20
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (1)

İngiliz Sanat Sosyologu John Ruskin

Anayurt, Avrupa’nın Afrika’ya en yakın güney köşesi İspanya ve onun kültürünü taşıyan sıcak iklim Latin Amerika’dan şimdi tümüyle farklı bir coğrafyada yaşayan bir toplumun edebiyatına geçiyoruz. XIX. Yüzyıl İngiliz sanat tenkitçisi ve sosyologu John Ruskin: “Sanat doğa’nın taklididir,” der. Gerçekten bu önermeyi İtalya, İspanya, Güney Fransa ressamlarının ışıl ışıl aydınlık tablolarına karşı Kuzey Avrupa’nın Flaman ve İngiliz ressamlarının karanlık eserleri gibi tropiklerin düş görmeyi kolaylaştıran gizemli doğasının“büyülü gerçekçiliği” ilham ettiği Hispanik yazın’ına ve öte yandan besin bulmanın çok zor olduğu uçsuz bucaksız steplerde at koşturarak yağmalayacak yerleşim yeri arayan Zapparog kazaklarının yaşamlarını koçaklama tarzında anlatan Slav ırkçısı Gogol’un, Sibirya’nın beyaz gecelerinin hüznünün alkol ve kumara sürüklediği insancıkları, okuru melânkolizme boğan romanları ile anlatan Dostoyevski’nin ve genel olarak iklimin yarattığı boşluk duygusundan etkilenen toplum psikolojisinin Turganyef’den başlayarak kendilerini “nihilizme-amacını kaybetmiş aşırı sert bireyciliğe” kaptırdığı Rus sanatçılarının Rus edebiyatına da uygulayabiliriz.

Ama bu birbirlerinden uzak, değişik coğrafyalar insanları da birbirlerinden kopuk, anlaşamaz durumdalar mı? Ne münasebet, tüm insanlar birbirlerini anlayabilir. Sanat Doğa’nın taklididir derken bu hükmün kapsamına Doğa’nın bir farklı görüntüsü olan uluslararası ilişkiler ve mücadelelere kadar her boyuttaki toplumsal olaylar da girer ki: coğrafî etki dışında kalan toplumsal olayları yansıtan sanata da sosyal içerikli sanat diyoruz.

İspanyadaki dehşetengiz 1936-39 iç savaşının esin kaynağı nedir? Elbette ki I. Dünya Savaşının sonlarındaki Rus Devrimi. Bu iç savaşta Cumhuriyetçi İspanyolların en büyük destekçisi Sovyetler birliği olacaktır. Bu ayaklanmaya karşı bir yandan Kapitalist öte yandan Faşist güçlü ülkeler arasında kalmış İspanyanın General Francosu, ülkesinde yükselen Marksist akımların doğuracağı tehlikeli maceraları önlemek üzere bu hareketleri çok kanlı bir biçimde bastırdı. Fakat kendisine bu başarıda destek veren Alman, İtalyan sivil diktatörlerin büyük savaşta ittifak önerilerini göze alamayıp Dünya kamu oyu önünde tarafsız kalan Generalissimo (tüm generallerin üstünde bir konumdaki general-Feld Mareşal) ayak sürüyerek vaziyeti idare etmek için, Dışişleri Bakanı Ramón Serrano Súñer’in çizdiği plan çerçevesinde ve General Agustin Muñoz Grandes komutasında İspanyol üniforması giymeyen, sadece İspanya Kralı Carlos’a sadakatlerini gösteren kırmızı bereli, haki pantolonlu faşist gönüllüler ile “Mavi Gönüllüler” adı altında büyük çoğunluğu tutuklu Cumhuriyetçiler ve ipten kazıkdan kurtulma hapishane sakinlerinden oluşturma bir mavi gömlekli gönüllü(?) “İspanyol Lejyonu’nu Rusya’ya yönelik “Barbarossa Harekâtı”na katılmak üzere Alman Vermacht’ının (Silahlı Kuvvetlerin) emrine verdi. Bu gönüllü (?) İspanyollar Rus cephesinde Ruslarla daha ilk karşılaşmada gerisin geriye dönüp tabana kuvvet kaçacaklar, aslında yoldaşları olan insanlara karşı da silah kullanmamış olacaklardı. II. Dünya Savaşını izleyen Soğuk Savaşda ise bu iki farklı âlemin (Sovyetlerin ve Latin Amerikanın) Kuba’daki kucaklaşmasına; Kuba’da Sovyet üslerinin kurulmasını ABD’nin engellemesinden sonra Fidel Castro’nun temsilcisi komünizm misyoneri Doktor Ernesto Che Guevara’nın öncelikle Latin Amerikada komünizm tohumlarını atmasına ve bu tahrikâtın tüm 3. Dünya ülkelerini sarmasına karşı ABD.nin, öncelikle arka bahçesi kabûl ettiği Latin Amerika’daki ve genellikle 3. Dünya ülkelerindeki sosyalizm coşkusunu beslediği diktatörler aracılığı ile ezmesine, bu olgunun da Dünyanın ilgisini çeken Hispanik yazınını etkilemesine tanık oluyoruz.

