19
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -105-


TALİPLERİN SONU: Salona giren Penelopeia: “İşte, baylar, Tanrı yapılı Odysseus’un yayı ve okları… O zamanında, yayını gerer ve tek oku ard arda bir hat üzerinde dizili oniki balta halkası içinden geçirirdi. Aynısını yapanı kocalığa kabul ediyorum” der ve salondan çıkar. Telemakhos, bu avantajlı durumu sezip derhal öne atılır, anasının tarifi üzere baltaları dizer; “Haydi bakalım, aslanlar benim yaptığımı siz de yapabilecek misiniz?” der; yayı germeye hazırlanır. Fakat dilenci kılığındaki babasının olumsuz göz ve baş işaretini alınca, vaz geçer: “Yarışacak ben değilim; sizler buyurun” diyerek kenara çekilir.

Taliplerin Odysseus ve Telemakhos tarafından öldürülmeleri (Bir kırmızı figürlü Campania vazosu - İ.Ö. 330 yapımı - Paris, Louvre Müzesi, Yunan-Etrüsk ve Roma Eski Eserleri Bölümünde sergileniyor)
Taliplerin en arsızı, en oyunbazı Antinoos (Akıla karşı, mantıksız) kendisine güvendiği için yarışma fikrini uygun bulur. Talipler, sıra ile yarışmaya girerler. Fakat yayın kirişi o kadar sert gerilmiştir ki; hiç biri onu bir milim yerinden oynatamaz. Bu durumu gören Antinoos’un cesareti kırılacak; o günün kutsal bayram günü olduğu özrü ile yarışı savsaklamaya çalışacaktır. Ona oranla daha kibar görünümde olan, fakat Melantho ile seviştiği halde Penelopeia’ya kur yapacak kadar içten pazarlıklı Eurymakhos dürüst görünmeye çalışarak yarışın devamına âmil olur. Kimsenin bu işi beceremeyeceğini bilen Odysseus avluya çıkar orada Eumaios’un, kendi gibi bir sürü çobanı olan eski dostu Philoitos ile söyleşmekte olduğunu görür; gerçek kimliğini tanıtmak üzere bacağında yarayı gösterir. Adamcağızlar sevinçle ona sarılırlar. Efendileri: “Emaios, içeri gelip, yay ile okları benim elime vermenin bir yolunu bulabilir misin?” diye sorar. Diğer çobana da: “Sen de, içeri girince kapıları sımsıkı sürgüleyeceksin direktifini verir.

Salona döndüklerinde, son talipler Eurymakhos ve Antinoos şanslarını denemektedirler. Onlar da başarısız olunca, Odyssues: “Şu yayı bir kez de bana verin, bakalım eski gücümü muhafaza ediyor muyum?” der. Fakat bu isteğe karşı salonda muazzam bir şamata koptu. Taliplerin hepsi birden, bu sefil adamın hangi hakla böyle bir talepte bulunabileceğini öfke ile soruyorlardı. Telemakhos, bağırarak, burada konuk olan herkesin yarışma hakkı olduğunu kesin bir ifade ile ilân etti ve Emaios’a yayı Odysseus’a vermesini emretti. Odysseus, lirinin tellerini ayarlayan usta bir müzisyen edası ile yayın kirişini denedi; bir ok yerleştirip, zarafetle fırlattı. Ok tüm halkaların içinden, hiç birine değmeden geçti. Çılgına dönen talipler kendi silahlarını aramaya başladılar. Fakat Odysseus’un sadık adamları bunları toplayıp saklamışlardı. Oğlu ile sırt sırta veren Odysseus, elindeki okları ard arda yayına gerip saldırganların üstlerine fırlatıyordu. Bir kısmını da kargısı ile hakladı. Kendilerini savunma olanağından yoksun herifler birbirlerinin üzerlerine devrildiler. İkilinin bu büyük başarısında, görünmeden aralarına giren Arhena’nın da rôlü olmuştu. Taliplerden sona kalan Eurymakhos, kahramanın ayaklarına kapanıp, tüm kabahatin kışkırtıcı Antinoos’da olduğunu söyleyerek aman diledi. Fakat, bir kadına karşı yapılan bu büyük günahı affetmeyen Odysseus onu da acımadan öldürdü.

