15
Haziran
2025
Pazar
ANASAYFA

Lazarillo de Tormes (2)

Bir Üniversite kenti olan Salamancanın ortasından geçen Tormes Irmağı ve üzerindeki (başında boğa heykeli bulunan) “Puente Romano” (Roma Köprüsü)

Yemeğe oturduğumuzda kör adam yanı başında bir şarap testisi bulundururdu. O zaman ben de uzanıp testiyi sessizce dudaklarıma götürür; öper gibi bir kaç yudum şarap alır hızla yeniden yerine koyardım. Fakat, o şarabın eksildiğinin farkına varınca bu mutluluğum uzun sürmedi. Şarabını güvene almak için, kulpundan sımsıkı kavradığı testiyi elinden hiç bırakmaz oldu. O zaman, ben de, çavdar sapından özel olarak yaptığım bir pipeti ona çaktırmadan testinin ağzından daldırıyor; esaslı bir mikdar şarabı emerek gövdeye indiriyordum. Fakat öylesine cin fikirli bir herifdi ki, sanırım bu yaptığımı da keşfetti, maşrapa kullanmakdan vazgeçip, üstüne tüner gibi bacakları ile sımsıkı sardığı testiyi eliyle boynundan tutarak ve ağzına dikerek güvenle içmeye başladı. Ben şaraba iyice müptelâ olmuştum; yokluğuna dayanamıyordum. Kamışla içme oyunu işe yaramaz hâle gelince testinin dibine minik bir delik açtım ve onu mumla güzelce tıkadım. Yemek zamanı üşümüş ve kendimi ıstmaya çalışıyormuş gibi adamın bacaklarının arasına yatıp, çok yakınımızdaki çalı ateşinin sıcağı ile yavaş yavaç eriyen mum’un bıraktığı aralıkdan yarı kapalı küçük bir çeşmeden gelir gibi damlayan şarabı deliğe yanaştırdığım dudaklarımla yudumladım; bu pozisyonda Tanrının inayeti ile bir damla bile zayi olmamıştı. Zavallı adam şarap içmeye davrandığında ağzına hiç bir şey gelmedi. Buna çok şaştı, kendi kendine sövdü, testiye ve şaraba lânetler yağdırdı ama bu işin sırrına da akıl erdiremedi.

“Amca, onu benim içtiğimi söyleyemezsin senin elinden başka bir yere gitmedi” dedim.

O ellerini testinin üzerinde gezindirdi; oyunu farketti, fakat bozuntuya vermedi.

Puente Romano üstündeki antik boğa heykeli

Hemen ertesi günkü yemekde, menhus herifin benim için hazırladığı sürprizden habersiz, gene sızmakda olan testinin altına, adamın ayaklarına aynı şekilde uzandım; gözlerim yarı kapalı, yüzümü semaya çevirmiş vaziyette tatlı tatlı cennet içkisinden yudumlamağa koyuldum. Benden intikam alma zamanının geldiğini düşünen çılgın kör adam olanca gücüyle şarap bulaşığı testiyi kaldırıp doğruca ağzıma bıraktı; her zamanki kayıtsızlığıyla hiç böyle bir şey beklemeyen zavallı Lazarus gökyüzünün ve her şeyin üstüne yığıldığını zannetti. Testinin küçük dibinin korkunç darbesi beni sersemletti ve duyarsız bıraktı. Dağılan testi parçalrı yüzümün bir çok yerini yaralamış; dişlerimi yerinden fırlatmıştı. Hâlâ ağzımda diş boşlukları vardır.

Bunun üzerine bana sevecen davranmasına, teselli ve iyileşmeme yardım etmesine karşın, o günden beri bu habis kör adamdan nefret etmeye başladım. Bu zalimce cezalandırmadan çok keyif aldığını açıkca görüyordum. Testi parçaları ile kesilen yerlerimi yıkamak için şarap kullanırken gülerek: “Ne dersin Lazarus, senin sağlığını bozan şey aynı zamanda seni sağaltmaya da yarıyor” diyor ve benim katılmadığım başka fikirler ve öneriler ileri sürüyordu. Duygularımı bastırmaya ve testi darbesini hafife almağa gösterdiğim tüm özene karşın, o günden itibaren bu habis mahlûk, hiç sebepsiz ve yersiz bana vurmakdan, kafamda şişler hâsıl etmekden ve saçlarımı koparırcasına çekmekden kendini alamadı.

