16
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -60-


CUPID VE PSYCHE: M.S. II. yüzyılın (125–180 yılları arasında yaşamış) Constantine eyaletinden Madauralı Lucius Apuleius’un tek kaynak olduğu bu hikâye Ovidius tarzından sonra kendinden en fazla söz ettiren mitografik sanat eseri olmuştur. Gezi, bilim, felsefe ve hattâ okültizm’i (büyü) uğraşı konuları edinmiş olan bu Platon hayranı parlak bir hatip olan Latin yazar, Ovidius’u anlattığımız bölümde değindiğimiz gibi “Metamorphoseon Libri-Değişim Durumları” adlı eseri ile onun janrında bir hikâye külliyatı vücuda getirmiş ve ikinci Ovidius namına hak kazanmıştır. Edebî güzelliğe önem verdiği, öykünün içeriği ile gır gır geçtiği bu hikâyedeki müstehzi tarzından da anlaşılmaktadır.

Bir zamanlar bir kral ve üç kızı varmış. Hepsi dilber kızlarmış ama en genci, Psyche, güzellik ve vekarda ötekilerin açık ara üstünde imiş. Herkes onun tanrılara lâyık bir eş olacağını kabûl edermiş. Venus’un (Aphrodite) bile bu ölümlü karşısında aşağılık duygusuna kapılmış. Nitekim, aşk tanrıçasının tapınakları ihmâl edilir olmuş, boşalmaya başlamış. Venüs’ün bu duruma tahammül gösteremiyeceğini kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. “Ben ki, ölümsüz ve son derece ışıltılı rakibelerim Juno (Hera) ve Palas (Athena)’ya üstünlüğüm Jove’un (Jupiter-Zeus) onayına bağlanmış, emsalsiz bir güzellik ve aşk tanrıçasıyım. Bu küstah, kibirli ölümlü kız hangi cüretle bana şirk koşmakta, yıldızımı sözdürmeye kalkışmaktadır?” der. Bu tür bir sıkntıya düştüğünde her zaman yaptığı gibi, oğlu, parlak yüzlü, sırtında yayı ve ok sadağı olan kanatlı yumurcak Cupid’i yardıma çağırmış*. Cupid’in attığı okların hedefi olan kimseler dayanılmaz bir aşk ateşine düşüp yanarlarmış. Tanrıça oğluna: “Git, şu şıllığı, dünyanın en melun, en bayağı yaratığına aşık et” demiş; demiş ama, ona hedef olarak evvelâ Psyche’yi göstermekle büyük bir yanılgıya düşmüş. Bahçesinde iki çeşme varmış: birinde tatlı, diğerinde acı su varmış. Cupid iki amber kupaya ikisinden de birer miktar örnek almış; kupaları sadak’ına asarak Psyche’nin odasına gitmiş; alaca karanlıkta acı suyu onun dudaklarına sürmüş; fakat gözleri ortama alışıp, kız görünce hayran kalmış, ona karşı kullanmak üzere hazırladığı yay ve oku, içine düştüğü sersemlik içinde kendi yüreğine çevirmiş ve elinden kaçırmış. Yüzüne damlayan suların uyandırdığı Psyche, özel misyonlarında görünmez olan Cupid’in varlığını fark edememiş.

Cupid döndüğünde, zaten dili tutulmış olduğundan anasına bir şey söyleyememiş. Venüs’ün ona güveni tam olduğundan görevini yerine getirdiği sanısı ile bir şey sormamış. Fakat bir süre sonra, Psyche’nin, aşık olması gerektiği ejderha benzeri yaratıkla hiç ilgilenmediğini fark etmiş. Fakat, daha da tuhafı, Psyche’ye hayran olan herkes, sadece onun güzelliğine uzaktan bakmakla yetiniyor; kimse ona evlenme teklif etmiyormuş. Güzellikte ve yetenekte ondan geride olan kız kardeşleri evlenip yuva sahibi oldukları hâlde, o mahzun ve münzevî bir kenarda oturuyormuş. Doğal olarak bu duruma en çok ebeveyni kaygı duyuyormuş. Babası, kalkıp, ona uygun bir kocanın nasıl bulunacağı konusunda bir Apollo kâhinine danışmak üzere seyahate çıkmış. Pythian kâhini aracılığı ile Tanrının verdiği bilgiler çok ürkünçmüş. Cupid, Apollo’ya tüm olanı biteni anlatmış; annesi Venus’ün iradesi gereği, çok derin yas içindeki Psyche’nin kayalık bir dağ tepesinde yalnız bırakılması gerektiğini; oraya tanrılardan daha güçlü kanatlı, korkunç bir yılanın gelerek kızla evleneceğini söylemiş.

