17
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -63-


Peter Paul Rubens’in eseri (Phaeton’un Düşüşü)

PHAETHON (Galat olarak PHAETON OLARAK da geçer)): “Işıldayan” anlamı ile Phaethon*, başlangıçta “Helios” adındaki Güneş Tanrı-Kralın sıfatlarından biri idi. Sonradan lejandlar Phaeton’u Helios’un ( ya da Ovidius’un kullandığı isimle Phoebus) ölümlü kadın Klymene‘den olan oğlu olarak tanıttılar. Öyküsü en geniş biçimde Ovidius’un en güzel kaleme aldığı metinlerden birinde nakledilmiştir. Ozan burada ayrıntıları salt bir süsleme motifi olarak değil, anlatım etkisini arttırmak için kullanmıştır.

Helios’un sarayı tüm evrene ışık dağıtan bir merkezdi. Işınları fildişi kaplanmış altındandı. Orası daima gün ortasında idi. Alacakaranlığın gölgesi oranın parlaklığını asla bulandırmazdı. Karanlık ve gece kavramları orada bilinmiyordu. Ölümlülerin pek azı, oranın hiç değişmeyen parlaklığına uzunca bir süre bakmaya tahammül edebiliyordu ve ancak, bir kaçı o yöne doğru biraz yol almaya cesaret edebilmişti.

Bir gün, ana tarafından ölümlü olan bir genç bu yolculuğu sonuna kadar götürmeye karar verdi. Epaphus’la aynı yaşta ve aynı karakterde olan gencin bu kararlılığı Güneş Kral’ın Clymene’den olan oğlu olmasından geliyordu. Phoebus’un oğlu olduğunu caka satarak arkadaşlarına anlattığı bir gün, başda Jupiter’in Io’dan oğlu olan Epaphus olmak üzere çocuklar onunla alay etmişler; Epaphus: “Annenin dediklerine mi kanıyorsun, enayi! Kim bilir, kimin dölüsün” demişti. Anasına yapılan bu aşağılama ile onuru kırılan Phaeton içini anasına açarak Helios’un oğlu olduğunu nasıl kanıtlayabileceğini sormuştu. Clymene, onun yapacağı en sağlam işin Güneşe kadar çıkarak, gerçeği bizzat Tanrıdan sormak olduğunu söylemişti. Sıcak ülkede, Habeşistanda oturdukları için Güneş yakınlarında sayılırdı; Habeş toprakları ile Heliosun Sarayı’nın tem tepesinde bulunduğu Hindistan sınırdaştı.

Aslan yürekli genç, Habeşistan’dan Hindistan’a geçti; gözleri kör edici ışığa karşı yola çıktı (mitos yazarları bu seyahatin hangi araçla yapıldığını yazmıyorlar). Kamaşan gözlerini dinlendirmek için sık sık mola veriyor; fakat bir an önce menziline varmak için fazla oyalanmak istemiyordu. Böylece mümkün olan en kısa zamanda, Mulciber’in (Hephaestos’un Latince bir lâkabı) büyük bir özenle inşa etmiş olduğu Güneş’in sarayına ulaştı. Aşağıda, deniz tanrılarının ilahî söyledikleri, Poseidon ile Amphitrite’nin oğulları Triton ile balık sürülerine çobanlık eden yarı insan yarı balık Proteus’un dalgalara düzen vermeye çalıştıkları, iki balinayı katamaran gibi kullanan Aegeon’un tenezzühe çıktığı, Oceanus ile Thetis’in kızları Doris’in çocukları ile birlikte yüzme sporları yaptıkları Hint Okyanusu görünüyordu. Altın cilâlı kapılarından geçerek, eflâtun giysili, başı, saçtığı ışığın ana kaynağı tacı ile gözleri delen bakışlı, görkemli tanrının zümrütlerle bezeli tahtına yaklaştı. Daha fazla dayanamayacağı için açıkta durmak zorunda kaldı. Sağı solu mevsimler, saatler, günler, aylar, yıllar, nesil temsilcilerinin oluşturduğu maiyet erkânı ile çevrili, keskin bakışlı ve zekalı Tanrı ona çok mültefit davrandı; buraya gelme nedenini sordu. Genç yüreği pek bir tavırla, doğrudan: “Gerçekten benim babam olup olmadığını öğrenmeye geldim. Annem öyle söylüyor, fakat bunu anlattığım arkadaşlarım benimle alay ediyorlar” dedi. Güneş Tanrı, çocuğun kendisine rahat bakabilmesi için, ışık saçan tacını başından çıkardı. “Clymene doğruyu söylemiş; gerçekten sen benim oğlumsun; Bu sözümden kuşku duymayacağını umuyorum; ama gene de sana bir kanıt vereceğim. Benden ne istersen alabilirsin. Tanrıların yemin kaydını tutan Styx ırmağı üzerine yemin ederim; sözümü yerine getireceğim.” dedi.