Birilerinin bana neden bu kadar kötü muamele ettiğini sorduklarında testi hikâyesini onlara anlatır: “Şimdi, hâlâ bu velet’in masum bir yavru olduğunu mu düşünüyorsunuz? Söyleyin, Şeytan bile böyle üç kâğıtçılığı göze alabilir mi idi?” diye sorardı. Hikâyemi işitenler istavroz çıkararak: “Amanın, kim bu kadar küçük bir çocukdan böyle bir düzenbazlığı umar!” derler; benim bu gözüpekliğime gülerek: “Cezasını ver onun; Tanrı seni ödüllendirir!” diye şiddete teşvik ederlerdi. O da zaten öyle yapıyordu.

Ben de buna mukabil, kılavuzluk* ederken kasden onu en berbat yollara götürüyor; yoruyor, ötesini berisini incitmesine neden oluyor, tehlikeye sokuyordum. Taşlık yer görünce oraya sürüyor; Yakında kuru yer varken bile çamur deryasının en derin yerinden geçiriyordum. Öyle kinlenmiştim ki; zaten kördü ama, yeniden kazanabileceği bir çift gözün de kör olması için bek tek gözümü feda etmeye hazırdım.

Şimdi, Efendim, bu hilekâr kör herifin gerçekden ne denli şeytanca zekâ ve hüner sahibi olduğunu size açıklayabilmek için aramızda geçen bir sürü olaydan birini nakledeyim. Salamanca’yı terkettiğimizde Toledo’ya gitmeye niyetleniyordu; ora halkının pek hayırsever olmamakla birlikde tava gelmeğe çok müsait olduğunu söylüyordu.

Almorox adındaki kasabaya geldiğimizde üzüm hasadı zamanı idi. Bağbozduran adam bizim köre sadaka olarak bir salkım üzüm verdi. Tam olgunlaşmış üzümler kaba imâl edilmiş sebeplerin içinde tutuldukları için eziliyorlardı. Bizim körün de eline aldığı zedenlenmiş üzümleri cebine koyması onların her tarafa bulaşmasına yol açacaktı. Onun için, sadece üzümü uzağa taşıma zahmetinden kaçınmak için değil, bütün gün dizine yatırıp dövdüğü, itip kaktığı benim de gönlümü alma amacı ile hemen bulunduğumuz yerde bir ziyafet çekmeye karar verdi. Bir çitin yanına yerleştik. Dedi ki: “Ben şimdi bonkör olmak istiyorum: bu salkımı ikimiz aramızda bölüşüp eşit paylarla üzüm yiyeceğiz. Şöyle yapacağız: bir defada salkımdan birden daha fazla almama taahhüdü altında, önce sen bir üzüm alacaksın sonra ben… Bu sıra ile üzüm yeyip salkımı bitireceğiz. Sahtekârlığa kaçma yok!

Böyle kavilleşerek yemeğe başladık. Fakat daha ikinci ranvd’da bizim kaşarlanmış üç kağıtçı fikrini değiştirdi; benim de aynı yola gideceğimi düşünmüş olacak ki bir defada iki üzüm yemeye başladı. Pazarlığın kendi tarafındaki taahhüde riayet etmediğini görünce ben de başka türlü hareket edemezdim; hattâ daha da ileri giderdim; olanca hızımla yiyerek bir defada iki ya da üç üzüm almaya başladım. Salkımdaki üzümleri tümüyle tüketince, kör adam boşalmış sapı bir süre elinde tuttu; başını sallayarak: “Lazarus, beni kandırdın, Tanrının adına yemin ederim, bir defada üç üzüm yiyordun.”

“Hayır, yemedim” diye direndim: “Niçin kuşku duyuyorsun?” Kurnaz herif hemen yanıt verdi: “Biliyor musun bir defada üç üzüm yediğini nasıl anladım? Çünkü ben her defasında iki yedim sen hiç ses çıkarmadın.”

Kendi kendime güldüm. Çocuk da olsam kör herifin mantık sistemini kafama iyi yerleştirdim.

