27
Mayıs
2024
Pazertesi
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (103)

Aleksandr Isayeviç Soljenitzin II.

Soljenitzin’in eser örneklerine gelince ilk yayınlanma teşebbüsüne ve Hrutçev’in etkisi ile 1962 yılında Rusya'da yayınlanabildiğine biografi kısmında değindiğimiz “Ivan Denisoviç’in Yaşamında Bir Gün” romanı açıkklaması ve özetine geçelim: İngilizce en az 5 ayrı çevirisi yapılan ve hemen tüm dünya dillerine tercüme edilen bu eser 1950’lerde bir Sovyet Gulag sisteminde bir çalışma kampına yerleşmiş Ivan Denisoviç Şukov adlı sıradan bir hükümlünün tek bir gününü hikâye eder. Çalışma kampı hayatı onun gözü ile ve onun bağlı olduğu 104 numaralı kamp takımının etkinlikleri üzerinde odaklanarak tanıtılır.

Romanın diğer ana karakterleri, barakalarda bir İncil saklamayı başaran ve Tanrıya inandığını fakat cennet ve cehenneme inanmadığını söyleyen Şukov’la tartışmalar yapan Baptist Alyoşa; Şukov’un ölmüş oğluna benzettiği için bağrına bastığı, Ukraynalı isyancılara yiyecek tedarik ettiğinden mahkûm olmuş genç ve güçlü, kuvvetli Gopçik; Şukov’un bağlı olduğu 104 no.lı takımın lider ve usta başısı Andrey Prokofyeviç Tiurin; insan karakterini zayıflatan kampta onurunu yitirdiği için herkesden arsız bir şekilde yiyecek, tütün dilenen takım mensubu Fetyukov; aydın bir kişi olup büro işleri yapan, film rejisörlüğünden gelme Tsezar (Sezar) Markoviç; kampa yeni gelmiş, denizde gerekli bir yardımı yapması karşılında bir İngiliz gemisi amiralinden kendisine bir hediye gönderimiş eski bir deniz yüzbaşısı olup kampdaki esirlerin muhafızlara karşı itaatkâr statüsüne alışamamış Bunovsky; yardımcı lider ve usta başı görevindeki Ukraynalı Pavlo; Rusçayı ana dili gibi konuşan, şakacı, gösterişli yapılı Letonya asıllı Johann Kilgas; II. Dünya Savaşı sırasında yoğun top atışlarında kulakları sağır olmuş, üç kez Almanlarca Buchenwald Kampına (kaçıp kaçıp yakalanarak) konmuş Senka’dır.

Çalışma kampında yol inşaatında çalışan tutsaklar

Ivan Denisoviç savaş tutsağı olarak Almanların eline düştükten sonra onlar hesabına casusluk yaptığı isnadı altında Gulag sistemi kampda çalışmaya mahkûm edilmişti. Aslında masumdur ama on yıl bu kampda kalmaktan kurtulamaz. Romanda anılan gün Şukov kendini hasta hissederek uyanmıştır. Kusar. Zamanında yataktan kalkamaz. Yaka paça Muhafıza bölüğüne götürülüp, orada hafif addedilen bir ceza sürecinden geçirilir. Hastalık iddiası üzerine revir doktorundan rapor alması istenir ama vakit geçmiş, revir kapanmıştır. Hastalığını kanıtlayamadığından zorla işe sürülür. Zek’ler (tutsaklar) takım liderine (Şukov’un takımı 24 kişilik 104. No.lı takımdır) sadakat andı içtikten sonra dayanılmaz bir soğukta ağır inşaat işine başlarlar. Otoriter Kamp yönetimi tutsakların hiç bir şekilde boş zamana sahip olup ciddî konularda tartışmalarına fırsat bırakmaz; dolayısıyla zekler istirahat imkânı bulamazlar. Direnme güçlerini arttırabilmek için zekler fizikî egzersizlere başvurmaktadırlar. 104 no.lu takımın usta başı Tiurin asık suratlı, sert fakat iyi yürekli bir adamdır. Yerine göre mahkûmlara yardımcı olur. Şukov, aslında takımın en iyi çalışanlarındandır ve saygı görür. Kampın tayınları çok azdır ama Şukov bunları yaşamak için yeterli bulur. Elverdiğince sakladığı da olur. Günün sonunda, büro işlerinde istihdam edilen okumuş takımından Tsezar’a (Sezar) özel hizmet de yapar. Tsezar’ın ailesi ona zaman zaman yiyecek paketleri postalamaktadır. Şukov da bu besinlerden pay alır. Şukov’un da günü verimli ve hattâ mutlu sayılabileck biçimde geçmiş olur. Gündüz geçen bazı mutlu olaylardan tatmin olmuş durumda uykuya varır.

