25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

İspanyol Edebiyatından Seçkiler (7)

MAKBUZ DEFTERİ (EL LİBRO TALONARIO) - PEDRO ANTONİO DE ALARCÓN Y ARIZA

Kısaca Alarcón y Ariza diye tanınan yazar, İspanyolca dil kurslarının okuma metni olarak kullanıla gelmiş “El Sombrero a Tres Picos-Üç Köşeli Şapka”* adı ile çok yaygın ün kazanmış öyküsü ve keza bu öykünün, İspanyanın en sevilen kompozitör ve piyanisti Manuel dea Falla tarafından yaratılmış balet adaptasyonu ile birlikde anılır.

Pedro Antonio de Alarcón.

Fakat, Granada ilinin bir Piskoposluk merkezi olan Guadix’de 1833 Martında, ailesinin on çocuğundan dördüncüsü olarak doğmuş olan Alarcón, bu çok dar şöhretin çok ötesinde ilgilenilmeye lâyık bir sanatçıdır. Ailesi bir rahip olmasını istediği için bu kentin İlâhiyat Fakültesinde hukuk ve din bilimleri öğrenimi gördü. Ancak, yirmisine varmadan kendini politikaya ve devrimci ideallere kaptırdı; “El Eco de Occidente - Batının Yankı’sı”nı kaleme almaya başladı. 1853’de, düş kırıklığı yaratacak edebî şöhreti bulma hayâli peşinde Madrid’e gitmek üzere evini terk etti. Ertesi yıl Granada’ya geri döndü; rejime karşıt genç sanatçıların ve bohem yapıda olanların kurdukları ünlü “Cuerda Granadiana-Granada Kulübü”ne üye oldu. “El Latigo-Kırbaç” adında monarşi ve rahip sultası karşıtı bir mizah dergisi çıkarmaya başladı. Bir kemancının bir şarkıcı kıza duyduğu aşkı anlatan ilk öyküsü “El Final de Norma-Norma’nın Sonu”nda (1955) edebî akım olarak döneme realizm (gerçekçilik) ve natüralizmin (doğacılık) egemen olmasına karşın, hassas ruhunun terk edemediği modası geçmekte olan romantizmin coşkulu bir örneğini vermiştir.

1859’da, İspanyanın Fas’da Mağribîlere karşı yaptığı savaşa katıldı; buradaki gözlemlerini ve izlenimlerini “Diario de un testigo en la Guerra de Africa-Afrika Savaşının Gözlem Güncesi”nde topladı. Bu eserin başarısı sayesinde Kraliyet ailesinin bir İtalya gezisi yapma olanağı verdiği Alarcón, bu gezinin izlenimlerini “De Madrid a Nápoles-Madrid’den Napoli’ye” adlı gezi eserinde (seyahatname-travelogue) nakletmiştir.

Ne var ki, canını kurtarabildiği bir düello sonucu radikal fikirlerini revize etmiş, din’in sadık savunucusu bir muhafazakâr olup çıkmış (bizim şimdiki “enteller” diye adlandırılan grup misâli)**; bu duygusunu politik kariyerine de taşımıştı. 1863’de Cortes’e (İspanyol Meclisi) milletvekili seçildi; Kraliçe Isabella II. nin tahttan inmesi ile sonuçlanan 1868 darbesinden sonra İsveç’e atandı ama bu görevden hizmete başlamadan istifa etti. 1873 11 Şubatında, General Martinez Campos’un darbesi kurulan ilk İspanya Cumhuriyeti yerini, 29.Aralık.1874’de yeniden Krallığın almasını ve Kral Alfonso XII. Restorasyonunu desteklediği için1875’de Danıştay üyesi oldu.

Alarcón, başyapıtı “Üç Köşeli Şapka”yı 1874’de yazmıştır. Bu öyküde, Carlos IV. Döneminin Andalusia’sını (Endülüs), bir halk baladına dayanarak çok canlı, çok renkli bir biçimde betimler. Eser, De Falla’nın balesinden başka Fransızca, Almanca, İngilizce operalara da esin kaynağı olmuştur.

