25
Mayıs
2024
Cumartesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (101)

Mihail Aleksandroviç Şolohov

Şolokhov 1938’de
 

Nobel Ödüllü bir Rus roman yazarını daha tanıtıyoruz. Şolohov, 24.Mayıs.1905 tarihinde Rusyanın Don İdarî Bölgesi olan Veşenskaya stanista’sının (“stanista” Kozak yerleşim bölgesidir) Krujlino köyünde doğdu. Babası bir sürü taciri, çiftçi ve değirmenci Aleksandr, anası, Ukrayna köylerinden gelen bir Kozak’ın dulu Anastasya Danilovna Çernikova idi. Oğlu Mihail ile mektuplaşmak arzusunu hissedinceye kadar okur-yazarsız kalmıştı.

Şolokov 1918’e kadar Kargin, Moskova, Boguçar ve Veşenskaya’daki okullara gitti. Bolşevik yanlısı olarak İç Savaşa katıldığında 13 yaşında idi ve beş yılını bu savaşta harcadı. Yazmaya 17 yaşında iken bşlamıştı. İlk kısa öyküsü “Doğum izi”ni 19 yaşında tamamladı. 1922’de Moskova’ya gidip Kızıl Orduya bağlı gazeteci oldu ama geçinmek için, yükleme boşaltma, istifçilik; duvarcılık gibi el işçiliği ve muhasebecilik de yapmak zorunda kaldı. Fakat yazarlar seminerlerine de katılmayı hiç aksatmadı. 19.Ekim.1923’de “Yoklama” adındaki ilk mizahî makalesi yayınlandı.1924’de Veşenskaya’ya dönüp kendini tümüyle yazmaya verdi. Aynı yıl, Bukonovskaya ataman’ı * (1) Pyotr Gromoslavsky’nin kızı Maria Petrovna Gromoslavskaya ile evlendi. İki kız, iki oğlan çocuk sahibi oldu.

İlk kitabı, I.Dünya Savaşı ve İç Savaş’ın kendi bölgesinde cereyanı ile ilgili olup geniş ölçüde kendi gözlemlerine dayanan (içinden örnekler vereceğimiz) “Donskie razskazi-Don Öyküleri” 1926’da basıldı. “Nahalenok” da kısmen kendi çocukluğuna dayanan, 1961’de Yevgeni Karelov yönetiminde “ “filmi yapılan bir öyküsüdür. Aynı yıl, yazımı 1940’a kadar ondört yıl sürecek ve Sosyalist gerçekçiliğin doruğunda bir örnek olarak ona “Stalin Ödülü kazandıracak “Tikhii Don-Ve Durgun Akardı Don” romanını kaleme almaya başladi. I. Dünya Savaşı ve İç Savaş ve öncesi Kozak eylemleri ile ilgili bu roman ayrıca 1965 Nobel Edebiyat Ödülüne lâyık görülerek ona uluslararası ün sağladı.

Roy Medvedev

Fakat içlerinde Soljenitsin ve “Şolohov biografisti” Roy Medvedev gibi bazı ciddî ve Şolohov’u takdir eden yazar ve eleştirmenler, hattâ Stalin'in kızı Svetlana Alliluyeva bu romanın ana bölümlerinin 1920 yılında vefat etmiş Beyaz Orduda yer almış Bolşevik karşıtı Kozak asker ve yazar Fyodor Dmitrieviç Kryukov’un el yazması metrûkâtından alıntılanmış intihâl eseri olduğunu iddia ettiler. Kanıt olarak, II. Büyük Savaş sırasında, arkadaşı Vasil Kudaşov’un nezaretine emanet ettiği arşivinin bombalanarak tahribi sırasında arta kalan kağıtlar arasında Kryukov’un el yazmalarının bulunması gösterildi. Bazı araştırıcılar bu iddiaların Şolohov’u gözden düşürmek isyetenlerin iftirası olduğunu söylemişlerdir. Bu iddialardan kırılan Şolohov, diğer bir Nobel Ödülü sahibi olan Soljenitzin’in “Ivan Denisoviç’in Yaşamındaki Bir Gün” povestinin yayınlanması üzerine ağır eleştiriler yaparak aralarındaki polemiği yeniden su yüzüne çıkardı. Geir Kjetsaa’nın yazar hakkındaki 1984 tarihli monografisine aldığı istatistik analizler yolu ile de yaptığı araştırma bu eserin gerçekten Şolokov‘a ait olduğu kanaatini güçlendirdi. Şolokov’un el yazısı müsveddeler, nihayet Rus Hükûmetinin verdiği destekle 1999’da Rus Bilimler Akademisi Dünya Edebiyatı Enstitüsünce de bulundu. Buna karşın bu el yazmalarının, Kryukov müsveddelerinin kopyası olduğu iddiaları da sürdü gitti.

