16
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (49)

GEORGE SANTAYANA ve eserleri II.

İşret ve zevk-sefa Tanrısı Dionisos’u Keçi Panla birlikde gösteren bir tabak resmi

Whit Burnett editörlüğünde The Dial Press-New York yayını “The World’s Best-Dünyanın En İyileri” adındaki Edebîyat antolojisinden alıntıladığımız Sanatayana’nın “Normal Madness-Sıradan Çılgınlık” deneme yazısına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Atomların, dönüşümlü devinimleri ile cisimlere biçim verdikleri kapalı sistem otomatiktir; koşullar izin verince kendilerini tekrarlar ve tamamlarlar; ama koşullar elvermiyorsa çılgınca gayretler bu işi üstlenmeye yeltenecektir . Bu çılgın çaba,ancak kısmen önlendiğinde kendini, pek önemsiz farklılıklarla ıslah edip üretken bir yeniliğe kavuşabilir; bu oluşuma da hayat denir. Çılgınlık yaşamın ayrılmaz, bazen de başat bir parçasıdır. Her yaşayan beden, etrafındaki oluşumlar istikrarsız ise sürekli kendi içini yaşayıp çılgınlaşır. Ya da etrafında istikrar varsa onu değiştirmek için çırpınan iç dünyası bu olanağı bulamaz. Çılgınlığı saf dışı tutan dış düzenin bu erdemidir. Yaşlı bir insan aşk yapabildiğinde ve Prometheus ya da İskenderin inanılmaz başarı ve utku girişimleri doğru anda gerçekleştirilmişse bunlar sağduyu ve dirayetin mucizeleri sayılacaktır.

Epeyce uzun olan bu edebî parçanın tamamı bu dizi konumuz için gerekmeyeceğinden bu repliğin gerisini özetleyelim:

Demokritos, canlı bireyin gerek vicdanî hareketini gerekse idrak dışına çıkışını görüntüsel esinlenmeler çerçevesinde zihinsel bir kurgu yapması ile izah ediyor. Bir koro eşiliğinde dans performansı ya da toplu askerî eğitimler yaptığınız sırada kılıçlarınızı birbiri ile tokuşturma gibi göz alıcı ve size neşe veren etkinlikler yaparken keyif ve güven duyarsınız. Böyle görüntüler dünyası yaratmak için bir fırsatla karşılaşıldığında ortaya fantazi ya da çılgınlık aksiyonu çkıkacaktır. Bir Tanrının güvenli ve serbest iradesi ile hareket ettiği bir ortam için bu görüntüler yanıltıcı sayılmayabilir. Çünkü Tanrı kendi varlığı ile ilgilenmez; onun durumu emin ve istikrarlıdır. Geleceğin inşası çabası, insanî korkular ve gereksinimler Tanrıları değil insanların kendilerini ve onlara umut verme görevini yüklenmiş kâhinlerin ilgi ve kaygı alanına girer. Doğanın ilahî sadeliği, referansları daima kendi kirli emel ve sonu boş çıkarları olan ölümlüler tarafından yanlış anlaşılır; Geri kalan çok sayılı günlerini uzatma ve bunları da sapkınlıkla geçirme çabası içine girerler. Bu keyif ve güven benmerkezciliğinizde yoğunlaşır; kişisel egemenlik arayışında sınır tanımaz, muhataplarını tınmaz bir sarhoş haline getirir; bir tür atom dengesizliği ve dağılması ile içsel duyarlığı körletir. Aslında bu görüntü takıntısı yaşamı zehirler. Zihinlerinde ne kadar hayır ve düzen duygusu yerleşik olursa olsun bitkisel sinir sistemleri onları hayvanca yanlışa, öfkeye saptırır.Size sessiz kalan muhataplarınızın üstünde güç kullanım onların içselliği hakkında sizi cahil bırakır. Sonuçda onları da isyana sürükleyecek düşmanlıklar, çatışmalar başlayacaktır. Zihniniz, korkunun ve haz duygularının sizi raydan çıkarması ile tehlikeli ve zararlı bir oluşumla forme olacak; “lokomosyon” denilen otomatik bir tavır ve devinim melekesi kazanacaktır. Düzen ise bilinçsiz devinimin lekesiz ve yanlışdan arınmış bir zihinsel kurgunun emrine girmesini gerektirir.