Etrafı, yardımcıları ile birlikde süpürüp, temizleyen ihtiyar Eurykleia, hanımının odasına giderek onu uyandırdı; efendisinin geldiğini müjdeledi. Penelopeia, kendisini ocağın başında bekleyen Tanrı benzeri adamın yanına koştu. Uzun uzun birbirlerine bakakaldılar. Tüm acılar sona ermişti.

Odysseia Destanı böyle biter. Fakat, bahis başında değindiğimiz üzere çeşitli ozanlar tarafından buna eklenti destanlar vardır. Genellikle Spartalı Kinaithon’a ait olduğu söylenmekle birlikde kaynağı tartışmalı olan “Telegonia”da, Kirkenin Odysseus’dan olma oğlu Telegonus’un, anası tarafından Odysseus’u bulmaya Ithaka’ya gönderildiği yazılı imiş . Gûya, Telegonus dönüşte, kazaen babasını öldürmüş ve cesedi Aiaia’ya getirmiş. Kendisi, Odysseus’un dulu Penelopeia ile evlenmiş; Kirke de Telemakhos’a varmış. Telegonos sonradan Romalıların “Etrüsk” dedikleri Tyrsenoi (Tyrrhen’liler) kralı olmuş. Hesiodos ise, “Theogonia”nın sonlarında; Kirke’nin Odysseus’dan Agrios, Latinos ve Telegonus adında üç oğlu olduğundan söz eder.

Antik Yunanlılarda adettir, tanrılar, tanrıçalar olduğu gibi, ilahî güçlerle akrabalığı olduklarına inandıkları ölümlüler için de kült ihdas ederler, onlara tapınırlardı. Hatta ataları ve önem verdikleri (Likurgos gbi) gerçek kişilere de kült verirlerdi. Lewis Richard Farnell’in değindiği üzere (The Cults of Epic Heroes) Ithaka Kralı Laertes’in oğlu Odysseus’un da dağınık bazı yerlerde kültleri var; fakat nedense ne Ithakada ne de bağlı bulunduğu Kefalonia’ya ait diğer adalarda yok. Ancak, Plutarkhos’un verdiği bilgilere göre, onun zamanında hala kendilerini bu “solgun tanrı”nın (yarı tanrı)torunu sayan topluluklar varmış. Fakat ona sadece bir epik kahraman ve de tanrılarla karışığı olan efsanevî Laconia (Sparta) Hanedanının mensubu Penelopeia’nın kocası olarak tapınılırmış. Sparta Kralı Ikarios’un ve peri Periboea’nın kızları olan Penelopeia’nın adına iki ayrı anlam veriliyor; biri, sadık bir ev hanımını simgeleyen Yunanca “Pênê-lopas = iğne ve iplik”; diğeri “Pan-lopos = bir hayvanın derisini soyan”. Bunun anlamı kuşkulu; acaba Pan’ı doğuran bir naiad’la mı karıştırılıyor?

Tüm mitoslardaki, insanî duygu ve davranışların metaforlarını burada da görüyoruz. G.S. Kirk’e göre (MYTH, Its Meaning and Functions in Ancient an d Other Cultures) Odyssues’un ve Penelope’nin bu mitosdaki konumları “intikam dürtüsü”nün ve “sabır ve metanet”in paradigmalarıdır (duygu ve tavır modelleri).

Odyseus Sarayının çağımızdaki arkeologlarca bulunamamasının bir hikmeti de Homeros’un yanlış yer tarif etmesinden mi? Nitekim son zamanlarda, Odysseus’un asıl yurdunun, Lefke (Levkas) adası olabileceği, yapılan bir toplu göçde, yeni yerleşime de “Ithaka” adının verildiği ve terk edilen adanın adının unutularak yeniden isimlendirildiği görüşleri ortaya atılmış.

