22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler - 40 -


TRAJİK OZANLAR: ASKELEOS, SOFOKLES, EVRİPİDES: Atina’nın büyük Arkontos’u Perikles’in (İ.Ö. 495–429) eseri sayılan altın çağındaki Yunan dramasında asıl önemli reformu bu üçlünün en genci olan ve daha önce kısa yaşam öyküsüne yer verdiğimiz Evripides getirdiği için onunla ilgi çözümlemelerimizle bu bahse başlayacağız. Evripides, bir rivayete göre, Pers Savaşı sırasında, açıklarında büyük deniz muharebesinin yapıldığı Salamisde, İ.Ö. 23.Eylül.480’de doğmuş. Bazıları ise doğumunu, Atina’da İ.Ö.484-485’e kadar geriye götürür. Ölümü ise, son festival yarışmalarındaki başarısızlıklarının gönül kırıklığı ve Makedonya Kralının yaptığı davet üzerine İ.Ö.408’de gittiği ve soğuğuna dayanamadığı Makedonya’da İ.Ö. 407 yılı sonunda olmuştur. Eskilos’dan 45, Sofokles’den 15 yıl küçüktür. Dönemin uygarlık zaferinden de beslenen Sofokles ve Evripides, Periklesin son yıllarında başlayan (Sparta’ya karşı verilen) Peloponez Savaşının onlarca yıl süren yıkıntı ve acılarına da tanıklık ederek realist olgunluğa ulaşmışlardır. Bu üç büyük yazar konularını aynı geleneksel Yunan lejandlarının oluşturduğu tiyatro eserlerini gene aynı yapıda, aynı sahne koşullarında, aynı Atina seyircisi karşısında sahnelemişler. Ancak, toplumsal anlayışın hızla evrimleştiği bir asır boyunca, Dionizos Tiyatrosunda gelip geçen kuşakların beğenileri, elbette çok farklı olmuş; yazarlarımız bu farklılıkları değişik çeşni ve yorumları ile eserlerine yansıtmışlardır. Sofistler toplumsal sorunlara gelenekselden farklı gözle bakma, özgürce tartışma itiyadını Atina halkını vermişler; bunu da, “bireyselciliğin” hızla gelişmesi ve “demokratik evrimleşme” izlemiştir. Antik Yunandaki bu “Aydınlanma Cereyanları”, özellikle Evripidese, lejandları çağdaş yorumlama duyarlığını kazandırmıştır. Mme. M.Delcourt-Curvers’in “Euripide Trajedileri” çevirisine yazdığı önsözünde, Mme. Jacqueline de Romilly “Evripides’in piyeslerinin kalıcı, bir yandan duyguları etkilemede bir yandan akılcılıkta çağları aşan parlaklıkta, şiirsel olduğu kadar açık yürekli, cesur anlatımlı dokusuna XVII. Asır Fransız Edebiyatının dahi yetişemediği” görüşünü ileri sürüyor. Nitekim “Hipplitos” konusunu 1677 yılında “Phèdre” (Phaedra) adlı oyunuda yeniden ele alan Jean Baptiste Racine, kendi çağdaşlarının görmek istedikleri gibi bir “Phaedra”yı Evripides’in Phaedra’sından farklı olarak abartılı biçimde yüceltmiş; aşkını yüreğine gömen çok onurlu bir hanımefendi olarak resimlendirmiştir. Vekarını (Hamlet’den ilgi görmeyen Ophelia gibi) kendi iradesi ile gittiği ölümüne kadar korumasını bilmiştir. Antik dönemin Yunanlıları ise Phaedranın bu şekilde betimlenmesine çok şaşarlardı, çünkü onların iffet ve bekâret kavramı Hıristiyan ahlâkında olduğundan çok farklı idi; onlar için Phaedra, Afrodit tarafından yoldan çıkarılmış (bu metaforun gerçek anlamıyla tensel tutkusunun zebunu olmuş), bir zavallı hatundu. Bu naturalist bakışa Avrupada ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısında ulaşılmış; bu bakışla roman yazmaya cüret eden Flaubert, Zola gibi romancıların da açılan davalarla başları derde girmişti. Konularını mitlerden aldıkları için tanrıların müdahalesi ile fantezi ögesinin egemen olduğu, saptırılmış, abartılı görüntüsü ile insan ilişkilerinin parodisi yapısındaki ve bu bakımdan içinde mizahı da barındıran Yunan trajedileri, aslında sundukları sembollerin arkasında insanların iç âleminin gerçek projeksiyonunu vermektedirler. Bunun içindir ki, bugün tiyatroların repertuarlarına anılan üç Yunan trajedi yazarının eserlerinin sık sık konulması evrensel bir gelenek olmuştur. Kıta Avrupasının açığında kalmış İngiliz zihniyetinin ürünü olan Shakespear dışında, Racine, Corneille gibi devler de dahil, çoğunun yolu Cizvit okulları ve Kiliseden geçmiş XVII. asır trajedi yazarlarının oyunlarını seyretmiş, aramızda kaç kişi vardır?

