22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler - 30 -


Bir gün, Sicilya’nın Yunan kolonisi Naxos kenti sahillerine, Tirenien denizinden gelen bir korsan gemisi yanaştı. Sahilin burun yaptığı bir köşesinde gür, siyah saçları omuzlarından eflâtun harmaniyesine sarkmış güzel yüzlü, yakışıklı bir genç duruyordu. Ebeveyninin çok yüksek bir fidye ödeyebileceği bir prens’e benziyordu. Korsanlar derhal üstüne atlayıp onu yaka paça geminin güvertesine çıkardılar. Ne var ki; orada zincirlere bağlamak istedikleri gencin ellerine, ayaklarına uzattıkları zincir ve urganlar bağ tutmuyor, yerlere dökülüveriyorlardı ve artık sımsıkı tutmak için yanaştıklarında gizli bir gücün şiddetle kendilerini ittiğini duyumsamaya başladılar. Delikanlı, siyah gözlerinde alaycı bir gülümseme ile dimdik ayakta bakıyordu. Sonunda, geminin deneyimli dümencisi yabancının ilahî gücünü farketti; haykırarak onun bir tanrı olduğunu, bağlamak için zorlamayı sürdürürlerse kendilerine bir zararı dokunacağını söyleyerek arkadaşlarını uyardı. Fakat kaptan bu iddiayı budalaca bularak tayfalara, derhal yelkenleri çekmeleri komutunu verdi. Yelkenler gerildi; rüzgâr onları itmeye başladı; fakat gemi yerinden kımıldamadı. Mürettebatın giderek artan hayret ve korkuları içinde etrafa nefis bir şarap kokusu yayıldı; yelkenlerin üzerinden güverteye yığın yığın üzüm salkımları dökülüyordu. Koyu yeşil bir sarmaşık, ana direk ve yabancının etrafında sarılarak yükselmeye, süratle meyve vermeye başladı. Dehşete düşen tayfalar, bu kez dümenciye gemiyi karaya döndürmesi için bağırdılar. Ama vakit çok geçti; esir aldıkları yaratık birdenbire bir aslan’a dönüşmüş olarak ortaya çıkmış; dişlerini göstererek kulakları sağır eden bir sesle kükrüyordu. Dümenci dışında tüm filotas denize atladılar ve anında birer yunus (balığı) oldular. Batı dillerindeki karşılığı “dolphin” olan “yunus”un Yunancası “delfin”dir. Zamanına ve yerine göre “delfis”, “delfini” gibi çeşitli formlar kazanmış bu sözcük, bu hayvancağızın çok zeki ve iletişim yeteneğinin üstünlüğünden olacak, Fokis kentindeki Apollo’ya adanmış kehanet ve bilgelik merkezi “Delfi - Delphoi” Tapınağı’dan türemiş; “Delfi’li” demekdir. Bu öyküde, korsanların “yunus”a dönüşmesi, onların akıllandırılması allegorisi olarak kullanılmış ya da yunusların zekâsı, insandan bozma olmaları ile açıklanmış.

