17
Haziran
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -52-


ÇİÇEK MİTOSLARI (NARKISSOS-Nergis, HYAKINTHOS-Sümbül, ADONIS’in çiçeği
“Gelincik”) :

Edith Hamilton, Yunanistan’ın çoğu yeri çorak, engebeli arazisi, kayalık dağları ile bereketli bir alanda olmamasına karşın bu eksiğini, rüzgâra açık tepelerinde, cılız akarsuların batak kıyılarında dünyanın en göz alıcı renk ve güzelliğinde yaban çiçeklerini barındırması ile giderdiğini söylüyor. Bu coğrafya eski çağlarda da böyle imiş ve ilk masalları anlatan ince ruhlu ozanlar elbette, bu yaban güzelliklerin tanrısal kaynaklardan alındığını anlatacaklardı.

NARKISSOS (Lât. NARCİSSUS): Narkissos’un bizdeki karşılığı “Nergis” de bir çiçek adı olarak (öyküdeki kahramanın tersine)kız evlatlara verilen sevimli isimlerden biridir. Demeter bölümünde de anlattığımız söylenceye göre, ışıldayan eflâtun ve gümüş renkleri ile bu çiçeği, Zeus, Persephone’ye aşık olan karanlık yeraltı dünyasının efendisi kardeşine yardım için yaratmış. Enna ovasında, nedimeleri ile birlikte, çimen, safran, menekşe, iris (pas lâlesi) ve sümbüllerin doldurduğu bir çayırda dolaşmakta olan Persephone’nin gözleri yaşamında ilk kez rastladığı bir çiçeğe takılmış. Bu çiçek goncasına uzanıp almak isteyen, yer yarılmş, Persephone Hades’in kucağına düşmüş. Nergis diye tanıdığımız bu çiçeğe ruh veren Narkissos’un mit’i, İ.Ö.VIII. ya da VII. asırlara rastlayan bir Homeros ilahîsinde anlatılmıştır. Konuyu ikinci kez ele alan Ovidius onu çok farklı motiflerle süslemiştir. İki öykü arasında 7 asırlık zamanın olduğu kadar Yunan ve Roma beğenilerinin farkı açıkça gözlemlenmektedir. İlahî, konuya yoğunlaşmış nesnel bakışlı, yalın üslûptadır. Ovidius ise öyküyü, her zaman yaptığı gibi, konvansiyonel mitoloji dışında lejandlar katarak ve doyulmaz bir edebî lezzetle sunmaktadır. Ovidius bu öyküyü, bir bilicinin kehaneti ile başlattığı için, çeşitli mitlerde yer alan “Tiresias” adındaki bu bilicinin tanıtımını araya sıkıştıralım:

TIRESİAS (TEIRESİAS) : Mitlojide genelde, Thebai’nin kör kâhini olarak bilinen Tiresias, (Kadmos efsanesinde görüleceği üzere) Thebai’nin kurulduğu alanda yerden silâhlı olarak biten Spartos denen savaşçılardan (Spartoi) Udaeus soyundan çoban Everesin ve nympha Khariklo’nun oğlu imiş. Thebai’lilerin atası Kadmos’dan başlayarak Thebai’nin yedi kuşak sultanına danışmanlık yapmış. En yaygın söylenti kör olmasını “tanrıların sırrını ifşa etmesinin cezası” diye açıklar. İ.Ö.V. yüzyılın, Atinalı, Attika masallarını kronolojik dizi ile sıralamaya çalışan mitoloji bilgini Pherekydes’e göre ise kör edilmesinin sebebi “Athenayı yıkanırken dikizlemesi”dir. Pherekydes’in bu iddiası İ.Ö.IV. asır İskenderiyeli gramerci ve ozanı Kallimakhos’un “Yıkanan Bakire” şiirine ilham vermiş. Tiresiasın, bir Athena nymphası olan, annesi Khariklo oğlunun görme yetisinin iadesi için yalvarması Athena’yı verdiği cezadan vazgeçirmemiş; ancak; buna karşılık kulaklarını keskinleştirmiş. Bir de aşağıda anlattığımız Hera’yı kızdırma hikâyesi var.

