1
Haziran
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -103-


ALKINOOS’UN SARAYINDA: Odysseus’un kıyısında uyuyakaldığı Skherie adasının (şimdiki “Korfu” sanılıyor) kralı Alkinoos iyi yürekli, babacan bir adamdı. Ama önemli idarî kararları alan, ondan daha zeki olan karısı Arete idi. Nausikaa adında henüz evlenmemiş güzel bir kızları vardı. Prenses olmasına karşın, o devrin geleneği gereği ev işlerini bizzat yürütüyordu. O sabah da, saraydaki tüm kirlenmiş giysi ve çamaşırları nedimeleri ile birlikte toplamış, bir şirin akarsuyun sahile çıkan ağzındaki kayaları oluşturduğu berrak havuzlarda yıkamak üzere, ayaklarına çabuk katırların çektiği arabaya yüklemişti. Annesi, gün boyunca ihtiyaçları olacak besin maddeleri ve su kapları ile dolu balyayı ve yıkanırken kullanacakları berrak zeytinyağı kavanozunu da hazırlayıp vermişti onlara. Arabayı da bizzat Nausikaa sürüyordu. 

Nausikaa, İngiliz sanatçısı Frederic Leighton’ın 1879 yapımı tablosu. Özel koleksiyonda.

Akarsuyun ağzındaki kayalara şiddetle çarpıp fokurdayan suların içine yıkanacak çamaşırlar kondu; kızlar neşe içinde, gölgelik ve serin havuzlarda onların üzerinde dans edip tepinerek iyice kirlerini çıkardıktan sonra, imbatla gelen dalgaların yıkayıp temizlediği kumlara serdiler. Sonra kendi bakımlarını yapmaya koyuldular. Yıkandılar; berrak ve güzel kokulu yağlar sürünüp ciltlerini besleyip parlattılar; öğlen yemeklerini yediler; elden ele top oynadılar; dans ettiler. Gün batımının yaklaşması ile dönme hazırlıklarına başladılar. Katırlara koşumlarını geçirip yola çıkmak üzere idiler ki; birden bire çalılıklar arasından per perişan, vahşi görünümlü bir adam önlerine fırlayıverdi. Nedimeler korku içersine etrafa dağılıverdiler. Nausikaa, bir prensese yakışır serinkanlılıkla olduğu yerde dikildi. Sefil adam hemen onun önünde diz çöktü, yumuşak, ikna edici bir tonda: “Oh, Ecem, bu tansıklı güzelliğinle, benim bahtımı açacak bir tanrıça da olabilirsin. Açık denizlerde gemisi parçalanan, kimsesiz, giysisiz kuluna, duacına yardım elini uzat” dedi. Nausikaa da, karşılık olarak, okşayıcı ifadelerle, burasının yolda kalmış biçareleri koruyup kollayan merhametli insanların ülkesi olduğunu; babası Kralın da, onu konukseverlikle karşılayacağına emin olduğunu söyledi. Korku içindeki nedimelerini çağırıp, hemen özenle yıkanmasına yardım etmeleri ve yıkanmış giysilerden kendisine uygun tunik ve pelerin verilmesi için emirler verdi.

Dönmek için yola çıkıldı. Ancak, dedikodulara yol açılmaması gereğini düşünen ihtiyalı kız, Saraya yakınlaşmadan önce, yakışıklı görüntüsünü yeniden kazanan konuğuna, halkın kendileri ile birlikte görünmemesi için geride kalmasını, kentteki ihtişamlı görünüşünden diğer binalar içinde rahatlıkla tanınabilecek Saraya yalnız başına gelmesini rica etti. Hiç çekinmeden Saraya kendi başına gidebileceğini, önce, ocak başında yün eğirmekte olan annesini ile görüşmesi gerektiğini, onun her dediğine babasının uyduğunu söyledi.

