16
Haziran
2024
Pazar
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (63)

EDUARDO MALLEA ve eserleri III

Baruch (Benedictus, Bento) de Spinoza

Bir başka tip ise evin içinde tam bir infilâk yaratmıştı. Vestiyer önünde şapkasını yere vurmuş, kapılardan açık gördüğü ilkine şimşek gibi dalmış, hizmetkârları sorguya çekmiş, ancak misafir salonuna girerken bir parça hızını kesmişti. Sonunda huzuru bulma duygusu ile sofrada sandalyelerine oturmakta olan konukları dürtüp kakarak yerini aramaya başladı. Bay Ragùe ile selamlaşmaya vakit bulamamış; karmakarışık erkek, kadın kalabalığı dalgasının içinden ite kaka geçerek kendi kendine yemek salonuna dalmıştı. Bir an duraklayıp bir bu yana bir o yana nazikçe baş sallayarak selamlaşma görevini yerine getirdi. Düzensiz biçimde ayrılmış, parlayan nemli saçları ve olağanüstü hareketli bir yüzü vardı. Alnındaki damarlar oldukça şişmişti. Dr. Islas ona: “her halde şunları elektrikli iğne ile gidermemiz gerek” dedi; o da: “Başka bir yaşam tarzı bunları da hâlleder. Daha az üzüntü, ruhu daha az sıkıntıya sokmak ve böyle kafa karıştırıcı soru ve yanıtlamalardan kaçınma” diye yanıtladı. Oturacağı yeri bulmak için koca yemek masası boyunca süratle bakışlarını gezdirdi; sonunda onu bulup sandalye komşularının henüz yerlerini almamış olduklarını da görünce “Aah” diyerek derin bir soluk aldı. Diğer insanlar, sandalyelerini çekerek, ahşap eşyanın birbirine vurma sesleri içinde oturmaya başlıyorlardı. Tüm bu yabancıların gözleri, kendi hızlanmış kâlp atışı darbelerinin odağı olduğunu hissettiği alın damarlarında toplanmış gibi geliyordu ona... (Şuradaki doktor, azıcık bilim ve onun düşüncesine çarpık gelen acayip Spinozistik*(1) analiz anlayışı dışında bir enstrümanı olmadan onu nasıl tedavi edebilirdi? Onun ne ilmi ne de söylemleri işe yarardı. ‘Zevk aşikâr ki hiç bir zaman kötü değildir, iyidir; ama yeis hiç kuşkusuz kötüdür’)

Her yere gecikirdi. Belli biçimde derinleşmiş eğilimlerin değiştirilemeyeceği basit bir gerçeklikti. Buna karşın, bulunduğu durumda sol tarafında oturan göz kamaştırıcı bir âfet; sağındaki ise bir belediye başkanının, pek göz kamaştırmayan iri, etine dolgun karısı tipinde bir hatundu. Evet, bulunduğu ortam, zamanında burada olmak için büyük bir çaba sarf etmeye değerdi. Solundaki dışa bükülmüş nemli ve çekici dudaklı genç bayan ona elini uzattı. Pudralanmış beyaz boğazı etrafında iki muhteşem inci sırası vardı. Yerleşme kartında “Julia Carves” yazılı idi. Adam “Evet, Bayan Ragùe’nin bir iyi niyet jesti olan bu beklenmedik davetine yetişme çabası da mukabil bir iyi niyet gösterisi olarak daha candan olmalı idi” diye düşündü.

Giotto’nun Meryem Ana ve çocuk İsa tablosu

Belki büyük olasılıkla, İngiliz Büyükelçinin kendisine bir hafta önce naklettiğine göre sergideki onun tablosuna gönderme yapmasından etkilenen Bayan Ragùe uçuk bir jest yapmış olabilirdi: “Çapraz ellerin tablosu ancak Giotto’nunki*(2) ile kıyaslanacak bir empasto inceliğinde. İfadedeki muhteşem güç ise van der Weyden’i andırıyor” iltifatları ile kapıldığı hayranlık ve büyülenme atmosferi içinde bu edebî kıyaslamaları yapmış olabilirdi. Ve hemen Sefirin yanına koşmuş ve onun yüzüne biraz cüretkâr sayılabilecek bir arzu ile bakmıştı. ‘Rönesans sanatçıları ile gerçek bir akrabalığınız olduğunu kabûl eder misiniz? Resim yapma ve yaşam arasındaki ilişki hakkında fikirleriniz nedir? Bir sanatçı bir diğerinin tâbii mi olmalıdır- yoksa sanat tümüyle bağımsız mıdır?” derken adamın yüzüne sabitlenmiş bakışları, sanık sandalyesindeki zavallı bir balığın ağzı ile kendi kendini suçlamasını bekleyen bir bölge savcısı gibi, giderek daha da iştah doluyordu. Adam yumuşak bir tavırla gülmüş, kentsoyluluğun deneyimli ve kaçamak ustalığı ile: ‘Madam, benim tüm gördüğüm yaradılışın şekli ve rengi, eşyanın şekli ve rengidir. Mamafih, bazen, biçimleri ve renkleri görüşümün, benim özel çelişkilerim ve coşkularımdan etkilenmiş olabileceğini de inkâr etmeyeceğim‘ diye yanıtladı. Bu öğretici amaçlı olduğu gibi, daha çok zarif ve hünerli bir cevaptı ve Bayan Ragùe’nin etsiz yanaklarında dostça bir tebessüm-nadir bir teslimiyet ve anlayış anlamı hâsıl etmeye yetti. Tebessümünde yarı yarıya sorduğu soru kalitesinden duyduğu gurunun ve aldığı yanıtın tatmin edici oluşunun payı vardı. Nihayet, her zamanki gibi geç ve soluk soluğa olsa da, adamın bu yemeğe yetişmesi davet sahibi için mutluluk verici bir keyfiyetti.

