19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Malezya Kaplanı 20

Manila Harap oluyor

Manila kentinin Suriçi bölgesi, Intramuros
 

Manila yarı eski İspanyol yarı çağdaş Amerikan görüntüsünün egemen olduğu, keza halkının da iki tip arasında yalpaladığı melez bir kentti. Kent, ortasından akıp Manila koyuna dökülen Pasig Irmağı kaynağına yakındı. Manila adı yerli dili Tagalogca “May Nilad”dan gelmekte olup oraya özgü Mango cinsi bir bitkinin çiçek aşmış hali demektir. İspanyol kolonisi olduğu devirde kentin çekirdeği olan tepelik bölüm duvarla çevrildiği için adı “Intramuros”a (Duvararası-Sur İçi-Hisar) dönüşmüştü. Dış duvarların genişliği 4.5 metre, yüksekliği 7.5. m. olup üç yandan hendekle çevrilmişti. Manila içindeki çarpışma, çağdaş kentte ve son umutsuz intihar savunması şeklindeki kuşatma altında cereyen eden direnişin verildiği antik Intramuros hisarında olmak üzere iki safha ve alanda cereyan etti.

Ivabaçi’nin, ölümüne savaş dışında, Manila savunması adına ciddî bir planı yoktu. Intramuros duvarlı kentini kendisine, en vahşî mücadelesini vereceği son dayanak yapmaya kesin kararlı idi. Amerikan taarruzunu durdurmak amacı ile Genel Postahane binasından Irmağa kadar uzanırken bir yarım daire çizen hükûmet binaları, okullar önüne kum torbaları serilerek tahkim edilmeye çalışıldı; Intramuros duvarları etrafına makinalı tüfek yatakları konuldu. Bina bodrumlarından kent dışı koruganlara tüneller açıldı. Cadde kavşaklarından geçişler dikenli teller, kum ya da çimento doldurulmuş fıçılarla engellendi. Tramvay rayları sökülüp şekilleri bozuldu. Kamyonlar, ağır fabrika makinaları yollara dizilerek fazladan önlemler alındı. Yollara her çeşit mayın döşendi.

Koramiral Ivabaçi Sanci

Ivabaçi 120 milimetrelik ağır deniz toplarını binalara çıkartmış; 200 milimetrelik deniz roketlerini, hattâ 450 mm.lik dev topları sahile çektirmişti. Pasifik Savaşında Japonlar ilk kez roket kullanıyorlardı. Bir denizci olarak Ivabaçi, başka çatışmalarda çok ciddî etkileri olmuş gizli köşelere keskin nişancı yerleştirme uygulamasına itibar etmedi. Bunu istese bile, büyük çoğunluğu denizci ve uçak yer hizmetleri mürettebatı olan adamları arasından pek usta nişancı bulamayacaktı. Zaten askerleri zor durumda faydadan çok zarar getirecek, eğitimsiz kalmış acemi personeldi.

General MacArthur Yamaşita’nın anlayışında idi; Manila’nın içinde bir savaşı planlamıyor; sadece düşmanı ezdiğine emin olduktan sonra başkente büyük bir zafer girişi düşünüyordu. Bunca hazırlık yapılmış; her taraf ölüm tuzakları ile dolu kentin bombalanmasına insanlık ve Dünya kültür miraslarına saygı düşünceleri ile hiç izin vermemişti.

6. Ordu komutanı General Walter Krueger “Down Under to Nippon-Japonyayı Matetmek” adlı kitabında MacArthur’un kendisine özel olarak kaçınılmaz bir zorunluluk olmadıkça kentin, hattâ Intramurosun bombardımanını istemediğini söylediğini; ancak kentte gerçekleşen fizikî tahribatın korkunç olduğunu; bazı bölgelerin tümüyle enkaza dönüştüğünü; kamu binalarının fena hâlde harabiyete uğradığını; ancak, ticaret mahâllindeki bir kaç binanın total yıkımdan kurtulabildiğini yazmaktadır. Zira Amerikan Baş Komutanının, 105 mm.lik Howitzerlerinin kuru sıkı uyarı ateşine karşı Japon ağır deniz toplarının yanıtı karşısında zorunluluk hâline gelen ağır topçu atışlarına konulacak yasağı içermiyordu. Dolayısıyla çatışmanın eski tip ölümcül bir kuşatma savaşı hâline dönüşmesi de bir emr-i vâki oldu.

