16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler - 44 -


Karşılaştığı yabancıları güreş yapmaya zorlayan, onları yenince öldürüp kafataslarını bir tapınakda biriktiren Dev Antaeus ile savaşımı en az eski kuvvet gösterileri kadar çetin bir deneme oldu. Antaeus’un tılsımlı bir yeteneği vardı; rakibi tarafından yere vurulunca toprağa değer değmez yeniden müthiş bir taze güç kazanıyordu. Herakles onu havaya kaldırıp öyle boğdu.

Evlenmeye karar verdiği Prenses Deianeira’ya aşık olan Irmak Tanrısı Akheloos onunla konuşup anlaşmayı önerdi. Herakles: “Benim pazularım dilimden daha güçlüdür; her türlü anlaşmazlığı öyle çözerim!” dedi. Akheloos bir boğaya dönüşerek sert bir saldırı yaptı; ama Herakles boğalarla mücadeleye alışkındı: onu boynuzlarından yakalayıp yere yapıştırdı ve bir boynuzunu da kırdı. Prenses kendisinin olmuştu.

Pek çok ülkeler gezdi; pek çok başka yiğitlikler gösterdi. Troya’da, kıyıda, Kral Laomedon’un, bir deniz canavarına kurban edilmeyi bekleyen kızını kurtardı (aynı şekilde Andromeda’yı kurban edilmekden kurtaran “Perseus”un öyküsünü ayrıca nakledeceğiz). Kral, Zeus’un emri ile Troya surlarını inşa eden Apollo ve Poseidon’na hak ettikleri ücreti ödememek için bir oyun oynamış; buna karşılık Apollo kent’e veba salgını, Poseidon da bir deniz yılanı musallat etmişdi. Herakles kızı kurtarma karşılığı, Zeus’un büyükbabasına verdiği atları Kraldan istemişdi. Bu isteği önce kabûl eden Laomedon, Herekles canavarı öldürdükden sonra gene çamura yattı. Herakles de kent’i zaptetti ve Kral’ı öldürdü; kızı, yardımını gördüğü Salamis’li dostu Telamon’a verdi.

Altın elmaları istemek üzere Atlas’ı görmeye giderken yol üstünde Kafkaslara uğramış, Prometheos’un ciğerini yiyen kartalı öldürmüş ve bu kahramanı zincirlerinden çözmüştü.

Bu onurlu zaferlerinin yanında hiç hoş olmayan seyyiatı da vardır. Bir şölen öncesi, sakarca bir kol hareketi ile ellerini yıkayarak ona hizmet etmekte olan bir gencin ölümüne neden oldu. Çocuğun babası, bu bir kazadır diyerek bir tepki göstermedi; fakat Herakles kendisini bağışlamadı; gönüllü sürgüne gitti. Kasden yaptığı çok kötü bir iş ise, Kral Eurytus’un hakaretinin öcünü onun oğlunu öldürmekle alması oldu. Bu kez, Zeus onu, bir (kimine göre üç) yıllığına Lidya’ya Kraliçe Omphale’ye kölelik yapmak üzere gönderdi. Omphale onun onurunu acımasızca kırdı; kadın elbiseleri giydirip, dikiş, nakış gibi kadın işleri yaptındı. Bu aşağılanmalara sabırla boyun eğdi; fakat Eurytus’dan intikamını en ağır biçimde almaya ahdetti.