Her ne ise biz şimdi toplumsal Rus edebiyatına gelelim; soğuk diyarın umutsuzluğu yırtmak isteyen bir açılım olan Marksist Devrim patlayışı, yeni bir dünya inşa anlayışını ifade eden ” konstrüktivizm’i- yapısalcılığı“ ve “fütürizm’i-gelecekçiliği” Rus sanatına egemen kılacaktır ama bu yeni dünya felsefesi “fütürist manifestonun” yazımına katılan dev cüsseli, korkunç yüzlü ozan Mayakovsky’nin daha devrimin başlarında düş kırıklığına uğrayıp intihar etmesini engelleyemeyecektır. Stalin diktatörlüğü sonrası görece politik yumuşamadan sonra, Boris Pasternak ve Yevgeni A. Yevtuşenko örneği ideoloji karşıtı ve Stalin’in vârislerinden özgürlük talep eden kalemlerin zuhuruna; Demir Perdenin tümüyle yıkılıp Sovyetler Birliğinin çökmesiyle de tümüyle birbirinden farklı eğilimleri temsil eden yazın türleri ve nihayet Mikhail Şişkin, Vasiliy Aksyonov gibi yazarların klasik Rus romancılığına dönüşlerine değinerek, her bahis başında biraz daha açacağımız Rus edebiyatının tarihsel seyir defterinin şimdilik çok komprime bir özetini vermekle yetiniyoruz.

Rus Edebiyatına çok tepeden yüzeysel bir ilk bakıştan sonra, Rusların uygarlık ve kültür dünyasına ilk adım atmalarını ve yazımızın planını ana hatları ile verelim.

Evet, başlangıçta tümüyle siyahî insanların yarattığı Mısır uygarlığı bütün görkemi ile eski dünyaya egemenken, tarih sahnesine ilk kez Jutland yarımadası yolu ile çıktıkları söylenen beyaz ırk adamının hangi mağaralarda sığındığı hiç bilinmiyordu. Bir makalemde Sibirya’nın beyaz ve sarı ırk’ın buluşma ya da Darwin kuramı dikkate alınırsa kaynak insan yapısından ayrışarak değişik biçimde evrimleşme alanı olabileceğine değinmiştim. Nitekim çok yakınlarda, bazı arkeoloji araştırmalarında beyaz ırkın ilk yurdunun Sibirya olduğunun saptandığına dair bulgular yayınlandı. Tarihte iki kez (biri MÖ. X. Ve XI. Asır sıralarında, ikinci kez MS. III.-IV asırlarda) tarih terminolojisi ile “Völkerwanderung” denilen büyük beyaz barbar akınlarının eski Dünyaya saldırdığı, bu akınlardan Hitit ve Girit kültürlerini yıkan ve “Deniz Halkları adı verilen ilkinin Mısırın güçlü ordusu tarafından önü kesildiği bilinir (bu tarihten itibaren Kuzey Afrika insanının rengi ağarmaya başlamıştır). İkinci akında Avrupa’ya karma karışık saldıran Vandallar, Gotlar, Hunlar, Slavlar gibi barbar topluluklar yıkıma neden oldular; çoğu yerde siyasal egemenlikler kurdular, fakat kültür bakımından saldırdıkları yerleşik topluluklara assimile oldular ve Hrıstiyanlaştılar. Türk asıllı Bulgar aşiretleri de hem Hrıstiyanlaştırılmış hem Slavlaştırılmıştı.