Tüm iletişimden yoksun kalmış Yamaşita’nın, on gün içinde alabildiğine köpüren bu kanlı savaş hakkında hiç bilgisi olmamıştı. Bunu öğrenir öğrenmez Ivabaçi’ye: “Özgün planımıza uygun olarak derhal geriye çekil!” mesajını gönderdi. Ve, aynı zamanda General Yokoyama’ya da Ivabaçi’nin çekilmesini kolaylaştırması için karşı saldırı emri verdi. Mesajı alan denizci komutan savaş alanını terk etti Yokoyama ile yaptığı danışmada emre uyacağı izlenimini verdi. Fakat Yokoyama’ya kentteki durum hakkında pek az bilgi verdi ve karşı taarruzun ayrıntıları hakkında bilgi almadan Manila’ya döndü. Manila’da bulunmadığı süre için, yerine bir kara subayı Albay Noguçi’yi yetkili komutan olarak bırakmıştı. Denizci subaylar Noguçi’den emir almayı reddettiler; kendi sınıflarına mensup, yüksek rütbeli bir subayın Manila’ya getirilmesini istediler. Ivabaçi bunu öğrenince çok memnun oldu. Kendisinin uygun bir komutan olduğu düşüncesi ile kendi planına döndü.

Bu olanları dört gün sonra duyan Yamaşita, gene Yokoyama’ya, Amiralin askerlerinin kurtarılması için karşı saldırıyı gerçekleştirmesinde ısrar etti. Yokoyama bir kaç bin kişilik bir güçle iki koldan nihaî taarruzu yaptı. Fakat kurtarılmayı reddeden bir komutan uğruna fazla çaba da göstermedi. Üç günlük bir çatışmadan sonra Amerikalılar kolaylıkla onu geriye püskürttüler.

Manila Savaşında ölen çocuk ve kadınlar

Ivabaçi Yamaşita’dan aldığı iki emire, Amerikalılara ağır zararlar vereceği gerekçesi ile, kesin bir tavırla karşı çıktı. Çok geçmeden kuşatılma altına alındı. General Yokoyama, ona, geceleri küçük partiler halinde Amerikan kuşatması arasından sızarak askerlerini kurtarmayı önerdi. Manila’daki Japon güçleri ile dış dünya arasında tüm iletişimler kesildiği için verilen yanıt öğrenilemedi. ABD güçlerinin kenti kuşatması giderek daralmakta iken Ivabaçi’nin hâlâ 6.000 askeri vardı ve savaş daha vahşî bir hâl alıyordu.

Her köşesi alevler içinde kalan Manila kenti kanlı bir kâbus yaşıyordu. Amerikalıların 155 mm.lik topları Japon denizcilerinin bulunduğu binaları dövüyor; kapana kısıldıklarını görüp umudu kesilen denizciler iki katı hırsla silâha sarılıyor; yıkılan binalar altında kendi mezarlarını kazmış oluyorlardı. Manila Otelini ele geçirmek için verilen üç günlük çatışma tüm medenî anlayışın çöküşü idi. Japonlar artık canavar hâline gelmişlerdi. Sivil kadın, çocuk halk bu pis savaşın masum kurbanları olmuştu. ABD piyadesi otel lobisine girdiğinde merdivenlerden mitralyöz sağanağı yağdı. Bina damlarına kadar göğüs göğüse çatışmalar dehşet yarattı. Amerikalılar damlara çıkıp tutuşturdukları benzin bidonlarını havalandırma boşluklarından boca ettiler. Japonlar da çıktıkları yüksek yerlerden el bombaları yağdırdılar.