O zamana kadar, sık sık, Güneşin gökyüzünde belli bir yörünge üzerindeki yolculuğunu, yarı korku yarı heyecanla izlemiş; “işte, benim babam, dünyaya ışık vermek için, atların sarsıla sarsıla çektiği arabası ile göklerde geziyor” demiş; kendisi böyle bir gezinin düşünü kurmuştu. İşte bu fırsat önüne çıkıyordu. Aniden bağırdı: “Senin yerinde olmak isterim, baba! Tek dileğim bu. Sadece bir gün, tek bir gün için arabanı benim sürmeme izin ver.”

Güneş Tanrı, boş bulunarak acele ettiğinin ayrımına vardı. Bu körpe, deneyimsiz çocuğa nasıl böyle sınırsız bir söz vermişti. “Sevgili evlât” dedi: “Senin bu dileğin benim reddedeceğim tek şeydi. Ama Styx üzerine yemin ettiğim için, ısrarın halinde reddetme şansı kalmadı. Biraz beni dinle; istediğin şeyin neye mal olacağını sana anlatayım. Sen benim olduğun kadar Clymene’nin de çocuğusun; bu bakımdan ölümlüsün. Hiçbir ölümlü benim arabamı kullanamaz. Hatta benden başka, Jupiter dâhil, tanrılar da kullanamaz. Yolu düşün. Öyle dik ki, tırmanırken atlar bile mecalsiz kalıyorlar. Sabahın serinliğinde kolay gibi görünür ama gün ortasına gelindiğinde o kadar yükseğe çıkılır ki, aşağıya bakmaya ben bile korkarım. Bu sürecin en beter evresi de aşağıya iniştir. Her defasında tepesi üstü denize dalacağım diye yüreğim ağzıma gelir. Deniz üstündeki su tanrıları akıbetimden endişe ederek beni gözlerler. Her gün bu korkuyu yaşarım. Atları dizginleyip yönlendirmek ayrı bir hüner ve cambazlık gerektirir. O tehlikeli anlarda onların ruhlarını da korku ve vahşet sarar. Her an denetimden çıkıp gemi azıya almaları muhatarası vardır. Şimdi, hiç deneyimin olmadığı hâlde, bu uçsuz bucaksız tehlikelerle dolu macerayı göze alacak mısın? Gökler âleminde salt tatlı mucizeler ve güzellikler olduğunu mu sanıyorsun? Hiç de değil; envai çeşit canavarlar, yırtıcı yaratıklar arasından geçeceksin. Boğa, aslan, akrep, koca yengeç seni mahvetmeye çalışacaklar; bin bir türlü belâlı mahlûk peşine düşecek. Gel beni dinle; şuraya, çevrendeki eşyaya bak; son derece değerli ürünler, cevherler var; hangisini istersen senin olsun. Eğer istediğin benim oğlum olduğunu kanıtlamaksa, bir babanın oğlu için duyduğu derin endişe bunu kanıtlamıyor mu?