Velhasıl, sürekli birbirine karıştırılarak birbirinden üretilmiş olan mitoslar bitmez. Daha söylenecek, ama sonu gelmeyecekmiş gibi görünen öyküler var. Tanrı sağlık verirse, pek çok eksik ve kusurla dolu bu çalışmamı bir nebze daha geliştirmek gibi bir girişime niyetliyim; şimdilik bu diziyi bir yerde keseyim diyecektim ama; içlerinden öyle birini unutmuşum ki; son anda aklıma gelen bu öyküyü atlasa idim; hem bana çocuk yaşda mitoloji keyfini kazandıran ve anılan öykünün en coşkulu anlatıcısı unutulmaz Halikarnas Balıkçısına, hem de onun ihya ederek bir “Mitoloji Kâbesi” haline getirdiği, Antik dönemim büyük tarihçisi Heredotos’un yurdu Karya kenti Bodrum’un (tam yıllık ve yazlık tüm) yerleşiklerine saygısızlık etmiş olacaktım. Unutkanlığım, bu mitos’un, belki de (“Fata”ların - Kader tanrıçalarının bir lûtfu olarak) bu diziye Balıkçının aziz ruhuna adayacağım anlamlı bir Epilog oluşturması bakımından hayırlı olmuştur.

HERMAPHRODITE İLE SALMAKİS: Bodrum’u, turizm izdihamına maruz kalmadığı zamanlar (1960’larda) sık sık ziyaret ederdim. O dönem, Artemis Pansiyonu dışında kalabilecek başka bir yer yok gibi idi. Öykünün geçtiği ve bugün lüks oteller, pansiyonlar, restoranlarla dolu Bardakçı koyu tümüyle bakirdi. Bardakçı adı, buradaki pınardan alınan suyun, yörede “bardak” denilen testilere doldurularak kayıklarla ya da karadan eşeklerle taşınmasından almış. Marina ile Gümbet arasındaki bugünkü plajın gerisinde bulunan ve Bardakçı (orijinal adı ile “Salmakis) su kaynağı eskiden burada bulunan bir gölü beslermiş. Bu gölün gerisindeki (bugün Kaplankaya denilen) kayalıkların üzerinde yükselen tepede bir Aphrodite tapınağı varmış. Tanrı Hermes burada Sevgi Tanrıçası ile sevişmiş. İsimlerinin karışımı olan “Hermaphrodite” adını verdikleri bir oğulları olmuş. Anasının Ida Dağının perilerine emanet ettiği çocuk delikanlı çağına geldiğinde bir gün civarda dolaşırken billur gibi berrak bu gölü görür. Dayanılmaz çekicilikde suya girme hazırlığında iken, o gölün “Salmakis” adındaki perisi onu görür görmez aşık olur.

"Hermaphrodite Uyurken" Louvre Müzesi


Tanrısal güzelliği ile Eros olabileceğini söyleyerek iltifat ettiği gençden karşılık alamayınca; yalvarır yakarır; bir anlık bir zevk’e hazır olduğunu söyler. Yeni yetme, utangaç, bakir genci ikna edemez; terslenmeye maruz kalır. Izdırapla bir köşeye saklanır. Genç artık rahat bırakıldığını sanarak, soyunur, göle dalar. Çıplak hali ile büsbütün çekim odağı haline gelice, kendisini gizlice gözleyen naiad da, giysilerini çıkarıp “evohe”* çığlığı ile göle atlar. Genci, bir ahtapot gibi kolları ve bacakları ile sarar. Tanrılara, onunla kendisini ebediyen kavuşturması için yalvarır. Bu derin yakarıyı kabûl eden tanrılar iki bedeni birleştirirler.