Etine dolgun, Belediye Başkanı yakını gibi görünen hanımefendi yerine oturan adamcağıza çok sıcak bir tebessüm lûtfetti. Solundaki genç Bayan Carves öbür yanındaki koltuk komşusu ile konuşuyordu. Huzuru tamamen yerine gelmiş adam bir et suyu tasını kaldırırken tüm masayı gözden geçiriyordu. O an için, kendisinin içinde sadece bir yeni gelmiş bir katılımcı olarak değil, bu görkemli göğüsler, gülücüklü gözler ve şuh kahkahalar eşliğindeki ünlemler şovundan çevrilerek, her ne kadar bir bakıma dalgın bir zekânın sahibi olsa da, ketumiyet ve gizemli bir hüner dolu izlenimi veren yüzüne döndüğü bakışların muhatabı tek kişi idi.

Devingen gözleri, tam bir rastlantı sonucu, salt bir yalnızlık içinde görünen, saydamlıkları ile kayıtsız ifadeli, hareketsiz ve kurşunî renkte bir çift başka gözle buluşunca birdenbire sabitlendi. Bu gözler, kendisinin biraz açığında, çaprazında oturan bir kadına aitti; narin yüksek omuzları ve çok çekici bronzlaşmış boğazı ile olağanüstü zarif, fakat, onu iki tarafından da kuşatmış geveze erkeklerin arasında, gençlik vekarının dürtüsü ile bir çocuk gibi sessiz ve ağırbaşlı bir kadın. Bir saniye değil, fakat farkına varılabilecek kısa bir süre bakıştılar. Bu bakışmadan gözlerini ilk ayıran erkek oldu. Onun bu göz kaçırması, burjuva sınıfından bazılarının gösterdiği aristokrat mukallidi sahte kibirli davranışlarına benzemeye reflektif olarak gururunun izin vermemesinden doğan içgüdüsel bir uyarı sonucu olmuştu. Burada oluşu salt bir nezaket gereği, belki de amacını gerçekleştirmek için bu ortamda dolanan ve bir ticarî meta gibi satılan sanat aşkındandı.

Dante Alighieri’nin Giotto’nun öğrencileri tarafından, Floransda Bargello Sarayında yapılmış tablosu.

Bu zorunluluk onu daima öfkelendirmişti ve her şeyin sona ermiş gibi göründüğü en karanlık anları haricinde bu çağrıları reddederdi, ama her hal ve kârda, kendini kollektif bir organizma içinde çok önemli bir işlevi olmayan salt bir basit hücre gibi görmekten de kaçınırdı. .. Gözlerini uzaklara çevirdi ve et suyu tasını dudaklarına götürdü. Et suyu ağdalı idi ve baharatla lezzet kazandırılmıştı. Etrafındaki keyif almadığı söyleşilere katılmadan onu içti. Çünkü gönlü başka bir yere takılmıştı. Karşı çaprazında oturmakta olan harika kadının çok yakınındaki varlığının etkisinde idi. Artık önceki tecrit edilmişliği kalmamış; gerçek neşeli bir ruh hâliyle gülüyordu. Bedeninin yukarı bölümü, solundaki zengin biçimde düzenlenmiş meze tabağına doğru dönmüştü. Adamın esmer, kuru şehvetli bir yüzü vardı; ihtilaçlı bir vecdle başını geri atarak “Muhteşem! Tümüyle muhteşem!” diye bağırdı; onu bu coşkulu hâle kadının bu iltifatı getirmişti; sonra tekrar yapmakta olduğu konuşmasının monoton temposuna döndü.

Gözlerini, bu kez sadece garsonunun önüne yeni bir tabak koyması hareketine doğal bir reaksiyon olarak kararlı bir niyetle, yeniden kaldırdı. Genç hanımın gard’ı düşmüştü; etrafında olup bitenlere bilinçsiz, uzaya bakıyormuş gibi görünüyordu. Adam ise, bir an için, bir çeşit sahiplenmeye benzer biçimde, bu bakışın sert etkisi ile, gene alnındaki damarların şiştiğini ve kendisini yorgun, zihni karışmış, kederli hissetti.