Bütün bu makûl öğütler çocuğu etkilemedi. Önünde utku dolu bir ufuk görüyordu. Jüpiter’in bile denetimden aciz kaldığı küheylanlara koşulmuş araba içinde gururla göklere egemen olduğunu düşlüyordu. Bu tutkulu arzu babasının sayıp döktüğü tehlikelere kulak vermesini engellemişti. İçindeki dürtü bu engellerin hepsinin üstesinden gelecek gücü taşıdığı kuruntusuna çocuğu kaptırmıştı. Güneş Tanrının ikna çabaları boşa çıkmıştı. Verdiği sözü yerine getirmek, arabayı ona teslim etmek zorunda kaldı. Doğu yönünün kapıları önce morlaşmaya, sonra gül pembesi hâl almaya, gök ağarmaya başlamıştı. Yıldızlar teker teker semadan çekildiler; sadece çoban yıldızı, donuklaşmakla birlikte, belli belirsiz görünüyordu. Bütün mizansen hazırdı; artık, Phaeton için acele etme zamanı gelmişti. Pyrois, Eous, Aethon ve Phlegon ismindeki atlar, koşumları geçirilerek arabaya bağlandılar. Olympus kapılarının bekçileri mevsimler kapı kanatlarını ardına kadar açtılar. Phaeton atları son hızla yükselmeleri için kırbaçladı; artık, kendini tanrı gibi hissediyordu. Sabırsızdı. Öyle bir hızla tırmanmaya geçildi ki, Doğu Rüzgârı çok geride bırakıldı. Atlar bu hızda dengelerini yitiriyor; aniden irtifa ve yön değişikliğine geçiyorlardı. Bir ara alçak bulutları sıyırarak denize çok yakın seyrettiler. Bu muhteşem salıncak, vecde gelmiş Phaetonun da kontrolunu kaybettirmeye başladı. Dizginleri gevşetince korku içindeki atlar iyiden iyiye gemi azıya aldılar. Araba, muazzam genişlikte bir alan içinde çılgınca Akrep burcundan Yengeç burcuna, Aslan burcundan Boğa burcuna savruluyor; çarpıp parçalanma tehlikesi geçiriyordu.

Genç sürücü artık korkudan bayılacak hâle gelmiş; dizginleri tümüyle bırakmıştı. Atlar yörüngeyi zamanında tamamlayamayacaklarını gördüklerinden, akıllarınca selâmeti dimdik yükselmekte buldular. Fakat gün ortasında yaklaştıkları ateş onları yaktı tutuşturdu; helâk olarak tepe üstü düşmeye başladılar. En yüksek dağlar onların ateşinden ilk nasiplerini alan yerler oldu. Ida’yı, Musa’ların mekânı Helicon’u, ozanların mahfili Parnassus’u, semayı delen Olympus’u, Kilikya’daki Torosları, Sicilya’daki Etna’yı, Oeta’yı, Atho’u, Rodop’u, Eryx’i, Cynthus’u, Haenus’u, Timolus’u, Othrys’i, Pindus’u alevler sardı. Onların eteklerine inen ateş ormanları tutuşturdu. Pınarlar buharlaştı; Mendresden Fırat’a, Ganj’dan Nil’e kadar tüm ırmakların suları çekildi. Yangının en yakın olduğu yörelerdeki, özellikle Habeşistan’daki halkın derilerinin kara ve esmer olmasının, Libya’nın çölleşmesinin nedeni bu afetmiş. Bu korkunç yangının, Nil’in sularının, bu ırmağı yöneten cinler tarafından iki kaynağa çekilip saklanmasına, ihtiyaç halinde serbest bırakılmasına neden olduğu söylenir. Nil’in sularının çekilme ve taşkın döngüsünün kaynağı bu olaymış.

Arabanın içinde zorlukla durabilen Phaeton, bu şiddetli ateş ve dumanla sarıp sarmalandı. Artık yaşadığı bu umutsuz hercümerc’in, dehşetin sona ermesinden başka dileği yoktu. Ölüme hazırlandı. Toprak Ana da değerli evlâtlarından birinin bu trajedisine daha fazla dayanamadı; haykırarak tanrıları yardıma çağırdı. Jüpiter, yıldırımını kaptı; bu pişmanlık getirmiş sürücünün korku ve acılarına son vermek için üzerine savurdu. Derhal ruhunu teslim eden genç, parçalanan araba ve atlar darmadağın aşağıya düştüler.

Hâlâ ateşler içinde olan Phaethon, hiçbir ölümlünün göremediği “Eridanus” adında gizemli bir ırmağın kucağına indi. Sonradan İtalyadaki “Po” olduğuna inanılan bu ırmak onun yanmakta olan bedenini söndürdü ve serinletti. İtalya topraklarının pınar perileri naiad’lar, aşırı kahramanlığının bedelini canı ile ödeyen gencin başında ağlaştılar.