Dionizos’un ölümcül bir tehlike ile karşılaşıp yaşama dönmesi ile ilgili olarak dizi halinde sizlere sunduğumuz mitoslar, onun yaşam döngüsünü simgeleyen hem yeraltı (chthonian) hem toprak üstü bir tanrı olduğunu betimleyegelmiştir. Şarabı tanıtmak için çok yabancı diyarlar gezmesi, insanların dertlerini (geçici olsa da) unutturan, ruh gerginliğini yumuşatan, keyf ve yaşam neşesi veren içkiyi bir kader olarak insanlığa empoze etmesi, bu tanrı allegorisinde, belki avuntu arayan dünyanın bir gerçeği olarak yansıtılmaktadır. Sayısız Yunan şenliklerinin büyük bir bölümü Dionizos’a özgülenmiş olup her birinin tapkı töreni bir inancı hikâye ettiği gibi yaşam felsefesi olarak yorumlanmaya da açıktır. Bu nedenle, bazen bu şenlikler “meditasyon - düşünceye, murakabe’ye dalma” diye adlandırılıyor. Dionizos kültü ve şenlikleri, varlığın tekliğini savunan Parmanides’den etkilenen İ.Ö.V.asır politikacı, şair ve bilgini Empedokles’in felsesfesinin, sanki sahneye konmuş gösterileridir. Tüm varlığın kökünü (risomata) dört temel ögenin (ateş, hava, su, toprak) oluşturduğuna inanan Empedokles, “Peri Fiseos” adlı eserinde, Herakleytos gibi, bu ögelerin dengesini “Filia* - Sevgi” ve “Neikos - Kavga” düalitesinin düzenlediğini ileri sürüyordu. Sevgiden doğmuş, bütünleşmiş varlığı “Kavga” (ya da Doğa’daki fizik çatışmalar) ayrıştırır, sevgi ile yeniden bir araya gelinir düşüncesinde idi. Nitekim, Dionizos da, öteki Yunan tanrılarının çoğu gibi sever de, kavga da eder. Bu festivalleri, yorumlamaya çalışarak, sıralamayı sürdürelim. Önce, Dionizos’un, yukardaki öyküde görüldüğü üzere Yunanistan batısına olduğu gibi, Yunan ve Latin yazarlarının şiirsel anlatımları ile nakledilen, Altın zengini Lidyaya ve Frigyaya, Perslerin güneş çarpmış ovalarına, Baktria’nın kocaman surlarının ötelerine, fırtınaların sürekli kumlarını uçurduğu Medlerin ülkesine, kutsanmış Arabistan’a, kültünü tanıtmak için yaptığı gezilere; hattâ, bu bağlamda, (kızı Erigone’nin öyküsünü ayrıca anlatacağımız) Ikarios’un meşum akıbetine de işaret edelim. Attika’daki Ikaria yerleşiminin seçkin simalarından Ikarios, imâlini Dionizos’dan öğrendiği, şarabı komşuları bazı çobanlara taddırır; çobanlar sarhoş olup sızarlar; yörenin öteki çobanları, arkadaşlarının zehirlendiğini sanarak Ikaros’u öldürür, bir ağacın altına gömerler.

Bahsin ilk başında bir tablosunu verdiğimiz “Anthesteria”dan sonra Ocak ayı başlarında icra edilen “Kırsal Dionysia (Ta Kat Agrous** Dionysia” ya da “Küçük Dionysia - Ta Mikra Dionysia” denilen ve yaşam döngüsünü sahneleyen Dionizos festivalini ya da meditasyonları, kökeni belirlenemeyip çeşitli kimlikler yakıştırılarak efsaneleştirilmiş (ayrıca incelenmeye değer) bir pagan yazar Apollonius Sophistes’in kendi ağzından gözlemlerinin verildiği bir metni temel alarak açıklayalım:

Atina’nın batısında bir kıyı kenti olan Eleusis’de doğmuş olan ve “Eleusis Mysterionları” denilen mistik âyinlerin icra edildiği dönemde (25.Eylûl-5.Ekim) üzümler hasat edilir. Aynı sıralarda Tanrısal çocuk Dionizos da annesi Semele’nin (Persefon’la aynı kişi olduğu da söyleniyor) yedi ay kaldığı rahminden alınmış. Semele’nin dölyatağına düştüğü tarih ise Agrai’de “Küçük Mysterionların yapıldığı Şubat sonu imiş. Zeus, dölüt’ü (cenin) çıkarıp kendi baldırını yararak orya gömmüş ve baldırını dikmiş; bunun için çocuğa “Eiraphiôtês - Tanrının içine dikilmiş” demişler. Bağ bozumunda ezilen üzümlerin, şarap olup gün ışığına çıkarılmasına kadar fıçılara kapatılıp muhafazaya alınması da Dionizos’un, gün yüzüne çıkarılana kadar “Eiraphiôtês” olmasına bir naziredir. Pleiade’lar takım yıldızlarının gökde ilk yükseldiği Puanepsiôn*** ayının (Atinalıların takvimine göre 10.Ekim-10.Kasım arasını gösteren ay) üçüncü çeyreğine (Kasım başları oluyor) “Dionysos Limnaios - Bataklıkdaki Dionizos” denir. “İşte burası onun zeminden fışkırdığı ve yine yeraltına girdiği noktadır. Şarap 40 gün boyunca mayalandıkdan sonra oraya gideriz; mayalanma tamamlanmamış bile olsa, onu kutsal merkeze götürür; çanaklara doldurur, Tanrı adına bir mikdar kutsal pınar’a dökeriz ve tatlı yeni şarabı (gleukos)**** içeriz” diyor Sofist Apollonios. Bu tören, Kutsal Çocuğun kanının onu yetiştiren nimfaların gözyaşları ile karışmasını temsil edermiş. Artık, Semele’nin Tanrısal Çocuğa hamile kalışından on ay geçmiştir; Lênaia***** tarihinde (28-31.Ocak arası) gün ışığına çıkacaktır ki bu da şarabın tümüyle olgunlaştığı dönemdir; ama çocuk Zeus’un baldırında bir süre daha kalacaktır.

