16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mitoloji kaynaklı sözcükler -18-

Lâtin Mitolojisinde Olimpos Tanrıları

VESTA : Romalıların “Ocak Tanrıçası”. Bu adın Yunan “Hestia”dan bozma olduğu sanılıyor; tümüyle aynı kültü temsil ediyor. Çok ilkel çağlardan gelmese bile, iyice eskiye dayanan kültü, aynı işlevlerle, istikrarlı bir biçimde sürdürülmüştür. İlk toplumlarda son derece zor koşullarda yakılan ateş, bir kez yakılınca bir daha söndürülmemeye çalışılırdı. Vesta’nın ailede de Devletde de çok seçkin bir yeri vardı. Her evde, Lares (ailenin koruyucu ruhu - muhtemelen ailenin ölmüş reisi) ve Penates * ile birlikde aile özelinde ona tapınılırdı. Bazı evlerde “lalarium – Lares sunağı” denilen özel köşede tasviri bulunurdu. Cato’nun De Agricultura’sında anlatıldığına göre, Kalendae (her ayın ilk günü), Nones ve Ides günleri “vilica - baş kadın köle” tarafından aile ocağının üstüne bir çelenk yerleştirilirdi. Kamusal Vesta ritüel’i çok daha özenle düzenleniyordu. Kamusal ocağın simgesi olduğu için ona özgülenen binaya tapınak denmezdi; Vesta’nı kutsal yuvası (İtalyan topluluklarının ilk yuvarlak kulübelerine benzeyen) dairesel bir yapı idi ve bu kurumun Romulus ya da Numa’ya** kadar giden çok eski bir geçmişi vardı. Forum olmadığı zamanlarda kamusal toplanma yeri idi. Cumhuriyet ve İmparatorluk zamanlarında çok restorasyon ve tadilat görmüştür. Kamusal ocak ateşi orada Vesta bakireleri gözetiminde sürekli yanar, her yılbaşında (1.Mart) yenilenirdi. Vestal rahibelerin girebildiği “Penus”* denen en içdeki kutsal hücre kamuya açık değildi; sadece yılda bir kez (Vestelia şenliğinin yapıldığı Haziran 7-15 arası) matronların*** (olgun yaşdaki, evli, çocuk sahibi kadınlar) girmelerine izin veriliyordu. Festival günleri, batıl bir inançdan ötürü insanları sıkıntı ve vehim basardı. Şöyle ki; festivalin son günü binanın törenle süprülüp temizlenmesine özgülenmişti; süprüntülerin Clivus**** Capitolinus’da özel bir çöplüğe ya da Tiber Irmağına atılmasına kadar bir uğursuzlukla karşılanacağı korkusu vardı.

Vesta’ya tapınma töreni Vesta rahibelerince hazırlanırdı. Araştırmacılar arasında tartışma konusu olsa da, muhtemelen Kralın evinde başlatılan törenin uzantısı idi ve ilk önceleri Kral kızları olan ve ocağı gözlem altında tutan bu rahibeler töreni de yönetirlerdi. Başlangıçda 2 ya da 4 kişi idiler; ocağa alınma yaşları 6-10 arası idi; Vestal olarak görevleri, evlenme ya da nişanlanma çağına gelinceye kadar 5 yıl sürüyordu; daha sonraları, bakire kalma yemini eden ve 30 yıllık görev taahüdünde bulunan adayların 6’sı, Kral’ın din görevlerinin temsilcisi “Pontifex Maksimus - Büyük Piskapos” tarafından seçiliyordu (Yüksek rahip anlamında kullanılan pontifex sözcüğü Lât. “pons = yol, köprü” ve “facere = yapmak” sözcüklerinden, mazimus ise “magnus = büyük” sözcüğünün süperlativ formu yani “en büyük; bütün bu sözcüklerin benzer biçimlerine zamanımızda çeşitli dillerde rastlarsınız). Ancak, rahibelikden vazgeçip evlenen kızları engelleyecek bir yaptırım yoktu; fakat gelenek ve inanç bağlılığı evlenenlerin sayısını ihmâl edilecek düzeyde tutmuştur. Seçilenlerin belli bir yaşda olması, saygın, özgür ve her ikisi de hayatta olan ana babadan (patriae et matriae - analı babalı) özgür doğmuş, bedensel ve ruhsal bir kusuru olmayan kızlar olması gerekiyordu. Sonradan, azad edilmiş köle kızları da seçilebilir oldular. Pontifex seçilen kızın elini tutar, kabûlü resmî hâle getiren formülü dile getirirdi: “te, Amata, capio - sevgili kızım, seni alıyorum”. Kızın saçı kesilir, kesilen saç belli bir ağaca asılır ve ona eski dönemlerin gelinlik kıyafeti giydirilirdi; bazılarının yorumunun tersine, bu gelenek onun belli bir tanrı ile evlendirildiğini simgelemiyordu; asıl anlamı gelinin de Vesta rahibesinin de bakireliği simgelemesi idi. Vestallerin, başka Romalı kadınlara tanınmamış bir çok ayrıcalıkları vardı; baba ya da koca vesayetinden (manus) arınmış idiler; ancak, görevlerini ihmâl etmeleri hâlinde kendilerini cezalandıma hakkı olan pontifex maximus’un emrinde idiler.