Şolohov’un Don havzasındaki kollektifleşme öyküsü olan ve yazımı 28 yıl alan ve iki bölümden oluşan “Uyandırılmış Toprak” Lenin Ödülü kazandı. Birinci bölümü “Yarının tohumları” (1932), ikinci bölümü “Don Kıyısında Hasat”dır (1960). “Bir Adamın Kaderi” (1967) kısa öyküsünün filmi yapıldı. Bitiremediği romanı “Ülkeleri için Savaştılar” Rusların “Büyük Yurtseverlik Savaşı” diye andıkları II. Dünya Savaşı Sovyet-Alman çatışmalarını hikâye eder.

Yazar 1930’larda, Don Irmağı havzasında kolhoz ve sovhozların çiftçilere kolaylık sağlayacak biçimde düzenlenmesi için Stalin’e defalarca mektup yazmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında çeşitli gazetelerde Sovyet savaş eylemleri ve Nazi birliklerinin Don havzasında yaptıkları tahribat hakkında sürekli makaleler yazdı. Annesi 1942’de bir bombardıman sırasında yaşamını yitirmişti. Şolokov’un eserleri 1956-60 arasında toplanarak sekiz cilt halinde yayınlandı.

Diğer kayda değer eserleri; “Yırtıcı ve Nazik Savaşçılar” (1967), “Kâlp Çağırınca” (1970), Türkçeye de çevrilen: “Alyoşanın Yüreği (1925), “Mavi Bozkır” (1926), “Öfke/Nefret Bilimi” (1942), “İnsanın Kaderi”dir (1956).

Şolokov 1932’de Sovyetler Birliği Komünst Partisi’ne katılmış; 1937’de Sovyet Birliği Yüksek Kuruluna seçilmişti. 1959’da Başbakan Nikita Kruşçvev’in Avrupa ve ABD’ye yaptığı gezide ona refakat etti. 1961’dePartinin Mekkez Komitesi üyesi oldu. İki kez “Sosyalist Çalışma Kahramanı” ünvanı ile ödüllendirildi sonra Sovyet Yazarlar Birliği asbaşkanı oldu. 21.Şubat.1984’de Rostov’da vefat etti. Don Irmağı kıyısındaki Veşki köyüne defnedildi.

Şolohov’dan örnek olarak Nobel kazanmış başyapıtını özetini ve iki öykü özeti verelim:

Ve Durgun Akardı Don:

Rusça tam karşılığı: “Tikhi Don-Sakin Don” olan, XX. Yüzyıl Rus edebiyatının en önemli eserlerinden kabûl edilen bu dört ciltlik roman “Durgun Akar Don” olarak da tercüme edilmiştir. İlk üç cildi yukarda değindiğimz üzere 1928-32 arası Sovyet dergisi “Ekim”de yayınlandı. Hemen 1934’de İngilizce çevirisi de piyasaya çıktı. Dördüncü cilt 1942’de tamamlandı.

