : 19 Ocak 2011 Çarşamba 00:33:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 85.103.78.xxx Tarih : 24.01.2011 12:54:16

Öğretmenlik kariyerini örgün kapsamında bırakmayıp en yaygın biçimi ile uygulayan değerli hocamız Nazmi Öner Beyefendi çap ve niteliğinde örnekler önümüzde oldukça köşemize çekilmemiz zaten çok ayıp olurdu. Toplumumuzun her alanındaki duyarlı gözlemleri ile aydınlık saçan ve ayrıca çevresini bu yolda yüreklendiren hocamıza içten teşekkürlerimi ve minnetlerini sunarım. Saygılarımla. 


Nazmi Öner IP: 62.248.6.xxx Tarih : 24.01.2011 12:02:29

Sayın Törün, İspanyol edebiyatından seçkiler diye başlayan yazı diziniz, yazarların yaşam öyküleri ve yapıtlarını da kapsayacak biçimde genişleyerek tam bir İspanyol Edebiyat Tarihine dönüştü. Üstelik dil ve anlatım olarak da açık, anlaşılır ve akıcı.
Evinsiz içeriksiz, sığ politik çekişmelerin egemen olduğu ülkemiz gündeminde, ne kadar önemsenir, ne kadar okunur bilemiyorum. Ama toplumun bu kısır çekişmelerden kurtularak, ciddi alanlara yönelebilmesi için bu tür seviyeli yazılara ihtiyacı olduğu da yadsınamaz bir gerçekliktir. Bu yüzden yazı dizinizin önemli bir işlevi, ciddi ve seviyeli bir biçimde yerine getirdiğini düşünüyor ve sizi kutluyorum.
 


Yılmaz Ergüvenç IP: 88.233.192.xxx Tarih : 20.01.2011 12:05:34

Lorca'nın şiirini bir solukta okudum. Bir süre sonra bir daha ve sindire sindire okudum. Doğaldır ki şiirin orijinalinin verdiği duygunun çeviride yansıtılması çok zor, hatta olanaksızdır. Anca şuna emin olun ki ben bu çeviriden de şiir tadını alabildim. Pek çoğumuzun (ben dahil) bilmediğimiz bir dünyaya açılışını kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.