Tiresias Mora’da, Kyllene Dağında dolaştığı bir sırada çiftleşmekte olan iki yılan görüyor; sinirine dokunan bu manzara karşısında elindeki sopayla onlara vuruyor. Hayvancıkların bu doğal güdülerine müdahale Olympos’un Hanımefendisi Hera’yı kızdırıyor ve Tiresias’ın cinsiyetini değiştiriyor. Bazı lejandlar yedi yıl boyunca kadın olan Tiresias’ın evlenip en ünlüsü “Manto” olan çocuklar doğurduğunu, “Hera Rahibeliğine” kabul ve kendisine “Mantik - Kehânet Yeteneği” bahşedildiğini anlatır. Ünü tüm Peloponessos’u tutan bir fahişe olduğunu söyleyenler de var.

Bu transeksüel, cinsiyet değiştirmesinden yedi yıl sonra gene kırlarda çiftleşen iki yılana rastlayınca kimi söylenceye göre onları kendi hâllerine bırakmış, buna mükâfaten erkek hâline dönmüş; başka iddialara göre tekrar onlara değnekle vurunca tılsım gereği cinsiyet değiştirmiş. Ovidius’un bu ikinci şıkkı kabul ettiği anlaşılıyor. Hyginus katalogu da öyküyü bu versiyonu ile almış. Bu öykü, Hesiodos’un kayıp dizelerinde de yer alıyormuş.

Tiresias hem erkek hem kadın olma deneyimi yaşadığı için, Olympos’un efendisi Zeus ve karısı Hera tarafından cinsel ilişkiler danışmanı yapılmış; ancak, bir gün, hangi cinsin daha güçlü libidosu olduğu kendisine sorulmuş; “kadının erkekden on kez daha fazla zevk aldığı” yanıtını verince, fiyakası bozulan Hera çok öfkelenmiş, zavallının gözlerini kör etmiş. Zeus, karısının bu zûlmünün önüne geçememiş; fakat Tiresias’a yedi kuşak boyunca öngörücülük yeteneği ve Zeus Rahipliği misyonunu vererek körlüğünü telâfi etmiş ve onurlandırmış.

Mitolojik bir figür olması yanında, Tiresias, arkaik Yunanlı’ın ilgisini çok çektiği için inanç yaşamına giren hemen tüm ögeleri temsil etmektedir. Özellikle körlüğü ile ilgi çeken biliciği; zaman zaman doğal bir ritüel’e, küfür kabul edilen, tepkileri; Asklepeos’un ve Hermes’in (Kaduse) kullandıkları çiftleşen yılan simgeleri; kutsal bir adama verilen çifte cinsiyet vb. mistik özellikler… Narkissos mit’i dışında pek çok efsanede, dolayısıyla, başda “Odyseia” olmak üzere destanlar, Euripides’in “Bacchae”, “Fenikleli Kadınlar, “Iphigenia Aulis’de”, Sophokles’in “Kral Oedipos” ve “Antigone”, Aiskhylos’un “Thebai’ye Karşı Yediler”, Lâtin yazarı (oğul) Seneca’nın “Oedipus”u gibi birçok klasik tiyatro oyunlarında tanrıların elçiliği kimliği ile göründü. “Oidipodeia” ve “Thebais”destanlarının devamı olan ve müellifi bilinmeyen şiir ve öykülerden oluşan “Epigonoi” adlı Yunan destanı’na da girmiştır.

Ölümü, efsaneye göre, “Tilphussa” pınarından su içerken Apollo’nun oku ile olmuş.

Kökeninin, İ.Ö. XIV. asıra, Giritte Knossos’a dayandığı, burada bulunan “Linear B” yazıtlarında “Qe-re-si-ya” hecelerinin oluşturduğu sözcüğün, Yunandaki benzer mitlerle ilşikilendirilmesinden çıkarsanıyor. Giriti istilâ eden Dorların “Q” sesini “T”ye çevirerek, sözcük sonuna Yunanca eril eki “S”nin getirildiği; böylece adın “Teresias” haline getirildiği sanılıyor; Ionca’da da “Teiresias” yapılmış; sonraki Yunan lehçelerine de “Tiresias” olarak geçmiş.

