16
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (61)

RAFAEL ALBERTI MERELLO ile EDUARDO MALLEA ve eserleri

Rafael Alberti Merello

27 kuşağından bir ozan olarak tanınan Rafael Alberti Merello İspanya, Cádiz’de, Santa Maria limanında 28.Aralık.1901’de doğdu. Resim eğitimi görmüş, bu alanda da başarılı olmuştur. İlk kitapları “Marinero en tierra-Karadaki Denizci (1925), La Amante-Sevgili” (1926), “El alba del alheli-Tan zamanı Bahçe şebboyu” (1927) “cancionero” *(1) geleneğinin avangard (öncü) bakışla uygulanmış ürünleridir. 27 kuşağının diğer üyeleri ile anlaşmazlığa düştükten sonra yazdığı “Cal y canto-Sönmemiş kireç ve Kilise Müziği”nde (1929) Luis de Góngora’nın*(2) derin etkisinde kalmış olduğunu açıkça göstermişti. İç dünyaya dönük bir sürrealizm tarzında olsa da gene “Cal y canto”daki duyarlığı taşıyan en güzel eseri “Sobre los ángeles-Melekler hakkında” (1929) ile olgun bir ozan olduğunu kanıtladı. 1930’larda sanatı ile siyasal mücadeleye girdi. “Con los zapatos puestos tengo que morir-Pabuçlarım ayağımda ölmeliyim” bu mücadelenin meyvesidir. 1931’de İspanya İkinci Cumhuriyeti kuruluşu onu Marxismle ilgilenmeye ve Komünist Partiye girmeye sevketmiştir. Bu militan dönemdeki şiirleri “Consignas-Emirler” (1933), “Un fantasma recorre Europa-Avrupada bir Hayalet Dolaşıyor” (1933), “13 bandas y 48 estrallas-13 şerit ve 48 yıldız” (1936), “El poeta en la calle-Sokakda Ozan”dır (1938).

İç Savaşta Franko’nun zaferinden sonra Alberti Arjantin’e kaçtı. Orada Losada yayınevinde çalışırken, “Entre el clavel y la espada-Karanfil Çiçeği ve Kılıç Arasında-1941” gibi İspanya nostaljisini dile getiren, “A la pintura-Resim Sanatı Hakkında-1945”, “Pleamar-Yüksek Med Dalgası-1944”, “Oda Maritima-Deniz Şiiri-1955” gibi diğer çeşitli konularda şiir kolleksiyonları çıkardı. Kendi özgeçmişi “La arboleda perdida-Kayıp Mezar” 1942’de yayınlanmıştır. Aralarında: “El hombre deshabitado-Boş Adam”, “De un momento a otro-Bir andan diğerine”, “El trébol florido-Yonca), “El adefesio-Felâket”, “Noche de guerra en el Moseo del Prado-Prado Müzesinde bir Gece Savaşı” olan oyun yazıları da vardır. Paris, Roma gibi Avrupa kentlerinde ikamet ettikten sonra 1977’de İspanyaya döndü. Çok geçmeden Komünist Partiden Cadiz’i temsilen Kongre üyesi oldu.

1983’de, İspanyol edebiyatının en onurlu ödülü “Premio Cervantes”i aldı. Daha önce de 1964’de “Lenin Barış”, 1981’de “Uluslararası Botev Defnesi” ödüllerine lâyık görülmüştü.

28.Ekim.1999’da 97 yaşında, doğduğu kentte vefat etmiştir. Eşi, onun gibi yazar olan María Teresa Leon idi.

*(1) Cancionero: Orta Çağda daha çok dinî müzik şarkıları için hazırlanmış şiirler.

*(2) Luis de Gongora: 1561-1627 yılları arasında yaşamış İspanyol lirik ozanı. Hayat boyu rakibi olmuş Francisco de Quevedo’nun “Conceptismo-Kavramcılık” stiline karşı Gongorizm de denilen “Culteranismo-Süslü İfade” tarzını savunmuştur.

Şiirlerinden vereceğimiz örnekler:

SESİM KARADA ÖLÜRSE

Sesim karada ölürse,
alın denize götürün,
kıyıda öylece bırakın.

