22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler - 48 -


PEGASOS VE BELLEROPHONTES: Bu öykünün bazı parçalarını, Homeros ve Hesiodos gibi ilk ozanlarda görüyoruz. Iliada’da “Anteia’nın Bellerophontes’e olan aşkı ve öykü kahramanının acı sonu” Hesiodosda ise “Khimaira’nın öldürülüşü” nakledilir. Pindaros bu hikâyeye ilk kez çok tatlı bir anlatımla yeni bölümler eklemiştir.

Sonradan “Korynthos” adını alacak Ephyre’de Kral Glaukos hüküm sürüyordu. Kral, Zeus’un Cehennemde tepeye ağır kaya yuvarlamaya mahkûm ettiğini anlattığımız Sisyphos’un oğlu idi. Glaukos da göksel varlıkların nefretini kazanmıştı. Çok usta bir binici ve ihtiraslı bir at yetiştiricisi idi. Atlarını, savaşlarda düşmana karşı azdırmak için, insan eti ile besliyordu. Canavar atların kurbanlarının öcünü tanrılar, Glaukos’u da arabasından devirip atlarına çiğnetip parçalattırarak aldılar.

Kralın oğlu olarak bilinen Bellerophontes adındaki çok yakışıklı ve yiğit gencin babasının aslında Denizler Hâkimi Poseidon olduğuna dair dedikodular dolaşıyordu. Gencin olağanüstü güzelliği ve gücü, Tanrıça Athenadan ders alarak bilgelik ve zekâ kazanmış annesi Eurynome’nin de tanrılar katında itibarı olması bu söylentilere destek veriyordu. Kısacası, Bellerophontesin, karşılaşacağı mücadelelerde ölümlülerin üzerinde bir avantajı olduğu kesindi. Hayattaki en büyük tutkusu, Perseus’un kestiği Medusa’nın boynundan çıkan kanalı at Pegasos’a sahip olmaktı. Talihi yaver gitti; daha doğrusu, tanrılar dileğini yerine getirdiler; Musa’ların dağı “Helikon” üzerinde Pegasos’un amansız çifteleri ile “ozanların en büyük esin kaynağı, sevgilileri “Hippo-krene - At Çeşmesi” pınarı açılmıştı. Böyle bir nimeti ortaya çıkaran bu tansıklı yaratığı, daha çok yararlı kılmak için kim ele geçirip ehlileştirecekti? Belleropontes hırsla bu işin peşine düştü. Uzun süre sonuç alamayınca Ephyre’in bilicisi Polyeidos’a umutsuz gibi görünen arzusunu açtı. Bilici ona, Athena tapınağına gidip orada uykuya dalmasını öğütledi. Tanrılar, arada bir insanlarla uykuda görüşür, mesaj verirlermiş. Bellephorentes hemen kutsal eve gitti; yatıp uykuya dalmaya çalıştı; tam yakaza geçirirken sunağın yanında, elinde altın bir nesne tutan Tanrıçanın görüntüsü belirdi ve delikanlıya seslendi: “Uyuyor musun? Hayır, kalk, kalk; peşinde olduğun küheylânı sana getirecek tılsım burada. Bunu kullanmadan önce, Pegasos’un babası Poseidon’a bir ak boğa kurban et”. Delikanlı ayakları üzerine sıçradı. Tanrıça kaybolmuş; fakat yerde som altından, görülmemiş güzellikte bir gem göz kamaştırarak duruyordu. Yüreği yeniden umut dolarak gemi yerden kaptı, tapınaktan fırlayıp, evvelâ boğa kurban’ı işini halletti. Sonra hayvanı aramaya başladı; taa uzaktan, Korynthos’un çok ünlü çeşmesi Peirene’den sulanmakta olan atın görüntüsünü yakaladı; ürkütmemeye çaba göstererek yanına yanaştı; zaten at da ona “Hoş geldin” dercesine sükûnetle bakmış; başına gem geçirilirken hiç direnmemiş, hiç huysuzlanmamıştı. Bellerophontes, artık, bu muhteşem yaratığın sahibi ve göklerin efendisi idi. Bronz zırhtan ful aksesuar giysisi ile sırtına atladığı at, ağırlığını hiç hissetmemişçesine keyifli ve muntazam adımlarla tırısa kalkmış, onun yönlendirdiği her yere uçuveriyordu.