Escalona kenti
 

Ancak bu uzun serüvenin naklini kısa tutmak için, benim ilk efendimle birlikde iken yaşadığım anlatmaya değer ve eğlenceli olayların tümünü hikâye etmekden kaçınacağım. Sadece bu evre’nin sonunu anlatarak kestirmeden gideceğim.

Aynı adı taşıyan Duka’nın sahibi bulunduğu Escalona topraklarına gelmiştik. Efendim konakladığımız handa onun için ızgara yapmak üzere bana bir sucuk verdi ve kesesinden bir maravedi (o zamanki bir madenî İspanyol para birimi) çıkararak meyhaneden şarap almamı istedi. O arada (insanları haramîye dönüştürdüğü söylenen) Şeytan gözlerimin tam önüne aklımı çelen bir manzara çıkardı. Kuşkusuz pişirmeye değer görülmediği için ocağın kenarına atılmış, çürümeye yüz tutmuş ince uzun küçük bir şalgam…

O anda han girişinde kör adam ve ben yalnızdık; bana sadece çok küçük bir diliminin verileceğini bildiğim sucuğun ocakdan genzime gelen gaşyedici nefis kokusu iştahımı dayanılmaz bir tutku ile açıyordu. İhtirasımı tatmin için, artık başıma nelerin geleceğini düşünmeksizin, korku ve kaygıyı bir yana bıraktım; kör adam kesesinden para çıkarırken, ben sucuğu ızgaradan aldım ve el çabukluğu ile sıska şalgamı onun yerine koydum. Efendim, şarabın parasını bana verdi, sonra ızgarayı alarak ateşde çevirmeye başladı.

Şarap alıyorum diye seğirttim; o arada sucuğun icabına bakıverdim. Döndüğümde zavallı kör günahkârı ikiye yardığı ekmeğin arasına şalgamı maşa ile yerleştirmiş olarak buldum. Onu eli ile tutmadığı için henüz ne olduğunu bilmiyordu. Bıçakla dilimleyip bir parça ağzına atıca buz gibi düş kırıklığı ile barşılaştı; öfke ile: “Ne demek oluyor bu, Lazarillo?” diye bağırdı. Ben de: “Kâlbimi kırıyorsun” diye ağladım; “Niye beni suçluyorsun? Ben sana şarap almaya gitmedim mi? Burada, bir sürü it kopuk, başka insanlar var. Sana bu oyunu yapan başka biri olmalı.

“Hayır, hayır,” dedi, “bu olamaz, ben ızgarayı elimden hiç bırakmadım ki.”

Ben bu değiş tokuş olayında masum olduğuma yemin üzerine yemin ettim; fakat bu pek işe yaramadı. Bu mel’un kör adamın zekâsından hiç bir şey saklanamıyordu. Ayağa kalktı, kafamı yakaladı; kuşkusunu irdelemek ve duyduğu huzursuzluğu yok etmek için elleri ile sımsıkı yakaladığı kafama kafasını iyice yanaştırıp, alabildiğine açtığı ağzıma burnunu küstahça sokarak bir av köpeği gibi nefesimi derinlemesine koklamaya girişti. Nerede ise burnunu küçük dilime yapıştıracaktı. Sucuk henüz mideme yerleşecek kadar da zaman geçmediği için çok korkmuştum. Her şeyden çok da, bu koskocaman, tiksinç burnun içime dalmasından şok’a uğramıştım. Bütün bunlar bir araya gelince iğrenç kör herifin bu azamatli çomağını ağzımdam dışarı çıkarmasına kalmadan midem alt üst oldu ve tüm çalınmış yarı çiğnenmiş siyah muhteviyatı havalanarak ağzımdan çıktı ve herifin burnuna boşaldı.

Ah ulu Tanrım! O an yerin dibine geçmeyi ne kadar isterdim! Kör herifin gazabı öyle canavarca idi ki etrafdan insanlar imdadıma geleselerdi sanırım beni öldürecekti. Bir tutam saçımın elinde kalması bahasına beni pençelerinden çekip aldılar. Suratım tırmalanmış, boynum ve gırtlağım yaralanmış, berelenmiş, morarmıştı. Mel’un kör adam oraya toplanan herkese, hepsini ezberlediği testi hikâyesinden üzüm olayına kadar benim kötülüklerimi, günahlarımı sayıp döktü. Milletin attığı kahkahalar öyle gürültülü idi ki sokakdan geçenler içerde bir kutlama olduğunu sanıp eğlenceye katılma niyeti ile içeri doluştular. Benim gördüğüm bunca kötü muameleye ve hazin hazin ağlamama karşın kör adamın kurmazca anlattığı benim onu sömürdüğüm öyküleri o kadar neşe yaratıyordu ki çok ağır bir haksızlıkla yüz yüze bulunduğum ve ödlekliğim yüzünden buna karşı çıkamadığım duygusuna kapıldım ve kendime lânet ettim.

