28
Mayıs
2024
Salı
ANASAYFA

Mitoloji kaynaklı sözcükler -14-

Lâtin Mitolojisinde Olimposlu Tanrılar :

Yunan mitoloji geleneğinin Roma’ya transferi öyküsünü büyük Lâtin ozanı Vergilius, Romanın ulusal destanı sayılan, “Aeneid” isimli 12 kitaplık eserinde anlatmıştır; Omeros’un İlyada ve Odisea’sındaki olayları (kendi şiirsel dili ile) yineleyip Roma kentinin kuruluşuna getiren ozan bu destanı bitiremeden (bu uğurda) yaşamını yitirmiştir. Bu destanı ve ozanın yaşamını bağımsız bir bölümde ele alacağız. Yunan mitolojilojisinin sistematik bir derlemesini yapmış olan Hesiodos’un “Teogonia” eseri benzeri bir Lâtin külliyatının yaratılması ise kendisini “Öykücülerin Prensi” olarak tanımlayan Publius Ovidius Naso’ya nasip olmuştur. Ovidius, Augustus’un danışmanı olan eques (şövalye) Maecenas’ın himayesine aldığı yazın sanatçıları Sextus Propertius, Vergilius ve Horatius ile Tibullus’un içinde bulunduğu “Lâtin yazınının Altın Çağı” denilen dönemin son temsilcisidir. Roma tarihine huzur getiren “Augustus Çağı”nda İmparator Sarayına kabûl edilecek kadar saygınlık kazanmış olan ozan İ.Ö.43 ve İ.S.18 yılları arasında yaşamıştır. Yazdığı 15 kitaplık ve yaklaşık 12.000 dizelik öykü külliyatına verdiği “Metamorphosis” adı bana ilginç geldi. Yunanca ve Lâtince aynı olan bu sözcük “biçim değiştirme” demektir (arasında, öte anlamları taşıyan “meta” burada yer değişimi, dönüşümü ifade ediyor; “morfon = şekil, biçim). Zamanımızda (Türkçeye başkalaşma diye çevirdiğimiz) “metamorfoz”un özel anlamı ise, biyolojide bir canlının (doğrudan doğum olsun, yumurta ya da krizalit biçiminde olsun) dünyaya gelişlerinden yaşamının sonuna kadar gösterdiği şekil değişimleridir (ayrıca, “başkalaşım - metamorfizma” katı kayaçların mekanik ve kimyasal etkilerle dokusal ve mineral yapı değişikliği). İşte, bu doğa olaylarının, efsane ozanlarının imgelemlerini beslemiş olabileceği Ovidiusun da aklına gelmiş olmalı ki, Zeus’un boğa ve guguk kuşuna, Dafne’nin ağaca, köylü kızı Arahne’nin örümceğe dönüşmesi, Kral Midas’ın, müzikdeki zevksizliği nedeni ile eşek kulaklarına sahip kılınması gibi tanrıların gücüne dayandırılan abartılı metamorfozları zarif birer mecaz olarak ele almıştır. Ovidius bu eserine “Amacım: değişik türde şekillere dönüşen bedenlerin öyküsünü anlatmaktır” tümcesi ile başlar; hemen peşinden en büyük metamorfoz’u, Evren’in kaos’dan kosmos’a (ahenkli bir bütün’e) dönüşümünü açıklamaya girişir; bir yandan, bulutsuz gecelerde göz kamaştırıcı görkemi ile Göğün bir ucundan diğerine uzandığı görünen Samanyolu’nu (Via Lactae - Süt Yolu’nu) öteki tanrıların Ulu Jüpiter’in sarayını ziyaret için izledikleri yol olmaya yakıştırmak gibi bir fantezi zerafeti yaratır, öte yandan “Arz”ın tanımını, her yönden aynı biçimde görüneceği büyük bir top olarak yapmakla, o tarihde ancak birkaç kişinin aklının basabileceği bir özdeksel doğruyu işaret eder. Elbette, Hesiodos’dan onun zamanına 7 asırdan fazla süre geçmiş, bu arada rasyonel yaklaşımla varlık olgusunda daha isabetli saptamalar yapan filozoflar olmuştur. Yunan ozan ve filozoflarının eserleri, her seçkin Romalı gibi Ovidius’un eğitiminin de zorunlu bir parçası olduğu gibi ozanımız Yunanistana özel olarak bir araştırma gezisi de yapmıştır. Bu bakımdan, ona ulaşan entelektüel