16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -54-


HYAKINTHOS (Sümbül) : Güzel bir gencin ölümü üzerine hasıl başka bir çiçek de “Hyakinthos - Sümbül”dür (bu çiçeğin adı Batı dillerine, bu sözcüğe çok benzer biçimde geçmiştir; Lât. Hyacinthus, Fr. Jacinthe, İng. Hyacinthe, İt.Giacinto, İsp. Jacinto. Botanikdeki adı Latincesidir). Ancak, Mitos’taki tarifi bizim bildiğimiz sümbüle benzemez. Zambak biçimli, koyu erguvan, bazen de lâl (kızıl) renkli olarak tanımlandığına göre, anlatılmak istenen: ya iris (süsen) ya hezaren çiçeği ya da hercaî menekşe olsa gerektir. Her halde, aynı konuda peş peşe gelen söylencelerde kaçınılmaz saptırılmalarla isim galat olarak intikâl etmiş. Botanik’te eskiden “Zambakgiller” familyasından kabul edilirdi; şimdi “Hyacinthaceae” denilen özel bir gruba alındı. Bu gencin yurdu, Mora Yarımadasının güneydoğusundaki Eurotas Irmağı üzerinde, Dor kabilelerinin büyük göçü öncesi, o diyarı kontrol altına alan iki kasabadan biri olan Amyklai idi (öteki “Therapmai”). Bu yörede, Dor istilâsı sonrası dört Dor köyünün birleşmesi ile “Sparta” ya da “Lakedamon” denilen devlet doğacaktır. Hyakhintos efsanesi ve kültü Yunanlılar öncesine, Mykenai uygarlığı dönemine, geriye gider. Amyklai kasabasına adını veren “Amyklas”ın (bazılarına göre “Oibolos”un) ve Diomede’nin oğlu kabul edilir. Daha sonraki Yunanlılar ise, Makedonya Kralı Pieros’un Kleio’dan (“epos - kahramanlık destanı, hamaset” ve tarih musası) olma çocuğu olarak biliyorlar.. Yüzü çok güzel bir çocukmuş; Thamyris adındaki efsanevî müzisyen’in onun aşkına “pederasti’yi - oğlancılığı” icat ettiği söylenir.

Ovidius, bu öyküyü, Metamorphosis’de Orpheos’un bir şarkısından nakleder. Güneşin Tanrısı Phoebus Apollo da bu parlak delikanlıya aşık olmuş; Eurotas yöresini ve surlarla çevrili olmadığı için korunaksız Sparta kentini korkutup, Amyklas’ın oğlunu kaçırmış; ona egemen olduğu göklerde mutena bir yer ayırmış. Tüm zamanını avda, dağ gezintilerinde, spor egzersizlerinde onunla birlikte geçirirmiş. Harpa’sını ve oklarını yanında bulundurmak gibi eski alışkanlıklarını da unutacak kadar kendini dağıtmış. Sadece, Hyakinthos ile dağ gezileri yaparken beraberinde avlanmaya yarayacak ağlar taşırmış.

