30
Mayıs
2024
Perşembe
ANASAYFA

Mitoloji Kaynaklı Sözcükler -96-


TROIA’NIN DÜŞÜŞÜ: Herakles’in savaş donanımının Philoktetesde bulunduğunu ve bunlar ele geçirilmedikçe Troia’ya karşı zafer kazanamıyacaklarını Helenos’dan öğrenen Akhalılar Philoktetes’i (bu adın “zevk sahibi anlamına geldiğini sanıyorum) bunları vermeye ikna etmenin çok zor olduğunu kestirebiliyorlardı. Kurnaz Odysseos bu ikna misyonu ile görevlendirildi. Bazıları Diomedes’in, bazısı Akhilleus’un Pyrrhus adı ile de anılan oğlu Neoplotemus’un ona refakat ettiğini söylerler. Lemnos’a gelip kocamış cengâveri bulduklarında, bir takrip bir köşeye bıraktığı yay ve okları çalarlar; fakat oradaki nafakasını bu silahları ile avlanmak suretiyle çıkaran zavallı’yı terk etmeye gönülleri kail olmaz; uzun ısrarlardan sonra onu da beraberlerinde Troia’ya gitmeye razı ederler. 

Fransız neo-klasik ressamı Jean-Germain Drouais’in 1786-8 yılları arasında yaptığı “Philoktetes” tablosu (Chartres Güzel Sanatlar Müzesinde )
Troas topraklarına döndüklerinde, yaşadığı güç koşullardan zayıf düşmüş, yara bere içindeki ihtiyarı, Asklepeios’un oğulları Makhaon ve Podalirios adındaki doktorlar tedavi ettiler. Umutsuz durumda olduğu sanılan ihtiyar tedavi sonucu öylesine güçlendi ki, pür sıhhat yeniden savaşa katıldı ve okları ile ilk yaraladığı düşman Paris oldu. Yaptıklarından nadim olan Paris, kendisinin, Kaz Dağlarına, bir zamanlar birlikde yaşadığı nympha Oinone’nin yanına götürülmesi dileğinde bulundu. Nympha ona, her türlü derde deva olan tılsımlı bir ilaca sahip olduğunu söylemişti. Kızın yanına götürülen Paris ondan bu ilacı verip hayatını kurtarmasını rica etti. Oinone onun vefasızlığını, ona ihtiyacı olduğu bir anda tarketmesini affedememişti. İlacı vermedi; ölürken onu seyretti. Paris öldükden sonra, yanından uzaklaşıp kendini öldürdü.

Troia’nın düşme nedeni Paris’in ölmesi değildir. Zaten onun ölümünü kimse fazla umursamamıştır. Troiayı fethedememenin hikmetini, sonunda Yunanlılar öğrendiler. Kent’de, (Vergilius’un “Minerva” olarak andığı) Athena Pallas’ın bir kutsal tasviri (Palladium) vardı. Tasvir Troialıların elinde kaldıkça kent zaptedilemezdi. Yunanlıların en muktedir iki komutanı Odysseos ve Diomedes bu tasviri ele geçirme işine soyundular. Ay ışığının olmadığı koyu karanlık bir gecede, Odysseos’un yardımı ile duvarlara tırmanan Diomedes Palladium’u buldu; Yunan karargâhına getirdi. Bu başarının yüreklendirmesi ile Yunanlılar savaşa devamı göze aldılar. Ayrıca, 10 yıldır zaptetmeye çalıştıkları kentin, ancak, bir şekilde düşmana fark ettirmeden içine nüfuz edildikten sonra fethinin mümkün olabileceğine kanaat getirdiler. Çok muhkem olan kent surlarında hâlâ en ufak bir zedelenme görüntüsü yoktu; zaten çarpışmalar hep açığında cereyan etmişti. Kurnazlığı kadar tahta işlerine de eli çok yatkın olan Odysseos ortaya yeni bir strateji çıkardı. Büyük usta Epeios yönetiminde bir marangoz işçileri grubu ile tahta kaplamalı, madenî bağlantılı devasa bir at heykeli yaptı. Bu heykelin içi boştu ve 20 kadar kişiyi barındıracak peykeleri vardı. Cin fikirli kahraman, kendi gibi diğer bazı kabile şeflerini zorlukla da olsa tahta atın içine girmeye ikna edebildi. Kendisi ve Akhilleus’un oğlu Neoptolamus dışındaki komutanlar başlarına kötü şeyler geleceği korkusundan tiril tiril titriyorlardı. Yunan askerlerinin başarısızlığı kabûl ettikleri ve tahta atı bu uzun savaşın anısı olarak Troia surları önüne düşmanlarına bir armağan olarak bırakmış gibi görünerek, gece vakti Troas topraklarından çekildiler. Fakat çok uzaklaşmayıp, anakaraya en yakın ada, Priamos İmparatorluğunun kıyı süsü olan Tenedos’a (Bozcaada’ya) sığındılar. Bu şekilde, tahta at içindekilerin akıbeti ne olursa olsun kendilerini güvenceye almış olacaklardı. Ya kale kapıları kendilerine açılmış olacak; ya da şayet atın içindeki öncüler yakayı ele verirlerse, gemilerin yelkenlerini, kentin açığındaki adada daha emniyetle açıp yurtlarına döneceklerdi.

