20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -91-


TROIA SAVAŞI: Dünyanın en güzel kadını, Zeus ve Leda’nın kızı, Dioskurların (İkizler - Kastor ve Polydeukes’in) kardeşi Helendi. Onunla yaşamını birleştirmek isteyen soylu gençler hadsiz hesapsızdı. Bunlardan en etkili ve güçlü ailelerden gelen bir grup aday, kızın annesinin yasal kocası, Sparta Kralı Tyndareos’un evinde toplandılar. Kral yapacağı seçimin diğer adaylar üzerinde yaratacağı iğbirardan endişeli idi; onların kendisine karşı birleşip cephe almalarından korkuyordu. Bunun için, tüm adaylardan seçime saygı gösterecekleri, kendisine ve birbirlerine dost kalmayı sürdürecekleri, Heleni kaçırmayacakları ya da kaçırmaya teşebbüs etmeyecekleri yolunda ciddî bir yemin aldı. Ve sonra, Mykenai Kralı Agamemnon’un kardeşi Menelaus’u damat olarak seçti ve aynı zamanda onu kendi yerine Sparta Krallığına getirdi. Paris’in altın elmayı kendisine verdiği Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite, Dünyanın en güzel kadının nerede olduğunu biliyordu. Rüşvet borcunu ödemek üzere Paris’in elinden tuttuğu gibi Sparta’ya götürdü. Hayırsız Paris zavalli Oinone’yi yüzüstü bırakmakta beis görmemişti.

Menelaus’un Helenle karşılaşması; geri planda fettan Aphrodite Menelaus’un yüreğindeki ateşi kızıştırıyor. İ.Ö.450–440’dan kalma kırmızı figürlü bir Attika vazosu (İtalyada, şimdi “Egnazia” denilen Gnathia’da bulunmuş – Halen Parişs, Louvre Müzesinde sergileniyor.


Kral Menelaus ve Helen konukları büyük bir nezaketle karşıladılar; izaz ikram ettiler. Ev sahipleri ile konuk arasında çok sıcak bir ilişki ve kaynaşma doğdu. Birbirlerine sürekli dostluk ve sadakat bağı sözü verdiler. Menelaus Girit’e sefere çıkacaktı; Parisi evinde konuk bırakarak vedalaştı ve ayrıldı. Fakat döndüğünde Helen de ortalıkda yoktu. Sözünü tutmayan Paris Heleni beraberinde kaçırmıştı. Çöküntüye uğrayan Menelaus’a komşusu tüm kabile şefleri beraberinde Troia’ya giderek kenti yerle bir etme sözü verdiler. Yalnız bunların içinde Ithaka Adası Kralı Odysseos ile Thessalia’daki Myrmidonlar Kralı Peleus’un oğlu Akhilleus yoktu. Yunanistan’ın en kurnaz ve dirayetli kişisi olarak bilinen Oysseos sadakatsiz bir kadın uğruna evini, ailesini terk edip maceralara atılmaya niyetli görünmüyordu. Habercilerle Orduya katılma emrinin tebliğ edileceğini öğrenince, deli taklidi yaparak, eline aldığı bir sabanla toprağı sürmeye, açılan yerlere tohum yerine tuz ekmeye başladı. Ama gelen haberci kendisi kadar kurnaz çıkmıştı; onun küçük oğlunu tutarak, sabanın açmakta olduğu yol üzerine bıraktı. Baba yüreği elbette deli numarasına devam edemezdi. Odysseos Orduya katılmak zorunda kaldı.