Günün birinde, akşam vakti, Tanrı ve delikanlı giysilerini tümüyle çıkarmışlar; vücutlarını zeytinyağı ile yağlayıp disk atma yarışına soyunmuşlar. Yarışa Apollo başlamış; diski öyle bir fırlatmış ki; metal yuvarlak bulutları dele dele arş-üâlâ’ya varmış ve doğal olarak yeniden arz’a düşmüş. Bu mükemmel güç, hüner ve deneyim gösterisinden sonra, genç Spartalı büyük bir tehalükkle diski kapar; savurur; falsolu atılan disk sert zemine çarpar; döner, teker gibi yuvarlanarak zavallının alnının tam orta yerine vurur; acemice telâşın bedeli, bu ölümcül darbe ile, bir çiçeğin sapının kırılarak hayata küsmesi gibi yere yıkılmak olacaktır. Ovidius hikâyeyi böyle anlatır. Fakat öykünün başka bir versiyon’unda ise, Hyakynthos’a, İlkbahar müjdecisi, hafif Batı rüzgârı Zephyros’un da aşık olduğu; onun Apollo etkisi altına girmesini çok kıskandığı için, hasedinden ona da yâr etmemek için, disk yarışması sırasında şiddetli bir esinti yaratarak Apollo’nun attığı diskin rotasını değiştirdiği ve Hyakinthos’un yüzüne isabet etmesine sebebiyet verdiği anlatılır. Apollo, bu korkunç kaza karşısında dehşete düşer; böyle kazalı oyunlara genci iştirak ettirdiği için kendini suçlar. Can çekişen ve yüzüne ölüm solgunlığu gelmiş olan çocuğun alnından oluktan akar gibi kan boşanmaktadır. Tanrı onu kucağına alır; tedavi olanakları aştırır; fakat çok geç kalınmıştır. Yumuşak bir zemine yaralıyı yatırır ve feryada başlar: “Ah, keşke, senin yaşamın yerine kendiminkini verebilseydim! Ama seni yeniden yaşama döndürmek için ne yapabileceğimi düşünmeliyim!” der. Gönlü onu Hades’e göndermeye kail olmaz. Gencin kanları ile kıpkızıl olan çimenler yeniden yeşile dönmeye başlar ve o noktada harikulade güzellikte bir çiçek hasıl olur. Apollo, sevgilisinin adını verdiği bu çiçeği, her yıl düzenli olarak açtıracağına söz verir. Yunanlılarda bir süre “Hyakinthos” sözcüğü “Heyhat!” yerine geçen bir ünlem olmuş.

Amyklia merkez olmak üzere, çoğu Dor kentlerinde, Temmuz ayında “Hyakinthia” denilen, bir günü yas tutmaya, iki günü de yeniden diriliş şenliğine özgülenen festivaller yapılırdı. Ama yukarda değindiğimiz üzere (eskilerin akıllarını takdıkları “yaşam döngüsü”nü sembolize eden birçokları gibi), doğa güçlerine adanmış benzer bir cehennem kültü Helen öncesinde de vardı.

Minos’a karşı yapılan savaşta, Atina’yı veba ve açlıktan kurtarmak için kendi canlarını veren “Hyakinthides”in Hyakinthos kızları olduğu söylenir. Başka bir mitos da bu namdaki grubun “Erekhtheos’un kızları olup, Atinayı Eleusis saldırılarından korumak için kendilerini feda ettiklerini anlatır.

Hyakintos’un erkek olmasına karşın, efemineliği ve edilgenliği bakımından çiçek ismine lâyık görülmüştür ve gerek Batı dillerindeki karşılığı gerekse bizim Farçadan aldığımız “sümbül” kız çocuklarına verilen bir özel isim olmuştur. Hint-Avrupa kültür grubuna dahil olan Perslerde de, “Hyakinthia” şenliğine benzetilebilecek “Nevruz - Yeni Gün” yan i “Bahar Ekinoksu, Gün Dönümü” kutlaması da sümbül’ün çiçek açması ile simgelendilirmiş. Hazet-i Muhammed’in de favori çiçeği imiş.

İkonografyadaki ona ilişkn en ünlü eserler Jean Broc’un yaptğı “Jacinthe’in Ölümü” tablosu ve bir zamanlar Etrüsklerin din merkezi olan Tarquinia’da bulunmuş olup, Boston Museum f Fine Arts’da sergilenen bir kırmızı vazo üzerindeki “Zephiros ve Hyacinthe” resmidir.

Kuşkusuz Hyakinthos mit’i romantik İngiliz ozanlarına esin verecekti. XVII. Yüzyılın, “Paradise Lost-Yitik Cennet” isimli başyapıtın müellifi Milton “Lycidas” şiirinde; XIX. yüzyılın romantiği Keats “Endymion” şiirinde onu anlatmışlardır. Devrimci estetik uslûbu ile küçük hikâyeler yazan Oscar Wilde, bir öyküsünde anime ettiği çiçekler içinde “Hyacinthe’i farklı bir yere koyuyor.