Alın denize götürün,
ak bir savaş gemisine
sesimi kaptan yapın.
Süsleyin sesimi oy
nişanlarıyla gemicilerin:

yüreğimin üstüne demir
demirin üstüne yıldız
yıldızın üstüne rüzgâr
rüzgârın üstüne yelken!

AĞIT

Oturmuş pembe kızcağız,
kucağında
çiçek gibi atlası
açık.

Görüyorum balkonumdan
çıktığı yolculukları!

Ak yelkeni parmağının
demir alıp Kanaryalar' dan
gidiyor ölmeye Karadeniz' e

Görüyorum balkonumdan
nasıl ölüyor parmağı!

Oturmuş pembe kızcağız,
kucağında
çiçek gibi atlası,
kapalı.

Ağlıyor uçup giden bulutlar
Akşam denizlerinde
Kan rengi adaları.

DENİZ. DENİZ.

Deniz. Deniz.
Yalnız deniz!

Neden getirdin beni, baba,
sen bu şehre?

Neden kopardın, baba,
beni denizden?

Düşlerimde köpükler
yüreğimi kancalar
demir alırcasına.

Neden sürükledin baba,
beni buraya?


EDUARDO MALLEA ve eserleri

Eduardo Mallea

Diplomatlık da yapan Arjantinli denemeci yazar ve kültür eleştirmeni Eduardo Mallea Bahía Blanca’da 14.ağustos.1903’de doğdu. 1931’de “La Nación-Ulus” edebî dergisinin editörü oldu. Özellikle Kirkegard ve Kafka’nın yazılarından etkilenerek Varoluşcu düşünce yönünde psikolojik romanları ile çağdaş kent yaşamının analizini yapmıştır. Yazarlığa “Cuentos para una inglesa desesperada-Umutsuz bir İngiliz Kadın için Öyküler” (1926) kitabı ile öykü dalında başladı. “Historia de una pasión Argentina-Bir Arjantin Tutkusu Tarihi”nde (1935) ülkesindeki siyasal oligarşiyi kınar. Başyapıtı olarak kabûl görmüş “Todo verdor perecerá-Yeşil Olan Herşey Solacak”da (1966) bir Arjantinli kadının acı ve yalnız yaşamı hakkında iç monologunu dile getirir.

Pek çok eserinden kayda değer olanları bir deneme kolleksiyonu olan “El sayal y la púrpura-Çul ve Mor kaftan” (1941), romanları: Bir pasajının çevirisini vereceğimiz “Fiesta en Noviembre-Kasımda (1938), “La Bahia de silencio-Sessizlik Koyu”” (1940), “Las águillas-Kartallar” (1943”, “Simbad” (1957), “Gabriel Andaral”dır (1971). Birleşmiş Milletlerin eğitim ve kültür örgütü olan UNESCO’nun 1955-58 arası Arjantin temsilciliğini yapmıştır. 12.Kasım1982’de Buenos Aires’de vefat etti.

Fiesta en Noviembre-Kasım’da Fiesta romanından Cemiyet’in Sütunları bölümünü, epey uzun olmakla beraber, üstün edebî değeri bakımından “The World’s Best” antolojisine alındığı için tamamını veriyoruz;

Cemiyet’in Sütunları

Hiç beklenmedik biçimde, âniden, sanki bir yerden büyülü bir komut alınmış gibi, misafir salonuna mehtaptan gelen huzme alevli ışıklar halinde akıverdi. Cardinal Wolsey’in*(1) gölgeler arasında ölüm hâlinde soluk görünen ten rengi sarı portresi de birden parlak ve canlı bir imgeye dönüşüverdi. Salonun her köşesi bu ışıkla sanki bir zafer şenliği ışığı ile yıkanmış gibi aydınlandı. XVI. Louis modeli avizenin her bir kristal damlasında titreşimler hâsıl edip her yana dağılan ışık zeminin siyah karolarını da aydınlatıp geriye yansıdı. Ve Bayan Ragùe’nin konukların ilgisine sunacağı hazineler değerindeki objeler öylesine göz kamaştırıcı gösterişli bir biçimde sergilenmişti ki, sanki söz konusu olan sıradan bir grup partisi değil Kralî bir törenin ihtişamı idi.