Çatışma başlamadan önce Japon denizciler düzinelerle Filipinli kızı otel odalarına sürükleyip defalarca tecavüz etmişlerdi. Otelin Amerikalılarca zaptına kadar seks çılgınlıkları ve onu izleyen cinayetler sürdü. Bu çılgınlık tüm kenti sarmıştı. Ölümün yaklaştığını görerek ceza alma derdi kalmayan birçok Japon denizci yakalayabildikleri kadınlara, kızlara doyasıya tecavüz ettiler. Hayatta kalabilen bu kızlardan biri kendisini yakalayan bir Japon denizcinin, Pasig Irmağı ötesini işaret ederek, şöyle konuştuğuna tanıklık etti: ”Gerçi senin görmen mümkün olmayacak ama oradan gelecek Amerikalılar çok yakında bu oteli de işgal edecekler. O zamana kadar sen de ben de ölmüş olacağımızdan biz şu anda keyfimize bakalım!”

Intramuros Savaşı sırasında Fort Santiago kapısının hâli
 

Amerikalılar liman alanına ve Intramuros hisar kentine nihaî saldırı hazırlıklarına başladılar. Ve Pasifikte şimdiye kadar görülmüş en yoğun bombardıman tertibatını aldılar. Tanklar, düşman tankı tahrip roketleri, 107 mm.lik havan topları ile birlikte dokuz howitzer bataryası antik hisarı dövüyor; duvarlarda koca gedikler açıyordu. İçerdeki son derece hareketli Japonlar da bunlara deniz topları ile karşılık veriyor ve hisar altında açtıkları tünellerde personele ve toplara süratle mevzi kaydırıyorlardı. Amerikalılar bu hareketliliği ve karşı ateşlerin farklı yerlerden geldiğini fark edip önlem aradılar.

Amerikalıların telsizle “teslim olun!” çağrılarına karşın terkedilmeye yanaşılmayan Intramuros düşene kadar, iki taraf da, II. Dünya Savaşının en korkunç sahnelerinden birinin yaratılmasında katkıda bulundu. Amerikalılar Intramuros içine, çoğu en ağır howitzerlerden olmak üzere 10.000 mermi gönderdiler. Japonların her an yanıp infilâk etmekte olan hisardan çıkıp teslim olma niyeti bulunmadığı gibi beraberlerinde aynı tuzağı paylaşmış birçok bedbaht Filipinli de umutsuzca bekliyordu. İçkili, sakalları uzamış, süngülü Japonlar hisar hastanesinin etrafında doktorları ve hemşireleri kovalıyordu. Fort Santiago cezaevi, benzin boşaltılıp tutuşturularak içindeki beş bin Filipinli ile birlikte yakıldı. Çılgına dönmüş bazı tutsaklar binadan dışarı fırlayınca makinalı tüfek ateşine tutuldular. Yüzden fazla Filipinlinin kafaları, cezaevi avlusunda üç saat boyunca geride kalanların gözleri önünde kesildi.

Beş bin kadın ve çocuk Manila Katedraline sığındı. Bu binada birçok kadının ırzına geçildi. Merhamet dileyen bazı kadınların ellerinden alınan bebekler süngülere ya da ucu sivriltilmiş bambu kamışlarına geçirildi; analarına tecavüz edildi.

Amerikalıların, kimi süngü kimi kılıç darbeleri ile yere serilmiş ceset yığınları arasından sendeleyip geçerek Intramuros merkezine nüfuz edebilmeleri gün batımını bulmuştu. Fort Santiago zindanlarında yüzlerce Filipinli ölü yerlerde yatıyordu. Santa Domingo Kilisesinde kadın erkek karışık yirmi beş ceset bulundu. Duvarlar dışında başka bir kilisede ruhanî elbiseleri içinde, elleri arkadan bağlı, kimi vurulmuş kimi süngülenmiş kırk beş ölü vardı.

