29
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (37)

Blasco Ibáñez ve Eserleri (III)

Mahşer’in Dört Atlısını betimleyen Alman Rönesansının büyük ustası Albrecht Dürer’in oyma baskısı

Bu kez, Ibáñez’in tarım kampları kurma amacı ile gittiği Arjantin ve diğer latin Amerikan ülkelerini uzun süren ziyareti ve akabinde Büyük Savaşın patladığı Orta Avrupadaki ikameti sırasındaki gözlemlerinin bir ürünü olarak 1916’da yazdığını ve 1921’de filme alındığına değindiğimiz ‘Los cuatro jinetes del Apocalipsis-Mahşer’in Dört Atlısı” eserinin özetini veriyoruz.

Önce Apokalipsden ne murad edildiğini açıklayalım. Yunanca “Apokaleptein= örtülü bir şeyi açmak, ifşa etmek” masdarından gelen Apokalipsis ‘vahiy’ demek olup, Yeni Ahid’in yani İnciller dizisinin son ekini oluşturan İncilci Yahyanın (Yuhanna) Vahiy Kitabının da Yunanca adıdır. Darwin’in “yaşam savaşı” olarak açıkladığı, insanlara çoğu defa dehşet, keder ve derin umutsuzluk veren doğal döngü bu kitabın 6.babında Tanrının gözde kişileri peygamberlerr ve azizlere gelen vahiylere göre insanların inanç ve iradelerinin denemesi olarak izah ediliyor. Tanrının sağ elinde tuttuğu parşömen tomarında (onun yedi ruhunu temsil eden) yedi mühür varmış (Yahudilikden gelen ve yedi mumlu şamdanla simgelenen inanç).

Kurban edilmiş kuzu olarak temsil edilen İsa Mesih bunlardan ilk dört mühürü açıp okumuş. beyaz, kızıl, siyah ve mat atlara binen dört ifrit ‘Fetih’i, ‘Savaş’ı, ‘Açlık’ı ve ‘Ölüm’ü simgeliyormuş. Beşinci mühürün altında “Fetih” kurbanı boğazlanmış şehitlerin; altıncı mühürde doğal afetlerin; yedinci mühürde Son Yargı”nın yapılacağı “Hüküm Günü”nün (Rûz-i Mahşer)haberleri veriliyormuş. Son Yargıdan sonra İsa’nun hükmettiği bir Devr-i Saadet düzeni yaşanackmış. Bekleyelim görelim, bakalım, o günleri…

Boca bölgesindeki açık hava tangoları

Kitabın Türkçe çevirisinin adında ‘Vahiy’ yerine Mahşer kullanılası dilimizde “mahşer”in daha etki yaratıcı güçlü bir anlam taşımasından olacak.

Her ne ise, Ibáñez’in, Arjantin ve I. Büyük Savaş deneyimini geçirmekde olan Avrupadaki gözlemlerinden kurguladığı öykü sadece dört atlının simgelediği kavramlar planındadır.

Kentaurus (Yunan mit’inde yarı insan yarı at yaratık) ünvanlı Julio Madariga çok çetin tabiatlı fakat sevilen, popüler Arjantinli bir toprak ağasıdır. Kendi hayvan çiftliğini Cennetin Dünyadaki modeli olarak tanımlar. Arjantinde Avrupanın her ülkesinden gelen göçmen halk vardır. Dolayısı ile kızlarından Elena Karl von Hartrott adında Almanyadan göçmüş Alman bir gençle, Luisa ise Fransız Marcelo Desnoyers ile evlenir. Madariga Alman damadını hiç sevmez; Fransız olanını ise açıkca el üstünde tutar; hele ondan torunu Julio’ya göz bebeği gibi bağlıdır; onu alabildiğine şımartır; bir play boy olarak yetiştirir. Marcelo-Luisa çiftinin bir de Sorbonne’da okuttukları Chi Chi adında kızları vardır. Elena-Karl Hartrott ise Heinrich, Gustav, Franz adında üç erkek çocuk sahibi olmuşlardır.

