26
Mayıs
2024
Pazar
ANASAYFA

Rus ve Sovyet Edebiyatı (113)

Hamid İsmailov ve Georgy Pryakin

Sovyet Döneminde Rejime Sadık Kalmış Çağdaş Yazarlardan daha Sergey Komissarov, Aleksey Ivanov, Yuri Stefanoviç, Andrey Yakontov, Vladimir Karpov, Lev Kundanov, Aleksandr Gerasimenko, Georgi Priakin, Lyubov Zavoroçeva, Mihail Kızılov ve Nikolay Çerkaşin isimlerinin bulunduğuna da değinmiştik. Bunlara Özbek asıllı Hamid İsmailov’u da ekleyebiliriz. Sovyet sonrası dönemde de itibarlarını korumuş Hamid İsmailov ve yarı Özbek Georgi Pryakin dışında genellikle rejime yandaş olarak o zamanki toplumsal iklimi ve Kollektif çiftliklerdeki yaşam ve düzeni olumlayan, güzelleyen ya da doğa betimlemeleri ve sudan aşk serüvenleri gibi öykülerle kariyerlerini geçiştiren bu yazarların çok kısa biografilerini vererek ve içlerinden Sergey Komissarov’un kayda değer çekiciliği olan “Rakiki” öyküsü ile Georgy Pryakin’in “Sürü” öyküsü ve Dünyaca takdir kazanmış soydaşımız Hamit İsmailov’un “Demiryolu” romanı özetlerini vererek dizimizi sonlandıracağız. Çok geniş ve çok çeşitli toplumsal renkler taşıyan ve çok maceralar, dramlar yaşanmış, çok ızdıraplar çekilmiş bir coğrafyada (siyasal baskı ve yönlendirmelerin etkisinde kalmış olanlar dışında) bedeli büyük acılarla ödendiği için gerçek ve muıhteşem bir edebiyat yaratılmıştır. “Rus ve Sovyet Edebiyatı” dizisi artık izlenmesi çok zorlaşacak derecede uzadığı için bu bölümde kesiyorum. Ama hadsiz hesapsız eksikleri ile ve bu eksikleri doldurmayı ilgi duyan meraklı okurlarımın kendi girişim ve çabalarına bırakarak... Şimdi tanıtımını eksik bırakmak istemediğim Sovyet yazarlarının kısa biografilerine ve içlerinden üçünün örnek yazı özetlerine geçelim.

Aleksey Ivanov: Novgorod Bölgesinde Agarkovo köyünde doğdu. Öğretmenlik, Orduda hizmet ve yerel Yujni Ural gazetesinin muhabirliğini yaptı. Öyküleri bölgesel gazetelerde, Naş Sovremennik, Ural gazetelerinde, Literaturniya Rossiya dergisinde ve antolojilerde yayınlandı.

Yuri Stefanoviç: Kazakistan’da; Kustanay kasabasında doğdu. Ortaokulu bitirdikten sonra istifçilik ve elektrik hattı bakım işçiliği yaptı. Moskova Üniversitesinden mezun oldu, gazetecilikten sonra Sovremennik Yayınevinin düz yazı baş editörü oldu. Öyküleri yerel ulusal gazete ve dergilerde çıktı. Eserleri SSCB üye toplumları dillerine, Çekçe ve Lehçe’ye çevrildi.

Andrey Yakontov: 1951’de, Moskovada doğdu. Moskova Devlet Üniversitesinde Gazetecilik Fakültesinden mezun olduktan sonra Literaturniya gazeta’nın yayın bürosuna girdi. İlk öyküsü 1970’de Moskovsky komsomolets’de yayınlandı. Eserleri çok çeşitli gazete ve dergilerde çıktı. 1982’de Moskova Komünist Gençlik Birliği ödülü kazandı. Eserleri SSCB toplumları dillerine, Almanca, Macarca ve Bulgarcaya çevrildi.

Vladimir Karpov: 1951’de, Altaylarda, Biisk kasbasında doğdu. Leningrad tiyatro Enstitüsünden mezun oldu; edebiyat seminerleri aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. 1980’de “Fedya’nın Hikâyesi” adlı romanı Molodaya Guardiya Yayınlarında basıldı. Bu kitap için Maksim Gorky Tüm Sovyetler Birliği Edebiyat Yarışmasında en iyi genç yazar seçildi.

