MAKBUZ DEFTERİ (EL LİBRO TALONARIO) II.- PEDRO ANTONİO DE ALARCÓN Y ARIZA
![]() |
Cádiz Kenti |
Arada bir: “Benim zavallı balkabaklarım!” diye iç geçiriyor, gözleri uyku tutmuyordu. Fakat sonra zihnini toparladı ve efkârını: “Onları satmaktan başka ne yapabilirim ki?” kararı ile teskin etti: “onları bu amaçla yetiştirdim! En az onbeş duro’ya satarım.”
Velâkin, ertesi sabah bahçeye indiğinde, gece vakti o kırk balkabağının çalınmış olduğunu görünce nasıl bir şaşkınlık, öfke ve düş kırıklığına uğradığını tahmin ve tasavvur edebilirsiniz. Bu duygusal şoku atlattıktan sonra durumu soğukkanlılıkla muhakeme etmeye başladı ve balkabaklarının, kolaylıkla tanınabileceği riski hesaba katılarak Rota pazarında satışa sunulamayacağını düşündü. Kendi kendine: “Cádiz’e* nakledilmiş olmaları gerek, onları orada görüyor gibiyim!” dedi; “Hırsız gece dokuz-on sularında onları benim bahçemden çalmış ve bir nakliye teknesi ile kaçırmıştır. Hemen “saat gemisi” ile Cádiz’e hareket edeyim; orada hırsız enseler ve emeğimin ürünlerine kavuşurum!” (Rotanın yolcu teknesine “saat gemisi” adı verilmişti; çünkü, üç fersahlık Rota-Cádiz arasını bir saat ya da biraz daha kısa sürede kat’ederdi.)
Böyle düşünüp, trajedi sahnesinde eksik balkabaklarının tespitini yapmak için yirmi dakika (saat sekize kadar) oyalandıktan sonra rıhtıma yollandı.
Saat teknesi istim almış, kalkmaya hazırdı. Her sabah saat dokuzda Cádiz’e hareket eden küçük bir gemi idi. Nakliye gemisi ise meyve ve sebze dolu olarak geceleri onikide kalkardı.
Böylece, tio Bucabeatas, sabahın on-otuzunda Cádiz pazarında, bir sebze tezgâhının başında arz-ı endam etmişti. Kendisine eşlik eden polise: “İşte, benim balkabaklarım; tutukla şu adamı” diyerek satıcıyı işaret etti.
Çok şaşıran ve öfkelenen pazarcı: “Ne, beni mi tutuklasın? Bunlar benim kabaklarım; onları satın aldım.” diye bağırdı.
Tio Buscabeatas: “Sen derdini Yargıca anlat” yanıtını verdi.
“Hayır, Yargıca gitmem!”
“Gideceksin!”
“Seni moruk soyguncu!”
“Seni moruk rezil!”
Polis, çok sâkin biçimde, onların çenelerine birer sille atarak: “Edeplerinizi takının. Birbirinize hakaret etmeyin: ayıp!” dedi.
O arada meraklı kalabalığı etraflarını sarmıştı. Kalabalığın içinde bir de belediye pazarları denetçisi vardı. Polis olan biteni anlatınca denetçi, satıcıya çok âmirane jestler ve vurgulamalarla bu kabakları kimden satın aldığını sordu.
Satıcı: “Rota yakınlarında yerleşik tio Fulano’dan” yanıtını verdi.
Tio Buscabeatas: “Evet, ondan başkası olamazdı” diye bağırdı: “Onun çok verimsiz bir bahçesi vardı; hemen hiçbir şey yetiştiremezdi. Demek, artık komşularından çalıyor.”
Denetçi: “Gece kırk kabağını çaldırmışsın ama, onların bu kabaklar olduğunu nereden bilebilirsin? Burada bir alay kabak satılıyor.”
Tio Buscabeatas: “Eğer senin kız evlâdların varsa, onları nasıl tanıyorsan ben de kabaklarımı öyle tanırım; diye yanıtladı: “Onları ben ellerimle yetiştirdim. Bak şu şişman olana, onun adı Rebolanda (Şişkocuk), şu Cachigordeta (Tombul Yanak), şurdaki Barrigona (Şiş Göbek), şu Coloradilla (Kırmızı Popocuk); şuna ise en küçük kızıma çok benzediği için onun adını verdim: Manuela.”
Ve zavallı yaşlı adam, çocuk gibi ağlamaya başladı.
Denetçi: “Bunlar çok güzel de, yasal olarak senin kabakların olduğunu kabûle yeterli değil. İddianı tartışılmaz bir kanıta dayandırman gerek.” dedi. Etrafındaki kalabalığa da: “Efendiler, bu gülünecek bir konu değil. Ben bir kanun adamıyım.” diye çattı.
