22
Mayıs
2024
Çarşamba
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -67-


TİTANLAR ve KYKLOPSLAR: Yaradılış efsanesini anlatırken Yunanlıların, Evren’i tanrıların değil, her şeyden önce Uranos (gökyüzü) ve Gaia (Yeryüzü) olarak vücut bulan Evren’in, olağanüstü boyutlardaki cüsseleri ve direnilemez güçleri olan Titanları yarattığını; tanrıların ise Titanların çocukları olduğuna değinmiştik. Bu bakımdan Titanları “Eski Tanrılar” olarak da nitelerler. Belki binlerce yılı bulan efsane yazını sürecinde gerek olaylar gerek olay kahramanları girift bir duruma geldiğinden sistematik bir mitoloji demeti sunma; mitolojik kimliklerin ve grupların bir sitem içinde yer ve sıralarını belirleme son derece zordur. Bir örnek, Ovidius, öykülerini isimlerin verdiği çağrışımlarla sıraya koyar. Belki kimliklerin açıklanmasında zaafa neden olur; fakat öykülerin anlatımındaki akıcılık, lezzet bozulmaz. Biz (bazılarının sergüzeştlerine sistem dışı yer verdik ise de) titanların genel bir tanıtımını yapmamış idik.

Mitoloji ozanlarının, titanların temsil ettikleri özellikler hakkında nasıl bir genel değerlendirme yaptıklarını bilmiyoruz; ama belli başlılarını sayalım. En önemlileri tüm diğer titanları (Zeus egemenliğine kadar) yöneten Kronos (Lat. Saturnus). Romalı inancına göre, tahtının Zeus’a geçmesi üzerine İtalyaya kaçmış ve oraya yönetimi süresince yetkin bir barış ve mutluluğun egemen olduğu Altın Çağı getirmiştir. Onun karısı Rhea da (Latin karşılığı “Ops”), kanından fırlayan öfke ve kin cinleri “Erinye”ler (Lat.Furia – modern batı dillerine de “öfke” anlamında geçmiştir) daha önce tanıtılmıştı. Öteki kayda değer Titanlar, arz’ın etrafını çevrelediği varsayılan ve tüm akarsuların ve “Okeanid’ler” denilen akarsu nimphalarının babası kabûl edilen, saygın ihtiyar ırmak, “Okeanos”; onun karısı “Tethys”; güneşin, ay’ın ve tan yerinin babası “Hyperion”; Musa’lardan biri olarak tanıttığımız, “bellek” anlamındaki “Mnemosyne”; Hak ya da İlahî Adalet anlamı taşıyan “Themis”; oğulları Atlas ve Prometheos kadar ünü olmayan “Iapetus”. Bunlar Zeus’un iktidara gelmesi ile kovulmayan; fakat daha aşağı bir mevkie getirilen eski tanrılardı.

Cüsse ve güç farkı dışında görünüşleri antropomorfik ( biçimli) olan bu titanlar dışında değişik görünümdeki canavar titanlar da vardı. Bunlardan üçü, o zamanın Yunancası ile “hekatonkhires” denilen “yüzer kollu”, ellişer kafalı “Kyklops” denilen çok güçlü, inatçı, çok avamî tabirle “osuruğu cinli” denecek kadar ani feveran eden, acayip dev yaratıklardı. Sicilyada, Etna yanar dağının civarında yaşarlardı. Kyklops adı almalarının nedeni tam alınlarının ortasında, çok iri, yuvarlak birer gözlere sahip olmaları idi (“kyklos”= daire, tekerlek; “op”= göz - Batı dillerindeki, “devrevî, çevrimsel, düzenli aralıklı anlamındaki “cycle” Yunanca kyklosdan; “optik- Yunancası optikos” sözcüğü de “op”dan gelir). Hesiodos’un Theogonia’sına göre onlar da, diğer titanların çoğu gibi Uranos ve Gaia’nın çocukları idi. Uranos da onları tehlikeli bulduğundan Tartaraos’a kapatmıştı. Oğlu Kronos onları kurtarıp birlikde Uranosu tahtından indirdiler. Ama o da, başa çıkamadığı devleri cehenneme kapadı; başlarına dişi ejderha “Kampe”yi dikti. Bu kez onları Zeus kurtardı; yardımları ile Kronos’u devirdi. Becerilerini takdir ederek, yıldırımlarını imâl eden usta işçiler olarak istihdam etti. İ.Ö. IV. asrın İskenderiyeli gramerci ve ozanı Kallimakhosun bir ilahîsinde “Hephaistos’un atölyesinde ona yardım eden demirciler olarak betimlenirler. Arges isimlisi bu silâhlar için göz kamaştırıcı parlak madenler buluyor; Brontes bunların dökümünü yapıp şekil veriyor; Streopes ışıklarını sağlıyordu.

