KREUSA VE ION: Bu öykü popülaritesini Euripides’in, İ.Ö. 414–412 tarihleri arasında yazdığı “Ion” isimli oyununa borçludur. Bu trajedi için, California Ün.ne bağlı “Amerikan Filoloji Derneği” üyesi Jene Larue’nün 1963 tarihinde kaleme aldığı “Kreusa’nın Monody”sinde bir “pathos - duygusal etki yüceliği” bakımından bir şiirsel şaheser değerlendirilmesi yapılmış.
Kreusa da, kardeşleri Prokris ve Orithyia gibi şansı yaver girmemiş bir kızcağızdı. Belki de çiçek nymphası Chloris’in* kutsadığı bir kul olacak ki, çocukluktan henüz çıktığı bir genç kızken, dibi geniş bir mağaraya açılan dik bir yükseklik civarında, yalnız başına safran çiçekleri toplarken**, birden kendini nereden çıktığını göremediği bir genç adamın kollarında buldu. Çok korktuğu için, kendini mağaraya sürükleyen adamın olağanüstü güzelliğini umursamamış, feryada başlamıştı. Tecavüz eden, aslında Tanrı Apollo idi. Kreusa nefret ettiği bir akıbete uğradı; perişan durumda evine döndü.
Bir süre sonra hamile kaldığını fark etti; fakat bunu ebeveynine açıklayamazdı. Kendisini iğfal edenin Apollo olduğunu söylese, bunu palavra kabul edecek olan ailesinin hışmına uğrar, belki canından olurdu. Vakti gelince mağaraya giderek, orada bir oğlan doğurdu. Bir kundak bezi ve kendi eli ile ördüğü pelerinine özenle sarıp sarmaladığı bebeği orada terk etti. Vicdan azabı ve evlâd sevgisi baskın çıkıp mağaraya döndüğünde hiç bir şey bulamadı. Etrafta kan izleri de olmadığından, bebeğin vahşi hayvanlarca parçalanması olasılık dışı idi. Ayrıca, kundak takımı ve pelerin de ortada yoktu. O zaman, kartal ya da akbaba gibi vahşi bir kuşun bebeği kundak takımı ile birlikte pençeleri ile kavrayıp götürdüğüne ihtimal verdi.
Babası Erekhtheos, Kreusa’yı, bir savaşda kendisine yararı dokunmuş Ksuthos isimli yabancı bir cengâverle evlendirdi. Aslında damat da, Thesselia’lı Aiolos’un oğlu olarak Yunanlı idi ama, Atina ya da Attika halkından olmadığı için Atinalılar ona haricî gözü ile bakıyorlardı ve bu evlilikten hoşnut olmamışlardı. Bereket çiftin, uzun süre çocukları olmadığı için akıllarını buna takmakdan vazgeçtiler. Oysa genç adam baba olmayı çok arzuluyordu. Karı-koca Delphi tapınağına gidip Apollo’ya bir evlât için dua ettiler. Apollo ile yakınlık kurma zorunda kalmış olan Kreusa, bir ara tapınağa yalnız başına gitti. Binanın dış avlusunda rahip kıyafetinde, altın bir tekneden aldığı su ile kutsal mahâlli arındırmakta olan çok genç ve güzel bir oğlan gördü. O da yanına yaklaşan zarif kıyafetli güzel hanıma ilgi ile baktı; konuşmaya başladılar. Çocuk, Kreusa’nın asil bir soydan geldiğini ve kendisini aydınlık bir geleceğin beklediğini söyledi. Kadın, tepki ile: “Alay mı ediyorsun; dayanılmayacak kadar bedbahtım!” dedi. Sonra, çocuğun sevecen ve büyülü bakışları karşısında kendini topladı; ona kim olduğunu sordu. Çocuk adının “Ion” olduğunu, fakat nereden geldiğini bilmediğini söyledi. “Python’cular” denilen Apollo rahipleri ve rahibeler, onu kundaklanmış bir bebekken tapınağın merdivenlerinde bulmuşlar; şefkâtle bakıp büyütmüşler. Tanrılara hizmet ederek mutlu