Yükümlülükleri kutsal ateşi sönmeye bırakmamak (sönmesi hâlinde dayakla cezalandırılıyorlardı); bekaret yeminlerini tutmaktı (bunun ihlâli, diri diri yakılmayı gerektiren en ağır suçtu). Ayrıca, kutsal pınardan su getirmek (Vestal kentin su sistemini kullanamazdı), ritüel için gerekli kutsal yiyecekleri hazırlamak (“muries” - salamura yiyecek ve “mola salsa” - tuzlu çiğ et) ve Aenas’ın getirdiğ kutsal eşyanın saklandığı “penus”un* bekçiliğini yapmak onların ikincil görevleri arasında idi.

Bu kutsal bina ile (Foruma bitişik, doğu çukurluk alandaki anıtların bulunduğu) Velia arasında (İtalya güneyindeki Parmanides’in doğduğu “ Velia - Elea” değil), başlangıçda adı, kutsal yuvayı da içeren tüm kutsal alana verilen görkemli “Atrium Vestae”, kusanmış bir koruluk, Regia (Yönetim binası, pontifex maximus’un karargâhı) ve vestallerin evi (sarayı) bulunuyordu. Vestallerin yuvası, çevresinde daha önceki vesta bakirelerinin heykellerinin dizildiği bir revaklı (sütunlu, kemeraltı galeri) açık avlu etrafında özenle inşa edilmiş iki üç katlı bir yapı idi (adı, özellikle çağdaş otellerin lüks alış veriş merkezlerine verilen “Atrium” Roma mimarlığında üzeri kısmen açık orta mekân’a deniyor “Atrium Vestae = Vestaların Atriumu; “ae” eki hem aidiyet bildiriyor hem de “dişil çoğul” eki).

Çağımızda yapılan kazılarda ortaya çıkan muazzam mikdardaki ören varlığının büyük bölümü İmparatorluk dönemine ait görünüyor; pek çok sayıdaki vestal heykeli parçaları, Augustus’un pontifex maximus olup makamını Palatinus’dan Vestallerin Regia’sına taşıdığı tarihden İ.S. III. yüzyıla kadarki döneme ait. Augustus bir ikinci Vesta kutsal yuvasını sarayının ya içine ya da yakınına yapmış; ören yerinin karışıklığından tam alaşılamıyor.

Vesta kutsal yuvasında bir kült heykeli bulunmadığı için Tanrıça Vesta tasvirleri çok nadir bulunmuş. Ele geçenler, tümüyle katlı harmaniye kuşanmış, bazen sevdiği hayvan eşekle birlikde görünen Vesta imgeleridir. Ocak ateşi tanrıçası olarak, Vesta fırıncıların da koruyucusu idi; bazı tasvirlerinde yanında görülen eşek değirmen taşını döndürme aracını simgelerdi. Vesta ile fırıncıların kutsal ruhu “Fornax” arasında da ilişki kurulmuş (bu sözcük aynı zamanda Lâtincede “fırın” demek olup batı dillerine İt. “fornace”, Fr. “fourneau”, ing. “furnace” gibi benzer formlarla geçmiştir). Vesta Kültü, Palatinus’a yerleşme döneminden kalma Cacus ve Caca inancı ile de bağlaşık bulunmuştur. Herakles hikâyesinde anlatacağımız Cacus Aventinus Tepesinde bir mağarada yerleşik olduğuna ve ateş soluduğuna inanılan Roma öncesi ilkel canavar bir tanrıdır. Caca onun kız kardeşi olup, ismi ağabeyininkinin dişilidir. Bu isim “kaka - kötü” anlamında hemen tüm dillerde bugün kullanılmaktadır.