Hakkında anlatılan tüm öykülerde mizacının genel yapısı anlatılmıştır; ancak, Diomedes’in kısraklarını yakalamak üzere yaptığı sefer esnasında yol üstündeki bir ziyaretle ilgili olan anekdot karakterinin resmini çok yetkin biçimde vermiştir. Gecelemeye niyetlendiği yer, arkadaşı Teselya’daki “Pherae” kralı Admetus’un evi idi. Fakat eve ulaşınca derin bir yasın hüküm sürdüğünü gördü. Admetus’un karısı anlaşılamaz biçimde hayatını kaybetmişti. Aslında, bu ölümün nedeni, oğlu Asklepios’un Zeus tarafından öldürülmesine öfkelenen Apollonun, karşılık olarak Zeus’un işçileri Kiklopsları öldürdüğü zamana dayanıyormuş. Buna cezaen, Apollo, bir yıllığına, Yerüzünde, Admetusun evinde köle olarak çalışmaya mahkûm edilmiş. Bu arada, ev sahibi Admetus ve Iolkos Kralı Pelias’ın kızı olan eşi Alkestis ile iyi dostluklar kurmuş. Onların iyi muamelelerine karşılık gönül borcunu ödemek istermiş; bir gün bu fırsatı bulmuş. Admetus’un yaşam ipliğini örmekte olan Moira’lardan (Kader Perileri) artık bu ipliğin kesilme zamanı geldiğini öğrenmiş; onlardan değerli arkadaşının bu kaderinin ertelenmesini istemiş; Moira’ların, onun yerine ölmeye razı olacak biri çıkmadığı takdirde bunun mümkün olmadığını söylemeleri üzerine durumu hemen Admetus’a bildirmişti. Paçaları tutuşan Admetus hemen kendisi için özveride bulunacaklarına emin olduğu anne ve babasına koştu. Ama, onlardan “Tanrının ışığı ihtiyarlar için de vazgeçilemeyecek bir nimettir. Ne biz senden bizim yerimize ölmeni isteyebiliriz; ne de senin yerine canımızı feda edebiliriz.” yanıtını hayretler içinde aldı. “Bunun mantığı mı var? Artık, zaten ölümün eşiğindesiniz.” diye çırpınmalarına karşı duyarsız kalındı.

Kendi değerine, yaşamaya lâyık olduğuna öylesine inanmıştı ki, yılmadan tüm arkadaşlarını sıra ile ziyaret edip kendi yerine ölmelerini duraksamadan teklif etti. Bulabildiği son dostundan da red yanıtı alınca çöken morali ile köşküne döndü. Düş kırıklığını ve umutsuzluğunu açtığı karısı: “Niye derdini önce bana söylemedin? Senin yerine ölmeye her zaman hazırım.” dedi. Admetus derin bir hüzne kapılsa, gözleri yaşarsa da, yanı başında ölmekte olan karısını seyretmekle yetindi. Karısı ruhunu teslim edince, adamlarına cenaze törenlerinin en görkemlisini hazırlamalarını emretti. İşte tam bu sırada, geceleyecek bir yer arayan Herakles onun köşküne ulaşmıştı. Kral onu çok büyük bir itibar, dostluk ve güler yüzle karşıladı. Herakles ev içindeki hareketliliğin ve ağıtların nedenini sorduğunda, bir konuk kadının öldüğünü, kendi yakını olmamakla beraber cenazede bulunmak zorunda olduğunu söyledi. Herakles: “O zaman ben sizi bu dar vakitte rahatsız etmeyeyim; başka bir dam altı bulurum.” dedi ise de ev sahibi Kral: “Katiyen, can dostumu bir yere bırakmam, hizmetkârlarımın büyük bölümü senin emrinde olacak, bugünlük beni özürlü say” diyerek konuğun ayrılmasına karşı çıktı. Hizmetkârlarına, Herakles’i, ağıt seslerinin duyulmayacağı en uzak odaya yerleştirmelerini, yemek ve içki servisi vermelerini emretti.