Evripides trajedi yazarları içinde en fazla realist olanı idi. Yunan trajedisinin en önemli ögesi, nadir istisnalarla konularını mitlerden alması idi. Üç büyük trajik ozan’ın birbirinden farkı bu mitlere yorumsal yaklaşımlarında belirleniyordu. Mit, temelde, Yunanlıların tanrılara, destanlarda anlatılan Evren’in oluşumuna ve tarihî kayıtları bulunmadığı için söylencelerde haklarında verilen abartılı bilgilerin ne dereceye kadar gerçeği yansıttığı bilinmeyen destan kahramanlarına inancına odaklanmıştı. Askeleos için “mit” gerçek olayların çıkarsanabileceği bir kaynaktı. Sofokles’e göre ise, insanın potansiyel gücünün doruk noktasına işaret ettiği için kendini yüceltme doğrultusunu gösteriyordu. Evripides çağdaşı trajedi yazarları içinde en fazla realist olanı idi; o “mit”e belli bir yönlendirici etkisi olmayan ya da ilkel ve zararlı etkilerinden sakınılması gereken salt bir masallar antolojisi olarak bakıyordu. Bununla birlikte, Yunan Tiyatrosunun konvansiyonlarına kendini koşullamış seyirci varlığı karşısında “mit”i oyunlarında ham madde olarak kullanmak zorunda kalmıştı. Onun farkı, sunumda gelenekler dışına çıkması; mit’in kazandırdığı yanlış değerlerin altını gerçekçi yorumu ile çizmesi idi. Buna karşı, kendisinden genç olup ilk kez mitoloji dışında ve konusunu kendi yarattığı oyun yazarı olmakla ünlenen Agathon bile yorumlarında konvansiyonel anlayışı terk edememişti. Askeleos ve ondan daha yaşlı Phrynikhos, anıları çok taze, tarih kayıtlarına alınmış, destanlara karışmamış Pers Savaşları ile ilgili olarak kaleme aldıkları oyunlarında da geleneksel yorumlardan vazgeçmemişlerdi. Evripides’in parlak psikolojik tahlil yeteneği onu insanları, özellikle kadınları doğalarına uygun gerçeklikle betimlemeye götürüyordu. Öyle ki, iki kez işlediği “Hippolitos” oyunu ilk sahnelendiğinde, Phaedra’nın yüzünü açıp Hippolotos’a tutkulu aşkını ilân etmesi skandal yaratmıştı. Aynı oyun, cüretkâr sahneleri hafifletilerek İ.Ö. 428’de yeniden yarışmaya verildiğinde büyük ödüle lâyık görüldü. Kadın psikolojisine bu rahat girişi, daha da önce değindiğimiz gibi, zamanın komedi yazarı Aristofanes’in sık sık mizah hedefi oluyordu. Gerek “Hippolitos”da Phaedra’yı gerekse “Medea”da oyun kahramanı kadını ele alışı ile Aristofanes’in “Thermoforiazousai” adlı komedisinde kadın düşmanlığı yakıştırması ile alaya alınmış ve eleştirilmişti.

Evripides, standardları, insanlar gibi kusurlu olan tanrılara da inanmıyor; tanrıların geleneksel tanımını yadsıyordu. Kendisinden bir asır önce yaşamış Ksenofanes’in, tanrıların ahlâk ölçülerini insanlarınkinden aşağıda gösteren Homeros ve Hesiodos’a karşı tepkisi onun “Herakles” oyununa yansımıştır. Oyunlarında “tanrısal öge” sembolikdi; bir vesile ile insanlar arasına gelmiş tanrının (deus ex machina) bir uyarıcı açıklama yapma dışında bir rôlü yoktu.