Demokritos gene de bir insan olan bir sarhoşu ya da yoldan çıkmışı sınırları içine taşımaya çalışan iki kâmil ve iyicil arkadaşı gibi bu canlılar dünyasının çılgınlıklarını dizginlemek için, iki koruyucu ilke İlâhesinin müdahalesinden söz ediyor; birisi “Ceza” diğeri “Anlaşma”.... “Ceza” Tanrısı çılgın bir adama, giriştiği maceralarda ya hüsranla, açlıkla, açık denizlerde sürüklenip kaybolmakla diyet ödetir ya da işlediği cinayet veya tecavüz suçu yüzünden yargıç aracılığı ile hüküm giydirir. Böylece “kaygının teskini” ve Adalet Dünyaya döner.

Öte yandan “Ceza”nın kollarında telef olmadan da çılgınlık “Anlaşma” aracılığı ile de yatışıp ehlileştirilebilir. Kendisine gem vurulmaya çalışılan palazlanmış tay’ın bir süre hırçınlık ve itaaatsizlik yaptıkdan sonra canı yanıp uysallaşıp sahibinin güdümüne girmesi gibi. Burada düzene girmenin otomatizm’i, içgüdüselliği vardır. Çoğu yaratıkların Doğa’nın düzenine içgüdüsel uymaları gibi. Örneğin göçmen kuşlar, Coğrafya âlimlerinin yıllarca uğraşarak saptadıkları Mısır yolunu, mevsimi geldiğinde, Herodotos’un kitabına başvurmadan kolaylıkla bulabilirler. İşte “Anlaşma” bilinç dışı bir sağduyudan yararlanarak işlevini görür. Mitolojide, Apollo ve Musaların insanlara güzellikler ve dostluklar saçtığı sanat ufku gibi tarihde bir zamanların amansız düşmanları Sparta Falanksları ve Tebai gruplarının omuz omuza gerçekleştirdikleri Yunan Dünyası utkuları gibi “Anlaşma” sayesinde aralarındaki çılgınlıkların bastırılarak ittifak güzelliğinin yaratılması örneklerini görürüz.

Tüm başka şeyler gibi çılgınlık da doğaldır. Ve çoğu kez masumiyet ve önemine inanarak kendisini sever. Doğa’nın öteki ögeleri ile kendine göre bir ahenk içinde yaşar.

Soyluluğu, zenginliği, yakışıklılığı, zekâsının tutkulu yaşama sürüklediği Atinalı komutan Alkibiades sevgilisinin dizleri dibinde

Alkibiades*(1) : Söylevin çok yürekli idi Bilge, hayranlıklara garkettiği bizlere başka şeyler söyleme isteği bırakmadı. Yabancı, çılgınlığın canlı olmakdan kaynaklandığını söylemene karşı cesaret edebilseydi,ve büyük olasılıkla böyle bir fikrin ölülere özgü olacağını düşündüğünden sessizliğimizi benden önce bozardı.

Demokritos: Evet, çok muhtemel; ama bırak da bunu kendisi anlatsın.

Yabancı : Böyle ikna edici bir konuşmaya muhalefet edebileceğim bir taraf olsa idi bunu söylemekde hiç tereddüt etmezdim. Ben de gerçeği her yanı ile bildiğim için benim ağzımdan çıkacak sözler artık çok yüzeysel kalacaktır. Ancak, şunu ifade edebilirim ki: canlılar da her zaman bu şeameti itiraf etmede isteksiz davranmazlar. Bu konuda, çocuklar için hazırlanmış eski bir öyküyü size yineleyeyim. Hayretle göreceğiniz üzere, Soylu Demokritos’un bize öğrettiklerini tümüyle teyid ediyor.

Öykü “evvel zaman içinde tüm dünyanın, içinde Autologos adında sarışın, iyi huylu bir oğlan çocuğun yalnız başına oynayıp mırıldandığı bir bahçe olduğunu” anlatarak başlar. Aslında, bu bahçeyi gözetip denetleyen yaşlı bir kadın olarak tebdil-i kıyafet etmiş bir Tanrıça varmış. Fakat o bir mağarada yaşar; sanki bir yarasa ya da astronom gibi karanlıkda görebildiği için çocuk uyurken geceleri dışarı çıkarmış. Elinde, bahçedeki her ağaç ve çalılığın en yüksek dallarını bile sessizce budadığı upuzun bir sırık ucuna takılı bir budama keskisi gezdirir, tüm ölü sürgünleri keser, sararmış yaprakları seller gibi küme küme yere dökermiş; ve sürekli olarak kendi kendine aksi aksi anlaşılmaz şeyler mırıldanırmış. Bazı çiçek ve goncaları da öyle ustalıkla kesermiş ki çocuk uyanınca bunların yerini kaybeder ve ne olduklarını kestiremezmiş. Oyun oynarken bitkilere, hoşuna gidip gitmemelerine göre isimler verirmiş; güle “Güzellik”, yasemin’e “Zevk”, sümbül’e “Şirinlik”, menekşe’ye “Elem”, diken’e “Izdırap”, zeytine “Liyâkat”, defne’ye “Utku” ve asmaya “Esin” gibi... Bu adlar onu çok eğlendiriyormuş ve çiçek ve bitkileri çok daha ilginç hâle getiriyormuş. Ona göre bu isimler onların ruhları imiş. Fakat günün birinde gül’ü koparırken eline diken batınca onun adını “Aşk”olarak değiştirmiş; bu olay da, onun dikkatini, nesnelere rastgele farklı isimler verileceğine niçin belirli anlamlar taşıyan isimler verildiğine çekmiş. Böylece çocuk kendini daha yaşlı hissetmeye başlamış.