Svyatoslav'ın Savaş Danışma Kurulu, Boris Chorikov’un tablosu

Slav aşiretlerinden Ruslar ise Avrupa’nın derinlerine diğerleri gibi sızamamışlardı. Dağınık aşiret prenslikleri halinde göçer olan Rus ve diğer Slav toplulukları içinde Kiev fatihi Askold’u öldürüp diğerlerine egemenliğini kabûl ettiren ilk Rus önderi Olyeg’dir (882-912). Vasallerinden aldığı vergilerle Skandinvya ve Bizansla ticaretini geliştirdi. Peçenek yağmacılarına karşı mücadele etti. Halefleri Igor ve Svyatoslav İstanbul’a inerek bu kenti fethe yeltendilerse de Rum ateşi kullanma gibi savaş tekniklerini öğrenme dışında bir sonuç alamadılar. Polonya topraklarını işgâl ettiler. Tüm prenslere boyun eğdiren Büyük Vladimir I. (980-1015) Rus devletinin gerçek kurucusu sayılır. Bizansla temasa geldi; İmparator Basileus II.nin kız kardeşi Anna Parphyrogenneta ile evlenebilmek için Hrıstiyanlığı kabûl etti (989 civarı). Ama İmparatorluğa bağlanmaya yanaşmadı. Kendisi gibi bir Slav olan Ohrid Bulgar patriğinin emrine verdiği Rus Kilisesinin özerkliğini sağladı. Fener ve Rus Ortodoks kiliseleri arasındaki ayrım o zamandan beri gelir. Rus kültürü bakımından Hrıstiyanlığa giriş, o zamana kadar Rusların temasa gelmedikleri okuma-yazma olgusunun farkına varmalarını sağladı. Rusların kör cahil oldukları bu devirlerde, Yunan Alfesinden bozma icad edilen Kiril alfabesinin nasıl ve ne zaman kabûl edildiği de tam belli değildir. Slavların hangi aşiretten geldiği bilinmeyen Bulgar asıllı havarisi Selânik doğumlu, ömrünün sonuna doğru Roma’ya yerleşmiş Aziz Kiril (827 (?)-869)Hazar Hanına Hristiyanlığı kabûl ettirmiş; Polonya’daki Slavları da Hrıstiyanlaştırmaya çalışmıştı. Bu işi kolaylaştırmak için Bavyera, Regensburg kentinde bulunduğu sırada İncil’i ve diğer Yunanca ayin ve duaları Slavcaya çevirdi. Fakat Regensburg Latin başpiskaposunun hışmını çekince Roma’ya gidip Papa II. Adrianus’un hoşgörüsüne sığındı. Slav alfabesi onun adını almıştır ama sadece ölüm tarihi 916 olarak bilinen Ohridli Bulgar Başpiskopos’u “Klimenti Ohridşki”nin glagolitik alfabenin*(1) planından örnek alarak “Kiril alfabesini” icad ettiği söylenir. Yani Ruslar bu alfabeyi de hazır bulmuşlar; ancak teee Büyük Pedro zamanında, 1708’de basitleştirilerek Rusların kullandığı (grajdanski şrift) haline getirilmiştir. Bizzat kendisi keskin bir barbar olan Çar Pedro ülkesini kalkındırıp uygarlığa sokmada bilinçli davranmış; alfabe reformundan sonra en yakın çağdaş ülke Hollandayı ziyaret ederek çağdaşlaşmanın gereklerini öğrenmiş; başkenti Moskova’dan Baltık kıyısına yakın kurduğu Pedrograd (hattâ batı Avrupalı görünsün diye Petersburg) isimli yeni kente taşımış, orada Lena Irmağı sahilindeki “Ermitaj Müzesi”nin inşasını başlatmıştır. Büyük Çariçe Katerina II. zamanında tamamlanan bu dünyanın en fazla obje teşhir etmesi ile Guiness Rekorlar kitabına giren görkemli Ermitaj müzesi Rusya’nın yoğun ve hızlı gelişmesinin anıtsal bir simgesidir.