PLUTO : Yunan “Yeraltı Tanrısı” Hades’in tam özdeşi. “Hades” maddesinde yeterli bilgi verilmişti.

Dipnotlarda verilen bilgiler dışında Olimpos Tanrıları hakkında topluca bilgi sunmaya burada son veriyoruz. Okuyucularımızın sabrını tüketmemek için artık küçüklerinden başlamak üzere mitolojik öykülere geçeceğiz; ikincil tanrılar, öteki mitolojik kişilikler, şimdiye kadar anlatmadığımız ritüeller ve geleneksel törenler hakkında öyküler içinde yeri geldikçe açıklama yapacağız. Bu arada, Mükremin Bulut adında değerli bir mimar okuyucumun, yazılarımda bana destek ve şevk veren lûtufkâr ve nazik yorumlarına minnettarlığımı sunarım; özellikle, geçen yazımın “yorum” köşesine yaptığı katkı, interaktif araştırmanın en güzel örneğini oluşturduğu gibi, bir rastlantı eseri olarak, benim bu bölüm için bir bakıma final teşkil edecek bir yanıt vermeme vesile oldu.

* Penates : Yiyecek ihtiyacını dolayısiyle ocağı da gözeten periler ya da ikincil tanrılar; ev içinden, özellikle kilerden sorumludurlar. Etrüsklerin Romalılara tanıttığı bu canları, Troya yangınından Aeneas’ın kurtarıp Romaya getirdiğine, bunların Vesta evine sığındıklarına inanılıyor. Etimolojik olarak “Penus” sözcüğünden türemiş olup “yemeği gözeten” anlamındaki bu sözcük de aynı zamanda kutsal bir yuvanın en iç hücresini ifade ediyor. Latince “Penetrare = içine girmek, sokulmak, nüfuz etmek” fiili (İtalyancası aynı, İng. to penetrate, Fr. Pénétrer gibi biçimlerle) batı dillerine geçmiş. Erkek cinsel organı demek olan “penis” de bu sözcükden geliyor. İngilizce konuşan topluluklarda bu sözcük argoda (öfemik amaçla, fakat istihza ile) “penus” olarak telâffuz edilir.

** Numa Pompilius : Romulus’dan sonraki Roma kralı (Cumhuriyetten önceki yedi kraldan ikincisi).

*** Matron : Şimdi (Mafia babaları da dahil) “işveren” yerine kullanılan “Patron”un dişil karşılığı...
Patron “Pater - baba”dan, Matron “Mater - anne”den türemiştir.