Atina dramatik festivalinde ilk kez, Askeleos’un ölümünden bir yıl sonra İ.Ö.455’de yarışmış; rivayete göre, jüri üyelerinin kaprislerine yüz vermediği için üçüncülükle yetinmek zorunda kalmış. Kazandığı bir kaç ödül dışında, yaşam süresi içinde popülaritesi, 13 ödül kazanan Askeleos, 18 ödül kazanan Sofokles kadar olamamıştı. Ancak, ölümünden sonra yıldızı parladı; ölümünün ertesi yıl (İ.Ö.406) onun adına Dionysia ödülü verildiğinden söz etmiştik.

Günümüze gelen eserleri, çağdaşı trajik ozanlarınkinden fazladır. Bunun nedeni, müteakip antik dönemde 10 oyunun okullarda okuma metni olarak kullanılması ve diğer eserlerinin de İskenderiye Kitaplığı yayını olduğu izlenimi veren bir biçimde sınıflandırmaya tâbi tutulmasıdır.

Antik tiyatro araştırmacılarının (müellifi’nin Kritias olabileceği de iddia edien Rhesus, Peirithous, Rhadamanthys, Tennes adında dördü kuışkulu olan) 95 oyun yazdığını ileri sürdükleri Evripides’in bugün, (biri Rhesus) 19’u tümüyle, pek çok da bazı kısımları ele geçmiş eseri var. Bunlardan “Hippolitos” isimli olanın İ.Ö. 428 Dionysia’sı birincisi olduğunu söylemiştik. “Alsestis” İ.Ö. 438’de, “Troyalı Kadınlar” İ.Ö. 415’de ikincilik ödülü almıştı. Daha önce belittiğimiz üzere “Bacchae” ve “Iphiegeneia Aulis’de” ise ölümünün ertesi yıl (İ.Ö. 406) birinciliğe lâyık görüldü. Bunlar dışında “Heraklidler”, “Andromake”, “Hekuba”, “Yalvaran Kadınlar”, “Elekra”, “Herakles”, “Iphiegeneia Tauris’de”, “Ion”, “Helena”, “Fenikeli Kadınlar”, “Orestes” tümüyle zamanımıza kalan eserlerdir. Az ya da çok dağılıp eksik ele geçen oyunları: “Telephos”, “Giritliler”, “Stheneboea”, “Bellerophon”, “Khresphontes”, “Erechtheos”, “Phaethon”, “Kurnaz Melanippe”, “Aleksandros”, “Palamedes”, “Sisiphos”, “Esir Melanippe”, “Andromeda”, “Antiope”, “Arkheleos” (bu oyunun ona ait olduğundan kuşku duyulmuşsa da, hâmisi Makedonya Kralının adı olduğu için Evripides’in yazmış olması büyük olasılık), “Hyypsipyle”, “Oedipos”, “Philoktetes”. Bir de “Kiklops” adında bir satir oyunu vardır.

Oyun karakterlerindeki psikolojik çözümleme gücünün kendi içine bakışından geldiği anlaşılmaktadır. Doğal içerik taşısalar da, “gelenek” yerine “aydınlanma” hedefi ile de olsa, kendi duygularını aşırı genellemesi, Sofokles’in karakterlerindeki (abartılı, doğa dışı da olsa) renkliliği zamanın seyircilerine verememiş olabilir. Oyunlarının teknik yapısı, esas karakterleri oluşturan iki aktörün dialoguna dayanır; oyunun içeriği bunların muhaveresi ile anlaşılır. Bir üçüncü aktör zaman zaman bu diyaloga katılsa da, bu bazen tartışmalara hakemlik yapmakdan, çoğunlukla yan gösteri ögesi olmakdan ileri gitmez. Koro da oyundan kopuk sayılır; gösteriyi süsleyen bir motifden ibaret kalır; bazen ibret verici bir libretto ile oyuna katılır ama bu nadirdir. Oyunu prolog’u (önsözü) önem taşır. Tanrı ögesi de “deus ex machina” olarak yani ideal olanın, ahlâka uygun olanın ya da geleceğin bildiricisi bir araçdan ibarettir.

Askeleos ve Sofoklesi de tanıttıktan sonra, mitolojik öykülerimizi bunların oyunlarından seçerek sürdüreceğiz.


tytorun@hotmail.com

Yayın Tarihi : 26 Nisan 2007 Perşembe 18:10:49


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?