Aziz Alexander Nevsky’nin ikonası

XI. yüzyıla okur yazarsız giren bir devlet olan Rusya XVIII. yüzyıldan itibaren kültürde de şahlanacak; sonunda, sanat akımlarının çoğunluğunun öncüsü ve edebiyatın en iddialı toplumlarından olan Fransızların: “Rusların Tolstoy, Dostoyevski gibi romancıları varsa bizim de Maupassant gibi öykücüler kralımız var,” diyerek bu dev romancıların erişilmezliğini, Rus edebiyatının geldiği yüksek düzeyi dolaylı olarak ikrar edecekleridir.

Rus Edebiyatının ilk tarihi şifahî (sözlü) halk destanları pagan ve Hrıstiyanlık dönemlerini kapsar. “Prens Igor’un Seferi”, “Hapsedilmiş Danyel’ın Duası” gibi yazarı belli olmayan kitaplarda, “Eski Rus dilinde” yazıya geçirilmiştir. Eski Rus yazınının “Azizlerin menkıbeleri” türünün çok bilinen bir örneği “Aleksandr Nev sky’nin Yaşamı”dır. Hâlen konuşulan Rusça’da yazılmış ilk eser Başpapaz Avvakum’un XVII. Yüzyılda yayınladığı öz yaşam öyküsüdür.

Modern Rus yazınını beş dönemde inceleyeceğiz:

1.Büyük Pedro devrinin (XI. yüzyıl) başlangıcından XVIII. yy.ın ikinci yarısı Lomonosov’a kadar (Buna “Klasik Dönem” denir);

2. XVIII. yy.-XIX. yy.ın ilk yirmi yılı (Romantik Dönem);

3. XIX. yy.- XX.yy. ilk 15 yılı (İsa öğretileri ile ahlâkiyatı savunan, ancak sapkınlıklara karşı isyan ederek Hristiyan Anarşist ya da Anarko-Pasifist bir gerçekçiliği iltizam eden Tolstoy’un, “Prens Miçkin, Raskolnikov, Dimitri Karamazov gibi roman kahramanları tüm Dünya aydınlarının ezberinde olan Dostoyevsky’nin başını çektiği Gerçekçi Dönem);

4. Kırgız Çingiz Aytmatov, Abhaz Fazıl İskender, Kazak Muhtar Ayvazov gibi Sovyetler Birliğine bağlı Türkî ülkeler sanatçılarının da Rusça eserleri ile katıldıkları Sovyet Dönemi;

5.Sovyetler sonrası dönem.

Edebî başarıları en fazla süsleyen Nobel Edebiyat Ödülü’nü ilk kazanan Rus yazarı Ivan Bunin’dir (1933). Boris Pasternak, Nobel Ödülüne lâyık görülen ilk protest romanı Dr.Jivago’yu, meslekdaşları tarafından ayıplandığı ve Hükûmetçe hoş görülmediği için ülkesi dışında, İtalya da yayınlamak zorunda kalmış ve ödülünü de Stockholm’a gidip almakdan vazgeçmişti. (1958). Görüldüğü gibi Sovyet blokunda sanatçı özgürlüğünü engelleme Hispanik Dünyaya rahmet okutmuştur. Diğer Nobel kazanan Rus yazarlar 1965’de Mikhail Şolokhov, 1970’de Aleksandr Solzhenitsyn, 1987’de Joseph Brodsky’dir.

Türklerin Rus edebiyatı ile ilk teması, Fransız edebiyatı ile tanışmasından çeyrek asır kadar sonradır. İlk çeviri doğrudan Rusça metninden Aleksandr S. Griboyedov’un “Gore ot uma-Akıldan Belâ”sı olup mütercimi Dağıstan asıllı Mizancı Mehmed Murad’dır. Mehmed Murad üç yıl sonra da sahibi olduğu Mizan gazetesinde Lermontov’dan çevirdiği bir şiiri yayınlayacaktır. Yeri geldiğinde ayrıca açıklanacağı üzere diğer çoğu Rus eserler genellikle Fransızca ve İngilizce çevirilerinden Türkçeye kazandırılmıştır. Prikoy doğumlu Hasan Âli Ediz merhum doğrudan Rusçadan çeviriler yaparak Puşkin, Gogol, Gorki, Dostoyevsky, Turgenyev, Ehrenburg isimlerini Türk okurlarına sevdirmiş nadir aydınlarımızdandır. Yüreğini komünizm idealine adamış Hikmet Kıvılcımlının doğrudan Rusça metinlerinden bir iki edebî eser tercümesi olmakla birlikdeo daha çok Marx, Lenin’in politik eserlerinin çevirisine yoğunlaşmıştır. EngelsSovyet dönemi yazarlarının eserleri Soğuk Savaş dönemi boyunca ülkemize sokulmamıştır. Ben de kitaplığımda oldukça yeterli Rus eserleri içindeki bu döneme ait bazı öykü ve edebî bilgi veren kitapları yurt dışından elde edebilmişimdir. Soğuk Savaş geride kaldığı için Üniversitelerin Rus Dil ve Edebiyatı bölümlerine ilgi artmış; Sabri Gürses adındaki genç çevirmenimiz Andrey Belly’nin “Glossolalia” eserini doğrudan Rusçadan çevirerek Rusya Edebiyat Enstitüsünün onur ödülünü kazanmıştır.