Odyssues bu makul isteğe hemen uydu. Kızın tembihatını aynen uyguladı. Sarayda Kraliçenin yanına varıp hemen dizlerine kapandı; yardımını diledi. Kocası Kraldan daha fazla hükmü geçen Kraliçe Arete, ataerkil toplumun inkâr ettiği kadın gücünü temsil eden bir ece idi; tıpkı Tanrıça Athena gibi, Amazonlar gibi… Areth sözcüğü de “kadın mükemmelliğini ifade eder*. Ne ise Ece, Odysseus’u hemen ayağa kaldırıp Krala takdim etti. Kim olursa olsun, darda kalmış bir insanoğlu olarak onu bağırlarına basacaklarını söyleyen hükümdar çift, şölen benzeri bir yemekle konuklarını onurlandırdılar. Gece yatak odasına çekildiğinde, Calypso** Adasından beri sırtı ilk kez yumuşak bir döşek bulmuştu.

Ertesi sabah, tüm Phaiaka’lı kabile şefi komutanların huzurunda, Poseidon’un kendini içine sürüklediği on yıllık serseriyane gezi macerasını anlattı. Troia’dan çıktıkdan sonra gemileri dokuz güm boyunca deryalarda kontrolsuz sallanıp durmuş; onuncu gün, Kuzey Afrika’da Lotus-yiyenler (lotophagoi) ülkesinde karaya çıkabilmişlerdi (buranın Libya karşısındaki Cerbe Adası olduğu klasist bilginlerse kabul ediliyor). Oranın yerlileri, onlara nezaketle kendi besinleri olan “lotos” dedikleri bu çiçekten sunmuşlar; bu ikramı ilk kabul eden birkaç kişi belleklerini derhal yitirip oradan hiç dönmek niyetinde olmadıklarını söyleyince, geri kalanlar, onları da zorla gemiye sürükleyip tüm açlık ve yorgunluklarına karşın orayı hemen terk etmişler; çiçeği yiyenleri zincirlere bağlamışlar. Lotus’un tadını tadan zavallılar ağlayıp sızlamışlar; ömür boyu bu bal tadındaki çiçeğin müptelası olmuşlar. Yunanca “lethe=unutma” bu öyküden gelse gerek. Çağdaş dillerde “uyuşukluk, tembellik, sersemlik” anlamında kullanılan “Lethargy” de bu sözcükten geliyor.

Bundan sonraki Kyklops Polyphemos ile olan maceralarını anlatmıştık. Onun elinde birçok yoldaşını yitiren Odysseus’un bir desise ile gözünü kör ettiği canavarın babası Poseidon hepten gazaba gelmiş; dönüş yolu boyunca belâdan belaya sokmuş; tüm yoldaşlarının kaybına sebebiyet vermiş. 

Yevgenieviç Alexandre Yakovlev tarafından 1938’de Petersburg’da yapılanve Londra, Tate Gallery’de sergilenen “Aiolos” tablosu.

Kyklops’un adasından, altı erkek, altı kız çocuğunu birbirleri ile evlendirmiş “Kral Aiolos’un hüküm sürdüğü Rüzgârlar Ülkesine gelmişler. Zeus, rüzgârların kendi isteği doğrultusunda esmesi ya da dinmesi görevini bıraktığı Aiolos onlara gerekli konukseverliği göstermiş. Ülkeden ayrılacakları zaman bir armağan olarak, içinde fırtınaların, esintilerin (pneuma)*** toplandığı deriden bir torba vermiş. Bu torbanın ağzı o denli sıkı bağlanmış ki, bu torbaya sahip olanların isteği dışında fırtınaların çıkıp zarar vermeleri olanağı yokmuş. Ancak, içinin altın dolu olduğunu zanneden mürettebattan bazıları torbayı açar açmaz dışarı çıkan her tipte rüzgârın yarattığı dayanılmaz çalkantı ve kasırgada gerisin geriye Aiolosun ülkesine uçarlar; fakat Kral, laf dinlemeyen bu sersemleri tekrar ülkesine kabul etmez; zavallılar azgın dalgalarda gark olur. Yolcuların geri kalanı korku dolu günlerden sonra gördükleri bir kara parçasına, neresi olduğunu bilmeseler de, dinmemiş kasırganın tehlikesini yaşamaktansa, bir süre selamete çıkarız umudu ile sığınırlar. Burası dev yamyamlar Laistrygonlar’ın ülkesi idi (Thukydides Tarihine göre Sicilya’da olan bu yerin Leontini Ovası olduğu, Yunanca çevirmen olan Bernard Picard Spanheim tarafından ileri sürülür. Bu yaratıklar kıyıya henüz yanaşmış tüm gemileri tahrip ettiler. Sadece, Odysseus’un komuta gemisi açıkta kalmıştı. Kahramanın dönüp yeni bir liman aramaktan başka çaresi kalmamıştı.