Ancak bu mutluluk, öykülerde ayrıntıları bulunmayan bir kaza sonucu, Kahramanımızın, Belleros adındaki bir soylunun (kimi öykülere göre kendi kardeşinin) ölümüne neden olması ile zedelendi (Bellero-phontes de zaten ‘Belleros’u öldüren’ demektir. Çağdaş Yunanca ve Rumcada da “phoneus” ya da “phonikos” öldüren anlamında). Proitos’un egemenliğindeki kent’e giden (bilindiği üzere bu kral önce Argos’da sonra Tiryns’de hüküm sürmüştür. Bu konunun değişik ozanlardan nakledilen versiyonlarında söz konusu kent hakkında mutabakat yoktur; kimi Argos der, kimi Tiryns der). Bellerophontes’e kral konukseverlik göstermiş; usûlen yapılan yargılama ve arındırma merasiminden sonra sarayına kabûl etmiş. Fakat yaşlı kralın eşi Anteia (bazı müelliflere göre “Sthenaboia”) yakışıklı gence aşık olmuş. Bu sevdasına karşılık görmeyip reddedilince, onurlu genci, tecavüze kalkıştığı iftirası ile kocasına şikâyet etmiş. Masasında yemek ikram ettiği konuğunu öldürmeye gönlü kail olmayan, Zeus’un konuklara sevecen davranılması yolundaki kesin emrinden de korkan kral, aynı sonuca varacak bir düzenin planını hazırlamış. Kentten ayrılma hazırlığındaki Bellerophontes’in eline, Anadolu’daki, kayın pederi olan, Lykia kralı Iobates’e verilmek üzere bir kapalı mektup (kılıf geçirilmiş tablet) verdi. Bu kadar uzun mesafeyi kat etmek Pegasos’un sırtındaki Bellerophontes için işten değildi. Iobates, eski insanlardaki gönül zenginliği ile kahramanı, Xanthos ırmağı kenarında karşılayıp, dokuz gün boyunca görkemli biçimde ağırladıkdan sonra, mektubu görmek istedi; öldürülmesi istenen gencin infazını, Proitos’u engelleyen aynı duygularla göze alamadı. Ama Bellerophontes’in başını belâya sokacak bir maceraya sürüklemenin, tanrıların muhalefeti ile karşılanmayacağını düşünerek, ondan, kentin çok yakınlarındaki (Hephaistos bahsinde değindiğimiz ve bizim Yanartaş ya da Çıralı adını verdiğimiz) Olympos Dağının tepesindeki (Lykia dilinde “sönmeyen ateş” anlamındaki) “Khimaiara”yı öldürmesini rica etti. İfrit Typhon ile Ekhidna’nın evliliği ürünü olan bu canavar, önden aslan, arkadan yılan biçimli, ağzından ateş püskürten, alt edilmesi olanaksız, korkunç bir yaratıkdı. Fakat kanatlı atıyla kahramanız ona üstünlük sağlamıştı. Havadan hareket etme avantajını kullanarak, dağın tepesine süzüldü; isabetle attığı çok sayıda okları ile onu mecalsiz düşürdü; sonra ateş fışkıran ağzına bir kurşun külçesi tıktı; eriyen kurşun canavarın iç organlarını dağlayarak canını aldı. Onun bu canavarı alt ettiğini gören Iobates, Antalyadaki Solyma (Güllük) kentinin yaman savaşçıları Solimlerle mücadele etmesini istedi. Bu savaşı kolaylıkla kazanan Bellerophontes bu kez Amazonların üzerine sürüldü. Bu seferden de utku ile dönen gence artık Kralın kanı ısınmıştı; Glaukos’dan aldığı mektubu ona gösterdi; onun savunmasını alınca inandı ve artık çok sevdiği bu gence kızı Philonoe’yi verdi. 