Bu öykünün kökenini araştıran, Kanada, Mc Master Üniversitesi Klasik Bölüm hocalarından Alexandra Retzleff, Halikarnassos’da bu öykünün ne kadar yaygın olduğu bilinmediğini; ancak, Salmakis Koyunun burnunda bulunmuş bir yazıt’ta bu öykünün, kent’e ait olduğu kaydı ile nakledildiğini, Bu pınara ilk kez “Salmakis adını veren Vitruvius olduğunu bildiriyor. “De Architectura” adındaki büyük mimarlık eseri ile ünlü Vitruvius, Hermaphrodite’in bu Dionizyan öykü ile kazandığı üne lâyık olmadığını; şehveti ve efemine erkekleri cesaretlendirerek ahlâksızlığa özendirdiğini; zaten kolonizasyonun ilk barbarlık dönemlerinin anısı olduğunu ileri sürermiş. Bu öykünün esin kaynağının, Salmakis gölü suyunun erkeklik gücünü zayıflatan bir özelliği olduğunu ileri sürenler de var. Hermaphrodite, gerek Yunan gerek Roma sanatında, genellikle yalnız hâli ile çıplak, yarı örtülü ya da tümüyle giyinik betimlenmiş. Başkaları ile bir arada görüntülenmesi Dionysos törenlerine katılması münasebeti ile olabiliyor.

“Hermaphrodite” sözcüğü, tıp literatürüne, temel üreme unsuru olan gonadların (yumurtalık ve erbezi) her ikisine de, gelişme kusuru sonucu (belli bir derecede bir cinsin yapısına daha çok eğilim gösterme kaydı ile) sahip olan bireyi nitelendiren bir terim olarak girmiştir. Eşcinsellerden farklı olan, Türkçede “hünsa” denilen Hermaphtodite’ler kısırdır.

Burada sonlandırdığım dizi’mi, başta, İzmirde ikametim sırasında çok ileri yaşında iken karşılaştığım Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı), Bayraklı kazıları vesilesi ile İzmir’e sık sık gelip, Yurdumuzun arkeolojik zenginlikleri hakkında biz meraklıları aydınlatan Ekrem Akurgal hocamız, beni yüreklendiren İzmir Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin olmak üzere, bana bu esini veren, şimdi hayatta olmayan tüm mitoloji sevdalısı yazarlara; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Diller Bölümünde, çok kısa süre de olsa öğretim kürsülerinden feyiz aldığım hocalarım Faruk Zeki Perek’in, Müzehher Erim’in, Balıkçının oğlu Latince hocamız Sina Kabaağaç’ın aziz ruhlarına adıyorum. Hâlâ hayatta olduğunu öğrendiğim Antik Yunanca hocamız Zafer Taşlıklıoğluna uzun ömürler diliyorum. Son dönemde bilgimi zenginleştirmek için başvurduğum İ.Ü. Klasik Filoloji Bölümünde, Bölüm Kitaplığını yararlanmama açma ve 24-25 Nisan.2008 günleri düzenlenecek “Dr.Sina Kabağaç’ı Anma Toplantısına” davet etme nezaketini gözteren başta, Latince Kürsüsü Başkanı Sayın Prof. Dr. Çiğdem Dürüşen ile Yunanca Kürsüsü Başkanı Sayn Prof.Dr.Bedia Demirtaş olmak üzere Bölümler öğretim ve yönetim kadroları ile sevgili öğrencileri temsilen Araştırma Görevlisi ve yüksek lisans öğrencisi Pelin Erçelik’e ve Ekin Öykene, bu yazıların yayımı sırasında değerli katkıları ile ufkumu genişleten okuyucularıma, Kenthaber sütunlarını açan Gazete sahibi Sayın Remzi Erbaş ile Başyazar Arkeolog Erdem Yücel’e teşekkürlerimi sunuyorum.


*Evohe: “Cesaret, oğlum” anlamına gelen Dionizien bir ünlem.

Yayın Tarihi : 18 Mart 2008 Salı 19:55:17


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?