Ertesi sabah tan yeri ağarırken, Troialı gözcülerin gözleri hayretten fal taşı gibi açıldı. Skeia (Scaean) kapıları önünde sur yüksekliği boyunda heybetli bir at sureti duruyordu. Her zaman şamata yapılan Yunan ordugâhından çıt çıkmıyordu. Kıyıda bağlı Yunan gemileri toz olmuştu. Demek ki, nihayet Yunanlılar bu maça havlu atıp gitmişlerdi. Tüm Troialılar boğulurcasına utku naraları atmaya başladılar. Sonra, kent kapılarını açıp Yunan kampına üşüştüler. Bir zamanlar onlara dehşet salan bu alanı keyifle gezdiler. Agamemnon’un çatışma taktiklerini; Odyssseos’un üçkâğıtçılıklarını planladığı; Akhilleus’un somurtup oturduğu çadırlarını gönül ferahlığı ile ziyaret ettiler. Daha sonra tahta at’ın etrafını sardılar; bunu ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. O arada, bir köşede ağlayıp sızlayan bir Yunanlı asker buldular. Adının “Sinon” olduğunu söyleyen ve durmamacasına komutanlarının dirayetsizliğinden ve hayırsızlığından şikâyet eden çenesi düşük herif Priamos’un karşısına çıkarıldı. Onun anlattığı hikâye Homeros’un kaleme aldığı Odyssea’da da yer alır: Gûya, “Palladium”un çalınmasından çok gazaba gelen Athena’yı yatıştırmak için, Yunanlılar biliciye ne yapılması gerektiğini sormuşlar. Bilici de, Troiaya yola çıkarken nasıl bir kız kurban etti iseniz, dönüşünüz için de başka bir kurban gerekmektedir demiş. Kurban olarak Sinon seçilince, o da bir yolunu bulup sıvışmış; bataklık bir arazide kendini gizleyip, uzun süre bekledikden sonra gemilerin kıyıdan ayrılışını seyretmiş. Saf Troialılar bu öykünün doğruluğundan hiç kuşku duymadılar. Oysa, Sinon, kendisi gibi usta bir düzenbaz olan Sisyphos’un (bazılarına göre “Autolykos’un) oğlu idi ve Yunanlılar tarafından düşmanı yanıltma misyonu ile bırakılmıştı. “Tahta at”ın geride bırakılmasının nedenini de bir tuzak olduğu ile açıkladı. Athena’ya adak olarak sunulmak üzere yapılmış bu heykel Kent duvarından giremiyecek cesamette yapılınca Troialıların onu parçalayacaklarını; o durumda adağına yapılmış tecavüzü affetmiyecek olan tanrıçanın başlarına yeni belâlar getireceğini düşündüklerini ve böylece kendilerinin yeniden Troiaya dönüp utku kazanacaklarını umduklarını söyledi. 

