19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Mitoloji kaynaklı sözcükler - 10 –

Cihanın azametli çağı yeniden doğar, o altın yıllar dirilir, Arz bir yılan dönüşü yapar,
Kış mevsiminden kalma ayrık otları temizlenirken
Gökyüzü şenleniyor, iman tazeleniyor, tanrıların ülkesi yeniden gözleri kamaştıran ışığına kavuşuyor
Silkinerek uyanılan bir kâbusun enkazı gibi,

Daha parlak bir Hellas (Yunanistan) yeniden zirveleri fethediyor
Uzak yüceliklerden gelen dalgaların kucağında.
Daha güneşli bir uzamda, genç Kiklad Adalarının huzur içinde uzandıkları,
Daha güzel günlerin çiçek açtığı bir ülkede, yeni bir Peneus (Irmak Tanrısı)
Çoban yıldızına karşı çeşmelerini gürül gürül akıtıyor.

Bir pasajı yukarıya alınmış olan Hellas adındaki şiir, Osmanlıya karşı açılan bağımsızlık savaşına gönüllü katılacak kadar fanatik Yunan aşığı Lord Byron’dan da etkilenerek Yunanistana yelken açmış olan XIX.yüzyıl başı Romantik şiirinin temsilcisi Percy Bysse Shelley tarafından yazılmış ve İstanbulda Osmanlı hizmetinde iken Yunan bağımsızlık savaşını açan ve bu savaş sırasında ozanın tanıştığı Aleksandros Mavrokordato’ya ithaf edilmiştir. Buradaki romantizm dozunun fazla kaçtığını düşünen muzip dostu Edward John Trelawney Shelley’i bir Yunan teknesinde tur atmaya davet etmiş. Trelawney, zavallı ozanın, leş gibi pislik kokan gemide, avaz avaz bağırarak konuşan, birbirleri ile müstehcen el şakaları yapan, içtikleri sigaralarla etrafı dumana boğan, yemek yerken gürültü ile yellenen, kumar oynarken çıkan anlaşmazlıklarda vahşiler gibi gırtlak gırtlağa gelen tayfalar; Mavrokordato olsun, Sefir bulunduğu Rusyadan sağladığı “Kutsal İttifak” desteği ile isyanı kışkırtan Capo d’Istria olsun isyan liderlerine (ticaretine sekte vurdukları gerekçesi ile) ana avrat söven gemi kaptanı karşısında düstüğü şaşkınlık ve düş kırıklığını mizahî bir biçimde anlatır.

Yunanlıları yakından tanımak uğruna yaptığı Akdeniz gezisinden dönmekde olan Shelley 1822’de bir deniz kazasında boğularak ölmüş; Byron da iki yıl sonra Yunanistanda, Mussolongi’de hummaya yakalanıp yaşamını yitirmiştir. Argo deyimle “Niyazi” oldukları anlaşılıyor. Bu iki ozanın geri getirmek azminde oldukları “Altın Çağ”, bildiğim kadarı ile, M.Ö. V. Yüzyıldaki “Perikles” dönemi Atinasındadır. O dönemde bu “Altın Yönetim” öyküsüne kulak vererek bu kente gelen İyonyalı (İzmir’in Urlasından) Anaksagoras, inandığı “Evrendeki bütün olguların bir tek temelden (Arkhe- ilk ilke) geldiğini”, güneşin bir taş parçasından ibaret olduğunu, yani bizim diziler halinde masal olarak anlatageldiğimiz tanrıların olmadığını Atinalılara anlatmaya kalkışınca dinsizlikle suçlanmış, ölüme mahkûm edilmiş; dirayetli Arkhontos (Başbuğ) Perikles onu zor kurtarmış; filozof, Hellas’dan kaçarak, kendini Anadolu’ya Lampsakos’a (Lapseki) atmış. Sokrates onun gibi şanslı olmayacak; Daimonlara inanmamanın bedelini baldıran zehiri içerek ödeyecektir. Klâsik Yunanı hepten karartan ise Hellenistik Dünyayı boydan boya dolaşarak Hıristiyan bağnazlığını aşılayan Aziz Paulus’un marifetidir. Bunda Osmanlının bir sun-u taksiri bulunmamaktadır. Doğum günü 16.Kasım’ın (ya da Kasım ayının 3. Perşembe gününün) “Dünya Felsefe Günü” kabûl edilerek Sokratesin adının onurlandırılması ise Türkiye Felsefe Kurumunun inisiyatifine nasip olmuştur. Kurumun kurucusu ve başkanı 70 yaşındaki dünya sevimlisi İyonyalı kız (İoanna Kuçuradi) 2001 yılında Uluslararası Felsefe Dernekleri Konfedereasyonu (FISP) aracılığı ile UNESCO’ya bu öneriyi (oybirliği ile) onaylatmıştır. 2002’den itibaren değişik ülkelerde uluslararası çapta kutlanmaya başlanan Dünya Felsefe Günü, 2004’de etkinliğin merkezi olan yoksul bir Doğu ülkesi olan Bengaldeşde gün değil hafta olarak ele alınmış ve büyük bir coşkunlukla icra edilmiştir. Daha ayın 12’sinde Caddebostanı Kültür Merkezinde İoanna Kuçuradi’nin katılımı ve Yusuf Çotuksökenin moderatörlüğü ile gerçekleştirilen panelde, önümüzdeki 16.Kasımda kentimizde de çeşitli etkinliklerle kutlanacak olan Dünya Felsefe Gününün 2007’de uluslararası merkezinin ülkemiz olacağı, yeni toprağa verdiğimiz sevgili Ecevit’in de, kişiliğine yakışır biçimde zamanında Türkiye Felsefe Kurumuna üye olduğu duyurulmuştur (Ecevit’in kurduğu edebiyat derneğine, daha önce mitolojideki sanat perilerinin karargâhı kabûl edildiğini anlattığımız HELİKON dağının adını verdiğini biliyoruz). Her ne ise, biz, “Deniz Tanrısı” olmakla birlikde, Shelley’in karşılaştığı Yunanlı denizcilerin tanıdığını hiç sanmadığımız Olimposlu onikilerden “Poseidon” hakkında bilgi verelim.