Konuklar, sıcaktan yüzleri kızarmış, şişmiş durumda bahçeye ve konuk odasına dağıldılar. Dans etme zamanı gelmişti! Orkestra hazırdı, kemanlar nostaljik tavır ve tınılarla senfoni icrasının senkoptik (kopuk kopuk, ortadan bölünmüş) seslerle hazırlık aşamasından geçerek bir Strauss valsinin ortamı fethine yer vereceklerdi. Bahçeye açılan kapı yakında ayakta duran maestro bagetini kaldırarak gülümsedi. Bu tebessüm, sanki, kendisinin de usandırıcı biçimde dahil olduğu, tanıdığı, günlük sıkıntıları, borçları, kavga gürültüleri ile fütura uğramış küçük bir müzisyen takımını değil de parlak, çok sıkı disiplinli bir bütün teşkil eden askerî birliğe benzeyen müzik aristokrasisine, görünürdeki dalkavukça itaatin altında gerçekten işinde çok muktedir bir grubu yönetiyormuş gibi coşku ve muzafferiyet duygusundan kaynaklanıyordu.

Bahçe muazzam bir genişlikte idi; sadece çimenlik kenarlarına dizilmiş, sevimli bir biçimde salınan lambalarla aydınlatılıyordu. Fakat, üstünde beş altı çiftin dansa başlamış oldukları platformda ise ışınlarını yayan çok güçlü bir projektör vardı. Lintas konuk salonunda kalmış, kahvesini yudumluyordu. Masa komşusu hanımlar kıskanç kocaları tarafından uzaklaştırılmışlar; kendisi, tüm bu lüks kaynaşma içinde bir Yunan heykelciği taşıyan yüksek bir sütunun yanında münzevi tek başına kalmıştı. Marta’nın dışarıda bahçede dans ettiğini biliyordu; ama bu denli şenlik arasında, kendi temel kişisel yalnızlığına bir karşılık bulmayı pek umut etmeyen derin düşüncelere dalmış bir yabancı gibi burada sabırla beklemeyi tercih etmişti. Ne fark ederdi ki? Başkaları gözünde zaten yok hükmünde idi. Başkalarından mürüvvet beklemeyecekti; tümden unutulmuşsa daha da memnun olurdu. Böyle bir şenlik hiç bir şeyi olmayanların- ya da her şeyi olanların tarzı değil mi idi? Thomas Hardy’nin*(3); ‘Bazı grupların üzerinde mülkiyet ve can monarklığı hak ve yetkisi olduğu kuruntusundaki kimseler vardır ki, bu iki iktidarı da kaybettikleri hâlde hâlâ bu iki monarklık iddiasından vazgeçemezler’ satırlarını hep hatırlardı. Hardy haklı idi. Her ikisini de kaybetmiş olmak. Her ikisini de terk etmiş, arkasında bırakmış olmak. Ya da, daha ağır, daha az güvenli, daha az açık, gizli bir biçimde daha tutkulu bir başka bir yol tutmak...

Sürecek

*(1) Spinoztik: 1632-1677 yılları arasında yaşamış Yahudi asıllı Hollandalı filozof Spinoza’nın, tüm gerçekliklerin genellikle Tanrı ya da Doğa olarak adlandırılan tikel (monistik) bir cevher’den kaynaklandığı yaklaşımı.

*(2) Giotto di Bondone: 1267-1337 yılları arasında yaşamış Floransalı ressamdır.Sanatını çoğunlukla dinî konular oluşturmakla beraber humanist bir anlayışla resme doğalcılığı, perspektifi ve insan yüzlerine vermeyi getirerek, “İlahî Komedya” yazarı hemşehrisi ve çağdaşı Dante’nin (Durante degli Alighieri) kültürde gelişini haber verdiği Rönasansı resim sanatında başlatmıştır.

*(3)Thomas Hardy: 1840-1928 yılları arasında yaşamış bir İngiliz Natüralist akım yazar ve şairidir. Daha önce Romantik ve Aydınlanmacı, hattâ Doğaüstü dönemlerden de geçmiştir. Şairliğinin ön planda olduğunu, romanlarını parasal kaygı ile yazdığını itiraf eden Hardy 1950’le 60’larda yeniden ön plana çıkan bir yazın insanıdır.
 

Yayın Tarihi : 17 Haziran 2011 Cuma 14:14:45


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 88.236.158.xxx Tarih : 22.06.2011 20:23:08

Hocam,  ben de bir haftayı aşan bir süredir internetten koptum. Bayağı maceralı olacağını tahmin ettiğin İran yolculuğunda size şansler dilerim.


Nazmi Oner IP: 2.182.32.xxx Tarih : 19.06.2011 18:59:30

Sayin Torun. Muzelerle ilgili yazima yapmis oldugunuz yorumu bu gun gordum. Tesekkur ederim. 26 gundur iranda dolasiyorum. Burada internete ulasmak ayricalik. Cok seyrek ve sinirli olarak girebiliyorum. Gezimin 10. duragi olan Sirazdan kenthaber ailesine selam ve sevgiler.