birikime seri bir göz atmak yararlı olur. Bu yazı dizimize başlarken, mitolojik öykülerle anlattığımız paganizmin olsun, tek tanrılı inanışların olsun “varlık” denen olguya bir açıklama getirme güdüsü ile başladığını, bu bakımdan felsefî bir temeli olduğuna değindik. Yunan mitolojisinde “Evren”i Tanrının değil, “Evren”in tanrıları yarattığı inancından söz ettik; bu inancın eski devirlerin Yunan filozoflarınca da eleştirildiğini arada belirttik. Sonuç olarak, mitoloji de varlığın gözlemlenmesinden doğmuştur; ama bu gözlem eksik kalmıştır. Evren’in varlığı öncel olarak kabûl edilmiş ve ne’liği araştırılmamış; sadece daha önce “Evren”de “Kaos”un egemen olduğu, sonradan “Kosmos”un yani düzenin geldiğinden söz edilmiştir. Hesiodosun külliyatının adı “Teogonia - Tanrıların Türeyişi”dir; “Kozmogonia - Evren’in Türeyişi” değil. Varlığın odak noktası insandır; yoksa varlık olgusu başka türlü algılanamaz. Bunun için Yunan tanrıları “İnsan biçimli - Antropomorfik” olmuştur. İnsan’ın ayağı Arz toprağına basar; burası kendi ortamıdır; kendisinden çok uzaklarda gördüğü (Astroloji - “Yıldızbilim” ve Astronomi - Gök ya da Yıldız Kuralları bilimlerinin konusu olan) sema ortamı’na ise önceleri ilâhî alem gözü ile bakmıştır. İlk filozoflar da bu iki âlemi “Ay altı” ve “Ay üstü” isimleri ile ayırmışlardır. Kozmoloji (Evrenbilim) ve Kozmogoni (Evren’in Türeyişi kuramları) bilimsel olarak daha sonra ele alınmıştır. Peki, İnsan, Evren’i nasıl algılar? Devinimle; yani gözlemlediği dış âlemde objelerin durmadan yer değiştirmesi ile… Yoksa, bir tablo gibi hareketsiz duran bir dış âlemden bir anlam çıkarılamazdı. İ.Ö. 515’den sonra yaşamış olan (Elealı) Parmanides “değişmez bir bütünlük oluşturan” “On - Varlık” kavramı getirmiştir (Ontoloji biliminin adı bundan türemedir); ayrıca Dünya’yı hareketsiz fakat küresel olarak düşünmüştür.. Daha genç olan (Efesli) Herakleitos ise (M.Ö. 540-480) evrendeki sürekli değişime, devinime dikkat çekmiş; akarsu örneğini vererek “hep akar” demiştir. İki filozofun görüşlerinin kabaca paradigması birbiri ile çelişkili gibi görünmüştür, ama aslında birbirinin tamamlayıcısı görüşlerdir; bütün içindeki unsurların devinimini keşfetmiş olmakla çağdaş kimyanın kurucusu Lavoisier’in binlerce yıl öncesinden habercisidirler. Bundan sonra, bütünün içindeki zerrelerin keşfine sıra geliyor; Abderalı Demokritos (M.Ö. 460-370) ve Miletli Levkippos (o da çağdaşı) “kesilemez, bölünemez en küçük madde” anlamında “atomos” kuramı ile Parmanidesi doğruluyorlar. Anaksagoras (M.Ö.500-428) başda olmak üzere bazı atomcular ise, Demokritos’un genç yaşda vardığı bu kuramın tersine, atomların arasında nitelik farkları bulunduğu gibi bölünebilir oldukları inancında idiler. Anaksagoras, canlıların ölümden sonra ayrışarak bütüne karıştığını ilk söyleyenlerdendi. Felsefe ve bilim alanında binlerce yıl tek otorite sayılan Makedonyalı Aristoteles 55 gök cisminin periodik hareketlerini saptamış; Ay tutulması olayını Dünyanın yuvarlaklığına kanıt göstermiştir. Cyrene’li (Libya) Eratostenos (M.Ö. 276-167) Dünyanın çevresini hesaplamaya çalışmış. Demokritos’un atom kuramının günmüze kalmış en ayrıntılı açıklamasını “De rerum natura - Evrenin Yapısı (İ.Ö.60)” ismindeki eseri ile Latin ozanı Lucretius yapmıştır.