Rastgele toplanmış ve birbirine tümden yabancı bu güzel eşya arasında bir tür “entente-bilinçli andlaşma” varmış gibi spontane bir ahenk oluşmuştu. Bir bakıma, tanışıklıkları ve ortak geçmişi olan bir grup misafirin aynı evde yeniden bir araya gelmelerindeki süratli fakat samimî konuşmalarına şahit oluyordunuz. Birbirlerinden ayrı fakat kendi aralarında hararetli muhavereye girişmiş birimler teşekkül etmişti; yeşim taşından “Dolorosa”*(2) tasviri kakılmış bir Yunan sediri boyunca sıralanmış çok şaşkın bakışlı yüzlere benzer fresialar (bir tür süsen çiçeği); öte yandan, yan duvarda sergilenen, Tapınak Şövalyesi Hieronymus Bosch tasviri olduğu söylenen, işkence görmüş ve azap çekmiş bir yüz ifadesi, beden takallüsü ve kana bulanmış ağzı ile bir heykelcik ve seyredenlere biraz soluklandırmak için beyaz çiçeklerden tertip edilmiş huzur verici bir kompozisyon. Daha resmî ve temkinli tonda olmakla birlikde başka bir dialog üç küçük Ming Hanedanı*(3) sandığı ile koni biçiminde saf Aztec altını arasında cereyan ediyordu.

Saat dokuzdu. Azametli tavır ve keskin tebessümü ile Bayan Ragùe merdivenlerden aşağı indi; herkes onu kapıda karşılamak üzere mevzilenmişti. Büyük beyaz bir orkidenin gölgesi onun boş, benekli ve biraz alçak seviyede kalmış sandığının üstüne düşmüştü. Belli belirsiz bir göz ve çene hareketi ile, telaşsız ve düşünceli adımlarla kendisini izleyen kocasına işaret verdi. Bu tehditkâr bir tavrın anlamını iyi bilen adam, karısının formel tebessümünü taklid ederek, dinî bir törende yer alan bir kişi gibi onun yanında salona girmek üzere derhal adımlarını hızlandırdı.

Aynı anda, uşak, son dakika talimatlarını öğrenmek için Bayan Ragùe’nin yanına geldi. Talimatları alır almaz reverans yaptı ve topukları üzerinde döndü; fakat kadın kuru ve ekşi bir sesle: “Anladın mı?” diye denetim ikazı yaptı. Uşak karşılaştığı buz gibi gözlerden bakışlarını mahcubiyetle kaçırdı. Korku ile olumlu anlamda başını eğdi ve görevine döndü.

Bayan Ragùe kocası ile de alçak tonda tatsız bir muhavereye girişti. Fulano geleceğini bildirmiş; Mengano özür yanıtı vermişti. Ancak, bu ikincisi tartışmasız salağın teki idiyse de, elden çıkarmak istediği Saint George kilisesinin ünlü üç kapı tokmağı ve koro sandalyelerine müşteri bulma hatırına onun da hazır bulunmasına can atıyordu. Hatta daha rahat avlanacak bir müşteri olarak onu Fulano’ya tercih de ediyordu.

Yemek salonuna bitişik kış bahçesinden yaylı bir müzik enstrümanının kırık dökük olsa da ahenkli sesi geliyordu. Orkestra üyeleri, bu yay çekişlerinin duyarlı tınıları ile kendi çalgılarını akord ediyorlar; arada başkemancının tüm tellere basması ile toplu icrada bulunuyorlardı. Süründüğü pudradan yüzü sanki açlıktan solmuş gibi görünen piyanist klavyesinin üzerine eğilmiş; miyop gözleri ile notaları tehalükle yakalamaya çalışıyordu.

Tam zamanında icra edilmesi gerekli bir vodvilde yer alıyorlarmış gibi ilk altı konuk aynı anda salona dahil oldu; hepsi günün modası olan aynı parfüm kokusunu yayan ve saçları briyantin etkisi ile kayganlaşmış, parlayan çeşitli yaş grubundan dört hanım ile yaşları ilerlemiş iki diplomat... Biri Güney stili ortadan taranmış yoğun kıvırcık saçları ile romantik bir görünüşte idi. Diğeri yüzünün kuru, zayıf hatları ile sağlıksız bir görüntü veriyordu; Erasmus’u*(4), belki kuşku ve sıkıntı ile fakat aslâ Dünyaca tanınmış büyüklüğünü hafife almadan iştahla okuyup hazmetmiş birine benziyordu.