İ.Ö.II.yüzyılda, Athenadoros ve Polydoros isimli Rodoslu, Hellenistik yontucular tarafından yapılmış “Laokoön ve Oğulları Heykel Grubu” (1506’da; Trıan Hamaında bulunmuş- Vatikan’da, “Pio-Clementino Müzesi, Sekizgen, Laocoön Salonunda” sergileniyor)
Troialı Poseidon rahibi “Laokoön”, “Tahta at”daha ilk görüldüğünde bunun bir oyun olduğunu düşünmüş Troialılara derhal, bunun imha edilmesi gerektiği uyarısını yapmışdı. Kralın kızı Kassandra duyduğu bu uyarıyı iletmek için Saraya dönmüştü. Fakat o arada, Sinon ile görüşme yapan ve onun samimiyetine inanan Kral ve maiyeti ona kulak asmadılar. Bunu üzerine Laokoön’un ve oğullarının endişeleri arttı; Sarayı ve kentlileri ikaz kampanyalarını arttırdılar. Bu kez, zaten kendisini Yunanlılkara angaje edip Troialıların karşısına geçmiş olan tanrı Poseidon, hemen denizden iki korkunç yılan yolladı. Bu canavar yaratıklar, ölümcül halkaları ile zavallı rahib ve iki oğlunun bedenlerine dolanarak kemiklerini çatır çatır kırıp yaşamlarını sona erdirdiler; Athena tapınağına girerek kayboldular. Buna dehşet içinde tanık olan Troialılarda artık hiç kuşka kalmamıştı.

Tahta atın kırılıp dökülmeden kent içine alınması gerekiyordu. Laokoön ve oğulları bu yüzden cezalandırılmışlardı. Üstündeki alınlık da kaldırılan dev kent kapıları ardına kadar açıldı; tahta heykel içeri sürülüp Athena tapınağı kapısına kadar götürüldü. Büyük bir şenlik yapıldı. 10 yıllık yıkıcı savaşın sona ermesi Athena’nın lûtfuna yorumlandı. Ve geç vakit tüm halk huzur içinde evlerinde uyumaya gitti.

Gece yarısı, Tahta atın göbeğindeki kapaklar açıldı; Yunanlı cenkçiler aşağı inip kent kapılarını açtılar. Kıyıya giden Odysseos, elindeki meşale ile Tenedos’a işaret verdi. Süretle anakaraya yanaşan Yunan ordusu askerleri, önce hiç çıt çıkarmamaya dikkat ederek kente daldılar. Tek tek evleri ateşe vermeye başladılar. Dumanlar içinde gözlerini açan Troialılar neler olduğunun ayrımına varamadan,.kargaşa içinde kendilerini sokaklara attılar. Dışarısı zırhlı Yunan askerleri kaynıyordu; bir katliam başlamıştı. Kentin uzak köşelerinde kendilerini toplamaya fırsat bulan Troialı bazı cengâverler karşılarına çıkan Yunanlılara direnip bazılarını öldürdüler; onların zırhlarını kuşandılar; onları ayırdedemiyen pek çok Yunan askerleri arasına girip, sinsice zararlar verebildiler. Aralarında, daha önce Prenses Kassandra’ya aşık olarak Troia’ya yardıma gelen Phrygialı prens Koroibos (Lat. Coroebus) da vardı. Yoldaşları onun da Yunan zırhı giyerek korunmasını salık vermişlerdi. Kral Mygdon’un soylu oğlu, Kassandra’yı küçük Aias’ın tecavüzüne karşı savunmak isterken Peneleos tarafından öldürüldü (başka bazı kaynaklar katilin ya Neoptolemos ya da Diomedes olduğunuı yazar). Evleri yanmayan Troilılar üst katlara çıkıp oraların duvarlarını ve damları yıkıyor, ellerine geçen taşları, hatılları vb. inşaat ögelerini aşağıya Yunan askerlerinin üzerlerine atıyorlardı. Saray kapılarını zorlayan Yunanlıların bir çoğu da yukardan atılan maddelerle, özellikle yerinden oynatılıp üzerlerine devrilen kule ile savaş dışı kaldı ise de sonuçda bu baskın savaş ürünlerini verdi; ağır donanımları ile kapıları açan Yunanlılar avluya girdiler; tüm erkekleri kılıçdan geçirmeye başladılar. Akhilleus Priamos’u bağışlamışdı, fakat Troia kralı bu kez bağışlanmadı; karısı ve çocuklarının gözleri önünde Akhilleus’un oğlu tarafından öldürüldü. Denk ve âdil olmayan bir kavgaydı bu. Çoğu Troialı yakalanır yakalanmaz boğazlandı. Savunma eriyip gitti. Troialı erkek olarak salt, Aphtodite’in oğlu “Aineias” kaldı. Pek çok Yunanlı askeri öldürdükden sonra cehennemî Yunanlı kalabalığı karşısında, artık sevgili yurdu için yapabileceği başka şey olmadığını görmüş; yanan evine, ihtiyar babasına, karısı ve küçük oğluna koşmuştu. Annesi karşılarına çıkarak onları alevler içinden zorla kaçırdı. Ancak, Aşk Tanrıçasının gücü gelinini kurtarmaya yetmemişti. Priamos’un kızı, Aineias’ın karısı Kresousa (Lat. Creusa) evden çıkarken grupdan ayrı düştü ve Yunan askerlerince yakalanıp öldürüldü. Aineias, sırtında babası, kolunda oğlu; Aphrodite rehberliğinde selamete çıktı.

