22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler - 46 -


Bu bölümde, “Perseus” mitos’unu hikâye etmeye niyetlenmiştik; ancak, gündeme yeni gelen bir Millî Eğitim Bakanlığı” düzenlemesi dolayısıyla konuya farklı bir girizgâhla başlamaya zorlandık. Efendim, çok ince öğretim yeniliği figürleri yapan MEB bu kez, özel bir vurgu ile “kadîm Yunanda, Din Kurumunun gücü sayesinde ölümsüz mimarî harikaların yaratıldığı” öğretisini müfredatına almış. Haddimi aşıyorsam da, antik, özellikle Helenistik dönemin inanç sistemlerinden günümüze ulaşan mitolojiyi nakletmeye çalışan amatör bir kalem olarak, bu uygulama hakkında naçizane yorumlarımı arz edeyim. MEB’in vardığı hüküm, El-Hak tamamen isabetlidir. Biz de zaten Lise öğrencisiyken “Sosyoloji”nin altı müessesesinden “Din”in en güçlü, en belirleyici rolü olduğunu öğrenmiştik. Yalnız, Antik Yunanın sanatta, özellikle din mimarîsindeki zaferine özel vurgu yapmak gençleri “paganizm’e - putperestliğe” özendirmek gibi ters bir etki yapmaz mı? Nitekim, ben de gençliğimde, ören yerlerini dolaşırken bin yıllara meydan okuyan görkemli mermer yapıların yanında yaşam sürdürme çabası içindeki virane köyler, kasabalar görür çok hüzünlenirdim. Mısır, Mezopotamya, Hint, Pers, Yunan gibi birbirlerinden inanç gelenekleri devşirmiş antik uygarlıkların sanat eserleri yaratma doğurganlığının doruk noktasına çıktıkları geç antikite döneminde Evren Yönetimi inancı hemen hepsinde aynıdır; bu Yunanca “Ta Epta Athanaton Kosmo-kratores - Evren’in Ölümsüz Yedi Yöneticisi” denilen ve Dünyanın tepesinde dolaştıkları gözlenen yedi gezegendir. 

Bunlar, (aslında, Dünyanın üstünde dolaşmayıp, sistem merkezi olduğu sonradan anlaşılan) “Güneş”(Helios ya da Phoebus Apollo’yu temsil eder), Dünyanın uydusu “Ay”(Selene ya da Arthemis-Diana’yı temsil eder) ve o zamanlar ancak çıplak gözle görülebilen Güneş uydularından beş’i, Venüs(Aphrodit), Mars(Ares), Jüpiter(Zeus), Satürn(Kronos), Merkür(Hermes)’dir. Bilim ilerledikçe başka gözle bakılan bu gök cisimlerini tanrı kabul etmek topluma nasıl bir güç veriyor? Çok basit; daha önce “Politik Teknoloji”den söz etmiştim; toplumun egemen sınıfları, ilkel insanların ruhlarına, kendilerine itiat etmedikleri takdirde “Thanatos”da yargılanacakları, Prometheos’un, Tantalos’un, Sisyphos’un çektikleri ebedî işkencelere maruz kalacakları dehşetini yerleştirince köle olmaya, bu düşsel kişiliklerin acılarından daha fazlasına katlanmaya, kurban edilmeye razı edilmeleri işten bile değil. Yani “din” paganizmde bir “üretim aracı” olarak kullanılmış. Tek Tanrılı dinler insanları bu kölelikten kurtarıcı (halâskâr) olarak ortaya çıkmış; Adalet, Eşitlik teessüs etmiş; ama ekonomide ve uygarlıkta ilk etkileri (ilk dönemlerinde fütuhatla gelişme ve zenginleşme sağlayan İslâm hariç) çöküntü olmuş; köle kullanma pratiğine dönülmüş. Uzatmayalım, burjuva devrimini falan geçelim. İçine bulunduğumuz durumda köleye ihtiyaç kalmadığı gibi, işsizlik krizine girilmiştir. Şu anda köle ya da işçi değil “sermaye” aranmaktadır. Bunun da en tatlı yolu (şeriat rejimlerinde ya da dindar kesimler nezdinde), “neûzübillah” faize el sürmeyip, “kâr-zarar ortaklığı sistemi” ile, “kâr”ın peşinen hesap edilmesi (?), her yıl mukannen aynı oranda kâr dağıtılması, hüsniyetli ve basiretli (?) yönetim sonucu şirkete (ya da holdinge) topu attırılınca ortaklara “E, kardeşim, kâr da hak, zarar da hak! Şansına küs, battık!” denmesi ya da hayrî, dinî vakıflar aracılığı ile sermaye toplamasıdır. Velhasıl, inan da neye olursa olsun; yeter ki tav’a gel, bu dünyada açıkgözler de geçinecek.