Bay Ragùe protokol kurallarını umursamadan kıvırcık saçlı diplomat’ın süt beyazı ellerini, sanki Manastırın Başrahibinin elleri imiş gibi; ‘Jilgoles!’ diye bağırarak avuçlarına aldı. Beriki, belki içgüdüsel olarak, yaşamın belli bir anında rastlantısal olarak karşılaşmış taraflardanmış da arkadaşlığın belli özel değerler sistemine göre seçileceğine inanmış biri gibi onu çok kasıntılı bir biçimde selamladı.

O arada Bayan Ragùe da sistematik bir resmiyetle kaş kaldırıp tebessüm ederek dört kadının ellerine dokundu. Kişisel yakınlıklara kocasına göre çok az yer veriyordu. Fazla samimî yaklaşımları sınırlamanın ya da dostluğu ölçülü tutmanın ve kısa kesmenin ödün vermez yollarını biliyordu. Örneğin tam anında gıcık tutmuş gibi yapma, çok hesaplı bir yön değişikliği ile her şeyi denetim altına alabiliyordu.

Kadınlardan biri, tam anlaşılmaz ifadelerle gevezeliğe başlamıştı: ‘Sanırım ‘Hiç aklımda yokken şu edebî hobbilerden birine kendimi öylesine kaptırdım ki. Ruskin, bilirsin. Çok nefis bir edebî çeşnisi var. Okumaktan kendimi alamıyorum.’ Kadın girdiği konunun verdiğ tadla kendinden geçmişcesine soluk almadan konuşmasına devam etti: ‘Sanırım, müthiş duyarlı bir yapım var. Bana öyle geliyor; okuduğum olayların etrafımda cereyan ettiğini hissediyorum... Sadece kitaplar da değil, bir çiçek, sevimli bir hayvan, gökte bulutların çizdiği ahenkli bir buluşma. Bütün bunlar beni sanki büyülüyor, felce uğratıyor. Tam bir kobra sokması gibi...’ Bayan Ragùe’ın sabit, donuk bakışlarının etkisi ile konuşması sürçüp, kekelemeye dönüştü. Âniden gülerek: ‘Ben de ne budalayım!’ dedi; yanakları erguvan rengi aldı, şehvet uyandıran parlak gözlerini huzursuzlukla etrafa çevirmeye başladı. Muhatabı kadın ona gizlemediği bir tecessüs ve hafifseme ile baktı.

Sürecek

*(1) İngiltere’de Kral VIII. Henry zamanında yapılan din reformlarını yürütürken Papayı Kralın eşi Catherine d’Aragon’dan boşanmasına müsaadeye ikna edemediği için Kralın öfkesini çekip başka bahanelerle sorgulanmaya getirilirken ölen Kardinal

*(2) Dolorosa: acılı, ızdıraplı, elemli. Yahudilerin kışkırttığı Romalı Yahudiye Valisi Pontius Plautus’un sırtında üstüne çakılacağı çarmıhı taşıttığı Hazret-i İsanın infaz yerine götürülüşü. İsanın geçtiği Kudüs’deki o yola şimdi “Via Dolorosa-Azap Yolu” deniyor. O pozdaki İsa tasvirlerine de ‘Dolorosa” adı verilir.

*(3) Ming Hanedanı: Çinde Mogol “Yuan Hanedanı”nın çöküşünden sonra 1368-1644 yılları arasında egemen olmuş hanedan. Burada o Hanedan devrinin sanatından söz ediliyor.

*(4) Erasmus: 1465-1536 yılları arasında yaşamış ve Rönesans akımı sırasındaki “Humanizm-İnsaniyetçilk” anlayışının en büyük temsilcisi Hollandalı filozof.
 

Yayın Tarihi : 3 Haziran 2011 Cuma 10:38:48


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?