Aphrodite, Helen’e de yardım etmişti. Onu da kent dışına çıkarıp kocası Menelaos ile buluşturdu. Akhalı cengâver karısını neşeli bir yüzle karşıladı. Yurduna dönerken onunla beraber olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Tüm Troialı kadınlar tutsak edilmişti. Başlarında Kraliçe Hekabe (Lat. Hecuba) ve gelini Andromakhe vardı. Saçları ağarmış ihtiyar ece dönüp yanan kentine baktı; onun için her şey bitmişti; ülkesi, kocası, çocukları artık yoklardı; kendisinin de artık olmaması lâzımdı. Ama, etrafındaki kadınlar: “Bizler de tüm sevdiklerimizi yitirdik artık köleyiz. Anamız, bari bizi sen bırakma.” dediler.

Hektor’un karısı Andromakhe, hâlâ, yavru yaşda oğlu Astyanaks’ı kucağında tutuyordu; çok küçük olduğu için onu kendisinse bağışlayacaklarını umuyordu. Yanına bir asker geldi; yumuşak ve okşayıcı ifadelerle gönlünü almaya çalıştı; fakat karagâhdan aldığı emir kesindi; Astyanaks’ı mutlaka ondan alıp surlardan aşağı atarak öldüreceklerdi. Bedbaht kadın evlâdına Thanatos’da şanslar dilemekden başka bir şey yapamadı.

Belki halkı tarihin ilk soy kırımına uğrayan Troia, işte böyle yıkıldı…

Elbette, araştırıcılar arasında Troia savaşının gerçek olduğuna kuşku ile bakanlar çıkmıştır. Çok kısa süre önce, Iman Jacon Wilkens adında, Hollanda orijinli olup Parisde ekonomistlik yapan bir zat Troia Savaşına aklını takmış; Cambridge Profesörü Sir Moses Finley’in görüşlerine de gönderme yaparak, Hisarlık alanında savaş izleri tesbit edilmediği iddiası ile böyle bir savaşın vuku bulmadığı tezini anlatan “Where Troy Once Stood - “Bir Zamanlat Troia’nın olduğu yerde “isimli, 1990 tarihinde ilk ve 2005’de son baskısı yapılan bir kitap yazmış “ Bu kitapda “Akha”lılar adının da (“Ahka”yı Latincedeki “aqua=su”ya benzeterek) “su adamları” ya da “deniz halkları” anlamına geldiğini iddia ediyor.

Eğer, Troia savaşı olmamışsa, bunun öyküsünü yaratanların insanüstü bir imgeleme ve binlerce yıl kendilerini okutan edebî bir dehaya sahip olduklarını kabûl etmek gerek.

Akhalıların moral destek personeli bilici Kalkhas, savaşdan sonra Egenin Anadolu sahil kentlerini gezmiş. Apollon Klaros (Ahmetbeyli) tapınağındaki bilici Mopsos’la yaptığı bilicilik yarışmasında mat olduğu söylenir.

Savaştan kısa süre sonra, Yunanlıların Aiol kolu, daha güneye, İzmir yakınlarına inerek Pelasgosların elindeki Larissa’ya saldırmışlar. Troia müttefiki Pelasgoslar savaş yorgunu olmalarına karşın kahramanca savunma yapmışlar. Ama sürekli baskı sonucu bu yörede Aiol kolonileri kurulmuş.

Yayın Tarihi : 8 Şubat 2008 Cuma 19:49:44
Güncelleme :10 Şubat 2008 Pazar 13:06:52


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?