Keza bu repliğin de gerisini özetle verelim:

Çocuğun aklına bu konu takılmışken bahçeye bitkibilimci olan siyah giysili bir adam gelir; onun verdiği isimlerin bir önemi olmadığını; bitkilerin ruhları olmadığı için onlara zaten genetik özellik ve türlerine göre bilimsel adlar verildiğini söyler. Bunu duyan çocuk ağlamaya başlar. Çok meşgûl bir adam olan ve duygusallıkdan nefret eden botanikçinin buna çok canı sıkılır: “Pekâlâ canım” der: “Verdiğin adları beğeniyorsan onun bir zararı yok. ruhları olduğunu da düşünebilirsin ama bilesin ki bir şey yapma iradeleri olmadığından bilinç, duygu vb. yetileri olmadığından senin bildiğin gibi ruh sahibi değillerdir.” Ama çocuk bu sözlerle yatışmaz; onlara hitap etmek, konuşmak, onların çevresinde oynamak ihtiyacında olduğunu, adamın onlara bilim adamı gibi yaklaşabileceğini, fakat kendi işine karışırsa ondan nefret edeceğini söyler. O gece yüreği kabarmış, öfkeli olarak uyumaya gider. Mağaradaki yaşlı kadın da çıkıp çocuğun uyumakda olduğu yere gelir; budama bıçağı ile onun başını keser; mağarasına getirip o gece topladığı kuru yaprakların altına gömer. Bitkibilimci ertesi sabah gelip çocuğu bulamayınca çok şaşırır: “Çiçeklerle ilgilenen çocuk ortada yok; ben şimdi kime botanik öğreteceğim?! Hayatımın anlamı kalmadı” der. Aşırı üzüntü yüzünden hem ufalır hem de bir kuru yaprak gibi bir deri bir kemik kalır; siyah giysisi üstünden dökülür. Tanrıça olan yaşlı kadın onu da diğer yapraklar gibi mağarasındaki kuru yapraklar arasına katar.

Yabancı bu yaşlı kadın kılığındaki İlâhenin, bilge Demokritos’un “Ceza” adını verdiği ahlâkî düzen ve âdil yargılama ruhu olan “Dikè”; botanikçinin de, Demokritos’un “Anlaşma” diye isimlendirdiği “Nomos”*(2) olduklarını sandığını söyler; çocuk “Autologos”un*(3) ise tüm bu diyalogun ana teması olan “masum hayâl” olabileceği yorumunda bulunur.

Aristippos’un antik bir heykeli

Konuşma sırası Aristippos’a*(4) gelir. Çılgınlığın doğası bu ise onun tanrısallığını kabûl edip hemen adına bir mihrap kurulması ve hayırhah bir Tanrı olduğu ilân edilip, şeytanet ve âdilik iddialarından vazgeçilerek adına masum çocuk “Autologos”unkini vermeyi, onu Erinyelerle, Harpilerle*(5) değil, ,Pan, Apollo, Orfeos, Dionisiusla birlikte anmayı önerir.

Dionysius*(6) : “kabûl” der: “şayet adım, benim atalarımdan olan Dionysus’dan geliyorsa ben de kendimi bu yeni tapınağın baş papazı ilân ediyorum.”

Demokritos kendi söylevine Dionysius’un değerli bir katkıda bulunduğunu; bu çılgın Tanrıyı, yeni bir çılgınca ibadet taşkınlığına kendini adamış olmasından dolayı kutladığını ifade eder.