POSEİDON (Romalılarda Neptün) : Zeus’un kardeşi olup hiyerarşide hemen ondan sonra gelen bu denizler ve sular yöneticisine Ege’nin her iki yanındaki (Atina ve İonia) denizciler de itibar ederdi. Okyanus adındaki titan’ın torunu nereid (ırmak perisi) Amfitrid ile evliydi. Çoğu yaşamı deniz altındaki görkemli sarayında idi; Olimpos’da pek görünmezdi. Altın arabasına kurulup sular üzerinde geziye çıktığı zaman, dalgaların şahlanışı sukûnete dönüşür, dümdüz bir satıhda süzülen tekerlekleri dinginlik izlerdi. Özellikle, aşık olduğu bir su perisinin adını alan Amimome yöresinde, Argolid’de olmak üzere bazı yerlerde tatlı su pınarlarının Tanrısı olarak bilinirdi. Denizlerin Ağası olmakla birlikde Pelopenez’e ilk kez atı tanıttığına da inanılırdı ve Yunanistanda kendisine ilk tapınılan merkezler, Teselya, Boyotia ve özellikle Demeter’e eşlik ettiği Arkadya gibi deniz kıyısı olmayan yerlerdi. Demeterle birlikteliğinden doğan Arion da at biçimindedir. Değişik söylentilerin yanında, kanatlı at Pegasus’un da onun Medusa’dan çocoğu olduğuna inananlar var. Ona özellikle Kolonos’da “hippios- atlı” lâkabı veriliyordu. Dor istilâsından sonra Küçük Asyaya yerleşen İyonlar da onun kültünü “Atların Efendisi” kimliği ile beraberlerinde getirmişlerdi. Poseidon’un, Mikale burnundaki, tapınağı İyonya kabilelerinin, Delos’dan sonra ikinci Panionia (İon Birliği) etkinliklerine sahne olurdu. Buradaki toplu festivallerde ona boğa kurban edilmesi Minoen Girit kökenli olduğu olasılığını da akla getiriyor; Onun onuruna Efes’de yapılan âyinlere katılanlara “toroy- boğalar” denirdi. Aynı zamanda Teselyada “Arzı Sarsan-Enosigeyos”, “Toprağı Sarsan-Enosikton”, “Arzı Tutan-Geyokos” gibi lâkaplar almış Pelaj ya da Egeli “Depremler tanrısı” olarak görülüyordu. Oysa, filologlara göre; Poseidon’un adı (Lâtince karşılığı “sahiplenmek” olan “possidere”den) “Arzın, her şeyin kocası, sahibi” anlamına geliyordu. Hellas dilinde bu sözcük bulunmamaktadır; Troya bozgunu yüzünden İtalyaya göç eden Anadoluların, İyonyalıların ya da alfabe ve dilleri bir ölçüde Yunanî ise de farklı kültürleri olan Etrüsklerin Lâtinceye kazandırmış olabileceği “possidere” fiilinin, Poseidon’un aslının da bu kültürlerden gelme olduğunu gösterdiğini kabûl etmek gerek. Hattâ, Gilbert Murray, onun, atı getirdiği yer olan Libya ile çok sıkı ilişkisi olduğunu ileri sürüyor. Burada açacağım bir parantezin, Sular Tanrısının tanıtıldığı bu satırlarda yersiz olmayacağını düşünüyorum; o da şu; Bodrumdaki yaz anılarını gazetemizde etkili kalemiyle nakleden Yılmaz Ergüvenç, koylara oranın yerel dilinde “bük” dendiğini yazmıştı. Benim de bir zamanların İyonya merkezi olan İzmirdeki uzun ikametim sırasında sık sık ziyaret ettiğim Bodrumda “bük” adının Rumcadan geldiğini duymuştum; ama böyle bir sözcük Elenika’da (Hellas Yunancası) yok; Yunanca kolpos (körfez), parameros, apanemos ve “koy” için de “kolpiskos” (körfezcik) gibi sözcükler var; ama, Lâtince ve İtalyanca “baia”, İspanyolca “bahia”, Fransızca “baie”, İngilizce “bay”, Almanca “bucht – bukt okunur)” sözcüklerinin kökeninin “bük” olduğuna eminim; açıklaması yukarda. Yunan adı “İyonya”nın Arapça bozması; acaba neden Yunanlıların, başkalarının da kullanması için duyarlık gösterdikleri “Ellas” ve “Elen” sözcüklerini kullanmamakda ısrar ediyoruz; Anadoludaki İyonyanın manevî mirasını onlara bağışlar gibi bir tavrımız var?