ADONİS; Önceki bölümlerimizde Adonis’e bir hayli göndermede bulunmuş, onun, her yıl yeniden çiçeklenmelerle “yaşama dönmeyi”nü temsil eden kimliğinin kökeninin Sumerlere dayandığını; Sumer tanrısı Tammuz’danı başlayarak kültünün çeşitli uygarlıklara intikâl ettiğini söylemiştik. “Adonis” adı Fenikelilerin Samî dilindeki “Adon-Sahip, efendi”den gelirmiş. Kenaan diyarına gelip, ilk kez Fenikelilerin bir aşireti Yebusîlerin kralı (Adaletin Efendisi anlamındaki) Adonizek’le karşılaşan İbranîler “Adonai” de denilen bu kültü ondan öğrenmişler., “Ahd-ı Atik’de de (Tevrad) “Adonai” sıfatı “Tanrı”ya yapılan göndermelerden biri olmuş; özellikle anlamı tam bilinemeyen “Yehova”nın yerine de kullanılmış. Hesiodos, Adonis’i “Pkoiniks”in oğlu diye tanımlar (“Phoiniks” Fenikelilerin “eponim”idir; yani bu kavme ismini veren kökenidir). Cebel-i Lübnan’dan (Lübnan Dağı) çıkan ve Arapların şimdi “Nehr-i İbrahim” dedikleri ırmağa o zamanlar, Adonis’in kanları ile kızıllaştığına inandıklarından “Adonis’in Irmağı” adı vermişler. Oysa, bugün bu kızıllığın, civardaki demir bileşikleri içeren toprağın bu ırmağa karışmasından geldiği biliniyor. Fenike inancında, üremenin erkeklik ilkesini simgeleyen bu tanrı bir gün avlamak istediği bir yaban domuzu tarafından öldürülmüş, doğurganlığı temsil eden sevgilisi Aştart onu kurtarmak için cehenneme inmişti (Orpheos efsanesinin tersine kurtarıcılığa dişi unsur soyunuyor). Onun bu macerasını ilk anlatan Yunan ozanı İ.Ö.V.yüzyılda Panyasis olmuştur. Yunanlılar da her yıl yakıcı sıcaklarda kendi Adonis’lerinin ölümüne yas tutar, kan kırmızı gelinciklerin açtığı baharda yeniden doğumu için şenlik yaparlardı.

Apollodoros’a ait olduğu iddia edilen bir öyküye göre, Adonis Kıbrıs kralı Kinyras ile Metharme’nin oğlu imiş. Başka kaynaklar öyküyü farklı anlatıyor: Suriye ya da Smyrna (İzmir) kralı Theias’ın kızı Myrrha (ya da Smyrna), kendisine yeterli ibadeti yapmadığına kızan Aphrodit’in kışkırtması ile özbabasına aşık olmuş. Babası ile (bazı söylencelere göre 7 gece, bazılarına göre 40 gece) yattıktan sonra, babasının kendi kızı olduğunu fark edip gazaba gelmesi üzerine tanrıların yardımı ile kaçmış ve mersin (ya da mürrüsafi) ağacı halini almış; 9 ay sonra ağacın kabuğu yarılarak Adonis doğmuş. Bu olay Ovidius’un bir öyküsüne de başlı başına bir konu olmuş. Bebeğin doğumuna methâldar olan ve Tanrı olsun ölümlü olsun, onu gören tüm erkeklerin yüreklerini ezen Aşk Tanrıçası Aphrodit, onu görünce kendi yüreğinin parçalandığını hissetmişti. İlk önce, onu Persephone’nin bakımına emanet etti. Doğumundan beri aşık olduğu, sadece kendisinin olmasını arzu ettiği bebeği geri almak istediğinde, Adonise aynı şiddette aşık olan Persephon bu dileği reddeti. Yeraltı Ecesi bu aşkı kimse ile paylaşamak niyetinde değildi. Hades’de ikamet edeceği zamanları da Adonisle birlikte geçirmek istiyordu. İki tanrıça arasındaki anlaşmazlığın çözümü Zeus’un (ya da ona niyabeten epik şiir ve hitabet musa’sı Kalliope’nin) hakemliğine sunuldu. Karar, Adonis’in sahipliğinin ikiye bölünmesi; güz ve kış aylarını kapsayacak biçimde yılın yarısının Ölüler Ecesinin hakkı, diğer yarısının Aşk ve Güzellik Ecesinin hakkı olması biçiminde oluştu.