Sergei Gerasimov yönetiminde 1958 yılı çekimi filmde Grigori’nin Aksinyayı kaçırışı

Roman XX. Yüzyıl başlarında I. Büyük Savaş öncesi, olasılıkla 1912 yılında, Don ırmağı boyundaki, doğa güzellikleri ve folklorik etkinlikler betimlemeleri ve folk şarkıları ile süslenmiş Kozak toplumu yaşamı ile ilgilidir. Ana konu, Rusya’nın pek çok bölgesinde aynı isimde görülen yerleşim yerlerinden biri olan Tatarsk’daki, Kırım Savaşı sırasında aile büyüğünün esir bir Türk kadınla evlendiği rivayetinden komşularının çok rahatsızlık duydukları Melekov ailesi odağında cereyan eder. Boş inanç sahibi komşular ihtiyar kadını büyücülükle suçlayıp onu öldürmeye teşebbüs ederler ama her zaman kocasını karşılarında bulurlar. Melekov ailesinin oğulları ve torunları aşağılayıcı biçimde “Türkler” diye anılırlar. Ama bir kısım yakın komşuları dışında Melekovların, Tatarsk halkı nezdine çok saygın bir konumları vardır.

Ailenin iyi bir istikbâl vaad eden ikinci büyük oğlu Grigori Panteleyeviç Melekov, aile dostları Stepan Astakov’un karısı Aksinya’ya aşık olmştur. Zaten, Aksinya ile devamlı dayak yediği kocası arasında sevgi bağı yoktur. Grigori ile onun arasındaki gönül yakınlaşmasının birlikde kaçmaları ile sonuç bulması iki aile arasında kan davası ortaya çıkarır. Bu aşk öyküsü romanın odak noktası olup yaklaşan Dünya Savaşı ve İç Savaş gibi Rusyanın en kanlı toplumsal maceraları, Rus-Japon Savaşı kahramanı Kozak asıllı General Lavr Georgiyeviç Kornilov’un Bolşeviklere iktidar gücü fırsatı sağlayan başarısız darbe girişim, Don Kozaklarının Bolşeviklere karşı yürüttükleri bağımsızlık mücadelesi ile birlikde on yıllık bir kargaşa süreci işlenir. Avusturya-Macristan sınırına intikâl eden Kozak birliklerinin içinde Grigori ve Stepan da vardır. Burada Grigori tehlike ile karşılaşan Stepen’ı ölümden kurtarma asaletini gösterse de aralarındaki kişisel kan davası sürer. Grigori, babasının ısrarı üzerine Natalya ile evlenir fakat Aksinya’yı sevmeye devam eder. Roman, yazarın gençliğinde “Donşina-Don Otobüs’ü adlı bitiremediği çalışmasının gelişmiş bir formudur. Roman kahramanı Grigori Melekov’un kişiliğinin, yukarı Don’da Bolşeviklere karşı yürütülen mücadelenin önde gelen simalarından Veşenskaya’lı iki kozak Pavel Nazroviç Kudinov ve Karlampii Vasilyeviç Yermakov’a dayandırıldığı söylenmektedir.

Romanın, 1931, 1958 ve 1992’de olmak üzere üç kez sinema versiyonu; Ivan Derjinsky tarafından operası yapıldı.

Don Öyküleri”nin Metin Ergin’in 1976 baskılı çevirisinden iki öykü özeti alıntılıyoruz:

1- “Nişan”

Öykü bir kışlada yaşından büyük gösteren, geniş omuzlu bölük komutanı Nikolka Koşeyovun, duvarları rutubetten küf bağlamış, at teri kokan, dağınık kulübesinde kaba bir sedirde sırtını pencere pervazına dayamış, soğuktan kaskatı kesilmiş parmaklarında kurşun kalem tutan görüntüsü ile başlar. Yanındaki listede kimliğine ait bilgileri kaydetmektedir. Daha beş altı yaşında iken babasının ata bindirip asker gibi eğittiği Nikolka yaşının 18 henüz 18 yaşındadır. Dünya Savaşı başladığında savaşa katılan babadan bir daha haber alınamamış; çok geçmeden anası da ölmüştü. Sol ayak bileğinin üstünde, aynen babasında olduğu gibi güvercin yumurtası iriliğinde bir nişan kalmıştı. 15 yaşında iken köyden geçen bir Kızıl alaydan yalvararak etekleri yerlerde sürünen bir kaput sağladı ve Beyaz Wrangel Ordusuna karşı çarpışmaya yollandı. Daha çocuk sayılan yaşta iki haydut çetesi temizlemiş; altı aydan fazla süren çatışmalarda bölüğünü mükemmelen yönetmişti. Ayak bileğindeki nişanı görenlerden bunun şans alâmeti olduğunu söyleyenlere, mahrumiyet içinde geçirdiği yetim hayatını söyleyip öfke ile çemkiriyordu.