Lykia tahtının varisi ilân edilen Bellerophontes’in bu evlilikden üç çocuğu olur; kızı Laodameia’nın Zeus ile sevişmesinden doğacak ve Minos’un kardeşi kabul edildiği için Giritle de bağ kurulan Sarpedon Lykia kralı olarak Troya savaşına katılıp, yararlıklar gösterecektir. Bu mitos, Anadolulu Lykialılar ile Yunanlı Akaların (her ne kadar Lykialılar Troya savaşı esnasında, Troyalılar tarafında savaşa katılmuşlarsa da), genellikle ittifak içinde ve dost oldukları, çok yakın akrabalık ilişkileri kurdukları tarihsel gerçeğine ışık tutmaktadır. Mısır yazıtları, Deniz Halkları içindeki “Luku” diye andıkları Lykialıların, Akalılarla birlikte, Mısırı istilâya gelen müttefik barbarlar içinde bulunduklarını kaydeder. Gene ilerde değineceğimiz üzere, Homeros, Lykialı kahraman Glaukos’un (buradaki Bellerophontes’in Argoslu kayın pederi değil, Lykialı torunu) Akalı kahraman Diomedes ile savaş alaında karşı karşıya geldiklerinde atalarından duydukları bazı söylencelerden birbirleri ile akrabalık bağları olduğunu fark ettiklerini anlatır. Mısırdaki kayıtlarda, ülkeyi Kral Akrisios’un Tiryns kentlinin devasa surlarını inşa ettirdiği Kyklops’lar da Lykia’dan getirilmiş ustalardı. Asırlarca sonra, Helenistik kültürün yayılması ile Lykia iyice Yunan tarihinin içine yuvarlanacaktır. Doyulmaz güzellikteki Ksanthos (Kınık) ırmağı vadisinde aynı isimle kurulan başkent, bugünkü ören yeri ile açık havada sergilenen bir hazinedir. Burası ile birlikte Khimaira’nın alevinin püskürdüğü Olympos tepesinin bulunduğu Beydağlarını ziyaretinizde “Bellerophontes” efsanesinin anılarını buram buram koklarsınız.

Bellerophontes Lykia’da uzun süre mutlu yaşadı; fakat sonunda o da tutkularına yenildi. Pegasosun sırtında bu kez Olymposa çıkmaya kalkışmıştı; ölümsüzlerin yanında yer alabileceğini sanıyordu. Pegasos ise sahibinden daha dirayetli idi; Olympos’a tırmanacağına onu sırtından fırlattı. Bunun üzerine tanrıların nefretini kazanan kibirli Bellerophontes artık insan içine çıkamaz olmuştu; ölene dek yalnız başına serseriyane yollarda kendi kalbîni yiyerek dolanıp durdu. Başka lejandlar ise, onun, at sırtından düşer düşmez Zeus’un şimşeği ile öldüğünü nakleder.

Daha çok itibar kazanan Pegasos; Zeus’un küheylânlarının bakıldığı tanrısal ağıla kabul edildi. Ozanlar, gök gürleyip şimşek çaktığı zamanlar, Pegasos’un Zeus’dan mesaj getirdiğini söylemişlerdir.

Eskiler büyüklenmenin getireceği felâketleri durmamacasına anlatmışlardır ama nafile, insanlık bir türlü hisse çıkaramıyor.

Khimaira da, taşıdığı zengin mecazî anlamlar nedeni ile, deneme, müzik, görsel vb. gibi sanatın her dalına alabildiğine ilham vermiş; hattâ, Tolga Özdemir adındaki kompozitör yurttaşımız, bestelediği “Khimaia Ritüel’i” adındaki senfonisini, çok yakın bir tarihde (Mart.2007’de) ABD’de Mamphis School of Music’de icra etmiştir. Khimaira’yı betimleyen en eski eser, İ.Ö.VII. yüzyılda yapıldığı sanılan bir Yunan tabağı Louvre’da sergilenmektedir. Başka bir göz alıcı arkaik eser, 1553’de, İtalya –Aeronzo’da bulunduğu için “Arenzo Khimaira”sı adını alan bronz heykelcik Floransa Arkeoloji Müzesinde saklanıyor. Bellerophontes’i Pegasos’u sularken gösteren bir kabartma eser Romada “Plazzo Spada”da, Khimaira ile mücadelesini gösteren terracotta bir tabak Taso Arkeoloji Müzesinde sergilenmekte.



tytorun@hotmail.com

Yayın Tarihi : 1 Haziran 2007 Cuma 17:06:57
Güncelleme :1 Haziran 2007 Cuma 17:10:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?