Lev Kundanov: Irkutsk Oblastı, Bokansky bölgesinde, Taras köyünde doğdu. Kırgız Devlet Tıp Enstitüsünden mezun ve mesleğinde gelişme göstererek tıp profesörü, sonra da SSCB Bilimler Akademisi Yönetim Sorunları Enstitüsü departman şefi oldu. Çok sayıda popüler bilim kitapları yanında, Naş sovremennik, Drujba narodov, Baykal ve Volga gazetelerinde öykü ve denemeleri yayınlandı.

Aleksandr Gerasimenko: 1946’da Rusyanın uzak doğusunda Magadan Oblast’ında doğdu. Ortaokuldan sonra gemicilik yaparken, açık öğrenimle Deniz Kolejini ve ayrıca Uzak Doğu Üniversitesini bitirdi. Pasifik Radyo İstasyonunda görev aldı. İlk öyküsü 1977’de Tikukeansky komsomolets’de yayınlandı.

Lyubov Zavoroçeva: daha önce tanıttığımız Yeremey Aypin’in hemşehri olup o da Hanti Mansi ve Yamalo-Nenets Özerk ogruglarını içine alan Tümen (Tyumen) Oblastında doğdu. Salekhard Tıb Okulunu bitirdikten sonra sağlık personeli olarak çalıştı. Tyumen Bölge Avcılık Kooperatifi başkanı ve aynı bölge RTV muhabiri oldu. Yayın hayatında ilk kez 1964’de göründü. Bir çok bölgesel ve ulusal gazete ve dergilerde yazıları çıktı. Gorky ve Ostrovsky yarışmalarını. Lenin Genç Komünist Birliği ödülü kazandı.

Mihail Kızılov: 1947’de, Kuzey Kafkasyada Krasnodar’da doğdu. Yüksek Okulu bitirdikten sonra Donanmada hizmet etti. Yazı hayatına 1978’de başladı. Yerel gazetelerden sonra Komsomolskaya Pravda, Molodaya guardia gazeteleri ve Literaturnaya Rossiya dergisinde yazdı.

Nikolay Çerkaşin: 1946’da, Beyaz Rusyada Grodno Oblastında doğdu. Moskova Üniversitesi, Felsefe Fakültesinden mezun oldu. İlk kez 1967’de yazın hayatında göründü. Şimdiye kadar adı geçen ünlü gazete ve dergilerde yazdı. Tüm SSCB Nikolay Ostrovsky Edebiyat yarışasını kazandı ve SSCB Savunma Bakanlığı, 1982’de Lenin Komsomol ödülü aldı. Bu bölümde anılan hemen tüm yazarlar Sovyet Yazarları Birliği üyesi olmuşlardır. Şimdi Sergey Komissarov’dan başlayarak özet yazılarını vereceğimiz yazarları tanıtalım:

Sergey Komissarov: Tomsk Oblasında, 1948’de doğdu. Genç İşçiler Okulunu bitirip inşaat işçisi ve istifçi olarak çalıştı. Sonra Novosibirsk’de Yüksek Öğretmen Okulu Filoloji Fakültesinden mezun oldu. Felsefe üzerine lisans üstü çalışma yapıp Felsefe okutmanlığına başladı ve Genç Komünistler Birliğinde sekreterlik ve gazetecilik yaptı. Özetleyeceğimiz savaş belâsının savaş dışı yarattığı dramlarla ilgili duygusal “Rakiti Yolu” öyküsü ilk yayınlanmış eseridir (Literaturniya gazeta’da). Daha sonra öyküleri sürekli olarak haftalık dergi Literaturniya Rossiya’da, merkezî gazetelerde ve antolojilerde çıktı. 1982’de ilk kitabı yayınlandı. “Huş Ağaçlarının Ağarmış Zirvelerinin Ötesinde” isimli ikinci kitabı ünlüdür. Eserleri tüm SSCB toplulukları dillerine ve Moğolcaya çevrildi.