****Clivus Capitolinus : Tiberius Tak’ı yakınından başlayıp, iki taraflı anıtlarla çevrili Capitolinoya götüren yol.


NOT : Sayın Mükremin Barut’un mültefit beyanları ve katkıları için tekrar teşekkür ederim. Mitoloji konulu tablolar yapmak gibi ilginç uğraşısını da öğrenince, özellikle memnun oldum; oldukça sadık bir resim sergisi ziyaretçisi olarak, Ankaralı dostumla bir araya gelmeyi çok arzuluyorum. İstanbulda (galiba AKM’de) bu konuda bir sergi gördüğümü hatırlıyorum; acaba Sayın Barut’a ait mi idi, yaşıma bağışlasın onu aklımda tutamadım. Geçen yazıma verdiği yorum üzerinde uzun uzun durmaya değer. Yezidî inancı ile Prometheus lejandı arasında bir ilinti olabileceğini savlıyor. Belki bu merakı benim “Prometheus” öyküsünü önlere almamı gerektirecek. Buradaki yerim elverişli olmadığı için, bu konudaki görüşümü çok kısa vereyim (Yabancı ansiklopedilerin Kürdistanda (!) doğduğunu yazdıkları Yezidîlik ve Prometheus hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler şimdilik kaynak kitaplara ve ansiklopedilere de başvurabilirler): Emevî soyundan gelen sufî bin Musafir tarafından kurulmuş olup, Zerdüşt dini, Manicilik, Yahudilik, Nasturî Hıristiyanlık ve İslâmın iyice birbirine karıştırıldığı, fakat sonunda Tanrının birliği yerine “Bir Tanrı yanında 7 yönetici melek” gibi gene “paganist” bir kabûlün ortaya çıktığı Yezidîlik oluşurken elbette bir çok söylenceler örnek alınmış olabilir. Ancak, Tanrıya karşı gurur yapan Şeytan’ın sonradan tövbe edip “Melek olması” meseli ile çamurdan ilk “erkek” insanı yaratarak ve desise ile Zeus’dan ateşi çalıp insanın emrine veren titan Prometheus efsanesi arasında, doğrusu ben pek bir bağ bulamadım; bir yandan ateşin (mecazî olarak “bilgi”nin”) çalınarak Zeus’un tekelinden çıkarılması ve onun kıskançlığını tahrik etmesi, öte yandan ateşin maden ergitme yolu ile silâh yapımında kullanılacağından Zeus’u endişe ettirmesi gibi yorumlar Yunan inancında (hep vurguladığım ve realist bulduğum) “düalite”ye işaret ediyor. Öykünün ilk bölümünde hangi tarafın haklı olduğunun tam bilinemediği bir egolar çatışması gibi, insan doğasına uyan realist bir mesaj vardır. Zeus (intikam niyeti ile) kadını (Pandora’yı) yaratacak, onu, eline belâlı bir kutu verip Prometheus’un kardeşi Epimetheus ile evlendirecek; o kutudan Dünyaya kötülükler yayılacaktır. Oysa Yezidîlikde, tersine, Şeytan (kötülük) yokedilerek “düalite” ortadan kaldırılmıştır; bu bakımdan Yezidîlik, sufî inanç sistemlerinin geneli gibi naiv, romantik ve utopikdir. Yezidîlikle Prometheus mit’inin münasebetini bilemiyeceğim ama, Zeus’la Prometheus ilişkisini baba-oğul Bush’lara karşı Saddam’ın (keza, öteki isyankâr Doğu liderlerinin) durumları ile kıyaslayabilirsiniz sanırım. Yezidîlikde Şeytanken tövbe eden başmelek “Melik Taus - Kral Tavus” adını taşır. Bunun da “prometheus” ile etimolojik bağı olabileceğini pek sanmıyorum. Arapça kökenli “Tavus” bizim bildiğimiz tavus kuşudur; Sanatta Yezidî melekleri “tavus kuşu” olarak simgelenir. Prometheus ise “Pro = ön” ve “merimna = düşünce” sözcüklerinden türemiş olup “Ön görüşlü - ileri düşünceli” demektir. Öc alma demek olan “tisis” masdarından geldiğini de söyleyenler var ama bunu da ben pek isabetli bulmuyorum. “Pro” zamanımızda her dilde kullanılyor (doğması olasılığı olan bir sorunun çaresinin baştan düşünülüp önlem alınması anlamına gelen “pro-aktif” gibi). Dizimizin başlarında sanat perilerinin annesi “Mnemosine”yi tanıtırken, bunun Yunanca bellek anlamındaki “mneme” ile ilgili olduğundan söz etmiştik (Lat. memoria, Fr. Mémoire, İng. memory ; “anıt” demek olan Lat. memento, monumentum batı dillerine “monument” olarak geçmiştir). Yunanca “Mne” ya da “me” kökü, salt, belleği değil pek çok zihinsel etkinliği anlatan kavramın türemesine yol açmış (zaten sanat perileri de çok çeşitli zihinsel beceriyi temsil ederler); bu bağlamda Yunanca “merimna”, Latince “mens” düşünce, akıl demektir; “mental = zihinsel” sözcüğü de oradan gelir.
Yayın Tarihi : 2 Ocak 2007 Salı 11:02:25