bir yaşam geçiriyormuş. Delphinin, Apollo’dan mutluluğu arayanların sığınağı olduğunu söyleyip kadının yarasını deşmemeye çaba gösterek üzüntüsünün sebebini sordu. Kreusa irkilerek: “Apollo mu? Hayır, ona yanaşamam.” dedi. sonra çocuğu kuşkulandırmamaya çalışarak, “Delphi’ye çok gizli bir sorunun çözümü umudu ile geldiğini açıkladı. Ancak, kocasının çocuk sahibi olmayı istediğini ifşa etmekten vazgeçip, bu çocuk yaştaki rahibin kimliğini keşfetme gayretine düştü. Bir anlık tereddütten sonra, kendi başına gelenleri, bir başka arkadaşının dramı imiş gibi nakletti. “İşte, Apollo’nun arkadaşıma yaptığı ayıbın nasıl temizleneceğini sormaya geldim” dedi. Ion, Tanrı Efendisine yapılan itham karşısında dehşete düşmüştü; “Olamaz; benim efendim böyle bir günah işlemez. O kadın iftira atıyor” diye bağırdı. – “Hayır; mütecaviz kesinlikle Apollo idi. Bu kez Ion donup kaldı; sonra kısık sesle: “Doğru da olsa, Tanrıyı bir mütecaviz olarak itham etmek için mihraba gelemezsin” dedi. - “Zaten, öyle bir niyetim yok!”. Bir süre birbirlerine sessiz bakışırken içeri Ksuthos girdi; aydınlık ve neşe dolu bir yüzle kollarını açarak Ion’a doğru yürüdü: “İşte, Apollo’nun bana bağışladığı çocuk sensin”. Çocuk irkilerek geriye çekilmek istemiş fakat Ksuthos güçlü kolları ile ona yapışmıştı. O anda, Kreusa’nı yüreğinde hasmane bir duygu yükseldi: “Peki, bu çocuğun anası kim?” - “Bilmiyorum, ama çocuğun bana bağışlandığı kesin”. Ion, bir yabancının kendisini sahiplenme tavrına ısınamamıştı. Kreusanın yüreğinde genel olarak erkeklere karşı bir nefret kabarıyordu. Bu arada, salona, Apollo kâhini, yaşlı bir rahibe, elinde Kreusanın çok ilgisini çeken iki nesne ile girer. Bunlar kendi pelerini ve bebeğinin kundak takımıdır. Muhterem rahibe, Ksuthos’a, başpapazın kendisi ile görüşmek istediğini söyledi; Ksuthos dışarı çıkınca elindekileri Ion’a uzattı. Bunların, kendisini ilk bulduklarında üzerindeki örtüler olduğunu; onu baba kabûl eden adamla Atina’ya giderken, bunları da yanına almasını söyledi. Ion heyecanlanmıştı: “Bunlar, benim anamı da bulmama yardımcı olabilir; bu ipuçları ile onu her yerde arayacağım.” O anda, Kreusa gence sımsıkı sarılarak: “Oğlum!” diye haykırdı. Ion, kadının bu halini lâübalilik sayarak kendini çekti: “Delirdin mi, sen; bunları nereden çıkarıyorsun?”. Kreusa, ona sözünü ettiği kadının aslında kendisi olduğunu söyleyip bunu kanıtlamak için pelerinin içindeki işlemeleri ve aksesuarını, yakalarını bağlayan yılan biçimli tokaya varıncaya kadar, tüm ayrıntıları ile anlatınca, artık kuşkuya yer kalmamıştı. Ion, anasından özür diledi. Birden salona göz kamaştırıcı bir ışın girdi ve yüreklerdeki elemi tümüyle sildi. Peşinden emsalsiz güzellik ve ihtişamda bir figür belirdi. Bu görüntü: “Ben Bakre Athena’yım. Kardeşim Apollo, beni buraya Ion’un kendisinin ve sizlerin evlâdı olduğunu tebliğ etmem için gönderdi. Kreusa, onu benim kentim olan Atina’ya götür; orayı yönetmeye o lâyıktır” duyurusunu yaptı. Ion, nihayetsiz bir sevinç içinde idi. Ama, Kreusa’nın kırık gönlü yeterince onarılmış mı idi? Orası bilinmez.