PERSEUS: İşte eski Yunanlıların uyutuldukları (ama ozanlarının genellikle gırgıra aldıkları ya da çeşitli insan tiplerinin ve davranışlarının örneklerini görerek ibret dersleri çıkardıkları) masallar içinde en uyutucusu ve abartılısı Perseus mitos’udur. Peri masalına benzeyen öyküde, belirleyici ögeler tümüyle sihirli oyunlar’dır. Bu bakımdan, Perseus efsanesi Psikiyatri araştırmalarında marazî hâl ve davranış örneklerini en çok bu masallardan ve mitoloji kahramanlarından alan, rüyaların ve fantastik öykülerin nevroz’un gizli tatmini olduğunu ileri süren Freud’a olduğu kadar, XX. yüxyıl başındaki “Sürrealizm - Gerçeküstücülük” denilen sanat akımına da en çok malzeme taşıyan mitoslardan biridir.

Ancak birkaç dizesi bulunan, kayıp “Phorkides - Phorkys’in Kızları” isimli trajedinin yazarı Aiskhylos da dâhil, pek çok ozan bu konuya el atmıştır ama öykünün tümü Ovidius ve hemen hemen onun kadar bol eser bırakmış bir mitoloji yazarı olmakla birlikde zevk verici bir kalem sahibi olmayan, yaşamı hakkında da bilgi bulamadığımız ve İngiliz bilgini Frazer’in İ.S. I. ya da II. yüzyılda yaşamış olabileceğini ileri sürdüğü Apollodoros tarafından anlatılmıştır. Ancak, Edith Hamilton, bu öykünün Apollodoros versiyonunun, Ovidiusun tumturaklı dizelerinden çok daha yalın ve kolay izlenebilir olduğunu naklediyor. Daha önce adını andığımız Kios’lu (Sakız Adası) Simonides bu konuyu kısmen terennüm ettiği ünlü şiirinin en ünlü pasajı da Danae’nin tahta sandık içindeki betimlenmesidir.

Ülkedeki tüm kadınlarının en güzeli Danae, Argos kralı Akrisios’un tek çocuğu idi. Öykümüze başlamadan önce Akrisiosun köklerine özetle inelim. Argosda yaşayan Yunanlıların Danaos soyundan geldiğine inanılırdı; bu nedenle Homeros da Vergilius da tüm Yunanlıları Danaalılar olarak anarlar. İlk Argos hükümdarı çok başarılı bir asker olan “Abas”dı. Abas’ın Aglae adındaki eşinden “Proitos” ve “Akrisios” adlı ikizleri oldu. Birbirleri ile hiç geçinemeyen ikizler büyüdüklerinde şiddetli taht kavgalarına giriştiler; hatta bu
arada Proitos kardeşinin kızı Danae’ye tecavüz etmiş. Sonunda ülkeyi paylaşmakdan başka çare bulamamışlar. Argos Akrisios’a, yedi Kiklops’un surlarla tahkim ettiği Tiryns Proitos’a düştü. Kardeşinden nefret eden Akritios bir erkek evlât beklentisinde idi. Bu konuyu araştırmak için Delphi Tapınağındaki kadın kâhine gitti. Ama rahibeden aldığı haberler berbattı: bir oğul sahibi olmayacağı gibi, kızının doğuracağı torunu onu ilerde öldürecekti; bu kaderden kaçmak için en güvenli yol kızını derhal öldürmekti. Ne var ki, Akrisios’un babalık şefkati üstün geldi. Yeraltında tümüyle bronzdan bir ev inşa ettirdi; içine kızını kapattı. Hava ve ışık için damında bir aralık açtırdı ve başına bir nöbetçi dikti.