Güzel öyküler ve öykü koleksiyonları birbirini izledi. 1881’de “El capitán Veneno-Kaptan Veneno”; “Historietas nacionales-Yerli Hikâyeler” onun anlatım ustalığının örnekleridir. İlk yazdıklarının da dahil olduğu öykülerini üç ciltte topladı. 1882’de yayınladığı üçüncü cilt “Narraciones inverosimiles-Gerçeğe benzemeyen (inanılmaz) Öyküler”, insanın kanını donduran çılgınca fantastik öyküler yazan Amerikalı Edgar Allan Poe’dan esinlenmiş iki hikâye de içeriyordu: “La mujer alta. Cuento de mideo-Uzun boylu Kadın. Bir Korkunç Öykü” (1881) ve “El año en Spitzberg-Spitzbergde Geçen bir Yıl” (1952). Bu kolleksiyona bir de folklorik gelenekden derlenmiş “El amigo de la muerte.Cuento fantastico-Ölüm Arkadaşı.Fantastik Öykü” (1852) eklenmişti. Bu öykünü konusu: hastalarının kesin ölüm anlarını önceden bilen ünlü bir doktorun “Ölüm” ile arkadaşlığı idi.

Alarcón 1877’de İspanyol Krallık Akademisi üyesi olmuştu. Bunda, 1875’de yazdığı “El escándalo-Skandal”gibi uzun öykülerinde örneklerini verdiği sanatta ahlâk arayışının etkisi olmuştur. Bunun gibi “La pródiga-Savurgan” öyküsü de ileri ölçüde ahlâki söylemi ve melodramatikliği nedeni ile yazın çevrelerinde ilgi görmedi ve Alarcón hikâye yazarlığından çekilip 1884’de kendi yaşam öyküsünü yazdı ve kitapları üzerine yapılan olumsuz eleştirilere karşı sert bir polemik yaptı.

Uzun süren bir hastalıktan sonra 20.Temmuz.1897’de Madrid’de vefat etmiştir.
 

*İspanyolca “El Sombrero a Tres Picos” denilen XVIII. Asır Avrupasında kullanılan “üç köşeli şapka”nın diğer Avrupa dillerindeki adı “tricorn”dur. “Sombra=gölge”den türetilmiş olan Sombrero (gölgeleyen) deyince Meksikalıların geniş kenarlıklı hasır başlığı olarak anlaşılırsa da, asıl anlamı genel olarak “şapka”dır.

**Buna kişisel bir eleştiri olarak değil, politikanın doğasına girmiş olgulardan biri olarak değiniyorum. Kimse üzerine alınmaya...


Gelelim MAKBUZ DEFTERİ öyküsüne:

Hikâye “Rota”da başlar. Rota, büyük bir yarım daire şekli çizen Cádiz körfezinin etrafını çeviren şirin kasabalardan en küçüğüdür. Fakat, küçüklüğüne karşın Osuna’nın büyük dukası bu kasabayı seçip, benim her taşını ayrı ayrı tarif edebileceğim ünlü şatosunu oraya inşa ettirmiştir. Fakat, şimdi ne şatolar ne dükler bizim konumuzdur. Biz, Rota’yı çevreleyen tarla ve bahçelerden, ayrıca yörenin, asıl adı bu olmamakla beraber “tio Buscabeatas” (Cadı kovlayıcı amca) adı ile anacağımız en gariban bahçevanı ve çiftçisinden söz edeceğiz.

Cádiz Körfezi ve bugünkü ROTA Deniz Üssü

Rota’nın bereketli topraklarından, özellikle bahçelerinden alınan meyve ve sebzeler Huelva ve Sevilla pazarlarını doldururdu. Domateslerinin ve balkabaklarının kalitesi, Andalusia’da* Rotalıların (Roteños), gerçek balkabağı ve domates yetiştiricileri olarak anılmalarına yol açmıştı ki onlar da bu unvanı gururla kabul ediyorlardı.