Oysa bu kamplardaki başkaları günlük yaşamı son derece değişken ve zorlu bulmaktadırlar. Örneğin, hava – 41 santigrad derece olduğunda konut dışı mekânda çalışma muafiyeti kuralı bazen takım liderince, havanın pek âlâ tahammül edilebilir değerlendirmesi hâlinde işlemeyebilir. Ve kampta zaman geçtikçe giyinme ve gece üşümeden uyuyabilme koşulları da kötüye gitmektedir. Zeklerin ayaklarına uyacak bot bulunamamakta; ince, dayanıksız eldivenler kolayca yırtılıvermektedirler. Tutsaklar kolay tanınmaları için numara taşımaları şartına bağlanmışlardı. İnsanlığa aykırı olan bu uygulamaya göre Ivan Denisoviç’in tutsaklı numarası Ş-854 idi. Her günün başlangıcında takım liderine görev talimatı yazılı olarak veriliyordu. Takım üyeleri birlikte, birbirlerine göz kulak olarak çalışma durumunda idiler. Zira bir kişi işten kaytarmağa kalkarsa tüm takım ceza alıyordu. Her tutsak gösterdiği itaat derecesine göre kamp yönetimince kademelendirilip itibara kavuşuyordu. Buna karşın grup üyeleri arasında şaşılası bir sadakat ve dayanışma olduğuna Soljenitzin dikkat çekmektedir. Örneğin, Şukov diğer tutsaklarla gruplaşıp, çalışma alanından koğuşta ihtiyaçları olan sabun, soğuğa karşı keçe ve pencere kenarlarının tıkanmasında kullanılacak ziftli kağıt gibi maddelerin çalınmasında örgütleniyorlardı. Başka türlü o koşullara dayanabilme olanağı yoktu

Roman’ın, Jason Robarts tarafından canlandırılmış bir TV filmi uyarlaması 1963 yılında Amerikan NBC TV’sinde bir saatlik drama olarak ekrana getirilmiştir. 1970’de, Tom Courtney’in Denisoviç’i temsil ettiği bir Britanya-Norveç ortak yapımı filme konu olmuştur.

Sovyet hapishane ceza evi sisteminin anlatıldığı, 1958-1967 yılları arasında yazıldığına değindiğimiz, Gulag Takımadaları ise üç kitap, yedi bölümlük bir eser olup otuz beş ayrı dilde 30 milyonun üzerinde satılmıştır. Yazarın çok dikkatle takip ettiği ve 256 eski hükümlünün teyid ettiği üzere bizzat kendi gözlem ve deneyimlerine dayanan, 1918’de Vladimir Lenin ve Bolşevik devrimi ile başlayan komünist rejim kurumu olan cezalandırma sistemini, ceza yasası, siyasî polis, siyasal yargılamalar, mahkûm nakilleri, mahkûm kamp kültürü, mahkûmların itaatsizlikleri ve ayaklanmaları ve ülke içi sürgün olgu ve uygulamaları gerçekçi uslûpla nakleden eser doğal olarak Rus medyasında sert ve yoğun bir eleştiri ile karşılanmış; Hitler faşizmi ve saldırısına karşı çıkma azmini gösteren Sovyet Ordusunun Stalingrad zaferini hafife alma ve II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yapmış Rus Kızıl ordu generali Andrey Vlasov ile Ukraynalı ulusalcılık örneği bir ihanet olduğu iddia edilmiştir.