 

Don Irmağına bir tepeden bakan kulübesi fırtınadan uçacak hâle geldiği bir sırada köyden bir posta neferinin geldiği haberi verilir. Avluda bekleyen posta neferinin atı ağzı köpürmüş, burnundan kan gelir vaziyette yanında cansız yere uzanmıştır. Çok geçmeden can verir. Posta neferinin elindeki zarfın üstündeki üç haç işareti atın neden böyle soluksuz kalıncaya kadar doludizgin koşturulduğunu açıklamaktadır. Nikolka mektubu zorla okur; henüz yazma alışkanlığı edinememiştir. Mektupda Sovyet rejimi karşıtı yarım taburluk bir Don ve Kuban Kozak grubunun Ataman * (1) yönetiminde hızla yaklaşmakta oldukları haber verilmektedir. Gerçekten olgun yaşta bir ataman idaresindeki Wrangelci kozaklar geçtikleri yerleri gasplarla, talanlarla harebe haline getirip, genç, yaşlı demeden insanlara onların Kızıl dostu olduğu iddiası ile zûlmederek, gaspettikleri içkilerle kör kütük sarhoş olarak ilerlemektedirler. Ataman, Kızıl yanlısı olmadığını istavroz çıkararak inandırmaya çalışan fukara ve ihtiyar bir köylüye zorla toprak da yedirir. Nikolka küçücük bölüğü ile savunmaya geçer. Nerelerden geldiği belli olmayan mermilerle adamları tamamen telef olunca atına atlayıp mavzerini, üzerine dolu dizgin koşturduğu Ataman’a boşaltır. Ataman kolay avlayacağı bu körpe çocukla alay eder. Onun mermilerini bitirmesini bekler. Sonra dizginlerini sallayıp atından düşen gencin üstüne çullanır. Bir kılıç darbesi ile yaşamına son verdiği hasmının üstünü başını soyup çizmelerini çıkararak gaspa başlar. Çocuğun ayak bileğindeki nişanı görünce feryat eder: “Yavrum! Benim küçük Nikolkam! Öz evlâdım benim. Nasıl oldu bu iş?” Sonra mavzerin namlusunu ağzına sokarak intihar eder.

2- “Aile Babası”