Amerikan 37. Piyade Tümeni Komutanı Tuğgeneral Robert S. Beightler askerlerine başka hiç bir tutsak almamalarını emretti. Bunun sebepleri açıktı: a) Japonların Manila’nın teslimi yolundaki Amerikan önerisini reddetmeleri; b) Amerikan ordusu Intramuros’a yaklaşırken Japonların sergiledikleri şiddet; c) ve yerli Filipin halkına karşı uyguladıkları mezalim.

Manila kentini bina bina savunmaya çalışan Japon denizcileri

Savaşın hararetli ortamında komutanın bu emrini yerine getirmeye çalışan ABD’li askerler yirmi Formosalı istihkâm askerinin ellerini kaldırıp teslime hazır olduklarını görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Onları soğukkanlılıkla vuramayınca ne yapmaları gerektiğini General Beightler’e mesaj göndererek sordular. Onun yanıtı: “Tutsak alma konusunda çaresiz kalmışsanız onlara olağan usulde işlem yapın.” oldu.

O gece boyunca çarpışma mağaralarda, yeraltı sığınaklarında ve Intramuros’un tünellerinde cereyan etti. Ertesi gün antik hisarın zindanlarında sürdü. Ancak üçüncü günün bitiminde son müdafî asker yok edilebilmişti. Manila kentinde ise üç kamu binası etrafında kum torbalarından oluşan siperler ve makinalı tüfeklerle, örgütlenmiş üç direniş noktası kalmıştı. Bu çatışmalar da öncekiler gibi canavarca idi. Top ateşi ile yıkılan duvarlardan sızan Amerikan piyadesi merdivenlerden her adımda tüfek ateşi düellosu yaparak, çeşitli tuzakla karşılaşma tehlikesine katlanıp oda oda dolaşarak düşman aradı. Intramuros’un zaptından sekiz gün sonra Maliye Binasının asansör şaftını siper yapmış son otuz kişilik küçük bir düşman grubu da çevirip benzin ateşi ve el bombaları ile onları imha ederek direnişi kırabildi.

Muharebe sona ermişti. Yanan yıkılan Intramuros’un kömür hâline gelmiş harabeleri arasında Amiral Ivabaçi’nin cesedinin teşhis edilebilmesi olanaksızdı. Ve hiç bir zaman bulunamadı. Bu savaş 16.000 Japonun canına mâl oldu. Amerikalıların telefatı 1.000 ölü, 4.600 yaralı idi.

MacArthur’un Manila’ya zafer girişi projesi uygulanmaya konmadı. Yerli Filipinlilerin ölü sayısını ise kimse hesaplayamadı. Kentten ayakta duran pek bir şey kalmadı.

Sürecek

Yayın Tarihi : 4 Kasım 2013 Pazartesi 10:57:44


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Nazmi Öner IP: 178.233.89.xxx Tarih : 5.11.2013 21:25:29