Evine dönen adamcağız hem kara bahtına hem kızına lânetler yağdırıyormuş. Kız “Babacığım bana esef etme; bizim kara bahtımız bir insanın lâyık olmadığı bir güzellikle beni onurlandıran tanrıların takdiri… Bu durum Venüs’ü tahrik etti. Ne yapalım, kaderime boyun eğeceğim.” dedi ve evden ayrıldı. Ana-baba saraylarına kapanıp, tüm günlerini yas tutmakla geçirdiler.

Dağ doruğundaki Psyche, gecenin sessizliği ve ayazında titreyip ağlarken, rüzgârların en yumuşak ve ılımanı Zephyros’un kendisini okşar gibi sardığını, kucaklayıp kaldırdığını hissetti (Çağdaş Yunancadaki “zefiri” ve bir zamanlar Osmanlıcada da kullanılan Arapça “zefîr” “nefes verme, üfleme” anlamına gelir). Kanatlanmış gibi, tepeden aşağı süzülüyordu. Çiçeklerin nefis bir koku cümbüşü yaydığı bir yeşilliğe, sanki kuş tüyü ile doldurulmuş bir yatağa kendini bırakıyormuş gibi indi. Öyle dingin bir ortamdı ki burası; derhal uykuya daldı. Uyandığında bir ırmak kenarında olduğunu gördü. Sahilde, bir tanrı için inşa edildiği izlenimini veren, altın sütunları, gümüş duvarları, değerli taşların kakılı olduğu basamakları ile,çok göz alıcı bir malikâne dikili duruyordu. Ortamda mutlak bir sessizlik vardı; malikâne terkedilmişe benziyordu. Bu görkem karşısında nutku tutulan Psyche binaya daha yaklaştı. Eşikde, bir süre duraksadı. Kulağına içerden sesler geliyordu. Biraz dikkat edince seslerin kendisine hitap ettiğini fark etti. Kendisinin hizmetkârları olduğunu söyleyen sesler ona korkmamasını, rahat olmasını, banyonun ve bir şölen sofrasının emrinde olduğunu bildirdiler. Banyo yaparak rahatladı; sofradaki nefis yiyeceklerle karnını doyurdu. Müzik başlamıştı; harpa sesine zengi bir koro eşlik ediyordu. Fakat bunlar dışında, koca köşk’te tümüyle yalnız kalmıştı. İçinden bir duygu, henüz karşılaşmadığı kocasının o gece onunla birlikte olacağını söylüyordu. Nitekim, geç vakit, kulağının dibinde yumuşak ve sevecen bir mırıldanma işitti. Yüzünü görmeden, gelenin hiç de canavar ya da korku verici başka bir yaratık olmadığını, özlediği sevgilisi, kocası olduğunu duyumsadı; birlikte oldular. Ama, oda zifiri karanlıktı; eşlik ettiği kimseyi göremiyordu. Eşi sabah ortalık aydınlanmadan ayrıldı. Aynı durum gecelerce yinelendi. Psyche birliktelikten büyük keyif alıyordu; ancak yüzünü gösterme isteğine kocası olumsuz yanıt veriyor: “Yüzümü görünce belki benden korkacaksın, belki de taabbüt edeceksin, tapınacaksın; ama senden isteğin beni sevmeye devam etmendir ve bu sevgi bir ilâha tapınır gibi değil, eşit varlıklar arasındaki aşk gibi olmalıdır.” diyordu.

Bir gece, ona: “kız kardeşleri kılığına girmiş bir tehlikenin” geleceği ikazında bulundu; evden ayrılıp, gittiği tepe doruğuna geleceklerini ve onun için yas tutuyor görüntüsü vereceklerini; onlara kanıp kendisinden bahsetmemesi gerektiğini; aksi hâlde kendisini kötü bir sonun beklediğini, kocası olarak bundan büyük bir azap duyacağını bildirdi. Kız söyleneni yapacağına söz verdi ama kaygı içinde olduklarını düşündüğü kız kardeşlerinin hasreti de yüreğine kor gibi düştü. O gece kocası geldiğinde ağlamaktan helâk olmuştu. Çaresiz kalan kocası: “Peki, bildiğini yap, fakat unutma ki, kendin için korkunç bir akıbet hazırlamış olursun; benden de ebediyen ayrı kalırsın” dedi. Kız yalvardı: “Senden de vazgeçemem; ama ne olur, kardeşlerimi görme mutluluğunu benden esirgeme” dedi.

Ertesi sabah iki kişi dağın doruğuna çıktı ve Zephyros tarafından malikânenin yanına taşındılar. Psyche onları bekliyordu; coşku ile kucaklaştılar. Sarayın içine girdiklerinde, konukların karşılaştıkları ihtişamdan gözleri kamaşmıştı. Kardeşleri ile buluşmanın mutluluğu yerini acı veren, firaklı bir gıptaya bırakmıştı. Böyle bir ikbâl ve servetin sahibi kocasının kim olduğunu sordular. Psyche ketum davrandı; o anda sürek avına çıkmış miras yedi bir genç olduğu yanıtını verdi. Ellerine altın mücevherat doldurarak, onları dağın doruğuna bırakması için Zephyros’a teslim etti. Ablalar aldıkları değerli şeylerden mutlu fakat yüreklari kıskançlıkdan tutuşmuş vaziyette ve Psyche’yi nasıl mahva sürükleyeceklerinin planını yaparak ayrıldılar.