İşte, Ovidius, bu birikim sonucu eserine “Metamorfoz” adını vermiştir, sanıyorum. Hattâ, bu isim bir edebiyat türü dahî olmuştur. Başka bir Lâtin filozof ve retorikçisi Lucius Apuleus (M.S. 124 -170 ?) “Metamorphoses” adlı nesir eserinde, bir eşeğe dönüşen genç bir adamın öyküsünü anlatmıştır. Benzer öykünün, gene aynı isimle, Yunanlı yergici Lukianos’un tarafından da anlatıldığı söyleniyor. Çek asıllı Avusturyalı romancı Franz Kafkanın, bir çok dile “Metamorfoz” adı ile çevrilen “Die Verwanglund-Değişim” adlı olup, Gregor Samsa adındaki gencin bir sabah uyandığında kendini bir böcek olarak bulmasını hikâye eden roman çevreye yabancılaşmanın nasıl bir metafor’u (mecazı) ise, mitolojik öyküler de, asıl açıklanmak istenen duyguların metaforlarıdır. Belki, Ovidius’un esinlendiği bu tür Ellenistik çağ eserleri de vardır. “Metamorphosis”in İngilizce çevirisini yapan Mary M. Innes, Bir Boiotia’lının yazdığı sanılan “Ornithogonia - Kuşların türeyişi” adlı olup, insanların kuş hâline dönüşümü ile ilgili öyküler dizisinden ve Kolofonlu Nikander’in buna benzer bir külliyatından da Ovidius’un yararlanmış olabileceğini belirtmektedir.

Octavius’un, henüz İmparator Augustus olmadan önce, Roma egemenliği uğruna Antonius ile İ.Ö. 31 yılında yaptığı Actium savaşı sırasında ozanımız daha 12 yaşında olduğu için, bu sancılı dönemin acı ve sıkıntılarının, daha yaşlı olan Vergilius ve Horatius kadar farkına varmamış; rahat bir gençlik geçirmiş; Devlet görevlisi olmasını isteyen babasına kulak asmayarak iyi eğitim görmesine karşın romantizme ve fantazi dünyasına kaçmıştı. Aristokrat çevrenin uçarı bir çapkını idi. Corinna adındaki kadına karşı duygularını anlattığı ilk şiirlerini patetik (acı bir duygu uyandıran, dokunaklı) vezinle ama ince bir alayla kaleme aldığı “Amores - Aşklar” başlığı ile 5 kitapda yayınlandı; . Baştan çıkarma ve entrika sanatı üzerine yazdığı “Ars Amatoria - Aşk Sanatı” isimli üstün edebî değer taşıyan yapıt, onun uçarılıklarını zaten cezalandırmaya niyetli olan Augustus’a fırsat verdi; onu Tomi’ye (şimdiki Romanyadaki Constanza - Köstence yakınları) sürdürdü (M.S. 8). Bu sürgünün dayandığı gerekçeler tam olarak öğrenilemiyecektir. Ovidius bunu iki nedene dayandırmış: birini Ars Amatoria’nın ahlâka uygun bulunmaması olarak açıklamış; öteki nedenin bir suç değil, ihtiyatsızlık, düşüncesizlik eseri bir eylemden ibaret olduğunu ileri sürmüş. En olası görülen sebebin, Augustusun şımarık torunu olup Ovidiusla aynı zamanda sürgün cezasına uğrayan Julia ile çok ileri derecede yakınlaşmış olduğu iddia edilmiştir. Cahil ve barbar bir kısım Yunanlıların yerleşik olduğu Tomi kasabasındaki çektiği yalnızlık ve azabı, af dileme mahiyetindeki “Tristia - Üzüntüler” ve “Epistulae ex Ponto - Karadenizden Mektuplar”da dile getirdi. Ama bunlar Augustus’u etkilemedi. Daha önce de “Ars Amatoria”nın doğurduğu tepkiyi geçiştirmek için “Remedia Amoris - Aşk (hastalığının) Reçeteleri” kitabını yazmış; bu da “aşkın ilâçları kendisinden daha belâlı” diye alaya alınmıştı.