*(1) Glagolitic Alfabe (“Glagolitsa” olarak da bilinir): Slav alfabesinin en eski formudur; adı Slavca “glagoliti-konuşmak”dan gelir. Bazı Slav topluluklarında “hlaholika” biraz farklı teâffuz edilir. Temel olarak Yunan alfabesi örnek alınmıştır.
 

Yayın Tarihi : 11 Ekim 2011 Salı 14:49:39
Güncelleme :11 Ekim 2011 Salı 14:57:38


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
Teoman Törün IP: 95.14.234.xxx Tarih : 12.10.2011 16:29:00

Biri kutsal mesleğinin hakkını vererek sadece dershanesindeki öğrencilere değil, tüm halkımıza yönelik eğitici çalışmaları ile toplumu aydınlatma misyonunda sabır, metanet ve üstün başarı ile emeğini kullanan değerli sütun komşum hocamız Nazmi Öner, diğeri henüz yüzyüze görüşme mutluluğuna eremediğim fakat kültür sevdalısı gerçek bir milliyetçi olduğu açıkca anlaşılan sadık okurum Doktor S.A. Beyefendilere bana moral ve motivasyon kazandırmadaki bu paha biçilmez lütûfkâr desteğe hangi sözcüklerle teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Sağ olun, var olun; sizler oldukça Türk kültürünün ufukları pırıl pırıl aydınlanmağa devam edecektir. Bu kadirşinaslığınızı asla unutmayacağım, unutamıyacağım değerli üstadlarım. 


Nazmi Öner IP: 94.123.51.xxx Tarih : 11.10.2011 16:24:04

Sayın Törün.

Dünyada en çok kullanılan üçüncü dil olan ispanyolcanın, Avrupadan orta ve güney Amarikaya dek uzanan, ezgilerini, roman, hikaye ve duygularını İspanyol Edebiyatı Tarihi diyebileceğimiz büyük bir ansiklopedi oluşturacak biçimde başarıyla anlattınız, tanıttınız. Büyük bir deryadan, yüzerek, boğulmadan zaferle çıktınız; edebiyat ve sanat hayatımıza büyük katkılar sağladınız diye düşünüyorum.

Görüyorum ki şimdi yine, aynı derecede büyük bir deryaya dalıyorsunuz. Umuyorum, diliyorum ve biliyorum ki, buradan da başarıyla çıkacak ve yine kültürümüze büyük bir hizmet ve katkıda bulunacaksınız. Sizi kutluyor ve bu yeni yazı dizinizde başarılar diliyorum.


Dr. S. A. IP: 78.161.141.xxx Tarih : 11.10.2011 21:26:56

Sayın Teoman Törün; Başlangıcını yaptığınız bu yeni dizinizi büyük bir merak ve heyecan içinde izleyeceğimi temin eder, Türk gençliğini edebî olarak doğrulara ve güzelliklere yönlendirme ve aydınlatma yönündeki çabalarınıza şükranlarımı belirtir ve sizlere en içten saygılarımı sunarım.


Mustafa Ünsal IP: 78.168.13.xxx Tarih : 19.04.2013 02:00:28

Sayın Teoman Törün,tüm yazı dizinini içtenlikle okuyorum, yalnız rus edib Boris Pilnyak hakkında bi nota ulaşamadım.Bu konuyla ilgili görüş ve yardımlarınızı bekliyorum.