Günler dayanılmaz sıkıntı içinde geçerken, bir gün kız tepesindeki delikten bulutların toplaştığını ve gökten odasına bir altın sağanağının yağdığını gördü. Bu kez, Zeus’un hangi kılığa girerek kızın yanına yanaştığı bilinmiyor; fakat Danae, zamanı geldiğinde doğurduğu ve “Perseus” adını verdiği oğlan çocuğun babasının Zeus olduğundan emindir. “Perseus”un anlamı uzun süre lingüistler arasında tartışmalı kalmış; Başlangıçta, Helen öncesi bir kaynaktan gelebileceği düşünülmüş; sonra (aslında kendilerine “Fars”
diyen) Perslerle ilgisi olduğu sanılmış. Oysa kökeni “Argos” olan bir kişiye Fars orijini vermenin isabetsizliği kabûl edilmiş ve son olarak, Robert Graves, “Homeros”da bu ismin kullandığı epitetlerin anlamını çözerek eski Yunancada “perthein”in “tahrip, yağma etmek, ziyan vermek” demek olduğunu keşfetmiş.

Danae, bir süre sırrını sakladı ama sonunda Akrisios evde bir küçük çocuğun varlığından haberdar oldu. Çılgınca bir öfke ile kızına: “Kim bunun babası?” diye bağıdı. Kız gururla: “Zeus!” dedi. Küçük çocuğun kendi yaşamı için ölümcül bir tehdit olduğunu öğrenmiş olan Kral, Zeus’un baba olduğuna inanmamakla birlikde, kendisini Eryns’ler (Yeraltı ülkesinin intikam tanrıçaları, Lât. Furia’lar) aracılığı ile takip edip cezalandırmasından korktuğu için kızını ve torununu doğrudan doğruya öldürmekden çekindi. Yaptıracağı büyük bir sandığa koyup, denize açmanın onları mutlak ölüme götürecek bir maceraya terk etmek demek olduğunu, ama direkt öldürme günahından arındırabileceğini düşündü. Küçük oğlu ile bindikleri acayip teknenin sürekli dalgalarla tokuştuğunu hisseden Danae korku içinde bir gece geçirdi. Sabah olmasına karşın, kapalı sandıkta etrafını göremiyor; sadece dalgaların etkisi ile yukarı kalkıp yeniden suya çarptıklarını duyumsuyordu. Nihayet, sandık hışırtı ile bir zemine sürünüp bir süre kaydıktan sonra hareketsiz kaldı. Bir kumsala çıktıkları anlaşılmıştı; ama sandığın içinden nasıl çıkabileceklerini bilinmiyordu. Artık kader mi yoksa küçük çocuğun babası Zeus mu yardım etti, bilinmez; fakat Diktys adında iyi kalpli bir balıkçı varlıklarını fark edip, sandığı kırarak onları kurtardı. Genç anne ile oğlunu evine götürdü, kendisi gibi iyi kâlpli ve sevecen karısının himayesine bıraktı. Kendi çocukları olmayan çift biçare kazazedeleri bağırlarına bastılar. Uzun yıllar bu evde kalan Danae, yetişmekde olan oğlunun balıkçıya çıraklık etmesinden hiç yüksünmedi. Ne var ki, bu sakin ve huzurlu yaşam sürüp gitmeyecekti. Seriphos adındaki bu küçük adanın zalim hükümdarı Polydktes (çok konuk ağırlar anlamında), Diktys’in kardeşi idi ama uzun zaman onun evinde olan bitenle ilgilenmemişti. Bir gün balıkçıyı ziyaret etmek aklına gelince Danae ile karşılaştı ve ondan çok etkilendi. Perseus ergin yaşa gelmiş fakat annesi hâlâ çekiciliğini yitirmemişti. Polydektes kadına evlenme önerdi fakat kendini oğluna adamış kadından red yanıtı aldı. O zaman Perseus’u adadan uzaklaştırmak için bir hile düşündü, Pelops’un kızı Hippodameia’yı alacağı yalanını uydurarak yakınlarına evlenme şöleni çağrısı yaptı. Bu şölene katılanların “eronos” denen armağan vermeleri gerekiyordu. Kral, Perseus’un yiğitlik ruhunu tahrik ederek, kimilerince Batıda, Hesperislerin bahçesi yakınlarında yaşadıkları söylenen “Gorgonlar” denilen ölümcül güçde canavarlardan birinin başının, hazırlığını yapmakda olduğu düğün için en makbul armağan teşkil edeceğini söyledi. Bir yandan, Kralın davet ettiği yakınları ona birbirinden güzel ve değerli armağanları getirmeye başlamışlardı. Varlığı olmayan saf genç bu görkemli düğün hazırlıklarının altında kalmamak için Gorgonlardan Medusa’nın başını getirmeye karar vererek yola çıktı. Gorgonlar, ilkel bir deniz tanrısı olan Phorkys’in (Troya Savaşına katılan bir Frigya kralı da aynı adı taşıyodu) Keto’dan olan Stheno, Euyale ve Medusa isimli kızları idi. Medusa, bir ara Athena tapınağında Poseidon ile birlikde olmuş; Athena onu, ceza olarak, bedeni pullarla kaplı, çok uzun dişleri, mor dili, altın kanatları, pirinç elleri, ıslıklar çalan yılanlardan saçları olan korkunç, ölümlü bir yaratığa dönüştürmüştü. Yüzünü gören aniden taş kesiliyordu; onun yanına yanaşıp öldürmek olanaksızdı..Fakat Perseusun ihtiraslı gururu onu yolundan döndürmeyecekti. Bereket, bu delice cesaretin belâlı sonuçlarından yiğit genci siyanet edecek iki büyük ilahî varlık ona kanat germişti.