Gazilerin festivali

Rakiti Yolu: Yetim kaldıktan sonra teyzesi tarafından yetiştirilen; 1939’da teyzesini kaybettikten sonra akrabası kalmayan ve üç aylık evli iken 1941’de cepheye giden Rodion Nikolayevi Bezgenov savaşa katılmasından kısa süre sonra da eşi Maşa’nın ölüm haberini alır. Doğduğu kasaba Rakiti o daha ergen yaşta iken tahliye edilmiş; teyzesi ile kollektif çiftlik merkezi komşu kasaba Mayski’ye taşınmışlardı. Savaştan sonra da fidan gibi eşinin kaybının acısını yüreğinden çıkaramadığı için özlediği kasabasına da gidemiyordu. Bir gün Genç Öncüler adında bir örgütten zafer yıl dönümünü kasabalarında birlikte kutlamak üzere yazılı davet aldı. Elbette kasabasını görmek istiyordu: orada bildiğimiz sıradan, sevimli insanlar vardı. Ama şimdiki seremonial buluşma, ne kadar zorunlu olsa da ona baştan savma bir külfet gibi geliyordu. Karışık duygular içinde trene bindi. Dili tutulmuş gibi idi; güçsüzlük hissediyordu. Kasabaya ulaştığında, U biçiminde bir masa çevresinde toplaşmış, çevre köylerden geldikleri için tanımadığı, çoğu sakat kalmış, çeşitli organlarını kaybetmiş gazilerin içine daldı. Etrafta gazilere iltifatlar yağdırarak hizmet eden ve asker üniforması giymiş, bazen onlarla dans eden kadınlar da vardı. Gazilerin çoğunluğu bir ya da iki madalya taşıyordu. Sadece kısa boylu birinin göğsü madalya ile bayağı dolmuş gibi idi. Bezgenov masada Stepan isimli bu adamın yanına düştü. Sohbette onun da kendisi gibi Mayski kasabasına taşınanlardan olduğunu öğrendi. Ama hiç karşılaşmamışlardı. Stepan’dan toplantıya fiilen başkanlık eden yaşlı adamın isminin Majukov olduğu söylenince aynı kasabanın popüler bir siması olduğunu hatırladı. Yanına gittiği bu adama teyzesinden ve eşi Maşa Vorotolnikova’dan söz edip kendini tanıtınca Majukov sakin bir sesle: “Haa, sen hayatta mısın?” dedi: “Senin öldüğünü sanıyorduk. Demek ki Maşa bir hiç uğruna öldü.” Bezgenov: “Ne demek hiç uğruna?” diye sordu. “Bize cepheden senin ölüm haberin gelmişti. Rodion Nikolayeviç yaşlı adamın feri kaçmış gözlerine anlamamış gibi baktı. Yaşlı adam bu sessiz soruya: “Seni öldü zannettiği için hasta oldu. Ağzını bıçak açmıyordu. Yüzü kara bir renk aldı ve bir hafta içinde eridi gitti.” yanıtını verdi. Rodion Nikolayeviç Bezgenov’un gözlerinin önüne, valizlerin, kavanozların çevrelediği, bayrakların, flamaların dalgalandığı istasyon önünde duran bir kağnı arabasından inen bir genç çift geldi. Hayata yeni başlayacaklardı ki zalimlerin, sadistlerin çıkardığı savaş mutluluklarına ara veriyordu. Cepheye gidecek delikanlı ile melek yüzlü genç kız sımsıkı sarıldılar. Ölümü hâlâ düşünmüyorlardı. Çapraz gelen ölüm onların mutluluklarını ebediyen yok etmişti.

Priakin Gorbaçovla tanışırken

Georgi Priakin: 1947 yılında, Stalin rejimini tarafından ard arda Güney Rusya steplerinde, Kuzey Kafkaslar sınırı Stavropol’un bir köyüne sürgün edilirken hayvan vagonları ile taşınmış Özbek baba ve Rus annenin oğlu olarak doğdu. Berbat yetimhanelerin birinde yetişti. Moskova Üniversitesinden mezun olduktan sonra gazeteciliğe ve TV muhabirliğine başladı. Dünyaca tanınmış Kırgız yazar Cengiz Aytmatov sefalet içinde büyüyen çocukların iki uçtan birine savrulduğunu; ya serseri ya da büyük sanatçı olduklarını söyler. Priakin çektiği çileleri sanata tahvil edenlerdendi. Stalinist yetimhaneleri anlattığı ilk romanı “Yatılı Okul” da Stalinizmin çöktüğü 1970’lerin efsanevî radikal gazetesi “Novyi Mir”de tefrika edilmişti. Priakin Komunist Parti kademeleri içinde yükseldi ve 1988 büyük depreminde Ermenistan’a gönderildi. Perestroyka (Yeniden Yapılanma) ve glasnost (saydamlık) politikalarının reformatörü SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov ile orada yakından tanıştı. Onun iktidardan düşmesi ve Demir Perdenin tümden yıkılması üzerine Priakin çabalarını yayın evi “Voskresenye”yi kurmaya odakladı. 2000’de ise merkez-sol bir parti kurulmasına; Rusyada sosyal demokrat bir anlayışın oluşumuna destek verdi. Kitapları Avrupa ve Asyanın her yanında çevrilerek yayıldı. Rusyada siyasal evrimleşmenin de yakın bir takipçisi olarak büyük itibar kazanan bir yazar oldu. Evli ve dört kız babası olan Priakin Rusya Edebiyat Akademisi üyesi olup Altın Kalem Ödülü sahibidir. Rusyanın bir öncaki Başkanı Boris Yeltsin’den “Puşkin madalyası” almıştır.