Başlangıçta üç olan sayıları arttı. Zeus bu gözde grubuna işlenmemiş, fakat çok bereketli meyve, asma, mısır ekim-dikimi yapılacak arazisi olan zengin bir yurt bağışladı. Çok kalabalık koyun ve keçi sürülerine sahiptiler. Fakat, hâlâ yabanîliği, yasa ve tanrı tanımazlığı, yabancı düşmanlığını, yamyamlığı elden bırakmamışlardı.

Demek ki titanların içinde hayırsever ve erdemliler kadar da canavar ve kötü ruhlu olanlar da vardı. Biz şimdi, ilerde özetle vereceğimiz Odysseos Destanının en heyecanlı pasajlarından birinin kahramanı olan mel’un “Kyklops Polyphemos”u anlatalım: 

 

 

 

 

 

 

 

 

Odysseos, Kyklops Polyphemos'un mağarasında                             Odysseos ve tayfaları Polyhemos'u kör ediyorlar
(Jacop Jordeans'ın eseri- XVII.yüzyılın ilk yarısı)                                 (Eleusis Müzesinde,İÖ.650 civarı bir ön-attik
                                                                                                                      amfora detayı)

KYKLOPS POLYPHEMOS: Bu öykünün başlangıcını Odysseos’da buluruz; izleyen bölümünü “bukolik şiir” türünün yaratıcısı olduğundan söz ettiğimiz ozan Theokritos anlatmıştır. Son bölümü ise, İ.S. II. asrın, yaşam öyküsü ayrıca verilmeye değer satiristi Samosata’lı Lukianos tarafından yazılmış. Demek ki; hikâyenin tamamlanması, Homeros’un sert hamasî ifadesi, Theokritos’un tatlı fantezileri ve Lukianos’un zeki hicivleri gibi değişik çeşnilerle, yaklaşık bir milennium sürmüş.

Hikâyeye geçmeden önce, “Odysseos” yazarı Homeros’un, öykü kahramanı Polyphemos’u Uronos’un oğulları arasından değil, Poseidon ve Thoosa’nın oğullarından biri olarak gösterdiğine işaret edelim. Ona göre Kyklopslar aynı adı taşıyan bir adada yaşarlarmış. Bunlardan “Telemos” adındaki biri kâhinliği ile ün yapmış.

Prometheus’un cezalandırılmasından; fakat onun ışık tuttuğu insanlığın uygarlık yoluna girip, gemi yapımını öğrenmesinden sonra, Yunan adası Ithaka’nın büyük kralı Odysseos (Lat. Ulysses)Troya savaşından dönerken gemisini bu tehlikeli adanın kıyısında, önünde demir parmaklık bulunan bir mağara ağzında demirledi. Tayfasından onikisini yanına alarak karaya keşfe çıktı. Yiyecekleri kalmamıştı. Odysseos, kendilerine yiyecek sağlayacak yerliler bulduğunda, karşılığında ikram için yanına keçi derisinden yapılma, içinde eskiyip tam kıvamını bulmuş şarap dolu bir tulum almıştı. Demir parmaklık kapalı olmadığından rahatlıkla girdikleri mağarada gördüklerine şaşırdılar. Çünkü çok sayıda lâmbaları aydınlattığı mağara içi çok zengin bir biçimde döşenmişti. Duvarlardaki raflarda bol miktarda yiyecek duruyordu. Nefis peynirler ve kovalarda duran taze sağılmış sütlerle iştahla karınlarını doyurdular.