Perseus Kralın divanından çıkar çıkmaz sahilde bekleyen tekneye gitti. Kendisini engellememesi için annesine uğramamıştı. Önce, Gorgonların nerede bulunabileceğini öğrenmek için Yunanistana yelken açtı; Delphi’ye gitti. Karşılaştığı tüm bilici rahibeler, Selli adındaki halkın yaşadığı ve Demeter’in altın tanelerini (tarım ürünü tahıllar kasdediliyor) değil de, yalnız palamut meşesi yedikleri ülkeye, yani konuşan meşe ağaçlarının bulunduğu Dodona’ya gitmesi gerektiğini, Gorgonların nerede olduklarını kendilerinin de bilmediklerini söylediler.

Perseus bu ülkeye yola çıktı ama umutsuzluğa düşmüştü; kırgın bir ruh hâli içinde dolaşırken karşısına son derece güzel yüzlü fakat acayip kıyafetli bir genç adam çıktı. Bu adamın elinde kanatlı altın bir asa, başında kanatlı şapka, ayaklarında kanatlı sandaletler vardı. Onu görür görmez, insanları selâmete çıkaran rehber Hermes’den başka bir kimse olmayacağını bildiğinden sevince kapıldı. Işıldayan yüzü ile Haber Tanrısı onu, Medusa’ya saldırmadan önce bazı bilgi ve önlemlerle donanmış olması gerektiği hakkında uyardı; en önemli yardımı Kuzeydeki Styks’li Nymphalardan alabileceğini; nymphaların meskenlerinin de Graia’lar (Gri Kadınlar) denilen gruptan öğrenilebileceğini söyledi. Çok ileri yaşta ve çok acayip üç ihtiyar olan bu kadınlar, her şeyin alacakaranlığa gömüldüğü bir diyarda yaşıyorlardı. Ortaklaşa kullandıkları bir tek göz vardı. Görmek istedikleri nesneyi bu tek gözü sıra
ile birbirlerinin elinden alıp alınlarına yapıştırarak inceleyebiliyorlardı. Bütün bunları Hermes Perseus’a açıkladıktan sonra rehberliğine devam edeceği güvencesini verdi. Salt, Hermes değil, Medusa’ya öfkesi geçmemiş olan Athena da Perseus’a desteğini verecekti.



tytorun@hotmail.com
Yayın Tarihi : 23 Mayıs 2007 Çarşamba 18:40:35
Güncelleme :23 Mayıs 2007 Çarşamba 18:55:42


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?