Sayın Törün
15-20 gündür internet ortamından uzaktaydım. Sizin yazılarınızı okuyamadığım gibi, benim yazılarıma yaptığınız yorumları de bugün gördüm. Önce sizin yazılarınıza değinmek gerekirse, aslında sizin yazdığınız tarih çok daha değerli diye düşünüyorum. Neden derseniz çok yakın bir tarih olsa bile, genelde 2. Dünya savaşının bizde bilinen yüzü Avrupa’da geçen bölümleridir. Uzak doğu bölümünü bazen Amerikan filimlerinde falan onların propaganda amaçlı yapımlarından izleriz. Asyalı olmamıza karşın kendimizi hep Avrupalı saymamızdan mıdır? Yoksa dünya tarihinin Akdeniz çevresi ve Avrupa eksenli olarak ele alınmasından mıdır? Her nedense 2. Dünya Savaşının Asya ve uzak doğu tarafları pek bilinmez. Hani neredeyse benim yazmakta olduğum 2500 yıl önceki Pisidya tarihi kadar bile bilinmiyor. İtiraf edeyim, bir tarih öğretmeni olarak, ben bile yazdığınız ayrıntıların yarıdan çoğunu bilmiyordum. Onun için sizi, bu önemli eksikliği tamamlamanızdan dolayı tekrar kutluyorum.
Pisidya’nın Pers dönemi ile ilgili sorunuzu da, size kolaylık olması açısından burada yanıtlamayı uygun buldum. Komama olayı Roma’nın Hıristiyanlığı resmen tanımasından(MS 313) sonra, hatta Hıristiyanlığın Roma’nın resmi dini olduktan sonra gerçekleşiyor. Komama bir aratırmacı tarafından araştırıldığı için biliniyor. Ama sanıyorum bilinmeyen pek çok benzer olay var. Buna benzer bir durumun Sagalassos’da da yaşanmış olabileceğini düşünüyorum. Çünkü burada Sagalassos’a yakın karanlık dere kanyonunda insanlar mağaralarda saklanmışlar. Fakat asıl konum Sagalassos olduğundan ve Pisidya’yı okuyucuyu sıkmadan en yalın şekliyle geçmeyi düşündüğüm için pek ayrıntıya girmek istemiyorum, ama yine de Roma devri Pisidya’sında kısaca değinebilirim.
Pisidya Devlet veya toplumu Perslerle birlikte sona ermiş midir, diyorsunuz. Benim bilgilerime göre tarihte Pisidya adıyla kurulan bir devlet yok. Fakat Hititler Döneminde Arzava ülkeleri Krallığı diye bir devletten söz ediliyor ki, bu devletin Pisidya ve Pamfilyalılardan oluştuğu düşünülmektedir. Hititleri en çok meşgul eden bir devlettir.
Fakat MÖ 1200’leri o taş üstünde taş bırakmayan deprem dalgaları gibi her yeri ve her şeyi yıkıp geçen göç dalgaları Hititlerle birlikte, Arzava Krallığını da, başkalarını da yıkıp geçti. Orta Avrupa ve Balkanlardan Anadolu’ya pek çok kavim geldi. Dorlar Yunanistana gelerek Akaları köle yaptı. Deniz kavimleri Mısır’a kadar gitti. Ariler taa Hindistan’a kadar giderek orayı işgal etti. Yuvarlak rakamlarla göçlerden 400 sene kadar sonra Anadolu’da Frigler devlet kurdu. 500 sene kadar sonra Lidya’lılar devletini kurdu. Ve 600 sene kadar sonra MÖ 546’da Anadolu tümüyle Perslerin eline geçti.
Elimde her hangi bir belge yok, ama benim şahsi kanaatim, MÖ 334’te Büyük İskender bölgeyi işgal edene dek, Pisidyalılar kendi bölgelerinde özgür yaşamış olmalı diye düşünüyorum. Pers yönetimine girdiklerini de düşünmüyorum. Çünkü Pers yönetimi oldukça gevşek ve hoşgörülü bir yönetim olduğu gibi, uğraştıracak kavimlerin üstüne de gitmemektedir. Örneğin Perslerin en merkezi yerinde, Babil ile Persepolis arasındaki geçitlerde bağımsız kavimlerin, Perslerden geçiş ücreti aldığını yazan tarihler vardır. Eğer onlarla uğraşamıyorsa, Pisidyalılarla hiç uğraşamaz diye düşünüyorum. Ayrıca Pisidyalıların Pisidya olarak ortaya çıkması da Persler dönemindedir. Pers ordusunda paralı askerlik ve Frikya ve Pamfilya’ya yağma akınları düzenlemekle gündeme gelmektedirler.
İskender ve sonrasında ise, birçok olayın içinde ve paralı askerler olarak, daha çok gündeme gelmektedirler. Özellikle Selevkos ordularında paralı askerlik zirveye çıkar. İlgi ve paylaşımlarınız için teşekkür ederim.