Don ırmağının iki yakası arasında taşımacılık yapan uzun boylu, dar omuzlu kayıkçı elindeki çamçakla kayığın küflü sintinesini kazıyıp atmakta idi. Yanına yaklaşan bu hikâyenin anlatıcısı gence: “karşıya geçmek istiyorsan ipi çöz,” dedi. Kürekleri çekmeye yardımcı olan yolcu askerden döndüğünü söyleyince kayıkçı şüphe ile: “Kaçak mı; izinle mi?” diye sordu. Yolcu terhis olduğunu söyledi. Irmağın ortasında kuvvetlenen akıntı yüzünden tekne denetimden çıkmış; ormana açılan kıyıya doğru sürüklenmeye başlamıştı. Nihayet kıyıdaki söğütlere çarpınca ıskarmoz parçaları dağıldı; kürekler suya düşüp akıntıya kapıldılar. Sintineden açılan bir delikden su girmeye başladı. Kayıktakiler, balta girmemiş ormanda gecelemek için iri bir ağaca çıktılar. Mikişar adındaki geveze kayıkçı, ailelerinin halinden anlamayan gençlerin biraz kendilerine gelip onların özverilerine karşı büyüklerine yararlı olmasını öğütlüyordu. Sonra karısının beceriksizliğine geçiyordu. Ağabeylerinin ölümünden onu sorumlu tutan 17 yaşındaki kızından bahsederken, aile dramlarının mesuliyetini hiç üzerine almaz gibi idi. 8 aç gözlü oğlan dünyaya getiren doğurgan karısının kız doğurduktan beş gün sonra öldüğünü; naçar kalan kendisinin çocukların eksilmesi için ölmelerine dua ettiğini ve Tanrının bu duayı kabûl etmediğini rahatlıkla nakletti. Anlattıklarına göre oğullarının en büyüğü Ivan onu benzeri bir esmer yakışıklısı imiş. Dört yaş küçüğü Danilo anasının benzeri sarışın, gürbüz bir çocukmuş. Ivanı köyden bir kızla evermiş ve bir torunu olmuş. Daniloya sıra gelmeden kötü günler gelmiş. O nahiyede Sovyet rejimine karşı ayaklanma çıkmış. Ivan ve Danilo hemen onun yanına koşup haklı olduklarına inandığı Kızılların yanını tutmak gerektiğini söylemişler. Onlara engel olmamış ama kendisi yerinden ayrılmak niyetinde değilmiş. Çocuklar gitmişler. Fakat köy ileri gelenleri Bolşevik isyanına karşı köy erkeklerinin mücadeleye geçmesin karar vermişler. Mikişar. “Çoluk çocuğum var.” diyerek kıvırmak istemiş ise de kandıramamış; yaka paça cepheye sürülmüş. Köyün yakınında olan mevzilere bir gün dokuz tutsak getirmişler. Danilo da içlerinde imiş. Tutsaklar bölük komutanının önüne çekilmiş. Kozaklar sokağa dökülmüş: “Hainleri gebertin; sorguya çektikten sonra bize teslim edin!” diye çılgınca şamata ediıyorlarmış. Mikişarın dizlerinin bağı çözüldüğü hâlde Danilo için üzüldüğünü belli etmemeye çalışıyormuş. Bir ara Kozaklar ona bakıp fiskos ettikten sonra:” Mikişar söyle bakalım, gomanistlerle çarpışacak mısın?” diye sormuşlar. “Elbette!” yanıtını alınca eline bir süngü tutuşturmuşlar. Sonra sorguya çekilmiş tutsaklar, en önde Danilo tek sıra yürüyüşe geçmişler. Şişmiş kafası, yüzülmüş derisi, üstündeki parça parça pıhtılaşmış kanları ile Danilonun kendine doğru ilerlediğini görünce Mikişarın dehşete düşmüş. Danilo ona bakarak gülümseye çalışmış; ellerini sallamış. Mikişar’ın o andaki düşüncesi ona vurmasa kendisinin öldürüleceği ve diğer çocuklarının yetim kalacağı olmuş. Danilo önünden geçerken: “Babacığım hakkını helâl et.” demiş. Mikişar çaresiz elindeki tüfeğin süngüye takılı noktası ile onun kulak tozuna vurmuş. Kozaklar uluyarak: “Gözümüzden kaçmıyor, acıyorsun ona. Kıyasıya döv, kanını akıt; yoksa biz senin kanını akıtırız,” diye bağrışmışlar. Verandaya çıkan yüzbaşı bir yandan işkenceleri yeterli görmüyor; küfrediyor; bir yandan gözlerinin içi sadistçe gülüyormuş. Tutsakları süngüleme faslı başlayınca artık vicdanı kaldıramayan Mikişar sokağın öbür ucuna kaçmaya başlamış: bir ara merakla geriye baktığında Danilosunun yerlerde yuvarlandığını ve çavuşun onun gırtlağına süngü soktuğunu görmüş ve çocuğun kısaca inlediğini duymuş. Daha sonra General Sekretov’un kuvvetlerinin de katılması ile havalideki diğer Kızılları Don’un öbür yakasındaki Saratov’a süren Beyaz Kozaklar Mikişarın büyük oğlu Ivan’ın 36. Kozak bataryasında görev aldığını öğrenecekler; 36. Bataryanın konuşlandığı köyü de işgâl edip insafsızca dövülen Ivan’ın karagâh’a teslim görevini de babasına vereceklerdir. Ölüme götürüldüğünü bilen Ivan’ın yalvarmasına rağmen, diğer çocuklarının yetim kalmaması özrünü ileri süren babası ile muhaveresi öykünün en dramatik bölümüdür.


* (1) Ataman (Hetman): Kozakların seçimle göreve getirdikleri çeşitli kademedeki askerî ve idarî komutan ya âmirlere verile sıfat.

Yayın Tarihi : 4 Mayıs 2013 Cumartesi 12:39:41


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?