Rudolph Valentino Mahşer’in Dört Atlısı filminde goşo pantolonu ile tango yapıyor

Madariga, Julio’yu sık sık alıp Buones Aires’in Boca Bölgesindeki çılgın içki ve tango âlemlerine götürür. Bir gün bu barlardan birinde tango dansı yapmaka olan bir çiften kadının baştan çıkacı bakışlarla kendisini süzmekde olduğunu gören Julio yanlarına gelerek onlara müdahale eder. Kadının kavalyesi onu iteleyerek dansa devam eder. Julio adama meydan okur ve bir masa ile kafasına vurarak kapı dışarı eder. Sonra kadınla tangonun nefis bir performansını gerçekleştirirler. Seyredenler onlara hayran kalır. Dansın bitiminde kadın Julionun kucağına oturur. Madariga’nın kafası iyi olmuştur; sallana sallana ortalıkda dolaşırken kadın onun hâline güler. Bu kez Julio öfke ile kadını iteler ve dedesine yardımcı olarak evin yolunu tutarlar.

Arjantin’in kronik ekonomik bunalımlarından birine girilmesi ve Madariganın ölümü ile aile dağılır; Alman damadın tarafları Almanyaya, diğerleri Fransaya göçerler. Parise giden Julio tedansanlarda (dans yapılan çayhanelerde) sansasyon yaratan etkinlikleri dışında hareketsiz bir hayat yaşar. Gönlünü, babası Marcelonun bir arkadaşı olan Etienne Laurier’nin çok genç karısı Marguerite Laurier’ye kaptırır. Bu gönül bağlantısı açığa çıkar ve Etienne kadını boşar. Julio ve sevgilisi evlenme hazırlığındadırlar, fakat araya Büyük Savaş gailesi girer. Fransa içlerine doğru ilerleyen Almanların insanlara, doğaya, kentlere ve mülklere verdiği telefat ve tahribat korkunçtur. Tam bir fetih ve savaş cehennemi yaşatılır.

Marguerite Lourde cephesinde hasta bakıcı olur. Etienne kahramanca savaşmış, gözlerini kaybederek savaş gazisi olmuştur; Marguerite’in çalıştığı hastaneye bakıma gelir. Ardından Julio da Marguerite’i görmek üzere hastaneyi ziyaret eder. Sevgilisinin Etienne’in tedavisini üzrine aldığını görünce yaşadığı avare hayattan mahcup olarak kendisi de Fransız ordusuna kaydolur.

Marne savaşında siperdeki Fransız askerleri

Alman Ordusu babasının Marne Vadisindeki Şatosunu işgâl etmiştir. Zavallı Marcelo, bir Alman generali ile maiyetini konuk etmek zorunda kalmıştır. Bereket Alman olan yeğeni Heinrich konuk subaylar arasındadır, ona kötü muamele yapılmasını engellemeye çalışır. Gene de, Marcelo, bir kadına yapılan tecavüze müdahalesi ile çıkan meydan kavgası sebebiyle tutuklanmakdan kurtulamaz. İdama hüküm giyer. İdam edileceği gün talih yüzüne güler; bir Britanya ordusunun ittifakındaki altı Fransız sahra ordusunun Genç Moltke komutasındaki işgâlci Almanlara karşı taarruzu ile 1914 yılının Eylûlünde’de gerçekleştirdiği “Mucizevî Marne zaferi” sonucunda canı kurtulur.

Bu kez, julio siperlerdeki atılganlığı ile ün kazanır. Çavuşken asteğmen olur. Artık sahibi kalmamış gibi görünen bu ülkede Alman kuzeni Heinrich ile siperlerde karşılaşmalarından dakikalar sonra bir top mermisi ile ikisi birlikde can verirler.

Marguerite, tedavisi için çırpındığı kör Etienne’i artık terketmek niyetindedir; fakat rüyalarına giren Julio’nun hayâli insanlık görevine devam etmesini ister. Evlâtlarını kaybeden aileler yas içindedirler.

Rudolph Valentino, filmdeki eğlence yerinde dedesi Madariga’yı oynayan Pomeroy Cannon ile birlikde görülüyor.

Bu eser 1921’de, June Mathis senaryosu ile Rex Ingram rejisörlüğünde filmi alınmış; rôlleri zamanında ‘Latin aşık’ olarak fırtınalar koparan Rudolph Valentino (Julio), Pomeroy Cannon (Madariga), Josef Swickard (Marcelo Desnoyers), Wallace Beery (Yarbay von Richthosen), Alice Terry (Marguerite Laurier) paylaşmıştı. Annesi Fransız olduğu için Fransızcayı çok akıcı konuşan Valentino’nun bu filme uygun olduğu görüşü, sessiz sinema döneminde, dudak okuyabilen uzmanları tatmin etmekden başka fazladan ne yarar sağladığını pek bilemiyorum. Filmin prodüksiyonunu yapan Metro Pictures şirketi Ibáñez’e bu filmin telif hakkı için 20.000 dolar vermiş, ayrıca brüt hasılatın % 10’unu taahhüt etmişti. 72 kişilik temel oyuncu listesi olan bu film için Latin Aşık diye anılan 26 yaşındaki ünlü Valentino hafta başına çalışma ücreti sadece 350. Dolar alabilmişti.