Karşılarında yeni macera, yanaştıkları “Aiaia,”**** ülkesinin hakimi, dünyanın en güzel olduğu kadar en tehlikeli cadısı, Argonautların macerasında da ortaya çıkan Kirke idi. Ona yaklaşan her erkek bir hayvana dönüşüyordu. Karaya çıkıp etrafta beslenecekleri yiyecek arayan Odysseus, uzaktan, Kirke’nin bacası tütmekte olan konut’unu görür. Bu kez ihtiyatlı davranarak, başlarında Eurylokhos olan bir müfrezeyi keşfe yollar. Konut’un önüne gelen gemiciler, evin sahibi ile görüşmek istediklerini dışarıdan bağırarak bildirirler. Kirke dışarı çıkmadan, gene yüksek sesle onları içeri buyur eder. Eurylokhos dışındaki mürettebat düşüncesizce içeri dalar. Kirke onları domuza dönüştürür. Eurylokhos koşup Odysseus’a durumu iletir. Geri kalan adamları esirgemek isteyen Odysseus yalnız başına Kirke ile hesaplaşmaya yola çıkar. Yolda, karşısına genç ve çok yakışıklı hali ile Hermes çıkar; onu Kirkenin ölümcül büyüsünden koruyacak “malü” adında tılsımlı bir bitki verir. Büyücü tanrıçanın kendisine, “Pramnos” adlı peynir, sarı bal, arpa unu ve en şiddetli zehirlerin karışımından oluşan şarabı sunduğu anda bunu üzerine atmasını ve kılıcı ile tehdit ederek, kendisine ve arkadaşlarına fenalık yapmaması için yemin ettirmesini tembihler. Tanrının dediklerini aynen uygulayan Odysseus’un başarısı Kirke’yi çok şaşırtır ve hayran eder. Adamlarına dönerek, hayvan haline getirdiği gemicileri eski hâllerine döndürmelerini emreder. Artık, Odysseus, onurlu bir konuğu olmaktan öte zil zurna aşık olduğu bir kahramandır. Bir yıl boyunca konağında çılgınca bir mutlulukla yaşarlar.


*Arete: Yun. “iyilik, üstünlük, erdem”; aynı kökten gelen “aristo” ya da “aristos” aynı kökten gelip “en iyi, mükemmel”; “aristokrasi” en iyilerin, mükemmellerin, soyluların yönetimi demektir.

**Calypso: Bugünkü Malta takımadaları içindeki “Gozo” isimli küçük ada olarak biliniyor.

***Pneuma: esinti, hava; çağımızda hava ile çalışan anlamındaki “pnömatik” ile bir akciğer hastalığı olan “pnömoni” sözcüklerinin kökenidir.

****Mitlerde: “Aia“ toprak anlamına gelen “Gaia” ile karıştırılarak, Kirke”nin “Aia” adasında oturduğundan söz edilmiştir. Oysa, “Aiaia”nın (Lat.”Aeaea”), daha sonra Romalı yazarlarca, İtalya’nın Tyrrhenien kıyılarında, Romanın 100 km. kadar güneyinde, şimdi “Monte Circeo - Kirke Tepesi” ya da “Capo Circeo - Kirke Burnu” denen, ana kara çıkıntısı olduğu tesbit edilmiş (Lat. Cape Circaeum). Arkeologlar, Capo Circeo’nun 33 km. kadar güney açıklarında, Pontine Takımadaları içindeki en büyük ada “Ponza”da"Grotta della Maga Circe-Maga Kirke Mağarası” adı verilen bir mağara’nın bulunması dolayısiyle, lejandda anılan “Aiaia” adasının gerçekde “Ponza” olabileceği ileri sürmüşler (“Maga” “megara” sözcüklerinin zaten, Yunanca “mağara” anlamında olup biraz bozularak Türkçeye geçmitiğinden söz etmiştik.)

Yayın Tarihi : 11 Mart 2008 Salı 00:08:02


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?