Olimposdaki rütbe sırasının ikincilik olmasına karşın, Poseidon’un prestijinin sık sık zedelenmesi, ozanlar için konvansiyonel bir tema olmuştu, adeta. Atinada Attika’nın egemenliği için yaptığı mücadelede Atenaya, Naksosda Dionysos’a, Eginada Zeus’a, Argos’da Hera’ya, Akrokorint’de (Yukarı Korintos’da) Helios’a mağlup olmuştu. Trozen’de bir tapınağın kültüne Atena ile eşit paylarla iştirak etmişti. Troyada bile yenilmiş ve kendi elleri ile inşa ettiği kale surlarından aşağı atılmıştı. İonia krallarının atası Neleus’un babası idi. Ama Attika ile de yakın ilişkileri vardı. Bu yörenin sahipliği için Atena ile yaptığı mücadele yanında, Atinanın baş kahramanı Teseusun babası olarak da gösterilir. Bazen, Egeus ve Erekteus gibi Attik kahramanları ile karıştırılır. Atinalı şövalyelerin özel patronudur. Pelias ve Neleus’un babası olduğu için, bunların annesi Tyro dolayısiyle Teselya ve Messenia krallık ailelerinin de tanrısal babaları sayılırdı; öteki çocukları Orion, Antayos ve Polifemos yabanıl yaratıklardı. Korintos kıstağı yakınında iki yılda bir düzenlenen İstmia Oyunları Poseidon adına yapılan en önemli ritüeldi.

“Trident – üç dişli” denilen uzun mızrağı ile yeri alt üst ettiği kabûl edilen bu tanrının sanattaki tasviri de bu mızrak ile diğer simgeleri yunus ve orkinos ile birlikde görüntülenir. Şimdi Londrada British Museum’da sergilenmekde olan Partenon’un batı alınlığında Atena ile mücedelesinin betimlendiği bir kabartma vardır. Poseidon yontucuları onun yüzünü Zeus’a benzetmekle beraber ona sünepe bir ifade verirler.

Adının zamanımızda kullanıldığı yerlere gelince: Yunanlılar, deniz araştırmaları, oşinografi, hava ve rüzgâr tahmini için kurdukları bir sisteme onun adını vermişlerdir. Gene onun adını taşıyan bilgisayar sistemleri ve İngiliz denize dalma örgütlenmesi, macera fotograflarının sergilendiği foto galerisi, ABD’de 1971’de nükleer denizaltılarda kullanılmak üzere, 4200 km. Menzilli, 42 kt. gücünde imâl edilmişken 1980’de çok daha geliştirilen güdümlü mermiler; deniz macerası filmleri sayılabilir.
Yayın Tarihi : 15 Kasım 2006 Çarşamba 21:34:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Alican Koşar IP: 85.96.159.xxx Tarih : 11.08.2008 04:16:00

Tebrikler...Hellas'ın çevirisi ancak bu kadar manipüle edilerek yapılabilirdi herhalde. Shelley mezarında kemikleri sızlıyordur muhtemelen...