Sürü” adındaki öyküsünün özetini veriyoruz:

Käthe Kollwitz’in eseri

“Programa biraz geç kalarak, savaş karşıtı bir toplantı hazırlığında olan gençlik örgütünü ziyaret için Batı Berlin’e gittim. Bir turizm firması aracılığı ile bana tahsis edilen, kendini “Waldo” (Almanca Walter’in kısaltılmışı) diye tanıtan; “İstersen Rusca ‘Volodya da diyebilirsin’” kaydını da ekleyen çevirmen beni örgütün pek mütevazı bir sayvan altı, ucuz poster ve tablolarla dolmuş merkezine getirdi. Çeşitli çevrelerden toplananlar içinde en yaşlısı olan çevirmeni de örgüt mahfilini de gözüm tutmamıştı. Ona karşı resmî davranıyordum. Sonra kent gezisine çıkıldı. Müzede asabî tavırlı yaşlı bir rehber hanımefendi, Alman kadın ressam ve yontucusu Käthe Kollwitz’in “Dul” isimli tablosu önünde: Savaş zamanı çocuklar ana rahminde yetim kalıyorlardı!” açıklamasını yaptı. Waldo bundan duygulanarak beni oradan çekti. Benimle konuşmayı meslek görevi gibi algılıyordu. Geçmiş savaşın her iki tarafı generaller ve kendi savaş anıları onun için artık kazanç konusu olmuştu. Beni kentte gezdirirken tekrar Rusyada hangi yöreden olduğumu sordu. Yanıt alınca: “Aaa, ben orada savaşmıştım; Karatopraklarda...” (Çernozyom) dedi. O andan itibaren ilişki biçimimiz değişti. Artık ona yabancı gözü ile bakmaz oldum. O da bunu hissetmiş olacak ki beni “Tyrolean Sportschützen-Tirolyalı Nişancılar” adında, sigara dumanından göz gözü görmeyen bir içkili lokantaya götürdü. Onunla orada vodka içtik. Dayım Sergey’in, Stavropol havalisinde (müellifin anayurdu), Hazar Denizini çevreleyen Kalmuk topraklarında cereyan eden Rus-Alman savaşları, Karatopraklarda howitzer toplarının takibi altında, aç kalmama çabası içinde sürülerini de birlikde sevkederek akın akın kaçışan kadın, çocuk kalabalıklar; aç biilaç, kar altında ve ayazda, kimileri howitzer mermileri ile ölüp kalan yığınlar hakkında anlattıklarının hepsini bir de ondan dinledim. Kader işte, bir howitzer topçu birliğinin balistik subayı olan Waldo kovaladığı perişan Rus halkı sürüsünden anamı, o zamanlar 15 yaşında olan Sergey dayımı, çok küçük yaştaki Dima dayımı ıskalamıştı. Anam ve dayıların her biri ayrı yere dağılmışlar. Dima dayım yıllar sonra bir yetim evinde bulundu. Oraya nasıl getirildiğini hiç hatırlamıyor. Anacığım hayatta kalıp üç çocuk yapmayı başarmıştı. Şimdi Tirolyalı Nişancılar’da oturan kafayı bulmuş nişancı Waldo ve hedefi tutturamamasının ürünü olan ben karşı karşıya oturuyoruz.