Soljenitzin Sovyetlerin çöküşü sonrası Rus bayrağı ile

Gulag Takımadaları Yirminci Asrın en büyük facia ve felâketleri yanında cereyan eden ve Sovyet yurttaşlarının, özellikle 1929-1953 arası Stalin döneminde, kendi hükûmetleri tarafından zindanlara, kamplara tıkılması, eza görmesinin ve on milyonlarcasının ölüme gönderilmesinin gerçek hikâyesidir. Okuyucuya olabildiğince biyografileri ile birlikte kurban örnekleri verilerek onları hayat-ölüm sınırında yaşatan ve sonuçta bu cehennemden yakasını sıyırabilen milyonlarla, ölüme giden milyonlara reva görülen bu acayip ve gereksiz gaddarlığın anatomisi yapılmaktadır. Tutuklanmış bir adamın, o kaosda ölen küçücük çocuğunun tabutunun polislerce hiç bir tutanağa bağlamadan ulu orta toprağa atılması; bir kadın tahkikat görevlisinin bir tutuklunun kızını yakalayıp onu frengili tutukluların hücrelerine aatıkmakla tehdit etmesi; bir tutuklunun kendisine isnad edilen fiilin temyiz gücünden tamamen uzak olduğu 10 yaşında cereyan ettiğini ileri sürmesine karşın görevlilerin bunu “Sovyet istihbarat servisine yapılmış bir iftira” kabûl etmeleri gibi dehşet verici ve yerine göre traji-komik sayısız ayrıntıların oluşturduğu cehennemî bir külliyatla karşılaşılıyor. Soljenitzi’in bizzat şahit olduğu mezalim dışında, sadece 1934-35 yıllarında 200.000 Leningrad’lının tevkifinden sonraki yıllarda bu tutuklamaların arşa çıkması, Stalin’in 1950’lerin başlarında Kızıl Meydan’da bir çok Yahudi doktoru halka açık biçimde asmak biçiminde suretiyle büyük bir pogrom’u uygulamaya koyma planı yaptığı söylentilerinin de kitaba alınması biraz ciddiyet dışı gibi görünse de diktatörün bilinen kişiliği karşısında eserin değerinden bir şey eksiltmiyor. 1929-30 arası üç ana dalgada gerçekleştirilen, Soljenitzin’in “bizim dışkı atık sistemimiz” diye nitelendirdiği kollektivizasyon ile çiftçilerin; 1930’ların sonundaki bazı parti üyeleri, asker ve bürokratların; 1944-46 arası her çeşit azınlıkların ve yurttaşlığa geçmiş savaş tutsaklarının tasfiyesi göz önüne serilmekte; bu tasfiye sürecinin fail ve kurbanlarının hangi toplum çevresinden geldiklerinin ve zihnî yapılanmalarının keşfedilmesine çalışılmakta; böylece bir takımadalar grubu gibi görünen Gulag sakinlerinin bu ortak kadere düşmelerinin genel güdüsünün edebî yoldan yorumu yapılmaktadır. Yazara göre bu milyonlarca masum canı heder olmaya götüren güdü, temel rejimden “Stalinizm” adı verilen 1929-1953 arası sapma olgusu değil, doğrudan doğruya Marxist-Leninist ideolojinin kendisidir. Bu ideolojinin dinî ve ahlâkî ilkeler tanımazlığı yüzünden manevî temelden yoksun oluşudur. Lenin’in embriyonik bir Stalin olarak işin başında ortaya çıkmasıdır. Sakharov ve Roy Medvedev gibi bu yolu terkeden diğer cesur aydınlar parelelinde Soljenitzin de Sovyet yönetiminin topluma sansür dışında hiç bir değer katkısının olmadığı kanaatine varmıştır. Soljenitzin’in bu kanaat öylesine belirleyici olmuştur ki o dönemde Sovyetler Birliğinde şöyle bir anekdot dillerde dolaşırmış: “Bundan yüz yıl sonra Brejnev kimdi diye soranlara Soljenitzin zamanındaki politikacılardan biri imiş diye yanıt verecekler.”

İkiyüz Yıllık Birliktelik eserinin Rus-Yahudi ilişkileri tarihi ile ilgili, 2001 ve 2002 yıllarında yayınlanmış iki ciltlik bir değerlendirme olduğuna değinmiştik. Yazar, bu kitabın yarattığı tartışmalara ve anti-semitizm iddialarına karşı 2003 yılında: “Diğer kampları bilmediğim için bir genelleme yapamam ama benim bulunduğum kamplarda tanık olduğum kadarı ile Yahudilerin yaşamı diğer unsurlara kıyasen hallice idi,” demiştir. Rusya’da çok satan (best-seller) bu kitaba Soljenitzin: Ruslar ve Rus Yahudileri arasında karşılıklı bir anlayışa vesile vermesi dileği ile başlar. Tartışmalar üzerine yazdığı “Ulusların Yaşamında Pişmanlık ve Öz Denetim” isimli denemesinde ise, Ekim Devriminin getirdiği Marxist diktatörlüğe birlikte yol açan her iki tarafa da (Ruslara ve Yahudilere) durumun ıslahı için aynı ölçüde ahlâkî sorumluluk yükler. Rus soylularının Yahudi pogromları için nasıl pişmanlıklarını ifade etmeleri gerekiyorsa Devrim sırasında da Yahudilerin, Devrimi kendilerine mâl edecek dereceye varan monarşi karşıtı gayretkeşlik ve saldırganlıkları için sorumluluklarının bilinçlerinde olmalarını öğütler. Amerikalı tarihçi Richard Pipes da 1985 yılında, her ulusda anti-semitizm olgusuna işaret ederek Soljenitzin’in Yahudiler için ırksal bir karşıtlık duymadığını, sadece Dostoyevsky gibi ateşli Hristiyanlıktan doğan bir yumuşak önyargı ile Devrime karışmış Yahudileri eleştirme gereksinimi hissetmiş olabileceğini ifade etmiştir. Diğer bir çok denemeciler de, hattâ bazıları tanınmış Yahudilerin görüşlerine referansla böyle aydın, dürüst ve cesur bir yazarın anti-semitist olamayacağını söylemişlerdir. “İkiyüz Yıllık Birliktelik” ile “SSCB’deki Yahudiler ve Gelecek Rusyadaki Hâlleri” başlıklı olup doğrudan Yahudi karşıtı bir denemedeki bazı benzerlikler bu denemenin de Soljenitzin’in elinden çıktığı kanaati uyandırmıştı.