Ion ve çocukları Atinaya hükmettiler. Torunlarından Pityreos’un oğlu Prokles I. Güneydoğu Anadoluda bir sahile ya da sahile yakın adalardan birine çıkıp Ionia’yı kurdu. Ionlar Batı Anadoluda daha yayılacaklar; büyük bir kültür kuracaklardır.
![]() |
”Ion” isimli trajedisi bir şaheser kabûl edilen Euripides’in, Paris, Louvre Müzesinde sergilenen (sanatkârı bilinmeyen) heykeli |
“Ion” adının, İbranîce “cavan”dan geldiği yanî Semitik kökenli olduğu sanılıyor., Persçe’ye de “Genç, kostak delikanlı” anlamında “Civan” olarak geçmiş. İt. “giovanne”, İsp. “joven”, Fr. “Jeune”, İng. “young”, Alm. “jung” hep aynı kökten…
Ion’a bağlı, Ion’un uyruğu anlamındaki “Ionian”ı, Araplar kendilerine özgü telâffuzları ile bozarak “Yunan”a çevirmişler. Biz de bu sözcüğü dilimize almışız. Ama ne hikmetse, bu millet kendilerine Yunan, Yunanî, Yunanlı, ülkelerine de “Yunanistan dememizden hoşlanmaz; oraya gönderilen “Yunanistan” ülke adlı mektuplar “Ellas’da böyle bir yer yoktur” şerhi ile iade edilir. Oysa, Yunanlıları sine-i himayelerine almış batı ülkelerinde, onlar için “Grek”den türetme isimler verilir (İt. Greco, İsp. Griego, Fr. Grec, Grecque, İng. Greek, Alm. Grieche v.b). Ülkeleri de bu sözcükden türeme (Grèce, Greece, Grichenland gib) sözcüklerle adlandırılıyor. “Grek” sözcüğü ise eski Latince sözlüklerde “hilekâr, dolandırıcı” karşılığı olarak geçermiş. Herhalde onların Ticaret kolonileri kurdukları dönemdeki madrabazlıklarından olsa gerek. Fransızca Larousse” sözlüğünde de bu anlamı yer aldığından, II. Cihan Savaşından sonra, hükümetler düzeyinde müracaatla, rica minnet, ulusal onuru kırıcı bu anlamın kullanılmaması talep edilmiş; ama bu saatten sonra, bunca dildeki ulus ve ülke adlarının da ortadan kaldırılması mümkün değil.
*Khloris: çiçek nymphası ya da tanrıçası. Açık, parlak renk demektir. Belki Latincedeki “renk, renkli anlamındaki ve batı dillerine geçmiş “color, colorem” de bu sözcükten gelmiştir. Bu tanrıçanın Romalılardaki karşılığı “Flora”dır. Bildiğiniz üzere belli bir bölgedeki bitki örtüsüne “flora” dendiği gibi; batı dillerindeki (İsp. Flor, İt. Fiore, Fr. Fleur, İng. flower gibi) çiçek karşılığı sözcüklerin kaynağı olmuştur.
**Safran çiçeklerini seven Kreusa’nın adı da, bu çiçeğin Yunanca adı “Krukos”dan gelme; bu sözcüğün dişil’i… Safran’ın botanik bilimindeki bilimsel adı da “crocus sativa”dır. Safran çiçeğinin karşılığı “crocus, croco” gibi bu sözcükden gelmedir. “Safran bitkisi” karşılığı ise, diğer dillerde (saffron, zafferano gibi), genellikle Türkçedekine benzer. Bu da Arapça “Zaferan”dan gelir. Yani Semitik asıllı olup, eski Arapçada “Karkam”, İbranîce de “Karkom” imiş.