Alkibiades’e göre: Demokritos’un aşık olduğu bilim’e Aristippos ve Dionysius düşmanıdırlar. Onların arasında hakemlik yapmayacağı çekincesini getirmekle birlikde, yoğun inceleme ve araştırmanın da kişiyi hipnotize edici bir etkisi olduğunu, Doğa hakkında berrak bir kuram getirilemiyeceği, bilimin gözleri açacağı zannedilirken düşden düşe, illüzyonların en derinine sürüklenme tehlikesi bulunduğu uyarısını yapar. Yabancının anlattığı öyküdeki düş kırıklığına dikkat çeker.

Demokritos’un son değerlendirmesi şöyledir: Alkibiadesin de bu düşüncelerin de yanıldığı söylenemez. Güzel’in özü olmayan bir kavram olduğunun ayrımına varıvermek gerçekden travmatik bir olgudur. Ruh da öyle, ürünü koparırken bir mikdar kanamaya yol açan bekâret gibidir. Felsefemin güzeli reddetmesi ya da onun ortaya çıkmasını çılgınca engelleyici bir tavrı olduğunu zannetmeyin. Nitekim tüm söylev’im de “Hayâl”in varlığını ve zorunluluğunu kanıtlama yolunda olmadı mı? Bütün tatlı rüyalardan arkamızda bir anı bırakarak uyandık. Izdırabın da bir rüya olması gibi; o da ardında bir iz bırakır. Muhteşem düşsel müzik performanslarında olduğu gibi; ülkesi Truva yıkılan Kral Priamın azâbının, aşk girdabına yuvarlanan Akhileus’un çılgınlıklarının Homer destanlarında kaydedilmesi gibi... Bilgelik ölümden daha keskindir; onu ancak yüreği pek olan kucaklayabilir. Tutkunun yoğunluğunda, yüzümüzdeki peçe ansızın düştüğünde, bilir sandıklarımızı bilmeden, sever sandıklarımızı sevmeden, gördüğümüzü sandığımız şeylerin olmadığı görünmeyen bir cennete dönüşmüş bir âlemde canlılar arasında ölü gibi dolaşarak, bizim olduğunu düşlediğimiz her şeyden yoksun kalmış, arz dışı bir gerçeğe itiliveririz. Sadece yanı başımızda, tüm çılgınlıklarımıza, mütebessim ve nazikâne baş sallayarak: “Hayır, hayır!” diyen belki bir tek gerçek dost bulabiliriz. Ağla evlâdım, haykıra haykıra ağla. Ağlamayan genç adam vahşîdir, gülmeyen ihtiyar ise budaladır.

Demokritos’un söyledikleri Calderon de la Barca’nın “La vida es sueño-Hayat Rüyadır” oyunun içeriği ile ne kadar örtüşüyor, değil mi?


*(1) Alkibiades: Soylu, zengin, yakışıklı Atinalı bir komutan olup katıldığı savaşlarda tutkuları yüzünden tutarsız davranışları ve hattâ Pelopones savaşlarında Spartalıların lehine ihaneti ile tanınmıştır.

*(2) Nomos: Yunanca “yasa”, “düzen”, “kurallar” anlamına gelir. Araplar bu sözcüğü “namus” olarak almışlar; bu da Türkçeye biraz değişik bir anlamda geçmiş.

*(3) Autologos: Yunanca kendi kendine öğrenip konuşan anlamına geliyor. Hâlen otomotiv endüstrisinde kullanılan oto parçaları ya da otomotiv logoları ile karıştırmamalı.

*(4) Aristippos: Sokrates’in öğrencisi olup Kyrene “Hedonizm-Hazcılık” okulunun kurucusu. Hazzın, iyi yaşamın en yüksek insanî değerler olduğunu savunan bu hazcılığı kendinden sonra gelen Epikuros’un ahlakî hazcılığı yani hayata soğukkanlıkla ve arkadaş sevgisi ile bakmayı öngören hazcılığı ile karıştırmamalı.

*(5) Erinyeler (Latincesi Furialar), Harpiler: Mitoloji Kaynaklı Sözcükler dizimizde geniş biçimde sözü geçen bu mitolojik simalar öfke ve şeamet simgelemektedirler.

*(6) : Dionysius: (her ne kadar bu tanrının Latinlede karşılığı “Bacchus” ise de) Yunan ve Romalılarca ortak kullanılan adıdır. Kökü Trakya Tanrısı “Dionysus”a uzanır.
 

Yayın Tarihi : 8 Nisan 2011 Cuma 00:28:48
Güncelleme :8 Nisan 2011 Cuma 12:23:43


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?