HERMES (Romalılarda Mercurius): Pelajların (Pelegler - Pelasgoi) işgâl ettiği Peloponnes’in merkezî dağlık bölgesindeki Arkadia’nın (Ayılar Ülkesi) Hermes kült’ünün ilk merkezi olduğu sanılıyor; oradaki ilk inanca göre Hermes sürüleri koruyan çoban tanrısı idi; oradaki Sillen Dağı onun doğum yeri olarak ünlenmişti; özellikle o bölgede ona “bereket tanrısı” olarak tapılır; bu nedenle (sanat zevkinin incelip, tanrı heykellerinin antropomorfik yani insan biçimli yapılmasından önce) Sillen’deki amblemi sadece bir “fallus”dan (erkek cinsel organı) ibaretti. Posanias zamanında bu amblemin bulunduğu Ellis’deki Sillen mevkii müminlerin çok gönül bağladıkları bir ziyaretgâh olmuştur.
Daha sonra ise, Hermes’in “itafallik” yani abartılı bir biçimde iri olarak işlenmiş cinsel organı olan heykelleri yapılmıştır. Adının, Yunanca “sınırların ya da arazide belli bir merhalenin saptanması için kullanılan taş yığınlar” anlamında “herma” sözcüğünden türetildiği sanılıyor; bu nedenle de Atinadaki ilk sembolleri de “herma” denen stilize taş fetişlerdir. Kendisine atfedilen çok çeşitli işlevler içinde en fazla bilinen geçmişindeki Yer ve Cehennem tanrılarının (Zeus, Hades, Demeter, Persefon, Hekate, Erinyeler) arasındaki yeri, yani bir bereket ve ölüler tanrısı olduğu idi. Daha sonra tanıtacağımız Kabirlerden “Kadmilos ya da Kasmilos” ile özdeşleştirilir. Olimpuslular arasına girdikden sonra ozanlar onu Zeus’un ve Atlas kızı Maya’nın oğlu kabûl ettiler. Zeus’a iletişim konusunda hizmet ediyordu. İlk dönemlerde sakallı olarak gösterilen figürünün ayaklarında kanatlı sandaletler vardı; keza tac biçimindeki başlığında ve kerikeyon (Romalılarda “kaduseus”) denilen sihirli asasında da kanatlar taşıyordu; hareketleri süratli ve zarifdi .
Tanrılarından en kurnazı, hilebazı ve kariyeri henüz bir günlükken başlayan bir Hırsızlar Şahı idi. Hesiodos’un bir şiirine göre gün ağarken doğmuş, aynı günün batımından önce Apollo’nun sürü’sünü gizlice götürmüş. Zeus onu azarlayarak sürüyü sahibine iade ettirmiş; Hermesin, ayrıca, kaplumbağa kabuğundan yeni yaptığı lir’i (ya da kitara’yı) armağan etmesi karşısında Apollo onu affetmiş. Bu ilk gün öyküsü ile, Hermes’in Roma ve Delos’da bulunan Tüccar birliklerinin ve Piyasanın koruyucusu olması arasında her hâlde bir bağ olması gerek.
Her ne kadar böyle bir mizaca aykırı düşüyorsa da ölülere, ağır başlı bir törenle gidecekleri yere kadar kılavuzluk etmesi, yol kavşaklarındaki hortlakları kaçırarak yoldan geçen tellâlları, yolcuları, tacirleri koruması da görevleri arasında idi. Zaten, ister dürüst ister hileli yoldan olsun, koruduğu iş adamlarını desteklemesi onun bereket tanrısı olmasının gereği sayılmış. Edebiyatta da inançda da Hermes, sürekli olarak sürülerin koruyucusu olagelmiş; Tanagra ve başka bazı yerlerde ünvanı “şahmerdan – koçbaşı taşıyıcısı”dır. Bir kırsal alan tanrısı olarak bitkiler dünyasına hükmeden tanrılarla, özellikle (daha sonra tanıtacağımız) Pan ve nimfalarla yakın ilişkidedir. Bu kırsal ve bereket saçan karakteri ile “Ilyada”da Homer ona “cömert”, “her yerde yardıma hazır”, “iyi şeyler bağışlayan” gibi ünvanlar yakıştırmıştır. Odiseusda ise “tanrılararası haberciliği” ve “ölüleri Hades’e götürmedeki rehberliği” öne çıkar. Daha sonraki dönemlerde de, sanat ve mitolojide, sıklıkla haberciliği, postacılığı temsil edecektir; bu bakımdan öteki tanrılardan farklı konumda ve popüler olduğundan destanlarda ve münferit mitolojik öyküerde karşımıza daha sıkça çıkar. Ölülere yaptığı rehberlik bakımından doğal olarak (içlerinde Hades, Persefon ve Erinyelerin bulunduğu ölüler diyarının tanrıları ve ruhları ailesinden) chtonian bir tanrı sayılır. Atinada onun için bu yönü ile ilgili bir festival yapılırdı. Trajedi yazarı Eskleos, Hermesi, Yeryüzü ve Yer altı dünyasının ruhları arasında iletişimci olarak betimler. Bundan yola çıkılarak Hermes “rüyaların tanrısı” kabûl edilmiş; “rüyaların yöneticisi” diye de anılmış: Yunanlılar, uyumadan önce içtikleri içkinin son kadehini ona adayarak yere dökerlermiş. Ruhların güdücüsü olarak bazen terazi ile birlikde betimlenir.