Olayı duyan annesi Clymene yollara düşerek çılgınlar gibi oğlunun cesedini aradı. Akrabasından Sthenele’nin oğlu Liguria Kralı Cygnus’un yardımı ile bu yabancı ülkede onun kemiklerini buldu. Phaethon’u kardeşden fazla seven Cygnus onu bulmak için Krallığını yüzüstü bırakmıştı. Irmak kenarında ona mezar yaptılar. Kızkardeşleri Heliad’lar (Helios’un kızları) mezarına gelip ağıt yaktılar; Eridanus kıyısına dizilip kavak ağaçları haline geldiler; orada ebediyen nöbet beklediler.

Bu efsaneden esinlenen görsel sanatçılar, konu hakkındaki bir eserinin örneğini bu sayfada verdiğimiz XIX. asır Fransız ressamı Gusave Moreau, hiçbir mitos’u kaçırmayan Nicolas Poussin (Berlin), XVII. asrın Parisli ressamı Hubert le Sueur (Louvre), Poussin’in hayranı Jean Baptiste Jouvenet (Rouen), İtalyan Francosco Solimena (tavan süslemesi, Prag), Giulio Romano (Mantua, Te Sarayındaki fresk), Rubens (Brükseldeki eskizi ve yazı başındaki tablo), Tintoretto (Modena), Ludevico Carrache (Bologna), Rottenhammer (Kassel) ve Floransa ’Piazzda Vecchio-Eski Meydan”da sergilenen “Kavağa dönüşmüş Hesiades”i çizen Santi di Tito, XIX. asır Fransız ressamı Gustave Moreau (Louvre’da sergilenen ve Charles William King’in “The Gnostics and Their Remains - İnananlar ve Eserleri” kitabına illüstrasyon olarak alınan tablo), Jean Brusselmans, XVII.asrın Alman sanatçısı Wilhelm Baur (Metamorphosis çevirisindeki illüstrasyonlarından ilgili bölüm), Johann Liss, İtalyan sanatçıları Sebastiano Ricci ve Simon e Mosca’dır. Ayrıca, Michelangelo’nun, Windsor Şatosu Kraliyet koleksiyonları arasında muhafaza edilen eskizleri, çağımız Avustralyalı illüstratörü Robert Ingpen’in “Hiç Olmamış Şeyler” isimli eserdeki illüsrasyonları kayda değer.

Camile Saint Saëns’ın (senfonik şiir), Jean Baptiste Lully’nin (tragedie en musique), Benjamin Britten’in müzik parçaları; Patricia Barker’ın müzik albümündeki bir şarkı; John C. Wright’ın “The Golden Age” isimli romanındaki baş karakter “Phaethon” adını taşımaktadır.

Euripides’in yazdığı bu bahtsız gencin trajedisi ile ilgili oyunun parçaları bulunmuştur.

Astronomide, Merkür, Venüs, Mars yıldızlarının arsındaki küçük Apollon gezegeninin yakınında hipotetik (varlığı hesaben kestirilen) ve dağılmış bir kuyruklu yıldızdan kalma olduğu sanılan bir astereoid’e “3200 Phaethon” deniyor. Yunanlılar Jüpiter gezegenini “Phaethon” olarak adlandırırlar.


* Bu sözcük, Yunanca (elbette değişik lehçelerdeki söyleniş farkı ile) “ışıldamak” masdarı olan “fathein” ya da “faein”den gelir. “Işık” anlamındaki “fos - faos”, “foto” gibi sözcükler, “fener” anlamındaki “fanos-fanus”, “faros” sözcükleri, otomotiv terminolojisindeki “far” sözcüğü bu masdardan gelir. Bu öyküde simgelediği gök arabasından esinlenerek isimlendirilen “fayton” adındaki taşıt aracı, Avrupada, 1723’den itibaren kullanıma girmiştir. Bu ad, şimdi bazı araba marka ve modellerine veriliyor.


tytorun@hotmail.com

Yayın Tarihi : 22 Ağustos 2007 Çarşamba 21:40:22
Güncelleme :22 Ağustos 2007 Çarşamba 22:33:47


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?