Akhilleus’un savaşa katılmasını ise, mutlaka canından olacağını öngören annesi nereid (deniz nymphası) Thetis engeliyordu. Oğlu doğduğu zaman ona ölümsüzlük bahşetmek için tılsımlı ateşe tutmuş (ya da tılsımlı bir suya sokmuş) ancak böyle büyücülük işlerine kızan kocası Peleus gelince işini yarıda bırakmıştı. Bu sebeple ateş ya da suya değmeyen topuğu tılsım koruması dışında kaldığı için duyarlılığını korumuştu. Bu kez Akhilleus’un kaderi seçenekli olarak belirlendi: ya uzun fakat silik ya da kısa ama onurlu bir yaşam… Yaşamını yitirebileceği zayıf organı da topuğu olacaktı. Bu bakımdan “Aşil’in Topuğu” deyimi, zamanımıza kadar uzanan “bir zafiyet noktası” mecazı olmuştur. Thetis, savaş davetine karşı oğlunu Skyros Adası Kralı Lykomedes’in sarayına kaçırttı. Hainane bir hile ile Theseus’un öldürmekle ünlenmiş olan Lykomedes gence kadın giysileri giydirerek cariyelerinin arasına saldı. Onu bulup getirmek için merkez karargâhında, Odysseos görevlendirildi. Seyyar satıcı kılığında Lykomedes’in sarayına yollandı. Satışa sunduğu incik boncuk tezgâhı etrafında saraylı kızlar toplanırken, kız kıyafetinde olmakla birlikde, satıcı olarak gelen bu yabancıdan kuşkulanarak belindeki hançerle oynamaya başlayan Akhlleus’u fark eden Odysseos onu huylandırmadan yanına yanaştı; tatlı sözlerle Yunan ordugâhına katılmaya ikna etti.

Troia’lı Helen (İngiliz sanatçı Evelyn de Morgan’ın 1898 tarihli tablosu)
Yunan ordusunu taşıyacak bin gemilik filo Aulis sahiline demir atmışt ama şiddetli kuzey rüzgârı yüzünden yelken açamıyordu. Sefer başlangıcının bu evresi ile ilgili zorluğu ve bu yüzden Başkomutan Agamemnon’un kızı Iphigenia’nın kurban edilişini “Atreus Hanedanı bölümünde anlatmıştık. Büyük trajedilere konu olan bu olaylardan sonra Filo, bugün Çanakkale boğazı ile Edremit Körfezi arasındaki Biga Yarımadası denilen Troas’a doğru yola çıkar. Orada Troia’nın Irmak Tanrısı adını taşıyan Skamandros Irmağının’un (bugünkü “Eski mendres” ya da “Küçük Mendres”)) kollarından Simois’in ağzına yanaşır. Bugünkü Hisarlık mevkiindeki Troia önündeki karaya ilk atlayan korkusuz cengâver Protesilaus, karaya ilk çıkanın ilk öleceği yolundaki kehânete meydan okumuştur. Nitekim, bir Troia mızrağı ile yıkılıp ruhunu teslim ettiğinde, Yunanlılar onun tanrılar katına çıkma gibi bir ayrıcalıkla onurlandırıldığına ve Hermesin onu bir defalık kaydı ile karısı Laodamia’ya gösterdiğine, karısının ayrılığa dayanamıyarak kendine kıyarak onunla birlikde Thanatos’a gittiğine inanmışlardır.

Yunan ordusu ne denli güçlü ise Troia kenti de kendini savunmada o denli dirençli ve azimli idi. Kral Priamos ve Kraliçe Hekabe (Lat. “Hecuba”) irade sahibi insanlardı ve savaşa ön safda girecek soylu, yiğit evlâdları vardı. Bu yiğitlerin en ünlüsü Hektor’du. Annesinin ömrünün kısa olacağını söylediği Akhilleus’un aksine ona kimse öleceği kehânetinde bulunmamıştı ama evinden ayrılırken, sezgisinin kendisine bu savaştan sağ çıkmayacağını, Troia’nın çökeceğini söylediğini karısı Andromakhe’ye açıklamıştı. Her iki kahraman da ölümün gölgesi altında savaştılar.