Derken, mağara kapısında ardından bir koyun sürüsü gelen, dağ gibi heybetli, korkunç suratlı bir mahlûk peydahlandı. İğrenç homurtularla etrafa göz atarken yabancıların varlığını keşfetti; bomba gibi patlayan sesi ile: “Polyphemos’un evine izinsiz girmeğe cüret eden bu kıl kuyruklar da kim? Tacir misiniz; yoksa tanrısız korsanlar mısınız?” diye böğürdü. Tayfaları nutku tutulmuştu. Sadece Odysseos, soğukkanlılıkla: “Troyadan gelen savaşçılarız; gemimiz bakımsız, bizler aç kaldık; önce Zeus’a şimdilik de size sığındık” yanıtını verdi. Polyphemos kükredi; Zeus adını iplememişti. Kendini tüm tanrılardan daha büyük görüyordu. Elini uzatıp tayfalardan ikisini kaptı ve yere çarparak beyinlerini dağıttı. Adamcağızları son lokmalarına kadar afiyetle yerken, mürettebatın şefleri olduğunu anladığı Odysseos’a adını sordu; Ithaka’lı yiğiten adının kısaltılmışı “Outis (Yunanca hiç kimse demek)” yanıtını aldı. Karnı doyunca muazzam bir kayayı mağaranın kapısına dayadı ve bir köşeye çekilip derin bir uykuya daldı. Kapıya dayalı koca kayayı kenara çekmeye, korku içinde titreşen mürettebatın asla güçleri yetmezdi; bu bakımdan uyuyan canavarı bir şekilde öldürmenin de kendilerine bir yararı olmayacaktı; zira sonsuza kadar mağarada mahpus kalırlardı.

Bu uzun korku gecesinde Odysseos nasıl bir kaçış planı yapabileceğini düşünmeye çalıştı ve uykuya daldı. Sabah olunca Kyklops’un kahvaltı etmekte olduğunu gördü; iki adamının daha ortada bulunmadığını fark etti. Polyphemos karnını doyurduktan sonra mağara ağzındaki kayayı yana çekerek sürüsü ile birlikte dışarıya çıktı ve kaya ile mağara ağzını tekrar kapattı ve uzaklaştı. Bütün gün mağarada kapalı kalan Odysseos’un aklına bir çare gelmişti. Hayvanlara ayrılan alanın yanına çit olarak çekilen ahşap sırık yirmi çifte kürekli bir tekneye ana direk olacak kadar uzundu. Bunu, tayfalarının yardımı ile keski ve ateş kullanarak tornalayıp, sivriltti; korkunç bir kazık haline getirtti. Canavar o dehşet verici yemeğine başlamadan önce Odysseos tulumda taşıdığı nefis şarabından bir kupa içinde ona ikram etti. Şarabın lezzeti ve verdiği tatlı uyuşukluk Polyphemos’u mest etmişti. Kendinden geçinceye kadar kupanın doldurulmasını istedi. Sızar sızmaz kin dolu denizciler kazığı gizledikleri yerden çıkarıp yeniden ateşe sokup alev alev yanar derecede kızdırdılar. Hep birlikte son güçleri ile Kyklops’un tek gözüne soktular. Canavar acı çığlıklar atarak fırladı; kör olmasına karşın etrafa çılgınca saldırıyor, eşyaları darmadağın ediyordu. Tayfalar ustalıkla uzak köşelere kaçışıyorlardı. Sonunda Polyphemos kapıdaki kayayı kucaklayıp oradan geçmelerini beklemeye başladı. Odysseos bunu da düşünmüştü. Adamlarına, her birinin sırtlarına birer koç postu geçirmelerini, sürünün otlağa çıkarılacağı zaman aralarına karışmalarını tembihledi. Tan yeri ağarıp sürü, kırlara açılmak üzere mağara çıkışına telaşla koşturmaya başlayınca Polyphemos onların her birinin sırtlarını yoklayarak dışarı çıkmalarına izin vermek için hazırlandı. Kendilerini postlara gizlemiş tayfaları keşfedemedi. Gemiciler, inanılmayacak bir hızla gemilerine tırmanıp, demir aldılar; açılmaya hazırlandılar. Fakat, Odysseos öyle öfkeli idi ki, tedbiri elden bırakıp canavara bağırarak, kinini kusmaktan kendini alamadı: “Hey, Kyklops, benim çelimsiz adamlarımın tümünü yiyebilecek kadar güçlü ve iştahlı değilmişsin. Konuklarına yaptığın bu caniyane muamele için hak ettiğin cezayı buldun.” Bu sözler Polyphemos’u iyice çıldırttı. Dağdan koca bir kaya kopararak gemiye doğru fırlattı. Kaya, pruva direğinin nerede ise değecek kadar yakınından geçti; teknenin hemen yanında suya düşerek korkunç bir çalkantıya neden oldu. Denizciler olanca güçleri ile küreklere asıldılar; olası bir felâketten kıl payı kurtuldular. Odysseos, gene uzaklardan bağırarak canavarın damarına basmaya devam ediyordu: “Kyklops unutma, kentleri darmadağın eden koca asker Odysseos senin lânetli gözünü çıkardı. Bunu herkese anlat. Görme yeteneğini yitirmiş koca canavar sahilde çaresiz kalmıştı. Seslerini duyup etraftan merakla koşup gelen yoldaşları Kyklopslar onu bu hâle kimi getirdiğini sordular; “Outis - hiç kimse” yanıtını alınca kafayı yediğine hükmettiler.