Herakles, Admetus’un önemsemediğini gördüğü bu cenaze töreni için kendi canını da sıkmayı düşünmediği için, dinmek bilmeyen iştihası ile durmadan yedi; ardı ardına gelen şarap kupalarını birer solukta devirdi; kafayı iyice bulup naralar atmaya, davudî sesinin en yüksek perdesinden yakası açılmamış kabalıkta şarkılar söylemeye başladı. Yüz ifadelerinden, bir cenaze evinde böyle taşkınlıkları hiç hoş karşılamadıkları anlaşılabilen hizmetkârları, somurtmamaları için kükreyerek uyardı; “Bir konuğa böyle mi yapılır?Asık suratlarınızla iştihamı kaçırıyorsunuz; haydi, benimle kadeh tokuşturun!” Çalışanların biri, fısıltılı bir sesle, “gülme ve içme zamanı olmadığını” söyleme cesaretini gösterdi. “Neden?” diye gürledi Herakles, “Yabancı bir kadın öldü diye mi?”. Uşak: “Ne, yabancı mı?” diyerek gözlerini açtı. “Admetus bana böyle söyledi: Kralınızın yalan söylediğini mi iddia edeceksiniz?” Uşak, sesi titreyerek: “Hayır! Yalnız, Efendimiz çok konukseverdir, konuklarına itibar gösterir de. Ama bizim yasımız, bize ait; siz içkinize devam edin, Lordum.” diyerek, Herakles’in içki kabını, yeniden doldurmak üzere, elinden almaya uzandı. Herakles onun kolunu kırarcasına kavradı: “Burada acayip şeyler oluyor; bana gerçeği söyleyin!”. “Görüyorsun; matemdeyiz!”. “Kimin için matemdesiniz; konuğu olduğum kişi beni aldattı mı; ölen kim?” “Ecemiz, Alkestis.” Uzun bir sessizlik olur; Herakles şarap kupasını yere fırlatır: “Ah, anlamam lâzımdı; Admetus’un gözleri kıpkırmızı idi; ağlamıştı. Ama, ölenin bir yabancı olduğuna yemin ederek beni buyur etti. Hayırlı dost; ağzımın tadını kaçırmak istemedi. Ben de bileden, bu yas evinde sarhoş oldum, keyfettim.” Herakles, her zaman olduğu gibi bu uygunsuz durumun tüm sorumluluğunu üzerine aldı. Değer verdiği insanın evinde, onun üzüntüsüne aldırmadan hora tepmiş ayyaş bir budala idi. Gene, bu günahını arındıracak kefaret ödeme yolları aramaya başladı; düşündü, taşındı; sonunda Admetus’un bu büyük kaybını bulma çaresi aklına geldi. Eski aşinası Thanatos (Ölüm) ile boy ölçüşecekti: “Onu şu anda Alkestis’in mezarı yanında bulabilirim; olmazsa Hades’e kadar iner, göğsünü kuşağımla sıkarım: istediğimi bana teslim eder.” dedi.

Admetus, gece karanlığında, boş ve ıssız olduğunu sandığı evine döndü. Kapıda, Herakles, yanında bir kadın silueti olduğu hâlde bekliyordu. Herakles’in: “Bak, Admetus; yanımdaki tanıdığın birine benziyor mu?” sorusu üzerine gölgeye düşen kadına dikkatle baktı: “Bir hortlak! Bu bana tanrıların bir oyunu mu?” diye feryat etti. “Senin karın. Onun için Thanatos’la dövüştüm;.kaburgalarının kırılmaması için bana geri verdi.”

Herakles’in yalınlığı, düşüncesiz atakları, gafları, önüne arkasına bakmadan gösterdiği hoyratlığı, taşkınlığı, aniden kendini kaptırdığı dipsomani nöbetleri, aklı başına gelince içine düştüğü derin pişmanlık ve neye mal olursa olsun, yaptıklarının kefaretini ödemek için, gösterdiği ölümüne azim en yetkin biçimde bu öyküde resimlendirilmiştir. Herakles’in maceralarının bu bölümünün dramatize edildiği, Euripides’in “Alkestis” trajedisinin sonuç korosunda: “tanrıların bazen, ölümlülerin iradelerine de geçit verebileceği” terennüm edilerek, belki, saptanabildiği kadarı ile Sokrates ile başlayıp Heiddegger’e kadar uzanan çizgide gelişen “varoluşçu – existensialiste”
düşünce’nin ilk örneklerinden biri verilmiştir. Belki, bir gerçek Herkül, muhteşem serseri XV. Yüzyıl Fransız ozanı François Villon, yaşadığı “varoluşçu” hayatın ilhamını, içbuyrukları ile hareket eden, yerine göre özdisiplinini kullanan Heraklesden almıştır. Belki, XVI. yüzyılda özgür yaşam savaşımı veren Rabelais, yarattığı mizahî “Gargantua” ve “Pantagruel” tiplerinde Heraklesle parelellikler kurmuştur. Heraklesle ilgili olarak yazılan oyunlar içinde de trajediyi sulandıran mizah vardır; tıpkı, “existentialisme”in 1950’lerdeki sefilane görüntülü pratiğindeki ironi gibi… Euripides’in “İ.Ö. 438 yılının ilkbaharında, Arkhontos’lar karşısında sahnelenen “Alkestis’i de, tahmin edilenin tersine Admetus’un yeniden kaderine mahkûm edimesi yerine onun da mutlu son’a katılması ile, bir trajedi değil, “satirik” bir dram olarak mütalâa edilmiştir.



tytorun@hotmail.com

Yayın Tarihi : 15 Mayıs 2007 Salı 01:02:54


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?