Aynı konunun, II. Dünya Savaşı dönemi Nazi Almanyası için uyarlanmış bir senaryo ile 1962 yılında Vincente Minnelli rejisörlüğünde çekime girmiş bir versiyonu filmde karakterleri: Glenn Ford (Julio Desnoyers), Marguerite Laurier (Ingrid Thulin), Charles Boyer (Marcelo Desnoyers), Lee J. Cobb (Julio Madariga), Paul Lucas (Karl von Hartrott), Ivette Mimieux (Chi Chi Desnoyers), Karl Heinz Böhm (Heinrich von Hartrott), Paul Hendreid (Etienne Laurier) paylaşmışlardı.

Ibáñez’den vereceğimiz son örnek eser Türkiyedeki gezi anılarını naklettiği “El Oriente-Doğu”dur. Gerek bu eserin “Fırtınadan önce Şark, İstanbul” adıyla (2007 baskılı), gerekse yukarda tanıttığımız “Mahşerin Dört Atlısı”nın (2009 baskılı) İ.Ü. İspanyol Edebiyatı ve Dili Ana bilim Dalı kürsüsünden Neyyire Gül Işık tarafından türkçeleştirilmiş çevirisi olduğunu belirtmiştik. Neyyire Hanım yüksek öğrenimini İtalyada Floransa Üniversitesinde Edebiyat ve Felsefe Fakültesinde yapmış olup tüm Romanolojiye vakıfdır.

Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa

1907 Ağustosunda Orient Ekspres ile Sirkeci istasyonuna inerek Constantinopla’yı (İstanbulu) ziyaret eden Blasco Ibáñez,”İnanç ve Hoşgörüsüzlük” başlığı altındaki dizimizin bu sütunlarda 14.Temmuz. 2008’da yayınlanmış 20. Bölümünde adı anılan Kastilyalı Elçi Ruz Gonzales de Clavijo’dan beri İslam ülkelerini gezmiş ve Doğu ile gönül bağı köprüsü kurabilmiş belki ilk İspanyol ünlüsüdür. Türklerin Avrupada pompalanan barbar işgâlciler imajının temelsiz olduğunu Ibáñez, objektif görüşü ve sanatçı ahlâkı ile farkına varabilmişti. Ona göre Türkler acımasız Hrıstiyan düşmanı değillerdi. Akdenizin iki ucundaki iki ayrı dinden, ikisi de tarihe çok güçlü damgalar vurmuş iki İmparatorluğun çok benzer yanları vardı. Yabancıya nezaket ve sevecenlik, düşmüşe vicdanlı davranış ortak özelliklerdi. Fakat bu Doğu Dünyasında, Yıldız Sarayından, Galata mevlevîhasindeki rakseden dervişlerden, keza Kasımpaşa tekkelerindeki rakslardan, Eyüpdeki semazenlerden, hiç Avrupalının bulunmadığı Üsküdardaki Rufaî tekkesindeki zikir âyinlerine kadar anlatılavak kayda değer çok egzotik özellikler vardı. Müslüman Endülüslü kalfaları inşa ettiği Yeşil Cami’li Bursayı “Granada”ya benzetmişti. Dostu Mizi adındaki oniki dil bilen İngliz aracılığı ile her yere girip çıkabilmiş; Zamanın Sadrâzamı Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa ile görüşme yapabilmişti.

Galatada İspanyol mahallesinde Salvedo, Cobo, Hernandez ve bir rüknü Avram Kamondonun Galatadaki Voyvoda caddesi ile Banker sokağını birleştire Kamondo merdivenlerini inşa ettiren Kamondo adındaki Sefarad Yahudisi aileleri tanıdı. Kente 28.000 Musevî vardı; mutlu idiler. Yahudi Dünyasının Parisi Toledo asıllı Yahudiler buraya göçtüklerinden beri hâlâ XV. Asırdan getirdikleri ezgilerle burada müzik yapıp eğleniyorlardı.

Ibáñez’in keyifle dolaşırken göremediği tek şey bu koskoca Egzotik İmparatorluğun da 5.5 yıl içinde Büyük Savaş girdabına yuvarlanıp çökeceği idi.

Sürecek

Yayın Tarihi : 3 Şubat 2011 Perşembe 12:58:36


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?