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
büşra turan IP: 85.103.243.xxx Tarih : 22.11.2007 16:07:18

iyi güzel bu site ama dahada iyi olabilir çok beğenmedim ama yinede güzel olmuş


Teoman Törün IP: 88.224.129.xxx Tarih : 3.01.2007 18:01:30
Sayın Barut'un sorusuna (şimdilik kaydı ile) özet yanıttır. gerçekden Yunanlıların kültür, uygarlık ve mitolojik geleneklerini Mısır, Girit, Mezopotamya gibi eski görkemli uygarlıklardan toparladıkları kesin bir gerçek; mitolojik gelenek gibi kognitiv (sistematik araştırmaya dayanan) bilgiyi, rasyonel felsefeyi de Mısırlı hocalarından öğrendiklerini bu ülkeyi ziyaret eden Parmanides, Thales, Pythagoras vb. gib filozoflar ikrar ediyorlar. Kendilerinin "Hermes Trimegistos" dedikleri ve tarihsel kayıtları tam çıkarılamayan büyücü Toth ile özdeşleştirdiklerinden Hermesle ilgili maddede (MKS -6-)söz etmiştim. Mistik yaklaşımları olan ve yerine göre Mitolojinin mahrem (clandestine)uygulamalarına başvuran Masonik öğreti bu olayı demek biraz değişik yorumlamış. Hep yinelediğim gibi yazılı kayıt dışı geleneklerin farklı farklı nakledilmesi ya da yorumlanması gibi bir kaderi var. Sizin hatırınız için gene önlere alacağım bir Hermes öyküsü vesilesi ile daha geniş ve tatmin edici yanıt bulmaya çalışacağım. Saygılarımla.

K. Mükremin BARUT IP: 88.226.19.xxx Tarih : 2.01.2007 13:28:17
Sayın Yaman TÖRÜN üstadım. Yazınızı bir çırpıda okudum. Beni aydınlattınız. Ama sanırım bir iki kez daha okuyacağım. İlginize çok teşekkür ediyorum. İstanbul'da konusu Mitoloji olan iki sergim oldu. Biri Nişantaşın'da YONCA SANAT GALERİSİ, diğeri ise Altunizade'de Uran Holdinge ait URAN SANAT GALERİSİ. Bu iki galeri de hala yaşıyorlar mı bilemiyorum. Mitolojiye olan ilgim üç döneme ayrılıyor. 1982 den 1991'e kadar, doymak bilmeyen merakımı gidermek için okudum. 1991 den 2001'e kadar sergilerimin arka planında, olayları yerli yerine oturtmak ve konu zenginliği için okudum. Şimdilerde ise Semavi dinler öncesi ve hatta onlar varken bile devam eden Pagan İnanç Sistemininin dünyayı yorumlama biçimini algılamaya çalışıyorum. Beni cesaretlendirdiniz. SİZE BİR SORUM DAHA VAR ? HERMES. Aslında Hermes Masonik Öğretide Mısıra gidip orada İnisiye olmuş Yunanlı bir rahip. Yaşayan, canlı, sizin gibi, benim gibi bir Ademoğlu. Batılıların medeniyetin beşiği olarak referans aldıkları Yunanistan o dönemde; cahil, ümmi. (Çünkü onların kültür orijinleri suyun bu yakasında ve Girit'te) Dolayısıyla Yunanlılar Hermesi yücelterek onu tanrıların habercisi melek olarak tasarlıyorlar. Bir bakıma da doğru. Hermes; Mısırda öğrendikleriyle, ülkesine dönüp içinde yaşadığı topluluğu aydınlatmaya çalışıyor. Mitoloji bununla da yetinmiyor. Suyun bu yakasında, Bodrum'un Bardakçı koyunda Melek, ya da delikanlı Hermes'i görüp ona aşık olan Afrodit'i onunla bedensel olarak birleştirip HERMAFRODİT'i yaratıyor. Sizce bu yine o topluluğun hiç evlenmeyen Rahip Hermes için mitoloji ile yüceltilmiş yorumu olabilir mi ? Şimdi izninizle sorum şu ? Hermes benim sandığım gibi tek bir varlık mı ? Saygılarımla. K. Mükremin BARUT MİMAR 2 0CAK 2007