Maimaktêriôn-Gamêliôn (yaklaşık, Kasım ortası ile Şubat ortası) arasındaki üç kış ayı Dionizosa, yılın geri kalan büyük bölümü Apollo’ya aittir. Yılın en soğuk olan bu mevsiminde günler uzamaya başlar; bu da, karanlığın kalbinde umudun doğuşunu simgeler. Dionizos, baharda, babasının baldırından ortaya çıkınca “Deos Phôs - Zeus’un Işığı” olarak selamlanır. Artık, Yokedilemeyen Yaşam gücünün (Zôê) tüm zincirleri kırarak kendini gösterdiği dönem gelmiştir.

Buna paralel bir öykü de söylenir: Kireç yüzlü Titanlar, çocuk Dionizos’u oyuncaklarla aldatarak mağarasından çıkarmışlar; yedi parçaya ayırarak bir süt kabı içersinde kaynatmışlar; sonra parçaları ateşde kızartmışlar. Tam bunları yiyecekleri sırada, Zeus kızartma kokularını duyumsayıp koşmuş; Titanların işledikleri cinayeti görmüş. Çaktığı yıldırımı ile onları yakıp kül etmiş. Alşemistler (antik kimyacılar) derler ki: yanan Titanların yükselen “arındırılmış buharından” (Aithalê) insanlar şekillenmiş. Dionizos’un tek bir parçası kızartılmakdan kurtulmuş: erkeklik organı “Kutsal Fallus”... Bakire Atena onu bir sepete koyup Zeus’a götürmüş; o da emaneti Tanrıların Anası Rea’ya vermiş. Arta kalan kemikleri Delfi’ye gömülmüş olan Dionizos “Fallus”u ile yaşamını sürdürebilmiş.

Gelelim “Phallêphoria’ya (Fallus Törenlerine)...

* Bugün çok yaygınlaşmış “filantropi -insan sevme, iyilikseverlik”, “filarmoni - müzik, ahenk sevme” sözcükleri “filia - sevmek”den gelir. “Filos” = dost, “filotas” = dostlar...
** Batı dillerinde “tarım” karşılığı olarak kullanılan “agriculture” Yunanca-Latince köklerden türetilmiştir. Yunanca “kır” anlamındaki “agros” Latinceye “tarla” anlamlı “ager” olarak geçmiş; “cultura” da Latince “işleme” demek...
*** “Puanepsia” adında Apollo onuruna düzenlenen, ayrıca söz edeceğimiz bir şenlik vardır.
**** “Tatlı” anlamındaki “glevkos”’dan türemiş “glevkeros - tatlı lezzetli”, bugün her dilde kullanılan “gliserin”in köküdür; “tatlı lezzetli, yapışkan sıvı” demektir.
***** Lênaia: Antik Yunanda, Atina’da ve İyonya’da, “Dionysus Lenaius - Lenaların Dionizos’u” onuruna yapılan küçük çapta bir drama yarışması festivalidir. Muhtemelen, Maenad’ların başka bir adı olan “Lena’lar”dan geliyor.


tytorun@hotmail.com  
Yayın Tarihi : 9 Mart 2007 Cuma 20:21:34


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
dijle kılıç IP: 78.163.3.xxx Tarih : 12.01.2009 18:15:30

bana göre çok güzel bir haber kaymağı çok güzelde hazırlanmış yani tam kağıt düzenine uyularak yazılmış ben bunlara çok dikkat ederim çünkü ben bir türkçe öğretmeniyim ayrıca adım dijle melisa çok sevdiğim kuzenimin adı ondan dolayı