O gece kocası Psyche’yi, ablalarını bir daha eve kabûl etmemesi için tekrar uyardı. Ama yüreği kardeş özlemi ile dolu kız bunu dinlemeyecek; kocasına olduğu gibi kardeşlerine de, sevdiği diğer yakınlarına da hasret kalacakdı. Eşinin söyledikleri doğru idi; ikinci kez ziyarete gelenler, onu tuzağa düşürme hazırlığını yapmış iki melûn kadındı. Onu ısrarla ve kurnazca sorgulamaya tabi tuttular. Psychenin şaşkın ve çelişkili yanıtlarından, kocasının yüzünü hiç görmediğini ve neye benzediğini bilmediğini çıkarsadılar. Ve sevecen bir tavır takınarak, Apolla kâhini’nin babalarına söylediklerini ona anlattılar; aslında korkunç bir yılan olan kocasının şimdiki incelik ve zerafetine aldanmamasını, sonunda bir gece onun sonunu getireceğini söylediler. Bunu engellemek için köşede bir lamba ve keskin bir bıçak bulundurup, o gece kocası uyuduğunda onun yüzüne bakmasını ve öldürmesini tembih ettiler. O esnada yakınlarda olacakları ve kendisini selametle evine götürecekleri güvencesini verdiler.

Dehşete kapılan Psyche bu sözlere inanmak istemiyordu ama ablalarının dediklerini yaptı. Kocası uykuya dalınca, çıt çıkarmadan lâmbayı yaktı, usul usul yatağa yanaştı. İğrenç bir canavar gördüğünde sinirlerine egemen olabilecek mi idi? Oh, hayır! Yatakta, gençlik cazibesinin en parlağını kar beyazı cildinde, al yanaklarında taşıyan, lüle lüle altın saçları boynuna düşmüş; sırtında, yer yer henüz kurumamış şebnem tanelerinin süslediği küçük kanatları ile tanrısal güzelliğin somut bir simgesi vardı. İradesini yitirip dizleri üzerine çöken Psyche, elindeki kandilin kızgın yağını kocasının omzuna damlattı. Canı yanan genç uyanarak sıçradı; “Elveda!” diyerek ve kanatlarını çırparak pencereden uçtu. “Evet, bu Aşk Tanrısı imiş!” diyen Psyche, bilinçsizce onu izledi ve pencereden düştü. Bir an için yolundan dönüp onu havada yakalayan ve yere emniyetle bırakan Eros: “Ah, budala kadın! Aşkıma böyle mi yanıt verecektin?” diye sitem etti ve yoluna devam etti.

Psyche, düştüğü tozlu zeminden onu kaybolana dek seyretti; sonra etrafına bakındı. Saray, müştemilâtı ve bahçeleri yok olmuştu; ürperdi. Bir açık alanın ortasında idi; fakat kardeşlerinin evine yakın bir noktada olduğunu fark etti. Oraya gitti. Başına gelenleri yana yakıla anlattı. Ablaları üzülmüş gibi görünüp; onu avutma numarasına yattılar. İçlerinden kendilerini Eros’un kollarına atmak geçiyordu. Fakat birbirlerine renk vermeyip, sabah olunca evden aralıkla çıktılar; doğruca dağın doruğuna gittiler; Zephyros’un gelip kendilerini Eros’un sarayına taşımasını beklediler.


* Cupid’’in Yunanca karşılığı “Aşk” anlamında “Eros”dur. “Erotik” sözcüğünün sevişme ile ilgili olarak kullanıldığını hepiniz bilirsiniz. İ.S. I.asrın Boiotia’lı ahlâkiyatçı Yunan yazarı “Plutarkhos”un “Erotikos” adında, Yunanistanda çok yaygın olan sapık aşklardan vazgeçilip aile düzenine dönülmesinin savunusunu yaptığı bir eseri vardır. Latince gene “Aşk” demek olan ve şimdiki Latin kökenli Batı dillerine geçen “Amor” da bu küçük tanrının ismi olarak kullanılıyordu; “cupido” şiddetli arzu” demek. Daha önce de değindiğimiz gibi, “Eros” Hesiodos’un “Theogonia”sında Kaos’dan hasıl olan dört ana ilkeden biridir; üreme işlevini üstlenmiştir. İ.Ö.VI. yüzyılda Hermes’in Aphrodite’den doğma “Aşk Tanrısı” oğludur; bazıları annesi olarak Khton’lu Artemis’i uygun görmüşlerdir.
Yayın Tarihi : 28 Temmuz 2007 Cumartesi 21:40:28


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?