Tio Buscabeatas: “O zaman, buradan ayrılmadan, derhal, bu kabakların benim bahçemde yetiştiklerine dair size herkesi ikna edecek bir kanıt göstereyim,” dedi. Ve, elinde tutmakta olduğu bir torbayı yere koydu, çömeldi ve ağır ağır torbanın bağını çözmeye başladı. Etrafında toplanan kalabalığın merakı doruğa çıkmıştı. Birbirlerine “Acaba oradan ne çıkaracak?” diye sorup duruyorlardı.
O anda, pazara yeni gelip gruptaki hareketliliği merak eden başka bir kişi olay alanına yanaştı. Onu gören satıcı, heyecanla: Ona cevabını sen ver.”
Yeni gelen adam bunu duyunca limon gibi sarardı; kaçmaya çalıştı; fakat oraya üşüşmüş olanlar onu önlediler. Denetçi de ona yerinde kalmasını emretti.
Tio Buscabeatas’a gelince, o zaten soyguncunun karşısına; “Hah, şimdi hoş şeylerle göreceksin” sözleri ile dikilmişti. Tio Fulano, kendisini toparlayarak: “Ne dediğinin farkında mısın; beni nasıl itham edersin?” diye üste çıkmaya çalıştı: “Dediğini kanıtlayamazsan sen hapse gideceksin. Bu kabaklar benim… Yıllardan beri yetiştirdiğim diğerleri gibi kendi bahçemde yetiştirdim onları… Bu yıl Cádiz’e getirdim mallarımı. Onların benim olmadığını kimse kanıtlayamaz.
Sonunda çuval açma işini tamamlamış olan Tio Buscabeatas bu sözleri: “Şimdi göreceksin!” diye yanıtladı. Bir yığın yeşil bitki sapı zemine yayılmıştı. Hâlâ dizleri üzerinde duran yaşlı bahçıvan başındaki kalabalığa şöyle seslendi:
“Baylar siz hiç vergi ödemediniz mi? Ve, keza, vergi tahsildarının elinde taşıdığı şu yeşil defteri görmediniz mi? Adam, bu defterden makbuzlar keser ve suretlerini, makbuzların sahte olup olmadıklarını irdelemek için o defter koçanında saklar.”
Denetçi, havalı bir tavırla: “Makbuz defteri ile neyi kasdediyorsun?” diye sordu.
“İşte, benim torbamda bulup çıkardığım da odur: bahçemin makbuz defteri; bunlar da kabakların hırsız benden çalmadan önce kopardığım sapları. Bakın şu sap bu kabağa nasıl uyuyor… Kimsenin inkâr edecek hâli yok… İşte, başka bir örnek… Bu daha ince bir sap; ait olduğu kabağın boş kaldığı çukur da ona uygun biçimde küçük… İşte şu… İşte şu… İşte şu…”
Bu sözlerle her sapın ait olduğu kabağı tek tek gösterdi. Durumu izleyenler de, her sapın ait olduğu kabağın bulunduğunu ve birbirlerine tam uygunluğunu görerek şaşırdılar; bu acayip ispatlama usûlü onları pek keyiflendirdi ve hep birden bağıra çağıra tio Buscabeatas’a destek vermeye başladılar:
“Çok haklı! Çok haklı! Hiç kuşku yok. Baksanıza: şu şuna, şu şuna, şu şuna, hepsi uyuyor.
Erkeklerin kahkahaları, çocukların ıslıkları, kadınları bedduaları ve hakaretleri, yaşlı bahçıvan’ın zafer sevinci ile döktüğü göz yaşları, polislerin hırsız zanlısını itip kakmaları ile karmakarışık bir manzara hâsıl oldu.
Hırsızın kodesi boylaması yanında onbeş duro’yu pazarcıya iade ettiğini, onun da bu parayı yaşlı bahçevan’a ödediğini de her hâlde sizler tahmin etmişsinizdir. Tio Buscabeatas büyük bir keyifle Rota’ya dönerken: de “Pazarda ne kadar da hoş görüntüleri vardı. Keşke, Manuela’yı yanımda geriye götürüp evde yeseydim ve çekirdeklerini saklasaydım diye söyleniyordu.
*Cádiz, tüccar kavim Fenikelilerin M.Ö. XII. Yüzyılda Britanya Adasına kadar uzanan gezilerinde, yol üzerinde İberik Yarımadasının (şimdi Cebel-i Tarık denilen) boğazının iki yanında ticarî koloni olarak kurdukları tarihî iki kentten biridir (diğeri Akdeniz tarafında “Malaga”). Fenikelilerin verdikleri ilk adı: “Gadir” “İstihkâm” anlamındadır. Kardeş İbranî dilinde G.D.R (Gadar) “kapa, çitle, duvar çek” demektir. Bu adı Yunanlılar “Gádeira”ya, Romalılar “Gadesé’e, Araplar “Kadis”e
bozmuşlardır.