Ve gerçekten gururlanmaya hakları da vardı. Yılda üç hattâ dört kez ürün veren verimli arazisi ile Bahçeler diyarı olarak anılan Rotanın toprağı bildiğimiz topraktan farklı bir şeydi de; Okyanus’un çılgın batı rüzgârlarının sahile savurduğu ve tüm Rota bölgesine yaydığı tertemiz, saf kumu da içeriyordu. Fakat, Doğa’nın bu ihaneti yöre insanının yılmaz çalışkanlığı ve sabrı ile gideriliyordu. Ben Dünyada bir Roteño kadar çok çalışan başka kişi görmedim ve olduğuna da inanmıyorum. Şu melânkolik tarlalar arasında akan çay kadar minik bir akarsu olduğunu da sanmıyorum. Ama ne gam! Balkabağı yetiştiricisi sayısız kuyu açarak ürünlerinin hayat damarlarına kan sevkeden sıvıyı sağlamanın yolunu buluyordu. Domates yetiştiricisi, yaşamının yarısını gübre olarak kullanabileceği organik özler aramakla geçirirdi. Hem gübre hem suyu bulduğunda Rota bahçıvanı minicik ekim alanını bu iki öge ile beslemeye başlar; domates tohumu, balkabağı çekirdeği eker; evlâdına su veren baba gibi bunlara eliyle su verirdi.

Rota Kilisesi
 

Hasad zamanına değin, ebeveynin çocuklarına gösterdiği özenle, yetiştirmekte olduğu bitkinin her gün bakımını yapardı. Bir gün gereksinimi olanların gübresini tamamlar; başka bir gün, her bitkiye ayrı ayrı ibrikle su döker; bugün, yaprakları yiyen böcekleri itlâf eder; ertesi gün, güneş ışığına ya da deniz rüzgârlarına fazla maruz kalmış bitkileri sazlar ve kuru yapraklarla örterdi. Bir gün sapları, çiçekleri ve hattâ erken olgunlaşmış meyveleri sayar; diğer gün onlarla konuşur, onları sever, okşar, kutsar, hattâ imgeleminde birbirinden ayırıp bireyselleştirmek için onlara özelliklerini ifade eden isimler verirdi. Bu bölgenin bahçevanı için (Rota’da benim kulağıma çok sık gelen) hâlen mesel olmuş: “bahçesinde yetişmekde olan her bir domates’e kendi eliyle en az kırk kez dokunur” (toca por lo menos cuarentade veces al día con su propria mano cada de tomates que nace en su huerta) lâfını abartma kabûl etmemek gerek. Bu yörenin bahçıvanlarının, çenelerinin nerede ise dizlerine değecek kadar bellerinin bükük olmasının hikmeti de budur.

Evet, Buscabeatas amca da (yerel deyimle “tio Buscabeatas” diyelim)** bu bahçıvanlardan biri idi. nakledeceğim olay sıralarında iyice kamburlaşmaya başlamıştı. Yaşadığı altmış yılın kırkını, sahile yakın bir bahçede bahçıvan olarak geçirmişti. O yıl yetiştirdiği muazzam irilikte balkabakları sarıya dönmeye başladıklarına göre aylardan hazirandı. Tio Buscabeatas, özellikle en şişman ve en sarı olan kırkı başda olmak üzere hemen hepsini renk, şekil ve isimleri ile tanıyordu. Onlara yumuşak bir ses ve hüzünlü bir bakışla: “Yakında ayrılmak zorundayız” dedi.

Nihayet bir öğlen sonrası onları kurban etme konusundaki kararını kesinleştirdi ve ölümcül hüküm ağzından çıktı: “Yarın” dedi: “şu kırk tanesini koparacağım ve Cádiz pazarına götüreceğim. Onları yiyecek insanlara ne mutlu!” Sonra, ağır adımlarla eve döndü ve geceyi ertesi gün kızını evlendirecek bir babanın kaygısı ile geçirdi.
 

*Andalusia: İspanyanın güneyinde Afrikaya Cebelitarık Boğazı ile açılan özerk bölge. En büyüğü Sevilla (Sevilya) olmak üzere, Huelva, Cádiz, Córdoba, Málaga, Jaén, Granada ve Almeira adında sekiz ili var.

**Tio’nun dişil’i “tia- teyze, hala”yı bizim çağdaki gençlerin unutamadığı İtalyan yıldızı Anna Maria Pierangeli’nin ve Meksikalı aktör Ricardo Montalban’ın baş rôllerini oynadıkları (1953 çekimli) “Sombrero filminden hatırlıyoruz: Rosaura Revueltas adındaki Meksikalı aktrisin canlandırdığı büyücü Çingene kadın “tia Magdelena” diye anılıyordu.

Yayın Tarihi : 25 Ağustos 2010 Çarşamba 00:02:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?