Soljenitzin 1998’de

Yazar bu pasajlara ait müsveddelerin çok önce kendi arşivinden çalınmış olduklarını ileri sürdü ise de bazı araştırıcılar bu yazının da ona ait olduğu iddiasında ısrar ettiler. Soljenitzin’in 1984’de Rus asıllı Arjantin yurttaşı gazeteci Nikolay Kazantsev ile yaptığı ropörtajda, Rusyanın Komünistlerle Dünya Yahudiliği arasında dar bir bir kıstakda yürüdüğünden şikâyetçi olması, ABD’yi İsrael’in bir vilayeti olarak tanımlaması Yahudilere karşı pek de olumlu duygular beslemediğinin göstergesidir. Rus muhalif yazarı Vladimir Voynoviç de, Soljenitzin’in Nobel Ödülünü yitirmekten korktuğu için anti-semitist yönünü saklamaya çalıştığını iddia etmişti.

Meşe Ağacı ve Dana Sovyetler Birliğindeki Edebî Anlayış hakkında bazı izlenimlerini ve eserlerinin önce kendi ülkesinde yayınlanması çabalarını aktardığı anı kitabıdır. Yazımına 1967’de 49 yaşında iken başlamıştı. 1971, 1973 ve 1974’de eklentiler yaptı. 1975’de “Bir Dana Meşe Ağacına Tosladı” başlığı ile Rusça yayınlandı. İngilizceye Harry Willetts tarafından çevrildi. 1996’da gene Rusça genişletilmiş ve daha önce “Nevidimki-Görünmeyenler” diye anmış olduğu edebî faaliyetinde kendisine yardımcı olanlar hakkındaki ek bilgi ile birlikde yeni bir metin hâlinde Moskova’da Soglasie Yayınevinde basıldı. Bu ek bölümler İngilizce çevirinde ayrı bir kitap olarak “Görünmeyen Müttefikler” adında yayınlandı.

Matryona’nın (Ev Sahibi Kadın) Yeri (bazen Matryona’nın Evi diye çevrilmiştir) Soljenitzin’in 1959’da yazılıp Tvardosky tarafından “Novy Mir”de yayınlaşmış çok sevilip okunmış novellasıdır. Gulag tutsağı iken tahliye olmuş ve bir kolektif çiftlik okulunda görev almış bir matematik hocası ağzından anlatılır. Matryona ona küçücük evinin tek odasında birlikte barınma ve yemek yeme olanağı sağlar. Fakat sunduğu yiyecekler pek parlak değildir. Hoca kamp yatağnda, Matryona soba yakınında sedirde yatar. Hoca çiftlik çalışanlarının yaşamının, devrim öncesi toprak ağaları ve serflerinin yaşam tarzından biraz farklı bulur. Matryona da çiftlikte çok küçük bir ücretle ya da boğaz tokluğuna çalışmaktadır. Günün birinde bir akrabası ondan evinin küçük bir müştemilâtını, köyün başka bir yerinde inşa edeceği evde tahta olarak kullanılmak üzere kendisine vermeye zorlar. Geceleyin bir grup sarhoş çiftçi, izinsiz aldıkları bir traktörle çektikleri arabalarla tahtaları taşımaya gelirler. İyi kâlpli Matryona da onlara yardıma girişir. O haragürede arabalardan birinin altında kalıp ölür. Ölümü gerçek bir Hristiyan ve gerçek bir komüniste yakışan simge bir Rus şehidi olarak kutsanır.
 

Yayın Tarihi : 20 Mayıs 2013 Pazartesi 09:26:39


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?