Ah ne olurdu, koca burnunu ağzıma soktuğunda onu hart diye ısırıp koparabilme cesaretini bulsa idim; elime bu fırsat geçmişken, hiç olmazsa herifden onu burunsuz bırakarak ayrılacaktım. Bu rezile ait olan burnu belki midem sucukdan daha rahat hazmederdi de dışarı çıkacak bir şey olmayacağı için onun iddiasını kolaylıkla reddederdim. Keşke Tanrım böyle yapsaydım.

Hancının karısı ve orada toplaşmış olanlar aramızı buldular, bizi barıştırdılar ve onun için getirdiğim şarapla yüzümü, boynumu yıkadılar. O arada, aşşağılık kör adam zehirli dili ile kaba şakalar patlatıyordu:

“Gerçekten, bu oğlan, bir yıl boyunca onu yıkamaya harcanan, benim ise iki yılda içtiğimden fazla şarap tüketmiştir. En azından Lazarus sen hayatını babandan çok şaraba borçlusun; çünkü, baban sana sadece bir kez hayat verdi, şarap ise bin kez…”

Sonra, gönül rahatlığı ile, benim kafamı kaç kez yardığını, suratımı tırmaladığını ve bunları şarapla nasıl sağalttığını anlattı.

Ben içimden küfür ederken beni yıkayanlar kahkahalarla gülüyorlardı.

Fakat, gerçekden Tanrı vergisi bir kehanet yeteneği olan bu kör adamın öngörüleri boşa çıkmamıştır. Ondan ayrıldıkdan sonra da onu hatırlatacak vesilelerle çok karşılaştım. Ve hattâ, her ne kadar bedelini tümüyle ödedimse de ona verdiğim sıkıntılar için nedamet getirdiğim de oldu. O gün bana söylediği şeyin benim için ne kadar doğru çıktığını Aziz Efendim, ilerde benim ağzımdan işiteceksiniz.


*Lazarillo’nun bu ilk macerası ile ilgili olarak adı İspanyolcada “bir köre kılavuzluk eden” anlamı kazanıp sözlüklere böyle geçmiştir. Körlere rehberlik etmek üzere yetiştirilen köpeğe “Perro Lazarillo” denir.

Yayın Tarihi : 5 Temmuz 2010 Pazartesi 19:31:56


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nostalji ve Huzur (veya Dr. S) IP: 88.252.162.xxx Tarih : 5.07.2010 23:34:40

Sayın Teoman Törün, Kent Haber Sitesi'nde seri olarak yayımladığınız yazılarınızı, bir kitap olarak neşretmenizi candan isterim. Hiç olmazsa, bugünün kargaşalıklarından sıyrılıp, bu kitabınızı okumakla huzur buluruz. İçten saygılarımı sunarım.


teoman törün t IP: 88.241.198.xxx Tarih : 6.07.2010 16:10:23

Benden ilgilerini esirgemeyen Sayın Dr.S.'ye ve Sayın Avibeto'nun lûtu fkâr ifadelerine ve önerilerine teşekkürlerimi sunarım. Dileklerinizi değerlendireceğim. Tanrı sağlık verirse ve olanak bulabilirsem (elbette yazdıklarımı daha gözden geçirip develope ederek  bir şekilde derlemeye çalışacağım.Destekleriniz için sağolun, varolun


avibeto IP: 84.109.191.xxx Tarih : 6.07.2010 10:27:30

Sayın USTA, Nostaljı ve huzur rumuzlu arkadaşımla tamamen aynı fikirdeyim.Zaten çalışmalarınızın bir referans kaynağı olduğundan her zaman bahsetmişimdir Ancak yayım masrafları göz önüne alınırsa bu yazılarınızın  PDF formunda derlenmiş bilgisayara indirme imkanı olan bir dosya da olabilir. Saygılarımla