Olgunluk çağında ele aldığı “Metamorphosis”i sürgüne geldiğinde bitirdi. Mitolojik öyküleri öteki eserlerine de serpiştirmiştir. Eleştirmen Quintilianus ve tarihçi Tacitus’un çok övdükleri “Medea” isimli trajedisi günümüze gelemedi. Daha yaşlı olmakla birlikde onun bir hayranı sayılan Seneca “Medea”dan esinlenerek aynı konuda oyun yazdı.

Ovidius, Metamorphosis’in eki sayılacak 12 kitaplık “Fasti - Şenlikler”de Romadaki dinsel şenlikleri ve bunların mitolojik kökenlerini anlatmıştır. Her kitabın, takvimin bir ayına özgülendiği bu diziden son 6 kitap kaybolmuştur.

Ovidius gerisindeki Yunan esatirine dayanan zengin gelenek ve öykü hazinesinden yararlanmış, fakat bunu öylesine dahice bir edebî ustalıkla işlemiştir ki, Polyphanus-Galatea, Perseus-Andromeda ayrıca Ars Amotoria’ya da aldığı Daedalus-Icarus, Cephalus-Procris’e ait olanlar gibi bir çok öykü ona ait sayılmıştır. Yunanlılardan alıp tasfiye ederek işlediği heksametron (altılı vezin) tekniğini kullanması da öykülerine akıcılık, renk ve doyulmaz bir tad katmıştır. Plastik, grafik sanatlarda olsun şiirde olsun Yeni Çağlar sanatında da mitolojik temalarda kullanılacak malzemenin nihî formlarını o vermiştir. I. asırda Lâtin şiirinin Gümüş Çağının temsilcileri Manilius, Martial, Statius,Juvenal gibi ozanlarından başlayarak sonraki yazın’a büyük etkisi olacaktır. Chaucer’ın “İyi Kadınların Hikâyesi”, “Canterbury Masalları”nda, Shakespere’in “Onikinci Gece” ve “Kasırga”sında ona yapılan atıflara, öykülerinin tekrarına rastlanılacaktır. XVIII. Asra kadar her eğitimli Avrupalının entelektüel donanımının içersinde Ovidius ve Metamorfoz’un bulunması mutlak bir zorunlulukdu. XIX. asırda bile Keats, Shelley, Byron, Browning onunla derinden etkilenmişti.
Yayın Tarihi : 11 Aralık 2006 Pazartesi 16:26:12


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
K. Mükremin Barut IP: 88.224.196.xxx Tarih : 15.12.2006 18:46:43
Sayın Teoman Törün. Yazılarınızı zevkle okuyorum. Ayrıca okuduklarımı, adınıza açtığım bir klasörde biriktiriyorum. ("save" ediyorum). 1982 yılından beri kendi çabamla mitoloji okuyorum. İşe Halikarnas Balıkçısı'nın kitaplarından başlamıştım. 1992 den beri de konularının tamamı mitolojik olan RESİM SERGİLERİ açıyorum. Bu sene, kısmet olursa, Nisan ayında Ankara'da, BUDE SANAT GALERİSİNDE yine konusu mitoloji olan yedinci kişisel sergimi açacağım. Sizin yeni yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Saygılarımla. K. Mükremin BARUT Mimar