Hamid İsmailov

Hamit İsmailov: Özbek asıllı olup 1954’de Kırgızistan’da doğmuştur. Sovyetlerin dağılmasından sonra 1992’de önce Özbekistan’a kaçmak zorunda kalmış; eserleri Özbekistanda da yasaklanınca Britanya Birleşik Krallığına yerleşip BBC’nin Dünya Servisinde iş bulmuştur. Düzinelerle yayınladığı kitaplar Özbekçe, Rusça, Fransızca, Almanca, Türkçe ve diğer dillere çevrildi. Şiir kitapları içinde “Sad-Bahçe” (1987), “Pustinya-Çöl” (1989), görsel şiirler türünde “Fausttan Sonra” (1990) ve “Kniga Otsutstvi” (1992); romanları arasında “Sobranye Utonçyonny” (1988), Fransızca “Le Vagabon Flamboyant-Alımlı Serseri” (1993), “Hay-ibn Yekzan” (2001), “Kutsal Türklere Rehin” (2003), “Ölüme Giden Yol Ölümden Büyüktür” (2005) kayda değer. Eserleri yazdığı dile göre Rusçadan Özbek diline ya da mütekabilen Özbekçeden Rusçaya ve bazı Batı dillerine ve Farsçaya çevrildi. Özetle tanıtacağımız ve şiirsel bir lirizm taşıyan romanı “Demiryolu”nu Özbekistanı terketmesinden hemen önce yazdı. Anayurdunda yasaklanan ve kendisini de “persona non grada-İstenmeyen kişi” ilânına sebebiyet veren bu eser önce (Robert Chandler tarafından, 2006’nda) İngilizceye çevrildi. “Yaşama İki Kayıp” da İngilizceye çevrildi. 2012 Haziranında düzenlenen “Şiir Parnassus”unda İsmailov Özbekistan’ı temsil etmiştir.

Demiryolu romanı 1900-1980 yılları arasında, büyük ölçüde, Özbekistan’ın antik “İpek yolu” üzerindeki küçük “Gilas” kasabasının, Orta Asya’da XX. Asır başlarındaki baş döndürücü değişikliklerden etkilenmesi ile cereyan eden olayları konu alır. Konuşmalarından yorumlar çıkardığımız ön plandaki roman kahramanları kasabanın ayyaş aydını Hakdağıtan Mefody, bir Rus keşişi Peder Ioan, Genç Kara Musayev, polis şefi ve ‘Parakesesi’ unvanı ile anılan eski tefeci Ömer Ali gibi acayip takma adlı eksantrik karakterlerdir. Artık Bolşeviklerin gelip Mollaların ortadan kaybolduğu, Özbek halkın yanında Rus, İranlı, Ermeni, Yahudi, Koreli, Arap, Tatar ve Çingene unsurların toplaşıverip bir komedi sahnesine dönüştürdüğü; Hrıstiyan, Musevî, Sünnîsi ile Şiîsi ile Müslüman gibi birbirine hasım çeşitli din ve mezhepten grupların örtülü çatışma içinde olduğu, Bolşeviklerin imtiyazsız, sınıfsız homojen bir toplum idealine karşın siyasal dalgalanmaların bir bu, bir şu gruba umut verip kendi yaşam tarzına elverişli ortam için eyleme girişme hazırlığı yaptırdığı bu küçük kasabada andığımız bu beş kişinin yaşam ve iletişimleri daha da renk kazanmıştır. Ahşap yataklar üzerinde demir rayları ile biçimi bozulmayan ve değişikliğe direnci simgeleyen “Demiryolu” bu kaynaşmanın sessiz tanığıdır. Romanda bir oğlan çocuğunun tüm bu çekilmez olaylara onursuz biçimde katlanıp, seyreden Demiryoluna tepki için giysilerini çıkararak onu tahkir etmek istemesi sahnesi vardır. Fakat yapabildiği yanından gelip geçen trenin son vagonu kapısından etrafı seyretmekte olan bir kıza: ‘SENİ SEVİYORUM’ diye bağırmaktan ibaret kalır.

Bitti
 

Yayın Tarihi : 11 Temmuz 2013 Perşembe 11:48:01
Güncelleme :11 Temmuz 2013 Perşembe 12:00:29


Bu haber hakkında yorum yazmak ister misiniz?
Yorumlarınız
h.özcan IP: 85.105.176.xxx Tarih : 16.07.2013 23:32:40

Sn. T.Törün'e teşekkürler.Büyük bir kültür kazanımı ve bilgi edinmemizi sağladılar.Başarılı ve verimli yeni yazıları muhakkak olacaktır ümidiylesaygılar. 


Teoman Törün IP: 78.176.160.xxx Tarih : 19.07.2013 21:11:11

 Değerli okurtlarıma sonsuz minnetlerimle.


Yılmaz Ergüvenç IP: 188.56.174.xxx Tarih : 17.07.2013 17:19:03

Sevgili Teoman.

Güzel üslûbunla süslediğin, büyük emek ürünü yapıtın, her zaman önemli bir başvuru kaynağı olacaktır. Bizlerin print etmemiz yeterli değil, daha çok kişilere ulaşabilmesi için basılması gerek. Eline, diline, beynine sağlık...