Yüzyıllar boyunca Polyphemos hakkında anlatılan tek hikâye budur. Hep böyle oyulmuş tek gözü ile koskocaman, şekilsiz, korkunç bir canavar imgesi ile anıldı. Fakat uzun zaman sonra tabiatı değişti, yumuşadı. Belki öykücülerden biri, Odysseosun arkasında çaresiz, garip hâliyle bıraktığı bu yalnız, zavallı yaratığa acıdı; ve bunun için başkalarını korkutmayan, sevecen davranan, nazik fakat iticiliğinin, çirkinliğinin kaba sabalığının farkında olduğu için ruhen çöküntüye uğramış bir portresini çizdi; çok cazibeli olduğu kadar alaycı deniz nymphası Galatea’ya olan çılgın aşkını anlatarak duygusallığını öne çıkardı. Gelecek yazımızda, gene Theokritos’un bu lejandını anlatacağız.

Euripides “Kyklops adındaki satir’inde (taşlama) Polyphemos’u konu alır. Fakat koro’ya Silenos ile oğulları satyrosları yerleştirmesi Homeros’dan farklı bir yeniliktir.

Daha önce, Mykhenai, Tiryns e hatta Kıbrıs’ın surlarının Kiklopslar tarafından inşa edildiğine inanıldığı nakletmiştik. Çok cesim blok taşlarla inşa edilen dubarlara “Kiklopyan tarz yapılar - Cyclopean, Cyclopic yapılar” denir.

Tıbbın son dönemlerde çare bulmaya çalıştığı holoprosencephaly de denilen “CYCLOPIA” iri bir tek gözle ya da başka bir yüz anomalisi ile doğuş kusurudur. “Cyclopean vision - Kiklopyan görüntü” ise tavuk bakışı gibi gözlerin ayrı imgeler görmesidir.

Kyklopsların sanata girişi, yukarda Eleusis Müzesindeki örnek gibi bol sayıda eski vazolardaki resimleri iledir. Romada, “Consevatori” Sarayında bir bas-relief’de (alçak kabartma) kabartma tasvirleri görülür. Polyphemos mitos’u Jordeans’ın yukarki eserinde olduğu gibi Pelegrino Tibaldi’nin Bologna Müzesinde sergilenen tablosu ve Livia’nın evindeki fresklerde işlenmiştir.

Yayın Tarihi : 12 Eylül 2007 Çarşamba 11:22:13
Güncelleme :12 Eylül 2007 Çarşamba 11:42:51


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?