Savaş dokuz yıl sürdü; üstünlük bir yandan öbür yana dalgalanıp durdu. Belirleyici bir galebe sağlanamamasının ve muhasamatın bir süre için Troia’nın lehine gelişmesinin gerginliğinde iki Yunanlı arasında, gene bir kadın yüzünden kavga çıkdı. Apollo rahibinin kızı Khryseis’i Yunanlılar kaçırmış ve Agamemnon’un emrine vermişlerdi. Rahip Güneş Tanrısına adaleti sağlaması için yakardı. Bu duayı duyan Apollo, güneş-arabası içinden Yunan ordusuna hastalık salgını yaratan oklar yağdırdı. Askerler ard arda hastalanıp ölüyor; ordugâhda durmamacasına cenaze ateşleri yakılıyordu. Bu durum karşısında Akhilleus inisiatifi ele alarak kabile şeflerini topladı. Troialılarla savaşmayı olanaksız kılan bu belâdan kurtuluş yolunun ya Apollo’yu memnun edip, yatıştırmak ya da yelkenleri açıp gerisin geriye yurda dönmek olduğunu bildirdi. Bilici Kalkhas’a Apollo’yu gazaba getiren sebebin ne olabileceği soruldu. Kâhin sebebi bildiğini, ancak bunu açıklamasının Agamemnon’u kızıdrabileceği için kendisine güvence verilmesi geretiğini söyledi. Elbette o koşullar karşısında yapılabilecek başka şey yoktu; güvence verildi. O zaman Kalkhas, Khryseis’in babasına iade edilmesi dışında bir çıkar yol olmadığını açıkladı. Agamemnon çok öfkelenmişti ama tüm diğer komutanlar karşısında idi: “O zaman benim onurum için başka bir kapatma bulmanız gerekiyor” dedi. Yeni bir cariye bulunmasına söz verilerek Khryseis alındı ve yurduna babasına yollandı. Bunun üzerine Agamemnon, iki yaverini Akhlleus’un çadırına gönderip onun gözdesi Briseis!i zorla aldırdı.. O bunalımlı günlerde sorun çıkarmak istemeyen Akhlilleus bu aşağılamaya karşı koyamaz fakat yaptığı alçaklığı Agamemnon’a çok ağır biçimde ödeteceği konusunda askerlerin ve kendilerini kaz Dağlarından seyretmekte olan tanrıların huzurunda yemin eder. Yunanlıların kollayıcısı Zeus, savaş boyunca Yunanlılar zora düştüğünde ağlamış; düştüğü dehşetten saçları sakallı darmadağın karışmış ve beyazlaşmıştır.

Yayın Tarihi : 19 Ocak 2008 Cumartesi 19:24:50


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Gökhan IP: 85.103.140.xxx Tarih : 20.01.2008 15:12:20

Aslında,son yıllardaki Truva kazılarında ortaya çıkan veriler,Truva nın savaşla değil depremin getirdiği yıkım sonrası istilası şeklinde yorum bulmuştur.Gerçekten de İlyada da at, deniz tanrısı Poseidon un kutsal hayvanlarındandır.Ayrıca depremin de bu tanrı tarafından yaratıldığı kabul edilmeteydi.Yani hikaye yazılırken şifre kullanılmış ve olaylar Yunanlılar lehine bir üstünlük göstergesi haline getirilirken gerçekler,mitoloji ile değiştirilmiştir.Gerçekten de tahta at surların içine alınmak için kapının yıkılmak zorunda kalınması da olan depremin başka şekilde söylenişdir aslında.Yani Yunanlıların şehre girmesini tahta at ,yani deprem sağlamış oldu.Yoksa o çağda o kadar korunaklı surların böyle kolaylıkla aşılamayacağı doğaldır.Kaldı ki Anadolu nun en mamur çehirlerinden olan Truva nın yardımına çok sayıda müttefiki de gelmiştir. Tüm bunların çarpıtılması Yunan milliyetçiliğini tarihte iki kez hareketlendirdi.İlki,Truva savaşı ve sonrasındaki Anadolu nun batı kıyıları nın işgali,ikincisi de Yunanlıların Osmanlı dan bağımsızlığını kazanıp devamında Yeni Bizans hesaplarına girmesi. Tüm bunları uluslararası platformda destekleyen İngiltere bilim alanında da Yunanlıları ve Yunanistanı medeniyetin başlangıcı gibi göstererek,hem kendi bilim ve tarih anlayışını dünyaya empoze etmeye başladı,hem de Osmanlı Devleti ni her anlamda parçalamak için bir ortam yaratmış oldu.