Adonisle birlikde olduklarında Aphrodit’in tüm uğraşısı onun mutluluğunu sağlamak ve görmek olmuştu. Av tutkunu olan sevgilisini, göklerde süzülen, kuğulara koşulu arabasında, avcı giysileri için de, keyifle izlerdi. Adonis’in zor geçit veren ağaçlıklar arasına daldığı zamanlarda da peşinden giderdi. Bir gün, bu ulaşım zorluğu, bir an onu gözden kaybettirdi. Adonis, av köpekleri ile bir yaban domuzunun ardına düşmüş; sonunda onu çıkmaz bir köşeye kıstırmıştı. Mızrağını fırlattı; fakat sadece yaralanan azman yaratık, acıdan iyice çılgına dönerek yıldırım hızı ile saldırdı; fildişlerine benzeyen korkunç dişlerini avcının böğrüne geçirdi. Sevgilisinin feryadını duyan Aphrodit kanatlı arabasıile göğe yükselerek onun yerini keşfetti ve yanına indi. Adonis zor soluk alıyor; can çekişiyordu. Böğründen dalga dalga gelen kan yeşil çimende kızıllıklar lekeler halinde serpilmişti. Tanrıça onu öptü; fakat kendini kaybetmiş olan eşinden karşılığını alamadı. Bu, Aşk Tanrıçası’nın yaşadığı en büyük düş kırıklığı oldu; ama sevgilisinin bedenine “nektar” püskürttü; çimene dökülen kanlardan gelincik dediğimiz çiçekleri hâsıl etti. Her yıl aynı mevsimde bunların türemesini sağlayarak özlemini giderdi.

İ.Ö.600’lerdn kalma bir Sappho şiir parçasından: Sappho etrafında toplanmış Lesbos’lu (Midilli) kadınların Adonis kültüne tapındıkları anlaşılıyor. Atinalı kadınlar “Adonis’in Bahçeleri” tabir ettikleri özel alanlara, bir tür hobi bahçelerine çabuk yetişen bitlilerin ekimini yaparlardı. Roma İmparatorluğu döneminde bile, özellikle Suriye yöresinde onun adına gizi ayinler yapılırmış.

Adonis’e ait Roma yapımı olduğu anlaşılan bir “torso”yu, yani insan gövdesi olarak kalmış heykel parçasını restore edip, tamamlanmış hâle getiren Fransız yontucusu François Duquesney’in bu eseri Louvre’da sergileniyor. Attika yapımı bronz bir Adonis heykelciğinin XIX. asır reprüdüksiyonu da Pompeii müzesinde… Gene Pompei’de bir duvar resminde “Aphrodit’in kollarında ölen Adonis” betimlenmiş. Lübnanda bir kaya içine oyulmuş “silâhlı bir ilkel Adonis heykeli” var. Vatikan Müzesinde “Ayakda duran Adonis” heykeli çok görkemlidir. İ.Ö. 410 yılında Aison tarfından imâl edilmiş, Adonis ve Aphrodit’in bir arada resmedildiği, lekythos (zeytinyağı kabı) biçimli aryballos denilen kırmızı vazo da Louvre’da sergileniyor. Rönesansdan itibaren, Michelangelo, Canova, Tiziano, Albani, Rubens, Poussin onun çeşitli serüvenlerini konu yaptılar. Luca Giordano da ölümünü yağlı boya tablosu ile işlemiştir.

Edebiyatda “Adonis” isminin mecaz olarak kullanıldığı pek çok örnek vardır; onlardan bir ikisini kaydedelim: Fransızların “Cavalier Marin” diye andıkları XVII. yüzyıl başının Napolili ozanı Giambattista Marino’nun “Adone” isimli 20 şarkılık şiir dergisi İtalyan Edebiyatının “Mannerism”den (aşırı stilize uslûplu sanat) “Baroque”a (şatafatlı, süslü üslûbun kullanıldığı sanat) geçişini temsil eden bir terim olmuştur. Amerikan yazarı Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” romanı kahramanı Willy Loman, iki oğluna, heder olacaklarını telmihen “Adonisler” nitelemesi yapmaktadır. O.Wilde’ın daha önce andığımız romanı “Dorian Gray’in Portresi”ndeki tablo ressamı Basil “bu genç Adonis” nitelemesi ile “heder olmaya mahkûm güzelliği” kastedmektedir. Shelley’in, yaşamını verem illeti yüzünden 26 yaşında yitiren ozan dostu John Keats için yazdığı şiirin adı, elbette “Adonais” olacaktı.


tytorun@hotmail.com
Yayın Tarihi : 29 Haziran 2007 Cuma 14:06:58


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?