Tiresias, bilici ve biseksüel (çifte cinsli ) olma kimliği ile, daha sonraki ve zamanımız yazınını ve sanatını çok etkilemiş. Dante’nin “İlâhî Komedyası”nda biliciliği ile Tanrının işine karıştığı için, 8 katlı kabul etti cehennimin dördüncü çukurunda, kızı Manto ile birlikde başı geriye döndürülmüş yürümeye mahkûm olarak gösterilmiş. Lord Alfred Tennyson’un “Tiresias” adlı, T.S.Elliot’un gene onu konu alan “Waste Land-Virane Ülke”, John Milton’un “Paradise Lost-Yitik Cennet” isimli şiirleri var. Guillaume Apollinaire’in gerçeküstü formatlı bir metnine dayanarak, Fransız kompozitörü Francis Poulenc “Les Mammelles de Tirésias-Tiresias’ın Memeleri” isminde bir opera bestelemiş. Keza, Amy Seham adındaki Hintlinin “Tiresias” adlı müzikâline, Genesis’in, metnini Elliot’un “The Waste Land” şiirinden aldıkları “Cinema Show” adlı şarkısına esin vermiş. Carol Ann Duffy “The Wold’s Wife-Dünyanın Zevcesi” koleksiyonunda “Bayan Tiresias” adlı bir şiire yer vermiş.

Ikonografya alanında ounla ilgili eserlerden, Heinrich Füssli’nin, Viyana, Albertina Grafik Eserler Koleksiyonunda saklanmakda olan “Tiresias’ın Ulyseeus’a (Odysseos) görünmesi” tablosu; Fransa Ulusal Kitaplığında sergilenen İ.Ö.IV. asırda yapılma cam kapaklı çifte kulplu bir vazo üstündeki aynı konulu resim en ünlülerindendir.

Yeniden dönelim NARKİSSOS mitos’una :

Zeus’un bilicilik yetisi bahşettiği Tiresias’ın bu marifetini ilk sınayan kişi karanlık ırmağın nymphası Liriope olmuş. Üstünde Parnassos dağının kule gibi yükseldiği Delphi Apollo’nun kehanet merkezi idi. Apollo’nun esin kaynakları onun kutsal pınarı Kastalia ve ırmağı Kephissos idi. Kephissos Liriope’nin güzelliğine dayanamamış; büklümler yapan bedeni ile sarılıp ona sahip olmuştu. Liriope’nin bu bu birleşmeden bir oğlan çocuğu oldu. Adını “Narkissos” koyduğu ve daha beşiğinde iken bakanların yüreklerini ürperten bir güzelliği olan bebeğin uzun yaşayıp yaşamayacağını Tiresias’dan sormuş. Aldığı: “Evet, yaşayabilir; kendini tanımaya kalkışmazsa…” yanıtından uzun süre bir anlam çıkaramamış. Fakat, olayların gelişmesi kehâneti doğrulayacakmış.

Kephisus’un oğlu onaltı yaşına gelince, ona sadece kızlar değil pek oğlan da aşık olmuş. Fakat özenle yetiştirilmesinin verdiği gurur yanına yaklaşılmasını engelliyormuş. Günün birinde, ormanlarda yakaladığı bir geyiği sürüklerken Ekho adında çaçaron tabiatlı bir nympha onu görmüş. Ekho’nun bedeni yokmuş; salt sesi varmış. Bir zamanlar, Zeus ile birlikte gönül eğlendirmekte olan nymphaların Hera’ya yakalanmalarını önlemek için bu büyük Hanımefendiyi bitmez tükenmez gevezelikleri ile lâfa tutar; Zeus gözdeleri nymphaların kaçmalarını sağlarmış. Günün birinde bu marifetinin farkına varan Hera, onun konuşma yeteneğini kısmî felce uğratmış; salt, işittiklerinin son ibarelerini tekrarlamakla sınırlandırmış. İşte bu Ekho, kırlarda yalnız dolaşan Narkissos’a âşık olur, onu adım adım izlemeye alır. Ona kompliman yapmak ister ama konuşamadığı için meramını anlatamaz. Bekler, “başka bir yerden ses gelsin de onu tekrarlayarak sesimi Narkissos’a ulaştırayım” diye… Şansına, oğlan kırların güzelliklerine kendini kaptırmış, yürürken arkadaşlarından uzaklaşmıştır. Yalnız kaldığının farkına varınca, geriye dönüp seslenir: “Kimse var mı, burada?” Ekho hemen yanıtlar: “Burada...” Narkissos etrafına bakınır, kimseyi göremez; şaşkınlıkla daha yüksek sesle bağırır: “Gel!”. Ekho yankılamayı sürdürür: “Gel!”.

Bakalım Narkissos ve Ekho görüşüp konuşabilecekler mi?


tytorun@hotmail.com
Yayın Tarihi : 20 Haziran 2007 Çarşamba 17:23:22


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?