Yukarda anlatığımız hırsızlık olayından sonra Apollo ile kafadar olmuş; onun gibi müziğe gönül vermiş; icadettiği kitarayı Apollo’ya armağan etmiş; müziğin patronu olmuş. Atina ve Sparta stadyumlarında yapılan sporları öğreten de o imiş; Apollo ve Herakles ile birlikde sportif oyunlara nezaret edermiş; stadyum ve jimnazyumlarda heykelleri yer alırmış. Gene Apollo’nun olduğu gibi peygamberlere özgü “hitabet – güzel konuşma” ustası imiş ve “hitabet – büyücülük – kehanet” tanrısı” sayılıyormuş. Onun kehânet merkezi Akaya’da “Faray”da idi.
Heykellerde, vazolarda, zamana göre farklı görüntüler vermiş; son dönemlerde sırtında koç bulunan (krioforos) atlet yapılı, sakalsız bir genç olarak tasvir edilmiş; onu betimleyen en ünlü heykeller Praksiteles’in Olimpia Hermes’i ve Lizippos’un Napoli müzesinde sergilenmekde olan Herkulanum bronzudur.
Hermafrodit (Hermafroditos) sözcüğü “biseksüel – çifte cinsiyetli” anlamında zamanmıza da gelmiştir. Hermes’de kişiliğini bulan Afroditos’u ifade ettiği söyleniyor. Ovidius, Martialis, Lukianos’un naklettiği mitlere göre Hermafroditos, Hermes ve Afrodit’in çocuğudur. Bu mit’i ayrıca anlatacağız. Hem erkek, hem dişi kavramı aslında Doğu’ya, Asya’ya dayanıyor; Kıbrıs yolu ile Yunan mitolojik geleneğine geçtiği anlaşılıyor.
Yunanlıların “Tot” biçiminde telâffuz ettikleri ve Mısırlıların eşyayı, bütün sanatları ve bilimleri yarattığına, yazıyı icad ettiğine inandıkları yargıç ve büyücü Ay tanrısı “Cehuti”yi Yunanlılar Hermes ile bir tutmuşlar; hattâ, geleneğe göre, okkültizm (büyücülük), astroloji ve simya ile ilgili yazılar yazmış çok eski bir Mısır kralı sanmışlar ve HERMES TRİMEGİSTOS (üç defa büyük Hermes) diye nitelemişler; onu simyacılığın babası kabûl etmişler. Onun yazdığına inanılan gizlicilik, teoloji ve felsefe metinlerine HERMETİKA denir. HERMETİZM (kimyanın ilkel şekli olan) simya öğretisi olup madenlerin birbirine dönüşümünü ve hekimliği konu edinmiştir. Zamanımızda Hermetizm gizlicilik ve büyücülük anlamını almıştır.
XX. Yüzyıl başında İtalyada ortaya çıkan modernist bir şiir akımına HERMETİZM (İtalyanca Ermetismo) adı verilmiştir. Kaynağını özellikle simgeci Fransızların başını çektiği 19. yüzyıl şiirinden alan bu akım 1916’da Ungaretti’nin “Il porto sepolto – Batık liman” şiir kitabı ile başlamışsa da, Francesco Flora 1936’da yayınladığı “La poesia ermetica – Hermetik şiir” isimli denemesinde, bu akıma belirsiz ve anlaşılması güç, bir anlamda büyülü simgeciliğinden ötürü “Hermes Trismegistos” adını vermiştir; bu niteleme de kestirmeden “Hermetizm”e dönüşmüştür.
Hermes’in, tanrıların birbirleri ve insanlarla arasında aracılık yapması ve kehânetteki ustalığı önce Aristoteles’e ilham vermiş, bu büyük filozof ünlü eseri “Organon”un ikinci kitabı “Peri hermenias”da anlamlara dayanarak önermeler aracılığı ile çıkarsamalar yapma formlarını geliştirmiş; böylece çağdaş felsefede, gerçeği ararken ve kuram tesis ederken kullanlacak yorum ve açıklamanın metodolojik yani yöntemsel ilkelerini inceleyen sistemin doğmasına yol açmıştır. Türkçeye YORUMBİLİM diye aldığımız bu yöntem tekniğinin orijinal adı HERMENETİKE’dir. Yunanca “hermenein” yorumlamak demektir; yani Hermes’den mülhem olarak, “dolaylı bağ kurmak”.
Yayın Tarihi :
24 Ekim 2006 Salı 19:15:04